Yüksekdağ: İstedikleri Türkiye buymuş: Yüksekdağ, Demirtaş siyaset yapmasın Alaattin Çakıcı yapsın

Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ’ın tutuklu yargılandığı davanın duruşması, bugün Ankara 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Mahkeme heyeti Yüksekdağ’ın tutukluluk halinin devamına karar vererek bir sonraki duruşmayı 24 Şubat 2021 tarihine erteledi. 

Yüksekdağ, SEGBİS aracılığıyla bağlandığı duruşmada yaptığı savunmada şunları söyledi:

Erdoğan Demirtaş’a ilişkin sözleriyle yargılama süreçlerimize bir kez daha alenen müdahale etti

Herkesi saygıyla selamlıyorum. Herkese günaydın. Bugün 12’inci Ağır Ceza Mahkemesinin açtığı ve ana dava ile birleştirilen fezlekeler konusunda konuşacağım. Bu hazırlanan fezlekelerin sonuncusudur. Bu konudaki görüşlerimi paylaşacağım. Ancak öncelikle şunu ifade etmem gerekiyor. Yargılandığım ana dosya çok zorlu süreçlerden geçerek bu aşamaya geldi. Hala bu zorlu süreçler devam ediyor. Bu zorlu süreçler nedir? Yargının üzerinde oluşturulan baskı, iktidar vesayetinin yargı mekanizmalarında özellikle yargılama süreçlerimizi doğrudan yönetiyor olmasıdır. Bunun son örneği dün Cumhurbaşkanının yaptığı açıklama ile çok açık, aleni ve güncel bir örnek olarak kendisini gösterdi. Doğrudan bizim yargılamalarımıza müdahale anlamına gelecek bir açıklama yaptı Erdoğan. Selahattin Bey’i kast ederek “Onun haklarını, onun gibi bir teröristin haklarını savunmamızı kimse beklemesin. Biz onun haklarını savunmayız” dedi ve sözlerinin devamında da “Onların önünün açılmasına, onların bırakılmasına izin veremeyiz” biçiminde çok net bir cümle kullanmak suretiyle yargılama süreçlerimize alenen müdahale etti. Bu ilk kez olmuyor. 4 yıldan beri yargılama dosyalarımıza, gerek ana dosyalarımıza gerekse de yargılandığımız diğer dava dosyalarına yönelik sayısız müdahale ve operasyonla karşı karşıya kaldık.

Sadece dava dosyalarımıza operasyon yapılmadı, yargılandığımız mahkemeye de operasyon yapıldı

Sadece dosyalarımıza operasyon yapılmadı, yargılandığımız mahkemeye de operasyon yapıldı. Açıktan talimatlar verildi. Bu talimatlar yerine getirilmediği an siyasi yöntemlerle at koşturuldu. Zaten yargının içinde bulunduğu durum ortadayken bir de Cumhurbaşkanı devletin başı düzeyinde açık, aleni müdahalelerde bulundu. Bu tür operasyonların yapılması elbette yargılama süreçlerinin, hukuk sürecinin meşruiyetini ve geçerliliğini yitirdiğini gösteriyor. Daha önce ifade etmiştim şimdi de tekrar altını çizmek istiyorum. Sizinle ilgili bir mesele değil, doğrudan yargı kurumunu oluşturan bileşenlerle ilgili bir mesele değil. Yargı kurumunu oluşturan bileşenler arasında doğrudan iktidarın rahmetiyle davranmayı tercih edenlerle örneğin eski Ankara Cumhuriyet Başsavcısı gibi. Daha başka örnekler de verebilirim. Ancak yargı kurumları içerisinde iktidarın yönlendirdiği gibi davranmak istemeyenler de doğrudan onun talimatına uymak, talimatı altında hareket etmek zorunda bırakılıyor. Bu kadar yoğun baskı ve basıncın olduğu koşullarda aslında çıkıyoruz, sözümüzü söylüyoruz ama bir güvenle, umutla, beklentiyle söylediğimiz sözler değil bunlar. Bütün duruşmalar, yargılama süreçleri, teknik, hukuki, esasa ve içeriğe dair bütün kısımlar…

HDP, Erdoğan ve AKP iktidarının en güçlü rakibi olduğundan operasyonların hedefinde

Biz bunu her gün yeniden yeniden yaşamak durumunda kalıyoruz. Bakın Cumhurbaşkanı yaptığı son açıklama ile bizi yeniden “terörist” ilan etti. Bize dönük yargılama süreçlerinin tastamam siyasi saiklere dayandığını bir kere daha itiraf etti, ilan etti. “Ben bu operasyonu sürdüreceğim”demeye getirdi. Neden bu operasyonu sürdüreceğim diyor açıktır. HDP, hem dayandığı toplumsal zemin hem yürüttüğü siyaset hem de içindeki eşitlikçi değerler açısından Erdoğan ve AKP iktidarının en güçlü rakibidir. Sadece rakip olarak görülmemektedir; bir hasım olarak düşman olarak bir nefret objesi olarak görülmektedir. Yıllardır biz bu nefret operasyonlarına maruz kalıyoruz. Her türlü haksızlık ve hukuksuzluk bizlere reva görülüyor. Bizim nezdimizde halkımıza ve yurttaşlarımıza reva görülüyor. Sadece siyasi değerlendirmelerle sınırlı kalmıyor bu operasyonlar. Bakın biz hala mahkemenin, savcıların, İçişleri Bakanlığının, siyasi iktidarın operasyonlarına cezaevlerinde de maruz kalıyoruz.

