Yüksekdağ: Yeni bir çıkış lazım

Rehin tutulan önceki dönem Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ, Yeni Özgür Politika'nın sorularını yanıtladı:

‘Bugün geldiğimiz bıçak sırtı aşamada parti merkezlerinin vereceği kararlar değil, halkın ve mücadele ihtiyaçlarının geldiği aşama durumu belirler. Daha somut baktığımızda ise, formel siyasete mahkum da mecbur da olmadığımızı görürüz. Elbette HDP için bütün mücadele seçenekleri masada olmalıdır. Bunların başında da fiili meşru mücadeleyi esas alan siyasi çizgi gelir.’

HDP önceki dönem eşbaşkanlarından Figen Yüksekdağ, 4 Kasım 2016’da gerçekleşen siyasi darbe sonucu tutuklandı ve o günden bu yana da Kandıra cezaevinde siyasi rehine olarak bulunuyor. İktidarın HDP’ye yönelik bitmeyen kin ve öfkesi de, siyasi soykırım operasyonlarıyla devam ediyor. Bu siyasi soykırım operasyonlarını değerlendiren Figen Yüksekdağ, oluşan pratik boşluklar nedeniyle eleştirilerin oluştuğunu dile getirdi. HDP gibi halkın içinde olan bir partinin “sine-i millet” kavramı üzerinden bir tartışma yürütmektense fiili meşru mücadeleyi esas alan bir çizgiye oturmasının elzem olduğuna vurgu yapan Yüksekdağ, yaşanan siyasi krizin yeni bir çıkış mecburiyeti yaratabileceğini de kaydetti.

Rojava’ya yönelik işgal saldırılarına ilişkin açıklamalarda bulunan Figen Yüksekdağ, “İşin en kötü ve Türkiye halklarının da onurunu rencide eden tarafı ise Kürt’ün uzattığı eli tutmaya, müzakere ve işbirliği politikasına yönelmeyen, tarihsel muhataplarını terörist ilan eden iktidarın ABD ve Rusya arasında adeta oyuncağa dönmüş olmasıdır” dedi. İktidarın ABD ve Rusya karşısında “çobandan icazet isteyen kuzu” tavrında olduğunu belirten Figen Yüksekdağ’ın HDP’den Türkiye’de yaşanan siyasi krize, Rojava işgal saldırılarında “Halkların Kardeşliğine” birçok başlıkta gazetemize kapsamlı açıklamalarda bulundu.

Son dönemlerde HDP’nin Kürt meselesini ötelediği, tali plana ittiği eleştirileri yapılıyor. Katılır mısınız bu eleştirilere?

Kürt sorunun çözümü, HDP politik yapısının temel direklerindendir. Kürt sorununda çözüm, müzakere ve mücadele siyaseti çoğu zaman öncelik olmuştur hatta. Zira demokrasiye, özgürlüklere ve güncel ya da tarihsel politik hakikate, Kürt meselesini atlayarak ulaşılamayacağı defalarca kanıtlanmıştır bu ülkede. HDP’yi karakterize eden bütün özelliklerine baktığınızda, onu Kürt sorununun çözümü ve Kürdi ana damarından bağımsız değerlendiremezsiniz.

Bugün de hakim olan gerçek budur. Ancak yer yer politik etkinliğin zayıflaması ve konjonktürel dezavantajlar nedeniyle Kürt Halk Hareketi ve taleplerinin savunulmasında yetmezlikler yaşanabilir. Eleştiri konusu olan durumda esasen bu sorundan kaynaklanıyor. Kürt Özgürlük Hareketi hiçbir zaman bu kadar geniş ölçekte ve ağır şiddette bir saldırı ve kuşatma hareketiyle karşılaşmamıştı. Bu dönemin özelliği, böyle topyekün, yerel ve uluslararası boyutları olan bir hücum ve tasfiye hareketinin göğüslenmesidir.

