Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ’ın tutuklu olduğu davanın Ankara Sıhhiye 16’ncı Ağır Ceza Mahkemesi'nde bugün (24 Aralık) görülen duruşmasında yaptığı savunma:
HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın tutuklu olduğu davanın duruşması Ankara 16’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşmaya tutuklu olduğu Kandıra Cezaevi’nden SEGBİS ile bağlanan Yüksekdağ, savunmasında şunları söyledi:
Diyarbakır 9’uncu Asliye Ceza Mahkemesi’nin verdiği birleştirme kararına ilişkin konuşmaya başlamadan önce bir noktanın altını çizmek istiyorum. Bana gelen bütün fezlekelerde özellikle konuşmaların dökümünde çözümlemeden kaynaklı ciddi sorunlar var. Aynı durum bu fezleke bakımından da geçerli. Konuşmaların bana ait olduğunu ifade etmekte sıkıntı yok ama işin ciddiyeti bakımından bu dökümler sıkıntılı. Konuşmanın durumunu içeriğin yansıtması bakımından yanlışlıkların ciddi sorunlara yol açtığını ifade etmek gerekiyor.
Bu birleşen fezleke üzerine konuşurken aynı zamanda tutuklu seçilmişler hakkında devam eden davalarda siyasi iktidarın baskısından da bahsetmek gerekiyor. Çeşitli siyasi operasyonlar düzenlendi partimize. Geride bıraktığımız yıllar boyunca bu operasyonların farklı biçimleriyle karşı karşıya kaldık, ancak siyasi iradeye el koymayı özel bir teknik olarak ortaya koydular. Kendi varlığının ifadesini yargı ile sağlıyorlar. Kayyım atamalarıyla temsiliyete müdahale ediliyor. Bugün de hala devam eden süreç olarak böyle bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bu da gösteriyor ki siyasi iradeye dönük gasp hareketi, siyasi operasyonlarla kendi varlığını sürdürme hareketi değişik biçimlerde sürdürülüyor.
Kayyım atamalarıyla birlikte yüz yüze olduğumuz durum hukukla ilişkisi kalmamış bir durumdur, seçme seçilme hakkının ortadan kaldırıldığı bir durumdur. Tam anlamıyla verili tüm kuralların paramparça edilme anlayışıyla karşı karşıyayız. Hukuki açıdan başkan olarak seçilmesinde sorun olmayan bir kişide iki gün sonra sorun görülüyor ve mazbatasına el konuluyor. Kriminalize edilerek ve hedef haline getirilerek bugün itibarıyla 33 belediyemize el konuldu ve belediye eşbaşkanlarımızın yerine kayyım atandı.
İktidarın hastalığı nedeniyle çok ciddi toplumsal siyasal travmalar yaşanıyor
Böyle bir tabloda ne bu yargılamaların sağlıklı şekilde sürdürülmesi ne de olağan yaşamın sağlıklı sürdürülmesi mümkündür. Katıldığım tüm duruşmalara bir hastalığın sirayet ettiğini görüyoruz. Siyasi iktidar toplumsal yapıya kendi hastalığını bulaştırmıştır. Bu hastalığın bulaşması sonucu çok ciddi toplumsal siyasal travmalar oluşuyor.
Bu ülkede Ceren’in katiline iyi hal indirimi, gazetecilere siyasetçilere yıllarca hapis
Çok yakın zamanda kadın cinayetleri ülke gündemine geldi. Kadın cinayetleri konusunda iyi hal indirimi uygulayan yargı ve siyaset mekanizması söz konusu bizler olduğunda inanılmaz tahammülsüz ve intikamcı. Ve bu, siyasi iktidarlar tarafından kabul edilsin ya da edilmesin Türkiye’de çok ciddi bir sosyal yarılmaya neden olmuş durumda. Bu, toplumsal yapıyı çürütecek bir durumdur. Biz her şeyden önce hakikate ışık tutmak durumundayız.
Dün bu ülkede, Ceren adında gencecik bir kadını sokak ortasında öldüren bir katil iyi hal indiriminden yararlanarak açık cezaevine, denetimli serbestlik gibi haklardan ve esnetilmiş hukuk kurallarından yararlanarak gönderildi. Sokakta hiçbir denetime uğramaksızın yeni cinayetler işleyebilir. Ki kendisi de “Ben daha esaslı cinayetler işleyecektim” diyor.