Bundan bir hafta önce bulunduğumuz odalar, hücreler 2’inci Sulh Ceza Hakimliği kararı ile basıldı. Bir arama kararına dayandırılarak hücreler basıldı, mahkeme notlarımız, tutanaklarımız, benim yazdığım şiirler, arkadaşlarımızın yazdığı senaryo çalışmaları, öykü çalışmaları, tuttuğumuz kitap notları; aklınıza ne gelirse hepsine el konuldu ve götürüldü. Bu bir mahkeme kararıyla yapıldı. Aynı zamanda bütün mahkeme dosyalarımıza başka bir mahkeme kararıyla el konuldu. Bakın bu dava ile ilgili operasyondur. Çok temel iki operasyon yapıldı yargılandığım bu mahkemeye. Biri araştırma dosyasının açılması, soruşturma dosyasının açılması, benim ve Selahattin Demirtaş’ın ikinci kez tutuklanmasıdır. 16’ıncı Ağır Ceza Mahkemesinde aynı zamanda tutuklama dosyasına operasyon yapılmıştır, müdahale edilmiştir. İkinci operasyon da budur.

Şimdi de yargılandığımız dava dosyalarına operasyonlar yapıp delil oluşturmaya çalışıyorlar

Daha önce bir dizi siyasi operasyon yapıldı ama bu hukuk kılıfıyla yapılan operasyonlardan da ikincisidir. Bir mahkemenin temel evraklarına başka bir mahkeme karar alarak el koymuştur. Ben bir hafta, bir buçuk haftadır bilgisayara çıkamıyorum. 300 küsur dava dosyam var. Epeyce kalabalık dava dosyaları biliyorsunuz. Dava dosyalarımın hiçbirisine açıp bakamıyorum. Neden dava dosyalarım tutuklu? Kimin kararıyla, 2’inci Sulh Ceza Hakimliğinin kararıyla. 2’inci Sulh Ceza Hakimliği bu talimatı görevini kimden almıştır? Çok açık ki siyasi iktidardan. Adalet Bakanlığından, İçişleri Bakanlığından hatta Cumhurbaşkanından almış. Başsavcılık marifetiyle başlatılan uyduruk bir soruşturma bizim hakkımızda delil toplamak, “bir bakalım ne çıkarsa bahtımıza” yöntemiyle oluşturulmuş bir delil toplama operasyonu bunun bir parçasıdır. Soruşturmanın mahiyeti hakkında da bir bilgimiz yok ama edindiğimiz sınırlı bilgilerle anlıyoruz ki bizim durumumuz hukuki değil. Bizi kriminalize etmeye dönük, suçlamalar, ithamlar söz konusu ama bu suçlamaları temellendirme imkanları yok. Bunları temellendirmek için hukuksuz arama kararları alıp bize hapishanede dahi operasyon yapıyorlar. Yargılandığımız dava dosyalarına operasyonlar yapıp delil oluşturmaya çalışıyorlar. Yasadışı ve hukuk dışı bir şekilde delil oluşturmaya çalışıyorlar. Bir mahkeme kararını başka bir mahkeme kararına, bir mahkemeyi başka bir mahkemeye operasyon yapmaya zorluyorlar.

Benim bu yalanlara karşı çıkıp burada ifade verme hakkım vardır sayın yargıç. Ama benim dava dosyalarıma el konulmuş 2’inci Sulh Ceza Hakimliği kararıyla. Elimde dosyamın kopyası olmasa, çıktısı olmasa ben çıkıp bu savunmayı yapamam. Normal koşullarda, ben şimdi siyasi sorumluluğumu yerine getiriyorum. Siyasi kimliğim benim için aynı zamanda bir iş disiplini demektir, iş disiplinim gereği ben burada bu fezlekenin savunmasını yapıyorum.

Biz bizi yargılayanları yargılamak için çıkıyoruz mahkemelere

Operasyon yaptıklarında ve dosyalarıma el koyduklarında idareye dilekçe yazdım, “Bakın aklınızı başınıza alın, hadi şiirlerimi götürdünüz, şarkı sözlerimi, notlarımı götürdünüz, mahkeme notlarımı, defterlerimi aldınız. Ama siz benim dava dosyalarıma el koyuyorsunuz” dedim. Mahkeme karar vermiş, bilgisayarında neyi varsa kasasıyla birlikte el koyun getirin demiş. Arama kararının sınırlı çerçevesi olmadığı için, mahkeme tutanaklarında subliminal mesajlar olmadığını nereden bileyim deyip her şeyi alıyorlar. Bu çok açık bir operasyondur. Aslında size bir mahkeme bile çok. Açıktan bunu söylüyorlar. Bunu bize söylüyorlar ama bütün bir ülkenin, toplumun hakkına ve hukuka yapılmış bir saldırıdır. Çok açık ve kötü bir saldırıdır. Rezil bir saldırıdır ve biz bu operasyonlara uğrarken Türkiye’de birileri hukuk varmış oyunu oynuyor. Bize de bu oyuna katılma mecburiyeti dayatılıyor. Biz bunun bir oyun olduğunun elbette ki farkındayız. Biz bu mahkemeye ilk çıktığımız günden itibaren adil yargılamaya inanmadık. Biz sadece bizi yargılayanları yargılamak için çıkıyoruz mahkemelere. Bugün de aynı şeyi söylüyoruz. İki nedenle ben bu duruşmalara çıkıyorum. Birincisi; bizi yargılayanları yargılamak ve tarihe not düşmek için. Bunlar yargılama belgeleri değil, geçiniz onu. Bunlar tarihi belgedir. Bundan 10 yıl sonra, 20 yıl, 50 yıl, 100 yıl sonra bu tarihi belgelere not düşülenleri, bu memlekette bunları yapanların kimler olduğunu okuyanlar görsün, bilsin, duysun diye. Bütün dünya bütün Türkiye bilsin diye. Bundan 100 yıl sonra bu memleketin evlatları, çoluğu çocuğu bu memlekette direnenler olduğunu, özgür kadın ve erkekler olduğunu bilsin diye. Biz bunun için çıkıp burada söz söylüyoruz bu mahkemelerde.