Yaşanan kimi yetmezlikleri ise HDP’nin sol bileşenleriyle açıklamaya çalışmak, kolaya kaçmak anlamına gelir. Aksine Kürt meselesinin bir Türkiye haline gelmesinde, toplumsal çözüm muhataplarının gelişmesinde HDP pratiğinin ve sol bileşenlerin olumlu-yapıcı rolü olmuştur hep. Hatta çoğu zaman yaygın kamuoyundan gelen “HDP önceki Kürt gündemlerinin dışına çıkmıyorsunuz” eleştirilerine rağmen, öncelikli çözüm bekleyen bir alan olarak Kürt sorunu ve hak talepleri ön planda olmuştur. Bileşenler çoğunlukla bu yönlü baskıları göğüslemek pahasına, Kürt Halk Hareketini ve meşruiyetini sahiplenmekten geri durmadı.

Peki sorun nerede?

Bugün bu yönlü bir sorun yaşandığı düşünülüyorsa, nedeni anlayıştan çok pratikten kaynaklanıyordur. Pratik düzeyini gereken oranda yükseltemezsiniz yada halkın duygularına, düşüncelerine tercüman olan bir politik söylem yeteri kadar yansımıyorsa, bu bir boşluğa yol açabilir. Son dönemde Kürt halkına yönelik işgalci, soykırımcı boyutlar taşıyan çok şiddetli saldırılar gelişti. Verdiğimiz yanıt ise ne yazık ki saldırıların çapıyla kıyaslandığında zayıf kaldı. Asıl mesele toplamda yaşanan bu sorunun çözülememesidir. Kabul edilecektir ki bu da sadece HDP’nin sol bileşenlerinin yol açtığı bir sorun değildir. Tek tek durumlardan ve eleştirilerden yola çıkarak genellemeler yapmak, sorunu havale etmek bizi gerçek çözümlerden uzaklaştırır. Dahası, eğer çözüm ve gelişim odaklı davranacaksak, sol bileşenler ve Kürt sorununun tali plana itilmesi gibi bazı önyargıları da içeren bir eksenden çok, politik kararlılık ve kendi gündeminde, çizgisinde sağlam durarak etkili cevap alma ekseninden tartışmak gerekir. Bu da HDP’nin tüm bileşenlerini bağlayan bir eksen ve ihtiyaçtır.

Son olarak da şunu söylemeliyim ki; tıkanıklıklar, yetmezlikler, güncel zorluklar bastırdığında eski bizi geriye çağırabilir. Ama bunun yanıltıcı olduğunu, hatta geçmişin kopanlarına kıstırılmamıza neden olacağını unutmamak gerekir. HDP’yle birlikte Kürt Özgürlük Hareketi ve Türkiye solu aynı nehir de akmaya başladı, yeni bir delta oluşturdu. Bundan geri dönüş yaşamın doğasına, halkların demokratik kurtuluşunun stratejik gelişim ihtiyaçlarına da aykırıdır. Ama elbette HDP’nin sol bileşenlerinin de tabanımızdan gelen eleştirilere yüksek, sorumluluk bilinciyle kulak vermesi, cevap olması gerekir. Zira sol, sosyalist iddiaya sahip olanların kaçınılmaz ve doğal görevidir bu. Suruç şehitlerinin, Ankara barış mitingi şehitlerinin anısı ve mücadele mirası da bunu emreder.

HDP bileşeni sosyalist güçler kadar emekçi sol hareketin antifaşist direnişin etkin mevzisi olarak HDP’yi savunma görevi günceldir. HDP’yi savunmak toplumsal mücadelenin önemli bir misyonunu/gereğini yerine getirmek bakımından da emekçi sol hareketin omuzlarındadır.