Aynı ülkede bir insan Cumhurbaşkanını eleştirdiği için 3-4 yıl cezaevinde kalabiliyor. Bu ülkede gazeteciler yıllarca hapishanelerde süründürülebiliyor. Siyasetçiler yıllarca hapis yatırılabiliyor. Bu durum sürdürülemez demiyorum ama bu durum böyle götürülse bile bunun sonucu olarak çok büyük toplumsal patlamalar yaşanacaktır. Bu derin çelişki ve adaletsizlik bugün aktif siyasette olsun ya da olmasın 82 milyonun zihninde çok daha derin birikimlerin oluşmasına yol açıyor.
Bu iktidar kayyımlarla ikinci kez kadınların iradesine darbe yapıyor
Biz buna işaret etmek zorundayız. Sadece kendi karşılaştığımız adaletsizliğin altını çizmek için değil bütün toplumun karşı karşıya olduğu kötülüğün altını çizmek ve bu kötülük karşısında bir tutum geliştirmek için bunları söylemek zorundayız. Bu süreç içinde partime dönük siyasi soykırım operasyonları devam ediyor. HDP’li belediyelere el konulması demek eşit kadın temsiliyetine darbe yapmak demektir. Ve siyasi iktidar ikinci kez kadınların iradesine darbe yapıyor. Birinci darbesinde yine bütün eşbaşkanlarımız gözaltına alındı, görevden alındı, yıllarca hapiste kaldı. Hala büyük bir kısmı hapiste.
Eşbaşkanlık sistemimize 3 ay tahammül edemedi bu siyasi iktidar
Bununla yetinmedi siyasi iktidar, 31 Mart seçim yenilgisinden sonra yine bir operasyon düzenleyerek intikamı hem halktan hem de kadınlardan almaya yöneldi. İktidar intikamını özel olarak kadınlardan almak için yöneldi. Belediyelerde yıllarca kadınlara sunulan olanaklar, kadınların toplumda aktif bir unsur olarak var olmasını sağlayan mekanizmalar yıkıldı. Sanki hiç olmamış gibi davranıldı. Biz buna rağmen 31 Mart’ta çok önemli bir başarı elde ederek kaldığımız yerden devam edeceğiz dedik. Ancak eşbaşkanlık sistemimize 3 ay tahammül edemedi siyasi iktidar. İkinci kayyım darbesi ile kadınların temsiliyet mekanizmasına el konulmuş oldu.
Hapishanelerle durdurulamayacak bir seviyeye gelmiştir bizlerin mücadelesi
Bu koşullar içerisinde nerede olursak olalım içeride ya da dışarıda celladın üzerine yürümek, zulmün yüzüne haykırmak konusunda en ufak bir tereddüt göstermeyeceğiz. Bu zulmün demokratik biçimde hesabını sormak konusunda en ufak bir tereddüt göstermeyeceğiz. Halkımıza güveniyoruz, halkımız da kendisine güveniyor. Hapishanelerle, cezalarla durdurulamayacak bir seviyeye gelmiştir bizlerin, bu toplumun mücadele seviyesi. Kötülükler içinde iyilikler de yeşerir. En güzel nilüfer çiçeği bataklık üzerinde açandır. Bizlerin ve halklarımızın mücadelesi bu siyasi iktidarın bataklığının üzerinde açmış bir nilüfer çiçeğidir. O bataklığa meydan okuyuşu ifade eder. Bizler temiz siyasetle ve güçlü duruşumuzla geleceğin bizim olacağını ilan ediyoruz.
Biz içerideyiz ama dışarıdaki milyonlarca insan adı konulmamış hapishanelerde tutsak hayatı yaşıyor
Hapishanelerin yıldırıcılığı ortadan kalkmış durumda. 800 binden fazla insan dışarıda tutsak. 800 bin insan denetimli serbestlik adı altında sürekli karakollarla, mahkemelerle muhatap olmak zorunda kalıyor. 130 bine yakın tutuklu ve hükümlü var bu ülkede. Sürekli yeni cezaevleri yapıyorlar. Siyasi tutukluların sayısı 10 binlerle ifade ediliyor, davası devam edenlerin sayısı 100 binlerle ifade ediliyor. Bu memleket ikiye ayrılmış durumda. Tüm ülkeyi bir hapishaneye çevirmiş durumdalar. Biz içerideyiz ama dışarıdaki milyonlarca insan da adı konulmamış hapishanelerde tutsak hayatı yaşıyor. Bu çok ciddi bir sorun. Bu sorunu çözebilmek sadece yargı mekanizmasının elinde değil ama yargı mekanizmalarının tasarruflarını doğru biçimde kullanması Türkiye’nin önünün açılabilmesinde çok önemli bir kapı olabilir. Ben bunu daha önce de ifade ettim ama bir kez daha ifade etmek istedim. Birleşen fezlekeye geçmek istiyorum.
