HDP Grubu adına Hakkari Milletvekili Adil Zozani’nin Adalet Bakanlığı’na bağlı infaz kurumları bütçesi üzerine konuşması:

28. Birleşim
13 Aralık 2014-Cumartesi

Adalet Bakanlığının ceza infaz kurumlarının bütçeleri üzerine bir değerlendirmede bulunacağım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii ki günün erken saati ve bütçenin yoğun çalışma temposu içerisinde zaman zaman milletvekilleri de pekâlâ yoruluyor, geç uyanıyorlar, bakıyoruz Meclisin büyük çoğunluğu boş ve bütçe değerlendirmesi yapıyoruz. Tabii ki bu tablo içerisinde sağlıklı bir bütçe değerlendirilmesi yapılabilir mi? Esasında şekil şartını yerine getiriyoruz, onun ötesinde bir şey değil. Yani, Meclisin, bütçenin herhangi bir noktasında bir müdahalede bulanamadığı bir ortamda milletvekilinin de sabahtan akşama kadar gelip bu koltuklarda oturup bir de hiçbir şey söyleyememiş durumda olması işler acısı bir durumdur yani Parlamento açısından bu duruma “Mecliste Hükûmet bütçesini müzakere etmek.” denilmez, biz müzakere yapmıyoruz, bunu açıkça ifade ediyoruz.

Buraya çıkan herkes, çoğu hatip esasında bütçe bağlamında konuşuyor, bütçe dolayısıyla değerlendirmeler yapılıyor burada; bütçe değerlendirilmiyor burada, bütçe kalemleri burada değerlendirilmiyor. Ne bütçenin performansı değerlendirebiliyor ne bütçenin planlaması, programları burada değerlendiriliyor. E, öyle zannediyorum, iktidar, muhalefet, bu söze de kimse itiraz etmez; siz buna değerlendirme, bütçe değerlendirmesi, müzakeresi diyemezsiniz, mümkün değil çünkü bu koşullar da yoktur. E, valla, ben de kendimi zorlayarak buraya her çıktığımda bütçe bağlamında değerlendirme yapmaya çalışıyorum, bütçenin kalemleri içerisinde bir değerlendirme yapmaya çalışıyorum. Ama şunu da gördüm: Burada, esasında bütçe bağlamında konuşsanız da kimse pek ilgili de değil. Kavga ediyorsanız, bağırıyorsanız, sesiniz gür çıkıyorsa, farklı bir şey, aykırı bir şey ifade ediyorsanız kamuoyunun dikkatini çekiyor.

Dün burada sayın bakanlarla ayaküstü sohbet ederken, merhabalaşırken, o merhabalaşma esnasında görüntülerimizin, resimlerimizin çekildiğini fark ettim, kendilerine de söyledim. Dün dedim ki: “Bakın, biraz sonra basın bizi arayacak, diyecek ki ‘Ne konuştunuz?’” Çünkü, burada siyasetçinin birbirine merhaba vermesi, hâl hatır sorması haber değeri taşıyor. Bu Parlamentoda siyasetçinin birbirine merhaba etmesi, hâl hatır sorması haber değeri taşıyor, ne kadar acı bir şey; kavga etseniz haber değeri taşımıyor artık. Affedersiniz, argo deyimler kullanırsanız burada, haber değeri taşımıyor artık; birbirinizle merhabalaşıyorsanız haber değeri taşıyor. Bu acı bir şey değil mi? Hangi yanlışları yaptık da birlikte bu tabloyu yarattık bir bakmak lazım. Özellikle basından rica ediyorum, Parlamentonun bu resmini bu şekilde artık yansıtmamaları gerekir diye düşünüyorum.