Türkiye’de politik zemin giderek grileşiyor. HDP’ye yönelik dozajı her gün artırılarak süren bir saldırı, tutuklama, belediye başkanlarını görevden alma, kayyum atamaları rutin hale geldi. Sonuçta partiyi işletmeme, siyaset dışına itme, bloke etme durumu yaşanıyor. Buna karşılık HDP üç günlük parlamentoyu boykot kararı aldı. Tabanda HDP’yi kriminalize eden bu baskılara karşı gerekirse sine-i millete dönülmesi yolunda tartışmalar yükseliyor. Siz nasıl okuyorsunuz bu gelişmeleri?

Şu an sadece AKP-Saray rejiminin değil, bütün düzen siyasetinin ayakta kalma yolunu HDP’nin etkisizleştirilmesi ve devre dışı bırakılmasında görüyorlar. HDP’ye ve Kürtlere saldırı  söz konusu olduğunda hepsinin aynı hizaya dizilmesinin nedeni de bu. Egemen siyaset eliyle ülke ikiye bölünmüş durumda. Kürdistan’da seçmen iradesi açıktan gaspediliyor. Evet, ne yazık ki kayyumlar rutin bir uygulamaya dönüştürüldü. Seçilmiş Belediye eşbaşkanlarımız, parti çalışanlarımız yine aralıksız tutuklanıyor.

İktidar bütün bunlara rağmen HDP’nin seçimlerden başarıyla çıkmasını engelleyemediği, halkın tercihini büyük oranda değiştiremediği için kayyum atamalarıyla doğrudan seçmeni cezalandırıyor. Bu nedenle alınacak tutumu belirlerken halka dayanmak, onun istek ve eğilimlerini esas almak her zamankinden daha önemlidir. Sine-i millet zaten halkın içindeki bir parti için yeterli bir tanımlama olmaz. HDP bugün doğrudan halk demektir aslında. Öyle olmasaydı bu kadar çığırından çıkmış saldırılar karşısında ayakta kalması bile mümkün değildi. İki eli kanda olsa bile sandığa gidip HDP’yi seçen halk, buradan bir politik tutum belirlemiştir. Çoğu durumda HDP’nin çalışacak seçim örgütünün bile olmadığı yerlerde, çoluk çocuk, kadın, erkek, genç ihtiyar kendini parti iradesi yerine koyan ve boyun eğmeyen milyonlardan bahsediyoruz. HDP’nin tutum ve yönelimi böyle bir politik tavrı sergileyen halkın düşüncesi ve tavrı doğrultusunda olmalıdır. Bu nedenle örgütlü yapılarımız ne kadar yetersiz olursa olsun, tabanın nabzını ölçmek, görüş alışverişinde bulunmak, halka sormak, kadınlarla gençlerle tartışmak çok önemli. Ne yapacaksak, ne yapmak istiyorsak beraber yapacağız çünkü. Bugün geldiğimiz bıçak sırtı aşamada parti merkezlerinin vereceği kararlar değil, halkın ve mücadele ihtiyaçlarının geldiği aşama durumu belirler.

Daha somut baktığımızda ise, formel siyasete mahkum da mecbur da olmadığımızı görürüz. Elbette HDP için bütün mücadele seçenekleri masada olmalıdır. Bunların başında da fiili meşru mücadeleyi esas alan siyasi çizgi gelir. Bu çizgi yeri geldiğinde boykotu da kopuş hareketlerini de kitlesel yada grupsal sivil itaatsizlik eylemlerini de kapsar. Bizler için seçimlerde kazanmak ve HDP’yi çökertmeye çalışanlara da yine kazanabileceğimizi göstermek önemliydi. Elbette bundan sonra sandıklarda halklarımızın kendi seçimlerinin kazandığını görmesi önemli olacaktır. Ama belli bir dönemdir politik mücadelenin darlaştığını ve potansiyelimizi artık başka bir düzeyde yeniden keşfetmemiz gerektiğini hesaba katmalıyız.

İktidar HDP’yi bu şekilde yasal olarak kapatmadan kilitliyor. Buna karşı HDP nasıl bir çıkış bulabilir?