2016 tarihinde Diyarbakır’da seçilmiş siyasetçilerin ve çeşitli DKÖ temsilcilerinin katılımıyla açlık grevlerinde yaptığım konuşmanın içeriğidir. 2016 yılında Türkiye’de siyasetin temel konusu Sayın Öcalan’a uygulanan tecrit konusuydu. 2019 yılında yine bu sorun ciddi bir kriz olarak karşımıza çıktı ve açlık grevi bu sorunun çözümü idi. 2016 yılındaki açlık grevleri çok daha ağır koşullarda yaşandı. İmralı ile bir görüşme yapılamıyordu. Hemen ardından darbe girişimi gerçekleşti. Darbe girişimi sonrası darbe teşebbüsünde bulunanların İmralı’ya yöneldiğine dair haberler yayıldı. Çok ciddi bir kaygı oluştu. Kamuoyunun önemli bir kesimi patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Çok ciddi bir gerilim ve endişe hakim oldu. Bu, açlık grevlerinin birinci nedeni idi. Acil olarak İmralı’dan haber alınması ve görüşmenin gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Siyaset çok zor bir biçimde yürütülüyordu. Zorbalıktan başka bir şey konuşulamaz hale gelmişti. Siyasi operasyonlar ciddi bir aşamaya taşınmıştı. Bu koşullar içinde Türkiye’de demokrasi dilini yeniden kullanabileceğimiz bir iklime ihtiyaç vardı. Bu iklimin oluşturulmasında en önemli katkı sağlayacak isim olan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la görüşmenin bir kapı açabileceğine dönük görüşler açığa çıktı. Bundan hareketle açlık grevi başlatılmıştı.
Siyasi iktidar 2016’da yaptığını bugün yine tekrar ediyor
Oradaki tüm konuşmalarım basına naklen yayınlanmıştı. Siyasi iktidarın zihniyeti statükocu olunca tarih tekerrür ediyor. Siyasi iktidarın kafası köşeli ise durmadan kendisini tekrar eder. 2016’da yaptığını bugün yine tekrar ediyor. 2016’da bu sorunu çözmeyerek derinleştirdi, bugün yine derinleştiren bir rol oynuyor. 2016’daki açlık grevi sonunda ailesi Öcalan’la bir görüşme yaptı. Sağlık durumuna ilişkin bilgi alınmasından sonra açlık grevi sona erdi, ancak 2016’daki açlık grevinin başka bir rolü daha vardı. Darbeyle uğraşan, OHAL’le karşı karşıya kalan Türkiye’nin soluk alabilmesi için, nefesini kesen krizle baş edebilmesi için bu çok önemli bir soluk borusu olabilir demiştik. Bu sürecin yeniden başlatılmasına dönük hükümete doğrudan çağrılarımız oldu. Siyasi iktidar ise içine kapanmış, kendi dışında herkesi düşman gören bir durumda idi. Siyasi iktidar bırakın siyasi rakiplerini, kendi gölgesine bile güvenmiyordu. Ancak siyasi iktidar bir seçim yapmıştı; çatışmayı seçmişti, bunu daha da derinleştirmeyi seçmişti. Bu nedenle çağrılarımız karşılıksız kaldı.
İmralı’ya kapı duvar politikası uygularsanız bu sizi tecrit eder demiştik öyle de oldu
O süreç Öcalan’ın sağlığından bilgi aldıktan sonra kesintiye uğradı. 2019’da da cezaevlerinde açlık grevleri gerçekleştirildi. Uygulanan tecrit politikasının sadece bununla sınırlı kalmadığını biliyorduk. “Tecrit sadece Öcalan’a uygulanan bir tecrit değildir, bu tecrit sizi tecrit eder” demiştik. “İmralı’ya kapı duvar politikası uygularsanız bu sizi tecrit eder” demiştik. Bugün siyasi iktidar bütün dünyada “kıymetli yalnızlık” durumunu yaşıyor. Bu Türkiye’nin dünyadan ve bölgeden kopmasıdır. Kendi içlerinde öyle bir sistem kurmuşlar ki “Biz bu sistemin içinde kalırız. Bizim dışımızda ne olursa olsun biz kendimizi sürdürecek koşulları buluruz” diyorlar.