Buradan konuşacağız, işte cezaevlerini konuşacağız, bizim buradaki psikolojimiz cezaevlerine nasıl yansıyor, bir de oraya bakacağız. 145 bin insanın yaşamından söz ediyoruz. Türkiye’de ceza infaz müessesesi bir cezalandırma müessesesi olarak değerlendiriliyor. Esasında cezalandırma yapıyor orada ama yasada diyor ki “topluma kazandırma”, ıslah ve topluma kazandırmadan söz ediyor yasa. Bütün cezaevleri tamamıyla, insanları cezalandırmaya dönük inşa edilmiş, fiziki yapısı, fiziki koşulları bu şekilde dizayn edilmiş. Eğer bir cezaevinde cezaevi idaresi mahkûmlara toleranslı, tutuklulara, mahkûmlara toleranslı davranıyor ve onları topluma kazandırma yönünde bir gayret, bir girişim içerisinde olabiliyorsa emin olun o cezaevi yönetimleri üst idare tarafından makul idareler olarak kabul görmez, alışkanlık bu şekildedir. Devletin ceberut yüzünü yansıtabiliyorsanız iyi idarecisiniz. Özellikle bu hususu Sayın Bakanın dikkatine sunuyorum. Son dönemlerde ceza infaz kurumuna infaz koruma memuru olarak atanan pek çok görevli, maalesef, toplumsal bir sendrom yaşıyor, bir rehabilitasyon ihtiyacı var bu insanların ve bunlarla ilgilenmeniz gerekiyor. Daha önceki farklı mesleklerdeki formasyonlarında ya da yaşadıkları etkilerden kaynaklı olarak burayı yansıtıyorlar, psikolojilerini oraya yansıtıyorlar. Mahkûmların yaşadığı sıkıntıları dillendireceğim ama ceza infaz kurumlarında görevli olan infaz koruma memurlarının, görevlilerinin sorunlarını öncelikle bir gündemimize taşımak istiyorum.

Gittiğimiz her cezaevinde –bakın, çok cezaevi dolaşan milletvekilleriyiz, bizim grup olarak çok cezaevine giden milletvekilleriyiz- infaz koruma memurları şikâyetlerini bizimle paylaşıyor, sıkıntılarını bizimle paylaşıyor. Bakın, polislik müessesinden daha zor koşullarda görev yapıyorlar ama onların mesleki yıpranma payları yok. Özlük hakları; bakın, bir askerden daha zor koşullarda görev yapıyorlar, özlük hakları yok. Savcıya, hâkime zam yapıyorsunuz onları yok sayıyorsunuz, olmamış gibi görüyorsunuz. Oysaki o insan esasında sadece yatılı olarak özgürlük yaşayan bir insandır. Beraber yaşadığı mahkûmla ve tutukluyla aynı koşulları yaşıyor. O da sabah cezaevine giriyor akşam mesaisi bittiği zaman evine geliyor. Yatılı olarak dışarı çıkabilen bir mahkûm durumundadır. Dolayısıyla onların sorunlarıyla ilgilenmeniz gerekir Sayın Bakan.

Şimdi, iki özellikle tutuklunun durumunu, geçtiğimiz günlerde yaşanmış iki dramın belgelerini sizlerle paylaşacağım ama ondan önce hasta tutukluların durumunu öncelikle dikkatinize sunmak istiyorum.

Bakanlığı bize verdiği bilgiye göre 700 küsur insan tutuklu ve hükümlü. Cezaevlerinde ölümü bekliyor, suçu ne olursa olsun, vicdan bunu kabul etmez. Vicdan bunu kabul etmez. Ki tamamı siyasi tutuklulardan söz etmiyoruz, tutuklu ya da hükümlülerden söz etmiyoruz. Adi tutuklular da bu pozisyondadır. Ve onlar da ölümü bekliyorlar. Niye o insanlar salıverilmiyor?

Bakın, dördüncü yargı paketi içerisinde düzenleme yapıldı. Dördüncü yargı paketi içerisinde bu insanların salıverilmesine dair düzenleme yapıldı. “Kendi başlarına yaşamını idame edemeyecek durumda olan insanların salıverilmesi” diye yasa çıkarıldı burada. Ama bırakılmıyorlar. Bakın, kendi başlarına yaşamlarını idame edemeyecek durumda olan hasta tutuklu ve hükümlüler salıverilmiyor.

İki kolu olmayan, iki kolu bir bacağı olmayan, konuşamayan, tekerlekli sandalye üzerinde -affedersiniz- temizliğini bile arkadaşlarının, koğuş arkadaşlarının yapmak durumunda olduğu hasta tutuklular şu anda cezaevlerindeler. Hangi vicdan bunu kabul ediyor?
Bu, bir siyasi mülahaza konusu değildir. Bunlar üzerinden pazarlık yapılamaz. Bunların bu durumları, bu insani durumları, bu dramları pazarlık konusu yapılamaz. Herhangi bir siyasi pazarlık konusu olamaz. Hangi vicdanla bu insanları cezaevinde bırakıyorsunuz?
Bakın, geçen sene Metris Cezaevinde ziyaret ettim, Salih Tuğrul. Gözyaşıyla kendini ifade edebilen bir tutukluydu. Bırakılmıyordu. Bırakılmama gerekçesini size söyleyeyim. Aynen şunu ifade ediyordu: “Salih Tuğrul isimli şahsın mahkûm olduğu suçun vahim niteliği nedeniyle toplum güvenliği açısından risk oluşturacak bir profil sergilediği, ailesinin Mersin ili Toroslar ilçesinde PKK-KCK terör örgütüne müzahir olan kitlenin yoğun olarak bulunduğu…”