Legal siyaset alanı tamamen tıkanmış ve krize sürüklenmiş durumda, bu sadece bizimle, HDP’yle ilgili değil. Düşünsenize parlementoya 650 insanı getirip doldurmuşsunuz ama hiçbir fonksiyonları yok. İlk fırsat bulduklarında belediyeleri de doğrudan cumhurbaşkanına bağlayıp, yerel yönetimleri katı merkeziyetçilik ve tekleştirme tüneline sokarlar. Bir demokrasinin en asgari ölçütü olan temsil sistemi dağılmış durumda. Bunun kaynağında ise faşizmin, otoriter rejimi derinleştirerek güvenceye alınması siyaseti yatıyor. Böyle bir durumdan daha çok kriz ve çürüme çıkar. Rejimin şu an yaşadığı ve yaşattığı da bu zaten.

Çürütülmek istemeyen, bu zeminin dışında kendisini örgütlemek ve üretmek zorundadır. Yani imkan yaratmalıdır. Varolan imkanları değerlendirerek siyaset yapar, ağrılığı buraya verirseniz, bir süre sonra o imkan alanlarının sınırları, baskıları ve kaygıları sizi yönetmeye başlar. Buna direnmek ve farklı örnekler sergilemek mümkündür. HDP’nin parlamentodaki varlığı ve halk belediyeleri böyle bir örnektir. Ama kuşatma, kriminalize etme ve tasfiye saldırılarında gelinen aşama artık başka düzeyde bir söz ve hareket gerektiriyor. Aslında belli bir dönemden beri legal alanda, yasal-resmi düzlemde siyaset yapmanın hiçbir güvencesi olmadığını herkes biliyor. Asıl sorun halk güvencesinin oluşturulamaması. Bu sorunu çözmek içinse birinci önceliğin hiç şaşmaksızın buraya verilmesi gerekiyor. Bütün kuvvet ve olanakların alternatif siyaset alanını ve halk örgütlenmesini geliştirmeye seferber edilmesinden sözediyorum. Legal alandan çekilmek yada kurumsal varlığını sınırlandırmak gibi düşünce ve tartışmalar tek başına çözüm üretmez.

Ama açık olan şu ki; cehennem kuyusuna dönmüş Türkiye’deki merkez siyasette, HDP ve demokratik muhalefette artık eskisi gibi gidemez. Böyle bir gidişat içerisinde bilinçli yol ayrımlarına da hazır olmak önemlidir. Dahası, demokratik siyaseti vareden asıl gücün fiili meşru mücadele dinamiği olduğunu, güçlü bir direniş hattı örüldüğünde bu koşullardan çıkışın sağlanabileceğini de unutmamalıyız. Yorgunluğa, bıkkınlığa kapılmadan, adalete ve özgürlüğe inanan, onurunu korumak isteyen herkesin özne olabileceğine inanarak yürümekten başka seçenek yok. İktidar ve tüm zulüm mekanizmaları halkımızı ve tüm toplumu kaybetme psikolojisine sürükleyip felç etmek için uğraşıyor. Bu prangayı sadece kaybetmekten korkmayanlar kırabilir. Ve daha yaşamsal hakikat de, sadece kaybetmekten korkmayanların, durmaksızın yeni mücadelelere seferber olanların büyük kazandığıdır.

Türkiye’nin Rojava’ya yönelik başlattığı işgali, çeteleri Kürtlerin üzerine salması ve ortaya çıkan durumu nasıl değerlendirirsiniz?