Buradan mücadelemizle, kadınların, gençlerin, köylülerin mücadelesiyle çıkarsak çıkarız

İkinci neden güncel siyasal sorumluluğum gereğidir. Bu memlekette bu halkın, temsil ettiğimiz milyonlarca yurttaşın eğer varsa küçücük bir umudu olsun, tutacak bir dalı olsun diye, yargıya güveni kopmasın, bu toplum üzerine bir umut penceresi olsun diye biz çıkıyoruz. Yoksa biz bu duruşmalara çıksak da çıkmasak da bu siyasi iktidar bize istediği cezayı verir.  Hukuk marifetiyle tahliye olmayacağız, hakkımıza kavuşmayacağız. Kadınların, gençlerin, işçilerin, esnafların, köylülerin mücadelesi ile biz hapishanelerden, atıldığımız zindanlardan çıkarsak çıkarız. Mücadelemiz sonucu çıkarız. Ama bu siyasi iktidar utanmadan, sıkılmadan operasyon üzerine operasyon yapıyor.

Barajlarınızı duvarlarınızı yıka yıka geldik: Biz varız çünkü haklıyız

Arkadaşlarımın da notlarına ve defterlerine el konuldu. Bu yargılamadan adil bir karar çıkması mümkün değil çünkü siyasi iktidar çok net bir şekilde hukuku ve Anayasa Mahkemesini (AYM) hiçe sayabiliyor. AYM en yüksek mahkemedir, AYM’nin aldığı kararları yerel mahkemeler “uygulamam” diyor. Dün Erdoğan “Bunların bırakılmasını izin veremeyiz. Bunların önünü açamayız” diyor. Sen mi açtın bizim önümüzü? Sen mi açtın HDP’nin önünü? Biz sizin barajlarınızı duvarlarınızı yıka yıka geldik. Baraj kurdunuz aştık, duvarları ördünüz yıktık gene yıkarız. Bütün halkımıza, milletvekillerimize, seçilmiş belediye eşbaşkanlarımıza operasyon üzerine operasyon yaptınız. Gözaltılar, operasyonlar, açık aleni işkenceler... Buna rağmen senin iktidarın karşısında durmaya devam ediyoruz ve devam edeceğiz. Neden biliyor musunuz? Çünkü biz haklıyız. Beyefendi lütfetti, önümüzü açtı diye biz HDP olmadık. Beyefendi lütfetti önümüzü açtı diye biz bugünlere gelmedik. Bu konuda elinden geldiği, gücü yettiği kadar önümüzü tıkamaya çalıştı. Biz bulduğumuz her çapaktan, yıktığınız her duvardan, anlamsızlaştırdığınız her araçtan yemyeşil bir ağaç gibi güçlenerek fışkırmaya devam edeceğiz. Bunu Tayyip Erdoğan, HDP’ye düşmanlık edenler ve bütün Türkiye toplumu çok iyi bilsin.

İlk olarak şunu ifade etmek istiyorum. Bağlar’da yaptığım o konuşma, ifade ettiğim altını çizdiğim hakikatlerin hepsi bugün Türkiye’nin yaşadığı bütün hakikatleri oluşturmaya devam ediyor. 4 yıl önce yapmışım ben bu konuşmayı. Bugün yaşananlara bakın, siyasilerin yaptığı açıklamaları dinleyin, söylediklerimin fazlasıyla geçerli olduğunu siyasi iktidar tarafından üstlenildiğini çok net bir biçimde görürsünüz. 4,5 yıl önce “Siz Susurlukçularla işbirliği yapıyorsunuz” dediğimde az da olsa ar edip “yok öyle bir şey, bize hakaret ediyorsun, bizi aşağılıyorsun” diye intikam operasyonları yapmaya çalıştılar. 4,5 yıl önce küçücük dosyadan utananlar bugün hiç utanmadan sıkılmadan mafyayla, çetecilerle, uyuşturucu kaçakçılarıyla, operasyonlarda kullanılan özel harp elemanlarıyla açıktan işbirliği yapıyorlar ve çıkıp savunuyorlar. 

AKP ve MHP el birliğiyle bu ülkeyi hiçbir hakkın, hukukun tanınmadığı bir noktaya getirdi

Bakın bugün Dünya İnsan Hakları Günü, 10 Aralık. Türkiye, İnsan Hakları Sözleşmesini 71 yıl önce imzalamış. 10 Aralık Türkiye tarihi açısından elbette önemlidir Dünya İnsan Hakları Günü olarak anılması, kutlanması bakımından. Ama bugün çıkıyor bu beyannameyi, Türkiye’nin 70 küsur yıldır altında imzasının olduğu neredeyse tarihiyle özdeş sayılan bu beyannameyi açıktan reddediyor. “Selahattin Demirtaş ve onun gibilerin haklarını savunacak değiliz” diyor. 6 milyon yurttaşın oyunu almış partimizi, bizleri terörist ilan etme fütursuzluğuna düşüyor. Sayın Selahattin Demirtaş’ı, bütün HDP’yi, HDP milletvekillerini her durumda düşman görüyor. “Biz onların haklarını savunacak değiliz” diyor. Bunun kadar çarpıcı bunun artık sözün ve her şeyin bittiği bir ifade olamaz. Bunu Dünya İnsan Hakları Gününde söylüyor Tayyip Erdoğan. 6 milyon oy almış siyasetçilerin en basit adil yargılama hakkı bile yoksa, bu memlekette yaşayan yurttaşların hangi hakkından söz edebiliriz. Söz edemiyoruz ve bunu yaratmak için siyasi iktidar baskı politikasını fütursuzca kullanıyor. İnsanların hiçbir hakkı yok; yaşam, çalışma, eğitim, sağlık hakkı yok, sosyal güvence hakkı yok. Bütün bu temel hakların ortadan kalktığı dönem AKP dönemidir ve son AKP-MHP koalisyonu dönemidir. El birliğiyle bu ülkeyi hiçbir hakkın, hukukun tanınmadığı bir noktaya getirdiler ve çok daha kötü bir noktaya doğru sürüklemeye devam ediyorlar. 