İktidar, tecridi siyasi yönetimin bir enstrüman olarak görüyor
O süreçte hapishaneler bir siyasi tutum geliştirdi. 7 bin tutsak Sayın Öcalan’ın hukuki haklarından olan ailesi ve avukatlarıyla görüşme hakkının tanınması talebiyle açlık grevi gerçekleştirdi. Dünyada bu kadar çok kişinin katıldığı bir açlık grevi örneği yok. Bu, kesinlikle siyasi iktidarın gurur duyacağı bir şey değil. 7 bin tutsağın birden açlık grevine girmesi bir ülke için gurur duyulacak bir şey değildir. Belki açlık grevi yapanlar tutumları ile gurur duyabilir ama iktidar duyamaz. 5 ay geçtikten sonra İmralı ile 4 kez görüşme yapılabildi. İmralı’daki diğer tutuklularla beraber ailesi de 1 kez görüşme yapabildi. Bu sorunun çözülebilir bir sorun olduğu göründü. Ancak siyasi iktidar, İmralı’daki tecrit meselesini bugün hala kendi siyaset tarzının aparatı olarak görmeye devam ediyor. O kadar görüşme yapıldı hukuki olarak, siyasi güvenilirlik bakımından korunması gereken bir sistem var ama siyasi iktidar “Canım istediği zaman görüştürürüm” diyor. Yani bunu siyasi yönetimin bir enstrüman olarak görüyor.
Bir ülkenin barış umuduyla oyun oynanmaz
Yarın öbür gün bu zamana kadar oluşturulan duyarlılığın başka biçimler almayacağını kimse söyleyemez. Siyasi iktidar çok kritik bir konuda sistematik bir biçimde siyasi oyunlarını oynamaya devam ediyor. Bizler dün de bu kadar hayati bir konu üzerinden oyun oynanmayacağını ifade ettik. Konuşma içeriğimde bu vardı, bugün de aynı şeyi söylüyorum. Bir ülkenin barış umuduyla, çatışmasızlık umuduyla oyun oynanmaz. Bugün de aynı çaba içerisindeyim. 3 aydır İmralı ile görüşme yapılamıyor. Yeni bir siyasi oyun kurma aşamasında İmralı’yı bir aparat olarak kullanma arayışını da açık etti. Yerel seçim döneminde çıktılar İmralı’dan yapılan açıklamayı “destekleme çağrısı yaptı” diyerek yansıtmaya çalıştılar. Neresinden baksanız elinizde kalır. Ne yapmaya çalıştıkları mantıkla ve etik bir yaklaşımla açıklanabilir değil. Yani pragmatizm diye bir kavram var. O ayrı mesele ama pragmatizm biraz daha saygın bir kavram. Ancak bu oyunlar ve tezgahlar en kıdemli sahtekarlık sistemlerine bile taş çıkartır. Kirli olduğu kadar da tehlikelidir. Dün de bugün de bu tehlikeli sulardan Türkiye’nin uzaklaştırılması gerektiğini savunduk. Siyasi iktidar en iyisini ben bilirim diyor ama bizler halkımızı uyarmak, toplumumuzu risklerden korumak gibi bir sorumluluğa sahibiz. Bugün bir kez daha uyarıyorum siyasi iktidarı; barış umuduyla oynamayın, kendi iktidarınızın aracı haline getirmeye çalışmayın.
301.madde doğrudan devlet sisteminin kendi açığını ele vermesidir
Bu fezlekede o kadar çok şeyi aşağıladığım iddia ediliyor ki ve hepsi de o kadar toplumsal yaşamın merkezi olan unsurlar ki ben bir konuşmamda hepsine birden hücum ediyormuşum. Bir konuşmanın içeriğine bu kadar çok anlam atfetmek bir mantık sorunudur. Bu kadar mı kendine güvensiz bir sistem var? Ve bu madde işliyor; 301. Bütün ülkenin başına bela olmuş bir madde. Benim 50 küsür davam var, 1 tane fazla olmuş onu dert etmem. Ancak 29 yıldır dünyada, Avrupa’da, AİHM’de, kendi iç tartışmalarında bu maddeyi açıklamaya çalışırken, bu maddeden verilen cezalar açıklanmaya çalışılırken rezil olunuyor. Bana açılmış milyon tane dava var. Bu başlıklarda neden ısrar ediyorsunuz? Ama mesele benlik bir mesele değil, düğmeye basıp davayı açacaksınız. Gözümüzün önünde nöbetçi Sulh Ceza Hakimi aranıyor. Biz bunları gördük. Bir dava açılmaya karar verilmiş ya, açın bir dava onu da bir cezaya dönüştürün planları yapılmış ya, bu da o davalardan birisidir. Bir hukuk sistemi, yasama mekanizması kendisine bu kadar güvensiz olamaz. Güvenmese bile bu güvensizliği bu kadar açık etmemesi gerekir. Bu madde doğrudan devlet sisteminin kendi açığını ele vermesidir. O nedenle sözü edilen maddenin hukuk sistemimizden çıkması gerekir.