Rojava’ya işgal harekatı, siyasi iktidarın “çıkışsızlığın çıkışı” olarak aktive ettiği bir politikadır. Bugün ise tam bir çıkmaz sokaktalar. Kuzey Suriye’de yüzlerce Kürt’ün, Arap, Ermeni, Süryani, halklarından insanların katline, yüz binlerin sürgününe neden olan bu işgal savaşı Türkiye’ye ne kazandırdı diye sormak suç sayılıyor. Yanıt vermek de yasak. İktidarın Kürt düşmanlığının acı sonuçları ve faturası da sadece Rojava’ya değil, bütün Türkiye halklarına çıkarılıyor. Şu an Türkiye siyasetinde iktidarın geldiği nokta Rojava’dan girip Washington’dan çıkmaya çalışmaktır. İşin en kötü ve Türkiye halklarının da onurunu rencide eden tarafı ise Kürt’ün uzattığı eli tutmaya, müzakere ve işbirliği politikasına yönelmeyen, tarihsel muhataplarını terörist ilan eden iktidarın ABD ve Rusya arasında adeta oyuncağa dönmüş olmasıdır. Kürt’ün evini yıkan, canını alan, toprağından süren agresiflik ve uzlaşmazlık bölgenin hakimleri ABD ve Rusya karşısında, çobandan icazet isteyen kuzu tavrına dönüşüyor. Hamaset ve kafa tutma şovları, emperyalist güçlere bağımlılık ve işbirliği pozisyonlarını örten bir tül perde etkisine bile sahip değil.

Bölgede Kürt karşıtlığıyla birlikte emperyal bir oyun aktörü olma heveslerini bugüne kadar DAİŞ ve selefi grupların örgütlenmesi, desteklenmesi, vekaleten alan tutması üzerine kurmuşlardı. DAİŞ’in QSD ve Kürt güçleri tarafından devre dışı bırakılmasından sonra, onun artıkları, hatta kılık değiştirmiş türevleri Türkiye tarafından ÖSO adı altında ve Suriye Milli Ordusu payesiyle yeniden örgütlendi. Ama onların sonunun ne olacağını görmek için de çok uzak görüşlü olmaya gerek yok. Son Rojava işgal harekatında içlerindeki DAİŞ’in nasıl ortaya çıktığını bütün dünya gördü. Çok kan döküldü, dünya yine büyük oranda onları izledi ama Türkiye’nin kullandığı tekfirci selefi kıyım çetelerinin, bölgede DAİŞ’in devamı bir terör odağı olduğu algısı yerleşti. Bununla birlikte Kürtlerin, QSD ve yerel halk yönetim yapılarının meşruluğu algısı güçlendi. Şu an dünya karşısında bütün kozlarını yitirmiş, elinde kalan son kartını kullanarak DAİŞ’lileri ve mültecileri Batı’nın üzerine salma tehdidiyle alan ve zaman kazanmak için çırpınan bir iktidar var. Ama artık bu tehdit ve uygulamanın da kullanım değeri kalmadı.

Sonuçta hangi açıdan bakarsak bakalım o çok büyük yatırım yapılan, ekonomik, siyasi, sosyal bakımdan çok ağır faturası çıkan selefi savaş ve işgal lejyonları politikası da çöktü. Sözde bölünmüş bir Suriye’de Sunni bölgesi oluşturacak, Kürtleri de yeni bir yüz yıllık statüsüzlüğe mahkum ederek Sunni dünyasının liderliğini elde edeceklerdi. Bütün dünya aptal, halklar da külliyen çaresiz olduğunda işleyecek bir plan..! Oysa bugün Kuzey Suriye’de demokratik, insancıl yeni ve alternatif bir siyasi çizgi gelişmiş ve halklar kendi kaderi için söz söylemeye, irade oluşturmuş durumda. Ne kadar inişler-çıkışlar, zorluklar, bedeller olursa olsun, geleceği belirleyecek hakikat de bu iradedir. Rojava’daki halk iradesine yönelik yine saldırılar, müdahaleler gelişebilir elbette. Ancak siyasi iktidarın doğrudan ya da ÖSO ve Selefi çeteler aracılığıyla sürdürdüğü işgal-imha politikasının geleceği yoktur.

Son işgal harekatıyla birlikte Kürt-Türk kardeşliği söyleminin belirgin biçimde sembolikleştiği, kimi istisnalar hariç, Türkiye’de her kesimin Kürtlerin katline dahil olduğu gibi reel bir durum gelişti. Bu durum Kürtlerde şimdiye kadar bir şekilde karşılık bulan “kardeşlik” önermesinin ilizyon olduğu şeklinde yorumlanıyor.