Bugün Türkiye’deki siyasi iktidarın sicili 90’lı yıllardan çok daha fazla karanlıktır

Ne demişim o fezlekeye konu olan konuşmamda: “90’lı yıllardaki faili meçhullerin, kayıpların sorumluluğunu yerine getirenlerle birlikte hareket eden bir iktidar var karşımızda. 1700 faili meçhul cinayetin sorumlularıyla, Türkiye’yi kayıplar, işkenceler, katliamlar ülkesi haline getirenlerle birlikte hareket eden bir iktidar var karşımızda…”

Sonra da başlıyor alıntılar: “Karanlık ağını örmeden, bu karanlık siyasi iktidar ve anlayışı hayatımızı kuşatmadan bizler haklılığın direnişini ören insanlarız. Barış Annelerine ve Cumartesi Annelerine adalet ve yaşam demeye devam etmeliyiz.”

Bu sözler nedeniyle sözü edilen maddeden cezalandırılmam isteniyor ve bu sözlerden yola çıkarak bana suç isnat ediliyor. Dün söylediğim bu sözler dünün koşulları açısından geçerliydi. Bugün Türkiye’deki siyasi iktidarın sicili bundan çok çok çok daha fazla karanlıktır. O gün katıldığım basın açıklaması İnsan Hakları Derneği ile Cumartesi Anneleri ve Barış Annelerinin oturma eylemiydi. Biliyorsunuz çok uzun yıllardan beri, 90’lı yıllardan beri kayıpların ve failli meçhul cinayetlerin faillerinin bulunması talebiyle Cumartesi Anneleri Galatasaray Lisesi önünde oturma eylemi yapıyor. O zaman darbe girişiminden sonra OHAL yeni ilan edilmişti. Bütün sokaklar, etkinlikler saldırı altındaydı, yasaklıydı. O gün Cumartesi Annelerinin bütün Türkiye ile eş zamanlı olarak yaptığı oturma eylemiydi. Barış Annelerine ve Cumartesi Annelerine destek vermek amacıyla o oturma eylemine katılmıştım. 

4,5 yıl önce o zaman OHAL koşullarında, abluka ve tecrit altında da olsa Cumartesi Anneleriyle, Barış Anneleriyle kayıplar ve faili meçhuller hakkında iki söz söyleyebiliyormuşuz. Bakın bundan 3 ay sonra Cumartesi Annelerinin 1995 yılından beri yaptıkları oturma eylemleri yasaklandı. Neden, Tayyip Bey istedi. Annelerin annelik adını ve makamını kullanarak yaptı. Sanki o sadece onlara ait, sadece onların annesi var da bizim anamız yok. Bizim analarımız oturamaz, bizim analarımız ağlayamaz, bizim analarımız evlatlarını isteyemez. Onların böyle bir hakları yok. “Terör, terör” diyerek her şeyi yasaklama hakkını edinmişler ya! Çıkmış İçişleri Bakanı Tayyip Erdoğan’ın sözlerini tekrar ediyor. 95 yılından bu yana o analar o alandan çıkmıyor. 4,5 yıl önce hiç değilse çıkıp basın açıklaması yapabiliyormuşuz. Şimdi 75-80 yaşlarındaki elli anneyi almıyorlar o meydana. O analara joplarla, polis kalkanlarıyla işkence ettiler. 

Bugün bu memlekette ne yazık ki şartlar insan hakları bakımından dün sözünü ettiğim şartlardan çok daha ağırdır ve bu durum çok daha kalıcı hale gelmiştir. Ne diyordum o koşullardan söz ederken: “Bu iktidar faili meçhul cinayetlerin sorumlularıyla, çetelerle, devlet içine yerleşmiş kontralarla işbirliği içindesiniz”. Bunu neden yola çıkarak söylemiştim? 2016 yılında kentlerin ablukaya alındığı, sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği süreçte çok ciddi ve faili hala bulunamayan sayısız katliam gerçekleştirildi. İnanılmaz sivil ölümü gerçekleştirildi, bunların hiçbirisi açığa çıkarılmadı. Bunları önceki duruşmalarda anlatmıştım, daha üzerine eklenecek çok şey de var ama o ablukaların dönemde, Jandarma Özel Harekatın yanı sıra kimliği belli olmayan kontra veya paramiliter yapı olarak çalışan çeşitli şahıslar da vardı. Çeşitli suçlular vardı. Bunu sayısız kez iktidara sormamıza rağmen cevap almadığımız gibi bunların cevapları kimseye de verilmiş değil. O dönemde yaşanan binin üzerinde kaybın faili ortaya çıkmamıştır, çıkarılmamıştır. Bu nasıl olur? Bunlar kim? Cinayet işleyen, insan öldüren şahıslardan bahsediyoruz. Bunların kim olduğunu açıklayın dedik. Sonuçta biz siyaset yapıyoruz ve siyaset eldeki verilerden somut sonuçlara gitmektir, söz kurmaktır, gündeme ışık tutmaktır. Gerçeğe ışık tutmaktır. Elimizdeki verilere dayanarak “Siz kontra düzenini, kontra siyaset tarzını yeniden yaygınlaştırmaya çalışıyorsunuz. Bunu 90’lı yıllarda da yapmışlardı. Sonucu belli. Yapmayın, bunu yaparsanız Türkiye’yi çok daha büyük bir karanlığa sürüklersiniz. 90’lı yıllardaki karanlığın sonucunda devlet Susurluk’ta gidip bir kamyona çarptı. Bugün neye çarparsınız siz de bilemezsiniz biz de bilemeyiz, Allah bilir “dedik.