Çok fazla bilmek istemeyen bir bilirkişinin raporu var dosyada
TBMM’yi aşağıladığım iddiası var. Konuşmanın içeriği TBMM’de yaptığım konuşmadır. Çok fazla bilmek istemeyen bir bilirkişi raporu var. Bu da ayrı bir siyasi kavrayış sorunu. Benim Meclis’te yaptığım konuşmalar var. Kelime kelime mücadele ediyor, yerine yapıyor demiş olabilirim. Yaptığım konuşmanın içeriği Meclis’te yaptığım konuşma ile aynıdır.
3 gün önce biten bütçe görüşmelerinde aynı konuşmalar yapıldı. Biz lafımızı eğip bükecek bir siyasi parti değiliz ki. Biz gerilime rağmen fikirlerimizi savunmak gibi bir sorumluluğu taşıyoruz. Bu tür konuşmalar dün de yapıldı bugün de yapılıyor yarın da yapılacak, bunda bir yanlışlık yok. Türkiye’nin çok temel bir siyasi sorununa yapılan bir vurgu vardır konuşmamda, bu sorunun barış ve demokrasi çerçevesinde çözülmesi için yapılmış bir çağrı vardır.
Suriye yetmedi şimdi Libya’da savaşın merkezine taşınıyorlar
Eğer bu ülke çatışma ikliminden çıkmayı başarabilirse, gerçek anlamda barışın önünü açacak bir demokratikleşmenin zeminini yaratması mümkündür. Türkiye barışa kavuşacaksa, savaş ikliminden kurtulacaksa bizler burada oturmaya hazırız. Ama bizden çok daha önemli bir aktör olan Sayın Abdullah Öcalan “Bana 1 hafta süre verin çatışma süreci 1 haftada son bulsun” dedi. Ve bugün Türkiye Suriye’de bir çatışmanın içerisinde. Orta Doğu’da çok ciddi bir emperyalist müdahale gerçekleştiğinde bunun merkezine yerleşmek için elinden gelen her şeyi yapıyor, bu yetmiyor Libya’da savaşın tam merkezine oturmaya çalışıyor. Normal bir siyaset döngüsüyle ülkeyi yönetme reflekslerinden tamamen kopmuş bir siyasi iktidar var. Bu durumu şöyle gerekçelendirdiler hep: “Çok ciddi saldırılar var”. Ancak geride bıraktığımız 1 yıllık süreç içerisinde herkes gördü ki bu beka tehdidini ülkenin başına açan siyasi iktidardır. Kendi bekası için bu yalanı dolaşıma sokan bir siyasi iktidar var. Suriye savaşı yetmedi şimdi Libya’da savaşın merkezine taşınıyorlar. Bu içinde bulunduğumuz savaş ve kriz durumunu gittikçe derinleştiriyorlar. Abdullah Öcalan çok net ifade etti, “Kürt sorununun güvenlik krizine neden olduğunu mu düşünüyorsunuz, gelin 1 haftada bu sorunu çözebilirim” dedi. 2013-15 sürecinde de Abdullah Öcalan tarafından bu beyan edildi ve o süreçte ağırlıklı olarak tek taraflı bile olsa kan dökülmedi. O dönemde savaş yoktu, ölüm yoktu. Türkiye gerçek sorunlarıyla yüz yüze gelmeye başlamıştı.