Kardeşlik söylem ve duygusunun son dönemde çok hasar gördüğü açık. Kürt halkının tırmandırılan şovenizm, ırkçılık ve imha politikaları karşısında bir kırılma yaşadığı gerçeği de reddedilemez bir düzeyde. AKP-Saray iktidarı ve müttefikleri ise Kürtlerdeki tarihsel haksızlığa uğrama duygusunu ve kopuş eğilimini derinleştiriyor. Ama Kürt halkının ulaştığı bilinç ve örgütlülük seviyesi, sosyal algısı ırkçı-şoven siyaseti tarafından yönetilemeyecek kadar gelişti. Her türlü reaksiyonun ötesinde kendine ait ilkeleri, ahlaki politik çizgisi var. Kardeşlik isteğine ve ahlakına sahip olmamak, faşist, şoven kampın sorunu, aynı zamanda tarihsel kaybıdır. Ama en ağır şartlarda, en derin hayal kırıklıklarına rağmen kardeşlik ilkesini savunmak, düşmanlık siyasetiyle hayatta kalabilenlerin beslendiği kanalları, kurutacak kadar güçlü bir enerjidir. Burada halkların, her ulustan ve inançtan ezilenlerin, egemen güçler tarafından iradesi elinden alınmış olanların kardeşliğinden bahsediyoruz.

Elbette inkarcı, soykırımcı zihniyetle sadece kardeşlik söylemi üzerinden mücadele edilmez. Zaten HDP’de tam hak eşitliğine dayalı bir kardeşlikten söz ediyor. Eşitlik olmadan kardeşlik olmaz. Kürtlere yüzyıllardır üvey kardeş muamelesi yapan ve bunu birlikte yaşamak için kafi gören egemen bölge devletlerinin bu tavrı gelip duvara dayandı artık. Kürtlerin statü sorununu çözmeyi içermeyen hiçbir stratejik planın bölgede gerçek anlamda karşılığı yoktur. Bu kadim halkı bırakalım üvey kardeş olarak görmeyi, kendi yurdunda mülteci ve düşman olarak gören devletlerin de gerçek anlamda geleceği olamaz. HDP ve bizler, egemen güçlerin ve devletlerinin durumdan, tutumundan bağımsız olarak kardeşliği savunur ve inşaa ederiz. Rojava’da yaratılan model de halkların kardeşliği, eşitliği üzerine kurulu değil midir zaten?

Kendi kaderini tayin hakkı ve iradesi, kardeşlik bilincinden, halkların bir arada yaşama zenginliğinden ayrı düşünülemez. Aksi durumda her ulus ve halk Ortadoğu cangılında ayrı ayrı batağa çekilir. Sayın Öcalan çok doğru bir biçimde bu tarihsel ve güncel kriz eksenini görerek, Demokratik Ortadoğu ve Demokratik Ulus perspektifini geliştirdi ve bölgede bunun bir karşılığı olduğu da görüldü. Tarihte bazı sıfır noktaları vardır. Kürtlerin benimsediği strateji böyle bir şeydi ve bir dönemin hakim düzeni çökerken, sıfırdan yeni bir pratik ve paradigma ortaya çıktı. Bugün sıfır noktasının çok üstüne çıkıldığı açık. Önemli olan bu gelişim dinamiğini korumaktır.

Diğer taraftan halkların kardeşliği çizgisinden taviz vermemek kadar, Kürtlerin ulusal birliğinin etkili bir biçimde sağlanması da tartışılmaz önem taşıyor. Güçlü bir ulusal birlik Kürtlerin tarihsel varlık hakkının korunmasına hizmet edeceği gibi, örgütlü ve bilinçli bir yapı olarak bölge halklarıyla, Türkiye halklarıyla kuracağı kardeşlik bağını da güçlendirecektir.