İstedikleri böyle bir Türkiye imiş: Yüksekdağ, Demirtaş siyaset yapmasın Alaattin Çakıcı yapsın

Dün söylediğimiz şey çok net buydu. Bugün de neye çarptığınız ortada. Neye çarpma ihtimalinizin olduğu ortada. Çünkü aynı güçlerle, aynı yapılarla yine çok derin başka bir ittifak kurulmuş durumda. Çok açık bir ittifak. O kadar açık ki; bir özel savaş suçlusuna, çocuğunun gözü önünde karısını öldürtmüş bir adama, uyuşturucu kaçakçılığına adı karışmış, mahkeme kayıtlarıyla da suçu sabitlenmiş birisine, bir mafya babasına özel af yasası çıkartılıyor. Alaattin Çakıcı’dan bahsediyorum. Kendisi şimdi doğrudan siyasete dahil oldu. Bir mafya reisi, siyaset yapıyor. Aman ne güzel Türkiye! Böyle bir Türkiye istiyorlarmış. Aman Figen Yüksekdağ konuşmasın siyaset yapmasın, Selahattin Demirtaş konuşmasın siyaset yapmasın, peki kim yapsın? E, Alaattin Çakıcı var o yapsın. Gözünüz aydın! Daha Türkiye’nin gözü ne kadar aydınlık olacak bundan sonra. Mahkemeniz de siyaset yapıyor. Çok açık seçik İnterpol tarafından arananlar, tutuklananlar, ceza alanlar bize haksız hukuksuz ceza vermek için ceza çıkarabilmek için yine kendilerini paralamaya devam ediyorlar. 

Bizi içeri attınız ne geçti elinize daha fazla rezaletten başka

Ama suçluluğu dünya alem, ahlak ve vicdan tarafından bilinenlerle siyaset yapıyor, ittifak yapıyor bu iktidar. Bakın o gün o kısa, en fazla 10 dakikalık basın açıklamasında konuştuğumuz zaman sadece buzdağının ucu görünüyormuş, şimdi Titanic buzdağına çarptı. Biz o zaman ucu göründüğü için uyarmıştık: Bakın buralarda “terörle mücadele” adı altında derin devlet güçlerini harekete geçiriyorsunuz. IŞİD’lileri, El Nusracıları, eski 90’lı yıllardaki kontra unsurlarını sahaya sürüyorsunuz. Bunların maşallah dediği 3 gün yaşamaz, bunların yanında durdukları üç gün sonrayı görmez. Bunların yanında durduğu iktidarın bataktan çıkması mümkün değildir. Bunların siyasete dahil olduğu bir ülkenin bataktan çıkması mümkün değildir. Şimdi dört buçuk yıl sonra Türkiye’nin geldiği yer ortada. Ne oldu, bizi içeri attılar da ne geçti ellerine daha fazla felaketten, daha fazla rezaletten başka? 

Küfrün, aşağılamanın davası mı olur!

Bugün çıkıyor Alaattin Çakıcı, ana muhalefet partisi lideri Sayın Kılıçdaroğlu'nu açıktan tehdit ediyor, küfür ediyor. Galiz küfürler. Çıkıyor iktidar ortağı Devlet Bahçeli sahip çıkıyor, “Benim dava arkadaşımdır” diyor. Bu nasıl bir dava? Küfür etme, hakaret etme davası mı? Cinsiyetçi saldırgan, ağzıma almaya ben utanırım o sözleri. Bu sözleri söyleyen bir insanın arkadaşı olan iktidar ortağı bir Bahçeli var ortada. Nasıl bir davaymış bu anlatın bana! Küfrün davası mı olur! Cinsiyetçi aşağılamanın davası mı olur! Türkiye’de dava mefhumu buralara mı geldi. Ve bu sözleri söyleyen insan ve insanlar sözde milliyetçilik davasının temsilcileri. Bu millet mahvoldu. Eğer milliyetçilik davasının temsilcileri sizseniz bu millet mahvolmuş. Bu milletin kendisini kurtarması lazım. Bu siyasetçiler batırır bu milleti. Gidip fotoğraf çektiriyorlar. Alaattin Çakıcı, Korkut Eken, Mehmet Ağar, Engin Alan bunların her birisinin arkasında sözünü ettiğim bir kayıplar tarihi var. 

Her kaybın hikayesini anlatmak isterdim. Ama zamanım yok. Mehmet Ağar örneğin. Sözünü ettiğim failli meçhul cinayetlerin yaşandığı dönemlerde yani 1993 yılında Emniyet Genel Müdürü olarak görev yapmıştır. Kayıpların zirve yaptığı dönem onun İçişleri Bakanı olarak görev yaptığı dönemdir. 93-95 yılları arasındaki dönemde Mehmet Ağar ve Susurluk ekibi 17 bin faili meçhulün birinci derece sorumlularındandır. Bir dönem yargılaması gündeme geldi, çok kısa bir dönem. 1-1,5 yıl kadar cezaevine misafir olmuştu kendisi için hazırlanan VIP cezaevinde. “Tamam biz o dönem bir şeyler yaptık. Hepsi doğru değildi, yanlışlar vardı işin içinde” dedi. “Beni zorlamayın, zorlarsanız bir tuğla çekerim, duvar yıkılır” dedi. Bu kadar açık bir biçimde tehdit etti. “Eğer benimle uğraşırsanız, ben de tuğlanın birini çekerim bütün kontrgerilla mekanizması, devletin içine yerleşmiş mafya ağı, bunların kimlerle bağlantılı olduğu meydana dökülür ve altında kalırsınız” dedi. Hatta sadece onların altında kalmasından bahsetmedi ülke, devlet altında kalır dedi. 

