
Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ, İtalya’da PRC Partito della Rifondazione Comunista Kuzey Bölgesi festivalinde gerçekleşen panele konuşmacı olarak katıldı.
Panelin diğer konuşmacıları Eski Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanı ve Partito Rifondazione Comunista (PRC) Başkanı Paolo Ferrero, Avrupa Parlamentosu Milletvekili ve GUE/NGL üyesi Eleonora Forenza ile Senatör Giovanna Capelli idi.Yüksekdağ panelde HDP’nin kuruluşuna, programı ve amaçlarına dair bilgiler verdi. Türkiye'deki son politik gelişmeler, savaş süreci ve HDP'ye yönelik baskılar üzerine konuşmalar yapıldı.
Yüksekdağ panelde şunları söyledi:
HDP, sistem tarafından reddedilen bütün kesimleri bir araya getirdi ve bu çok büyük bir güç açığa çıkardı. Bütün bu farklı kesimler birbiriyle tamamen aynı şeyleri düşünmüyordu. Ama hepimizin ortaklaştığı bir şey vardı; Türkiye’de faşizmin aşılması. Türkiye’de büyük bir totaliter rejim oluşturuldu ve Erdoğan yönetimi bu baskıcı yapıyı çok daha güçlendirdi. Bizleri esas olarak bir araya getiren Türkiye’de halkçı bir demokratik yapının kurulması ve Erdoğan-AKP faşizminin aşılmasıydı.
Türkiye çok uzun yıllardan beri bir değişim çelişkisi ve sancısı yaşıyor. Bizler tarihimiz boyunca askeri cuntalar ve olağanüstü hal uygulamalarıyla yönetilen halklarız. Türkiye halkları yaklaşık 100 yıldan bu yana gerçek ve tam bir demokrasiye ve politik özgürlüklere kavuşamadı. HDP, Türkiye’de büyük bir toplumsal değişimin yaşanması için bir politik özgürlük ortamı yaratmayı hedefliyor.
Bir yıl önce 7 Haziran’da bizi bir araya getiren amacın Türkiye’de çok önemli bir karşılığı ve gücü olduğunu fark ettik. Yüzde 13’lük bir oy ve 80 milletvekili ile Meclis’e girdik. Bu Türkiye tarihinde bir dönüm noktasıydı. Bu zamana kadar Meclis’in kapısına bile yaklaştırılmayan kesimler Meclis’ 80 milletvekili ile girmeyi başarmıştı.
Türkiye’de gerçek anlamda demokratik seçimler yapılsaydı HDP’nin bunun çok daha üstünde bir oy alacağını herkes görüyordu. Bu bizim için iyi bir gelişme ama AKP-Erdoğan rejimi için kabus anlamına geliyordu. 7 Haziran’ın ardından Erdoğan’ın saltanatı için savaş başlatıldı. Bu bir yıllık süre içerisinde ancak diktatörlük rejimlerinde görülen bir vahşet uygulandı. Türkiye’de uygulanan savaş yöntemlerini tarihte Hitler ve Mussolini rejimlerinde görebilirsiniz. İnsanlar diri diri yakıldı. Yaşlı kadınlar, annelerinin karnında çocuklar öldürüldü. Tankların ve panzerlerin gölgesi altında yaşamak zorunda insanlar. Ankara’da, İstanbul’da herhangi bir miting gerçekleştirmek mümkün değil. İnsanlar bizim çağrımızla mitinge gelirken ölmeyi göze alıyor.
Kürt halkına dönük etnik temizlik savaşı yürütülüyor. Çok sayıda ölümler ve sürgünler yaşandı. 6 yüz bin Kürt kendi yaşadıkları topraklardan göçe zorlandı. Ama Kürtler topraklarını terk etmedi. Bu kent kuşatmalarında ağır silahlar kullanıldı. Örneğin Nusaybin’de F16’lar kullanıldı.
Ben burada konuşurken Diyarbakır'ın Lice ilçesinde ormanlar yakılıyor. Bu zulmün tek bir nedeni var Kürt halkının ve Kürt halkı ile birlikte mücadele eden sol, sosyalist kesimlerin Türkiye’de merkezi siyasette bir güç olmasına tahammül gösteremediler. Bütün tarih boyunca Kürtleri kendi eşitleri olarak tanımadılar.
HDP’nin temsil ettiği kesim aynı zamanda toplumun ekonomik, iktisadi olarak da en aşağıda bırakılmış kesimidir. Hem politik hakları tanınmamış hem de ekonomik, iktisadi olarak en aşağı tabaka olarak görülen kesimdir. Böyle bir kesimin Türkiye’de Meclis’in 3. büyük partisi olmasını kabul edemiyorlar.
Bu güç aynı zamanda uğradığı bütün saldırılara rağmen büyük bir direniş örgütleyebilme gücüne sahip. Ezilen kesim çok güçlü bir örgütlülüğe kavuşmuş durumda. Bu örgütlülüğün güvencesi Meclis değil, devlet ve ordu değil. Bu örgütlülüğün tek güvencesi halkın sürdürdüğü haklı dava.