Sonuçta kardeşlik zeminini ve pratiğini de bizler yaratacağız. Elbette düşmanlık, yalan ve korkuyla zehirlenen, politik zorunlulukları kavramayan, sorumluluk üstlenmeyen bütün kesimler de kaçınılmaz bir çürüme yaşayacaklar. Ayrıca şunu da unutmamak gerekir: Kardeşlik söylemini dünyadaki bütün toplumsal, ulusal mücadelelerinin bayrağına yazan Fransız devrimi, amansız bir iç savaşlar serisinin ortasında bu kavramı tarihe kaydetmiştir. Kürtlerin bin yıldır şöyle ya da böyle birlikte yaşadığı Osmanlı İmparatorluğu ve devamcıları “kardeş katli” fermanlarıyla devlet yönetmiştir. Yani ezenlerin yönettiği hiçbir yerde ve tarihte, arı-duru bir kardeşlik tanımı tatbiki yoktur. Bugün önemli olan, “Benim Kürt kardeşlerim” diye diye Kürt kanı döken, hak yiyenlerin karşısında ezilenlerin ve halkların kardeşliğini savunmaktır. Ahlaki ve politik üstünlüğün, başarının böyle sağlanacağını unutmamaktır.

Siz ve arkadaşlarınızın rehin tutulması, muhalefetin her türlü yöntemle susturulmaya çalışılması, ekonomik, sosyal iflas, Kürtlere yönelik savaş üzerinden toplumun ırkçı militarizasyonu… Türkiye nereye gidecek?

Türkiye şu an bir yere gidemiyor. Kötü bir iktidarın elinde çırpınıyor. Son dönemde savaş, ekonomik yıkım, tekçi rejim kuşatması büyük bir sosyal erozyona da neden oldu. Toplum çıkışsız bırakılmış durumda. Asıl olarak siyasi iktidarın, yönetenlerin çıkışsızlığıdır bu. Günübirlik taktiklerle ayakta duran, yarınını göremeyen bir iktidardan söz ediyoruz. Yaşanan krizden hoşnutsuz olanlar birlikte üflediğinde yıkılacak bir iktidar aynı zamanda. Ancak yıllardır derinleştirdikleri bölme, kutuplaştırma politikalarının muhalefet üzerindeki ağır etkisi kırılamadığı için ayakta durmaya devam ediyorlar.

HDP ve Kürt sorununda çözüm iradesini kapsayan bir politik çıkış olmadığı durumda da, kimse Türkiye’nin içine sürüklendiği bu kara delikten çıkamaz. O kara delik kendisi dışında herkesi yutar. Asıl olarak biz ne yapacağımıza bakmalıyız. Kendi eksenimizi, duruşumuzu güçlendirmek ve tabanda demokratik ittifakı, muhalefet gücünü tesis etmek, kara deliğin çekim alanı karşısında tutunmanın ve kazanmanın en önemli boyutudur. Ayrıca iyimser olmak için de çok nedenimiz var. Çıkışsız bırakılmış toplumlar ve en çıkışsız görünen anlar, yeni yolların açıldığı zamanlar olabilir.

Biraz kişisel bir soru olacak… Cezaevinden çıkarsanız ilk olarak ne yaparsınız?

Gökyüzünün sınırsız, doğanın cömert olduğu bir yere tatile gitmek, demek isterdim ama bizim şartlarımızda bu isteğin pratikleşmesi zaman alıyor. Ya da biz koştukça uzaklaşan bir hayal olarak kalıyor. Zor olan gerçekleşir ve buradan çıkarsam, çok iş birikmiş olacağından ve bu işleri halletmek için beni dört gözle bekleyenler olduğundan sanırım hemen çalışmaya başlamak zorunda kalırım. Şikâyet ediyor gibi olmasın, aslında benim için iyi ve mutlu bir kavuşma olur bu. Hapishanedeki tecrit durumundan sonra kalabalığa karışmak da ilk yapacaklarımdan olur.

21 Kasım 2019