90’lı yılların aktörleri “biz olmazsak Türkiye olmaz” diyordu, gittiler Türkiye nefes aldı

Bir düşünün devlet ne kadar mahkum, mecbur olmuş bu çetelere. Edilmiş. 90’lı yıllarda bu çeteler de AKP iktidarındakiler gibi konuşuyordu. Devletin kaderi bana bağlı diyorlardı. Bu yüzden biz bu devletin bekasının birinci derecede güvencesiyiz. 17 bin faili meçhul insan öldürmesyedik biz işkence yapmasaydık, 10 bin köy yakmasaydık, dışkı yedirmeseydik, ülkenin bekası tehlikeye girer. Biz olmasak Türkiye olmaz diyorlardı. Gittiler ve Türkiye de oldu. Hatta onların olmadığı dönemde nefes bile aldı. Ama sonra siyasi iktidar onlara benzemeye başladıktan sonra, onlarla açık bir ittifaka girdikten sonra Türkiye 90’lı yıllarda o karanlığa tekrar dönmeye başladı. Bugün de aynı Mehmet Ağar, Alaattin Çakıcı çıkıyorlar beraber poz veriyorlar. Biz buradayız diyorlar. Hem siyasi iktidara hem topluma mesaj veriyorlar. Biz buradayız, sözümüzden çıkmayın, siz bize mecbursunuz, biz size mecburuz, al gülüm ver gülüm bu memleketi götürürüz diyorlar. İşin özü budur. Bu memleketi götürdükleri kesin. Nereye götürdükleri de belli; cehenneme götürüyorlar. İyi bir yere gitmesi mümkün değil. Bu sözünü ettiğim bileşim bir araya geldikten sonra hiçbir yerde iyi bir şeylerin olması mümkün değil. Bugün de olmuyor. Doğrudan siyaseti yöneten bir karanlık ağ oluşturulmuş durumda. 


Araf’tayız, bu nedenle herkesin güçlü bir hak mücadelesinin parçası olması lazım

Bundan 4,5 yıl önce bu karanlıkların karşısında halkların kullandığı direniş alanlarına çıkalım, karanlıkların karşısında demokratik tutum alan, hak bilincine sahip çıkan bir toplum yaratalım demiştim. Bugün böyle bir toplum yaratılmasına olan ihtiyaç, çok daha hayati bir ihtiyaç haline gelmiştir. Bakın cennet ve cehennem arasında yaşıyoruz. Araf’tayız, iki ucun arasındayız. Öyle bir uçlaşmaya sürüklediler ki bu memleketi, yani gerçekten bizim bu uçtan çıkabilmemiz cehenneme düşmememiz için çok daha güçlü bir hak mücadelesi geliştirmeye ihtiyacımız var. Düşünen, üreten, sorgulayan herkesin; siyasi parti, görüş, düşünce, cinsiyet, ırk ayrımı olmaksızın her insanın bu süreçte gerçekten Türkiye’yi ve toplumu kurtarabilmek için bir mücadele unsuru olması gerekir. 

Çeteler iktidar içine yerleşip kurumsallaştıkça işlenen suçlar da katlanıyor

Bakın bugün insan hakları günü. En temel sorun şudur. İnsanlığımızı kurtarma mücadelesidir. Bu siyasi iktidara karşı verilecek bir mücadeledir. En temel şey için mücadele edeceğiz. İnsanlığımızı kurtarmak için mücadele edeceğiz. Çünkü şu an insanlığımıza saldırıyorlar, insanlığımızı ele geçirmeye çalışıyorlar. Sözünü ettiğimiz şeyler çok açık ve net. İşkence yapmayın diyoruz, insan öldürmeyin diyoruz, gayri meşru cinayetleri, kayıpları bütün işkence suçlularını aydınlatın diyoruz, hakikatlerle yüzleşin diyoruz. Bugün de aynı şeyleri söylüyoruz ve söylemeye devam edeceğiz. Bugün yaşanan gerçekliğin, tablonun iyiye doğru gitmesini isterdim ama ne yazık ki kötüye doğru gidiyor. Bugün, sözünü ettiğim çeteler siyasi iktidarın içine yerleşip kurumlaştıkça işlenen suçlar da katlanıyor. 

Açık işkence ve yargısız infazlar yapılıyor

Bir ara “işkenceye sıfır tolerans” lafı edilirdi, şu an işkenceyi yapanlara toleransa geçildi. İşkence yapanlar soruşturulmuyor, işkence yapanların adı bile ifşa edilmiyor. En azından önceden işkence suçları söz konusu olduğunda bir isme, cisme ulaşılırdı. O bir polisse ne bileyim bekçi ise artık her kimse hakkında en azından bir soruşturma açılır, sonradan takipsizlik verilirdi veya indirimli cezalarla paçayı kurtarırdı. Şu an öyle bir hale geldi ki işkence yapanların ismine cismine ulaşamıyorsun. Van’da iki köylüyü helikopterin içerisinde linç ettiler. Ölmek üzere olan birisini helikopterden attılar sonra hastanede yaşamını yitirdi. Çok açık bir işkence örneği. Rojbin Çetin, partilimiz kadın aktivistidir aynı zamanda, köpekli işkenceye maruz kaldı. Gözaltında insanlar evlerinde işkenceye uğruyor. İşkence evlerinde başlıyor, gözaltında devam ediyor. Yapanların isimlerine ulaşamıyoruz soruşturma açılıp sürecin takip edilmesi için. Yargısız infazlar var. Sözünü ettiğim gibi 2016 sürecinde zaten sayısız yargısız infaz geliştirildi, hiçbirinin takibi yapılamadı, açılan soruşturmalar adli koridorlarda süründürülüyor. Ama ondan sonraki dönemde de yargısız infazlar devam etti. Hakkari Yüksekova’da, Van’da, Ağrı Tutak’ta, yine Hakkari’de biri 65 yaşında Şerali Dereli diğeri 16 yaşında bir çocuk Özcan Erbaş olmak üzere insanlar katledildi açıkça. Ve aslında oradaki güvenlik güçleri tarafından ateş açıldığı biliniyor, kurumsal olarak faili belli ama tetikçiler, onları azmettirenler korunuyor.