Bugün Türkiye'yi emperyalist müdahalelere karşı zayıf hale getiren sizsiniz
O zaman herkes gördü ki Türkiye’nin gerçek sorunu demokratik gelişme sorunudur. Bu ülke demokratik olarak az gelişmiş bir bünyeye sahip olduğu için savaşa karşı, krize karşı, dış müdahalelere karşı zayıftır. Bugün Türkiye'yi emperyalist müdahalelere karşı zayıf hale getiren sizsiniz. Bugün çok ciddi tehditlerle karşı karşıya olduğumuzu iddia ediyorsanız yine sizin hatanız. Türkiye’nin demokratik bünyesinin güçlendirilmesi gerekiyor, iç barışının kurulması gerekiyor. Bunu sağlamadıkça zayıfsın. Ne kadar yenilmez ülke vizyonu oluşturmaya çalışırsanız çalışın, sizi bir noktada yine kuşatırlar.
Tüm dünyanın diplomasi yürüttüğü güçlerle Türkiye savaş yürütüyor, bununla mı gurur duyacağız?
Bakın Afrin operasyonu yetmedi Kuzey Doğu Suriye’ye başka bir harekat gerçekleştirildi. 300’ü sivil 1000’e yakın insan öldürüldü. Türkiye kimyasal silah kullanma konusunda BM elinde dosyası olan bir ülke haline geldi. Kürt halkıyla kadim kardeşliği bir düşmanlığa dönüştürmek pahasına girişilen bir hareketti. Ne oldu? Kürtlerin seçilmiş siyasi iradeleri ile, tüm dünyanın diplomasi yürüttüğü güçlerle Türkiye hala savaş yürütülüyor. Bununla mı gurur duyacağız? İçişleri Bakanlığına göre terör tehdidi hiç bitmez. Çünkü terör bitse kendileri biter. Bitmeyen bir terör tehdidi 40 yıldan beri olur mu ya? Sen nasıl bir devletsin ki 40 yıldır bitiremiyorsun, bu 3 yıldır da ‘ha bitirdik ha bitireceğiz’ diye süre istiyorsun. Görevi doğrudan bunu bitirmek olan özel kadrolar bitiremediler. Ne zamana kadar? Bu olağanüstü savaş halini ne zamana kadar sürdürebilecekler?
“Zafer” dedikleri Amerika hamiliği yerine Rusya hamiliğidir
Bizim gerçek anlamda bir demokratik tahkimata ihtiyacımız var. Böyle bir iktidar olduğu müddetçe Türkiye kaybediyor. Kan üzerinden o kadar büyük üstünlük gösterileri yaparak, operasyon hareketi yürüterek kazandık dedikleri zafer, Amerika hamiliği yerine Rusya hamiliğidir, başka bir şey değildir. Şu an Türkiye Rusya’nın vesayeti altına girmiştir. Peki bize niye tahammül edemiyorlar? Emperyalist güçlerin elinde lastik topa dönmüş bir siyasi iktidarsınız ama çıkıp halkın canını almaya çalışıyorsunuz. Sizin gücünüz mazluma yetiyor, halkın haklarına yetiyor. Ama Amerika, Rusya olunca ön kapıdan olmazsa arka kapıdan işi çözüyorsunuz. Artık çok açık hem Amerika hem Rusya ile açık savaşa girme durumu ile yüz yüze kaldılar. Ama “durmak yok hadi Libya’ya gidelim” diyorlar. Güçlü bir demokratik muhalefet olmazsa -ki ne yazık ki şu an yok- Türkiye’yi Libya’da savaş bataklığına sürükleyecekler. Biz bu olmasın sorun merkezinde çözülsün diye “İmralı ile görüşülsün” dedik. Bugün de söylediklerimin siyasi gerçeklik ile birebir örtüştüğünü görüyorum.
Kaderimizi siyasi iktidara rehin vermeyelim
Türkiye’de barış ikliminin gelişebilmesi, çatışmanın son bulabilmesi, faşist siyaset ortamının ortadan kaldırılması için demokrasi mücadelesinin geniş zeminlerde oluşturulması gerekiyor. HDP olarak elimizden geleni yapacağız. Bu ülkenin halkları neyi hak ediyorsa o doğrultuda hareket edeceğiz. Bizler bugün yaşama hakkına sahip çıkmazsak kaderimiz bu siyasi iktidar elinde rehineye dönüşr. Kaderimizi siyasi iktidara rehin vermeyelim.
Sağlık sorunlarım var, ilaçlarla bu salona gelebildim. Duruşmanın 2’nci celsesine katılamayacağım.
Mahkeme, tutukluluk halinin devamına karar vererek duruşmayı 10 Mart’a ertelemiştir.
24 Aralık 2019