
Diyarbakır Milletvekilimiz Ziya Pir Mecliste devam eden bütçe görüşmelerinde söz aldı ve şu değerlendirmelerde bulundu.
Rivayet odur ki Hazreti Âdem ve Hazreti Havva'nın çocuklarından 2'si kavga eder ve Kabil, Habil'i öldürür. İbranice'den Türkçeye çevirirsek Kabil'in anlamı maden işinde çalışan değirmenci, demirci diyebiliriz. Habil'i de "rüzgâr, soluk, nefes yani yaşam" gibi tercüme edebiliriz.
Son yıllarda insanlığın geleceği için kafa yoran bilim insanları ve filozoflar, bunu inançlar ötesi bir metafora çevirmiştir. Yani "Kabil" biz cahil insanlar nazarında daha güçlü olanı yani rantçıyı, yok edici sanayiyi, doğa tahribatını temsil eder ve "Habil" de doğayı, insana yaraşır bir yaşamı temsil eder. İnsanlık tarihinde bu kavga hep devam etmiştir ve güçlü olan güçsüz olanı hep yok etmiştir.
Kabilvari değil Habilvari davranmamız gerek
İnsanlık tarihinde sanayi-doğa çelişkisi ve insanın doğaya plansız müdahalesi, bir Kızılderili şef tarafından da dile getirilmiştir. “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak” diye seslendiği beyaz adam durumuna bizlerin düşmemesi lazım. Kabilvari değil de Kabil'i de tamamen yok saymadan, reddetmeden, Habilvari düşünmemiz ve davranmamız gerekmektedir. Yani doğanın, bir parkın, bir ağacın, kuşun, böceğin kıymetli olduğunu anlamalıyız, o bilinci geliştirmeliyiz.
İki örnek vermek istiyorum: Bundan birkaç ay önce, burada zeytinliklerle ilgili tartışmalarımız olmuştu ve o zaman Sayın Başbakan "Tesis mi, zeytinlik mi?" sorusunu sormuştu. Eğer "tesis" diyen varsa onlar Kabilvari davranmıştır ve Hükümet o şekilde davranıyor. Biz ise -bütün muhalefet- Habilvari davranarak "Hayır, zeytinlik kıymetlidir, zeytinlik" demiştik.
Umarım, kamu kurum ve kuruluşlarında şu pet şişeleri hiç görmeyiz
İkincisi: Orman ve Su İşleri Bakanımızın çok kıymetli haklarını da teslim etmek gerekiyor, Kıbrıs'a suyla alakalı bir projeyi tamamladılar, hakkınızı teslim ediyoruz. Zor bir proje, hallettiniz ama denizleri aştınız, derede boğuluyorsunuz, üzülüyorum. Dün bizlere plastik şişedeki şu suyu göndermişsiniz. Bu da Kabilvari bir davranıştır yani doğa dostu bir şeyde gönderebilirdiniz bize, plastik şişeyi göndermişsiniz. Umarım, kamu kurum ve kuruluşlarında şu pet şişeleri hiç görmeyiz artık bundan sonra. Alternatifler arama durumundasınız.
Hükümet, dümeni "tesis-sanayi"den yana kırmıştır
"Zeytin mi, tesis mi?" "Sanayi mi, yoksa doğa mı?" ikileminde, Hükümet, dümeni elbette "tesis-sanayi"den yana kırmıştır. Ancak Adorno'nun deyimiyle, yanlış hayat doğru yaşanmayacağı gibi, insan ve doğayı merkeze almayan yani Habilvari sanayileşme politikası olmadan yapılacak çalışmalar, kentsiz kentleşmeye yani ucube sanayilerin, ucube kentlerin oluşmasına yol açacaktır.
İhraç mı itibar mı?
İktidar mensupları güzel, renkli, altın yaldızlı cümleler kurmayı çok sever. Sayın Bakan Özlü, TÜBA'nın 52'nci Genel Kurul Toplantısı'nda yaptığı konuşmasında şöyle diyor: "Bizim topraklarımızda ve kültürümüzde bilim ve bilim insanı her zaman takdir görmüş, itibar görmüş ve el üstünde tutulmuştur." Güzel bir cümle. Fakat Sayın Bakanım, bilimsel araştırmalara ayrılan bütçeyi düşük buluyoruz biz. Onu bir kenara bırakalım ihraç edilen akademisyenler gerçeği dikkate alındığında, hakikatin, hiç de sizin ifade ettiğiniz gibi olmadığı görülmektedir. İhraç mı, itibar mı; bence o konuda bir netleşin.