Aynı şekilde bu dönem içerisinde sayısız kontra takipleriyle karşı karşıya kalıyoruz. Bakın yasadışı dinlemeler tekrar başladı. Hukuksuz ve delil oluşturma amaçlı yasadışı dinlemeler tekrar başladı. Dün HDP İstanbul İl Eşbaşkanlığında böcek diye tabir edilen dinleme cihazları bulundu. Saadet Partisi lideri diyor ki “Dinlendiğimizi çok iyi biliyoruz”. Ve artık siyasetin rutini haline gelmiş durumda. İçişleri Bakanı çıkıp diyor ki böyle bir şey yapmamız mümkün değil bu FETÖ taktiğidir. 

Bugün işlenen bütün suçların faili doğrudan siyasi iktidardır

Bu kadar insanın oy verdiği partiler ve liderleri sana güvenmiyorsa, dinlendiklerine dair şüpheleri varsa hatta HDP İstanbul İl Örgütünde olduğu gibi ellerinde kanıtları varsa neye dayanarak hangi meşruiyete dayanarak, amiyane deyimle hangi yüzle “Yasadışı dinleme diye birşey yoktur, devlet kimseyi dinlemiyor, bunlar FETÖ taktiğidir” diyebiliyorsun? Hem de İçişleri Bakanı olarak. Türkiye’de hiçbir şeyin ciddiyeti kalmadı. Şimdi bu İçişleri Bakanının saygınlığı mı var? HDP il binasından böcek çıkıyor. Burada suç arayacak başka birileri yok. Çünkü bugün işlenen bütün suçların faili doğrudan siyasi iktidardır. 

Bu düzen uzun sürmeyecek ve devam etmeyecek

Örneğin diyorlar ki biz HDP’li siyasetçileri bırakamayız, çünkü onlar bizim hasmımız, düşmanımız. Çünkü onlara siyasetin önünü açarlarsak bizi aşıp geçer, bizim siyasi hayatımızı bitirirler. O nedenle açıkça tecrit ediyorlar; tehdit, zor ve baskı politikalarıyla düzenlerini sürdürebileceklerini, devam ettirebileceklerini zannediyorlar. Ama bu düzen çok uzun sürmeyecek, daha fazla devam etmeyecek. 

Bu karanlık zihniyet devam ederse Türkiye çok farklı bir noktaya gidecek

Şöyle toparlayarak uzatmadan bitirmek istiyorum. Fezlekede söz edilen suç isnadı olarak ifade edilen hiçbir şey yok. Bizim yaptığımız açıklamalar, yürüttüğümüz faaliyetler daha fazla Türkiye kamuoyu tarafından dikkate alınmalıdır, dikkate alınmak zorundadır. Bizler hakikatlerin bedelini 4 yıldır hapiste olarak ödüyoruz. Bütün bu bedellere rağmen hakikatleri dile getirmekten vazgeçmedik. Bedeli ağır ama Türkiye’deki hiçbir hak ucuz görülemez. Hiçbir mücadele, nasıl bir saldırıya uğrarsa uğrasın, nasıl bir baskı politikası geliştirilirse geliştirilsin geri adım atmamalıdır. Bizim mücadele anlayışımız budur. Eğer bu karanlık, bu umutsuzluk, bu etikten ve vicdandan yoksun siyaset anlayışı devam ederse Türkiye çok daha farklı bir noktaya gidecektir. 

Türkiye’yi iç savaşla tehdit ederek yöneten bir iktidar var

Gördüğünüz üzere 3 buçuk 4 yıldan bu yana Türkiye toplumunu iç savaşla tehdit ederek ülke yöneten bir iktidar var. Korkunç bir şey bu. İş savaşla tehdit ediyorlar. 2015’te, 2013-2016’dan sonra AKP iktidarda kalmak için bu ülkeyi, Türkiye’yi iç savaşa sürükledi. 90’lı yıllardaki Beyaz Toroslarla tehdit ettiler. “Beyaz Torosları istemiyorsanız bizi seçeceksiniz” dediler. Beyaz Torosların yerini siyah Range Roverlar aldı. Özel savaş elemanlarının, insanları bilinmeyen yerlere götürdüğü işkence yapıp ajanlık teklif ettiği yöntemler denediler çünkü öyle çalışıyorlar. Şimdi bu hukuk mu? Türkiye’de 90’lı yıllarda faili meçhullere, insan hakları ihlallerine sebep olan o karanlık yapılar gibi daha da kurumsallaştırıldı. 90’lı yıllarda JİTEM’den bahsedilirdi, Özel Harp Dairesi’nden bahsedilirdi. Şu anda ise siyasi iktidarın kurduğu özel savaş, yasal resmî savaş kurumları var. Kendileri için özel harp kurumları kurdular. SADAT bunlardan birisi. Nedir bu SADAT? 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında iktidarın yönlendirmesi ile oluşturulan bir kurumdur. SADAT’ın başkanı aynı zamanda Cumhurbaşkanının baş danışmanıdır. Ve SADAT’ın Başkanı şu açıklaması ile tanınır, bilinir: “Biz özel bir ordu oluşturuyoruz, bu İslam’ın ordusudur ve Mehdi’nin gelişine hazırlık yapıyoruz”. 

Çok fazla ayrıntılı anlatmama gerek yok. Türkiye’de aslında AKP yönetiminde bir cihat süreci yaşanıyor. Bir İslam ordusu neden kurulur? Cihat durumu vardır, cihad ilan edilmiştir. İslam’ın kuruluşundaki cihat kavramının bugünkü cihat neresindedir bu ayrı bir tartışma konusu. Ama AKP’nin yönetiminde Erdoğan’ın liderliğinde bir cihat hali yaşanıyor. SADAT’ın kurucusu bu açıklamayı yaptıktan sonra başdanışmanlıktan azledildi. Mecbur kaldıklarından dolayı azli gerçekleştirmek zorunda kaldılar. Görevden alındı ama sonra yine bütün kurumlarda çalışmalarına devam ettiğini görüyoruz.