Pes! Başka ne denilebilir buna? Bırakın kendisini, gideceği mahalleyi bile bir bütün olarak terörist olarak ifade eden bir şey. E vallahi de billahi de bu gerekçeyi ortaya koyan, eğer terör tanımı bir yerde yapılacaksa, bu gerekçeyi yazan savcıya “terörist” kavramı uyar. O kitleye “terör” kavramı uymaz. Ancak ve ancak bu gerekçeyi yazan savcıya “terörist” kavramı uyar. Salih Tuğrul tekerlekli sandalye üzerinde gözyaşıyla kendini ifade eden, konuşamayan bir vatandaş. Sonradan, kavga gürültüden sonra tahliye oldu.

Bir tanesini daha sizinle paylaşayım: Ramazan Özalp. Defalarca Adli Tıbba gitti, defalarca Adli Tıp Kurumu salıverilmesi şeklinde rapor verdi. Savcılık hangi gerekçeyle bunu içeride tutuyordu biliyor musunuz? Onu da söyleyeyim: “Şahsın bizzat kendisinin toplum güvenliği açısından bir tehlike teşkil etmediğini…” İsterseniz tekrar edeyim bu cümleyi: “Şahsın bizzat kendisinin toplum güvenliği açısından bir tehlike teşkil etmediğini, ancak şahsın Dirsekli köyüne veya İdil ilçesine gelmesi durumunda bazı siyasi şahıslar ve vatandaşlar tarafından propaganda aracı olarak kullanılabileceği ve bu durumun çeşitli toplumsal olaylara sebebiyet verebileceği, farklı siyasi görüşlere sahip vatandaşlar veya vatandaşlar ile güvenlik güçleri arasında gerginlik ve çatışmalara yol açabileceği, söz konusu durumun basına yansıyarak huzursuzluk meydana getirebileceğinin belirtildiği ve bu nedenle tahliye talebinin reddedilmesi.” ifadesi var.

Bakın, adalet mekanizması Türkiye’de böyle işliyor. Şimdi, bize yakışmaz, burada savcının imzası var, ismi belli, Adalet Bakanı biliyor. Teşhir edeceğim, yarın öbür gün basın diyecek ki “Savcıyı hedef gösterdi.” E, be vicdansız, böyle gerekçe konulabilir mi? Hangi vicdanla sen hâkim ya da savcı olabildin? Batsın böyle vicdansızlık. Bu, olabilir mi? Bu, kabul edilebilir bir durum mudur? Ramazan Özalp sonradan tahliye oldu. Tahliye olduktan yüz otuz altı gün sonra da yaşamını yitirdi. Esasında cezaevinden tabutu çıktı. Bakın, tahliye olduktan yüz otuz altı gün sonra yaşamını yitirdi. 13/5/2014’te tahliye oldu, 9/10/2014’te yaşamını yitirdi. İşte, bu, Türkiye bu.

Çocuk tutuklular meselesine gelince… Bakın, dünyanın hiçbir yerinde siyasi çocuk tutuklu yoktur ama Türkiye’de vardır. Adalet Bakanlığı verilerine göre, bugün açıklanan bilgiye göre, 1.984 siyasi çocuk tutuklu cezaevlerinde; taş attı, yüzünü bağladı vesaire gerekçelerle. 1.984 çocuk şu anda cezaevlerinde. Siz o çocukları topluma kazandırdığınızı mı düşünüyorsunuz? Pozantı Cezaevinden çıkıp dağa giden çocukların hikâyesini biz geçen sene burada sizinle paylaştık. Var, öyle hikâyeler çok var; zaman yok, bu hikâyelerin hepsini burada sıralayabiliriz.

Bir önemli husus daha, konuşmamın sonunda onu vurgulayayım: Bu ülkede adalet herkese eşit uygulanmıyor. İnfaz eşitliği mekanizmasını lütfen ama lütfen artık gündeminize alın. Adam bir gemi dolusu uyuşturucuyla yakalanıyor, bu adama uygulanan infaz koşulları ile siyasi düşüncelerini ifade eden vatandaşa uygulanan infaz mekanizması eşit değildir.

Şimdi, siz diyorsunuz ki: “Bu vatandaş bu devlete niye isyan ediyor?" E, isyan etmesin de ne yapsın? Size soruyorum: Gerçekten, isyan etmeyelim de ne yapalım?
Bunların düzeleceğini umut ederek, hepinizi saygıyla selamlıyorum.