2016 yılında dünyanın önde gelen şirketlerini alırsanız, bunların her biri 10 milyar ile 13-14 milyar arasında AR-GE'ye bütçe ayırmıştır. Türkiye, TÜİK verilerine göre, AR-GE'ye yaklaşık 2 milyar dolar ayırmıştır. Yani bizim merkezi yönetim bütçesinden araştırma geliştirme faaliyetleri için ayrılan ödenek ve harcamalar miktarı bu şirketlerin her birinden kat kat daha azdır ama biz ısrarla diyoruz ki: "Bütün dünya bizi kıskanıyor." Öyle mi? Hükümet olarak, AR-GE faaliyetleri için sürekli çalışmalar yapıldığını belirtiyorsunuz. Örneğin, 2017 Ocak ayında yayımlanan, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının "AR-GE Reform Paketi"ni ele alalım. Bu paket incelendiğinde, sorulacak bir sürü soru var bununla ilgili ama ben burada bir tanesine dikkatinizi çekmek istiyorum, diyorsunuz ki: "Az sayıda AR-GE personeliyle faaliyet gösteren sektörlerde, AR-GE merkezleri kurulmasının önünü açmak amacıyla çalıştırılması gerekli asgari AR-GE personeli sayısı 30'dan 15'e düşürülecek." Ben soruyorum: "Niye 15, niye 1 değil?" Çünkü inovasyon fikirleri 15 kişi ya da 30 kişi, 40 kişi tarafından oluşturulmaz, 1 kişi tarafından oluşturulur ve hayata geçirilir. Düsseldorf ve Köln'de, yine böyle merkezlerin her birinde benim 2'şer arkadaşım vardı, ortak şirketleri vardı ve faaliyet gösteriyorlardı. Bu rakamın da 1'e düşürülmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bölgesel dengeyi kurmalısınız
Türkiye'de marka ve patent tesciliyle ilgili hiç konuşmaya gerek yok, sayılar çok düşük. Bunun yanı sıra, bir de bölgesel eşitsizlik var. Yani Orta Anadolu'da Ankara'yı, Ege Bölgesi'nde İzmir'i çıkarırsanız Türkiye'nin hiçbir yerinde doğru dürüst patent de yok. Bölgesel dengeyi az da olsa orada da kurmanızı talep ediyoruz.
Dünyada "Milli ve yerli otomobil" diye bir şey artık yok
Gelelim bir de milli ve yerli otomobile. Dünyada "Milli ve yerli otomobil" diye bir şey artık yok, olamaz da. Sizin kastettiğiniz milli ve yerli markadır, buna biz de varız. Milli ve yerli marka oluşturabiliriz hep birlikte ama milli ve yerli otomobil ya da uçak, böyle bir şey yok. Bilimden uzak, seçim malzemesi için kullandığınızdan dolayı bazen de gerçekten uluslararası arenada -hadi Türkiye'de insanlar göz yumuyor ama- komik duruma düşüyorsunuz. Seçim öncesi, işte "Yerli yolcu uçağımızı yapıyoruz, kendi savaş uçağımızı yapıyoruz, elektrikli otomobil yapıyoruz" diye böyle bir sürü komik komik şeyler söylediniz ve şu an onun altında kalıyorsunuz.
Yerli otomobil sloganlarla olmaz, akılla, bilimle olur
Şimdi, yerli otomobil markası üretmek, sloganlarla olmaz bu işler, akılla olur, bilimle olur, bilim insanlarıyla olur. Akademik özgürlük olursa insan sorgular, sorgulayan birey olursa bilim gelişir. Aksine 5.700'e yakın akademisyeni hukuk güvencesi ve yolu olmadan kanun hükmünde kararnamelerle işten atarak onları akademiden uzaklaştırıyorsanız bilime katkı sunmalarına engel oluyorsunuz. Sonuç ise nedir? İnsanlar yurt dışına gidiyor, 3-5 beyin var burada, onların yurt dışına gitmesini sağlamayın.
Sonuç olarak: Yukarıda ifade ettiğim gibi, Türkiye'nin sanayileşme perspektifi sorunludur. Doğa ve insan merkezli olmayan, bilimden, estetikten kaynaklanmayan, bir avuç zengini daha da zenginleştirme hedefinde olan sanayileşme paradigmasıyla çizilen plan ve projelerin ülkeyi refaha ulaştıracağını düşünmek saflık olur, saflık değilse de kurnazlık olur.
19 Aralık 2017