Beni ABD’yi protesto ettiğim için joplayan iktidar şimdi benden daha fazla anti-emperyalist geçiniyor

Ben 17 yaşımdan beri Amerikan emperyalizmine, İsrail Siyonizmine karşı mücadelenin yollarından geçmişim, bunun bedelini ödemişim. Bu konuda bana dava açmışlar, ceza vermişler. Bu iktidar beni ABD ve İsrail Konsolosluğu önünde eylem yaptım diye joplamış. Şimdi çıkacak benden daha fazla anti-emperyalist geçinecek. Olur mu yani! Komik ama gerçek, trajik ama gerçek. Şimdi bizden daha anti-emperyalistler! Şimdi çıkıp bu karanlık operasyonlarla, Amerika’nın özel savaş güçlerinin operasyonlarıyla bizleri alan bu iktidardır. 

Kurdukları paralel ordular, paralel jandarmalar, paralel polisler çıkar çatışması içerisine girmeye, hesaplaşmaya başladı

Amerika’nın, emperyalist güçlerin, İsrail’in, Mossad’ın, CIA’in size öğrettiği dersleri taklit etmeye kalkarsanız çok kötü bir taklitçi olarak ortalığı batırır, kendinizi batırır, kendinizle beraber de bu mazlum halkı, bu mazlum memleketi batırırsınız. Şu anda durum oraya doğru gidiyor. Ülkeyi batırmaya doğru gidiyor. Paralel ordular kurmuşlar, paralel jandarmalar, paralel polisler, paralel bilmem ne yapıları kurmuşlar. Paralel ama aslında gerçekte çok da paralel değil. Bir noktada birbirlerini kesmeye başlıyorlar, birbirlerine dikey geçmeye başlıyorlar. Ve bu örgütledikleri devlet kurumları içerisinde yerleşmiş kadrolar birbirleriyle çatışmaya, çıkar çatışması içerisine girmeye ve hesaplaşmaya başladılar. Bu hesaplaşmaların çok daha kanlı süreçlere gitme tehlikesi var. 

Bugün artık sadece HDP’yi değil bütün siyasetçileri, muhalefeti tehdit eden bir karanlık var 

Bugün belediye başkanları tehdit ediliyorsa risk büyüktür. Dün bize yapılıyordu zaten, bugün halen yapılıyor. Maalesef bu ülkede bu tip saldırıların bu tip kötülüklerin bedellerini ödeyenler bizleriz. IŞİD tehlike olarak kullanıldı; bizim insanlarımız, gençlerimiz Suruç'ta katledildi, Ankara’da katledildi, Antep’te düğünlerinde katledildi. Halay çekmeye gelmiş insanlarımız katledildi, öldürüldü. Hala ölüm tehlikesiyle kelle koltukta çalışıyor milletvekillerimiz, eş genel başkanlarımız, seçmenlerimiz, yurttaşlarımız. Ama bugün sadece HDP değil, HDP dışındaki bütün siyasetçileri, bütün muhalefeti tehdit eden bir karanlık oluşturulmuş ve geliştirilmiş durumda. Bunların her birinin ortadan kaldırılabilmesi ve Türkiye’de demokratik bir hukuk düzeninin inşa edilebilmesi için elbette her şeyden önce doğruyu bilenlerin doğruyu söylemekten sakınmaması ve korkmaması gerekiyor. 

Biz sustuğumuzda vicdan susacak, biz sustuğumuzda, cesaret susacak

Bugün burada bu söylediklerimi ve daha fazlasını söylemeye devam edeceğiz. Çünkü biz sustuğumuzda vicdan susacak, biz sustuğumuzda cesaret susacak. Bu ülkenin vicdanı ve cesareti biz direndiğimiz ölçüde direnecek ve yaşayacak. O nedenle de bu sözlerimin altını ben bir kere daha çiziyorum. Başta da belirttiğim gibi fazla uzatmak istemediğimden birazdan sonuçlandıracağım. 

Son olarak davanın gidişatına ilişkin birkaç talebim olacak. Hem fezlekeye ilişkin hem dosyaya ilişkin yeniden açmam gereken boyutlar olacak. İkincisi de hakkımda açılmış davalarla ilgili usulen yürütülmesi gereken süreçler hala tamamlanabilmiş değil, o talebimi tekrar etmek istiyorum. Çünkü ivedi ve zaruri bir taleptir şu aşamada. İkinci tutuklama kararı 6-8 Ekim Kobane süreciyle ilgili dava dosyasının ana dosyamın görüldüğü mahkemeniz 16’ıncı Ağır Ceza Mahkemesindeki davayla birleştirilmesi talebimi tekrar ediyorum. Artık zorunlu aşamaya gelmiştir. Hakkımızdaki hem hukuki operasyon hem de siyasi operasyon onun üzerinden sürdürülüyor. O nedenle eş genel başkanlık sürecim boyunca yaptığım bütün konuşmalar, bütün siyasi faaliyetlerimin yüzde 99’u bu dosyadaysa onun da bu dosyaya dahil edilmesi gerekir.

Davamızın, dava dosyalarımızın bölünmesi, parçalanması, çocuk oyuncağına dönüştürülmesi tavrından vazgeçilmelidir. Adalet Bakanlığı ve Saray’daki merkezden buna karar veriliyor biliyorum ama mahkemenizin bu konuda gerekli çabayı göstermesini de talep ediyorum, istiyorum. Hem bu birleştirme gerçekleştirilmeli hem de yine Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen, avukatlarım mahkemeye numarayı söyleyecektir şu an ben hatırlayamıyorum, yine sözünü ettiğim dönemle ilgili ve bu dava dosyasında yargılandığım başlıklarla aynı mahiyetteki o dosyanın da birleştirilmesini talep ediyorum. 

Teşekkür ediyorum.

10 Aralık 2020