Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ hakkında, Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasının ardından yapılan yazı açıklama gerekçe gösterilerek “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçlamasıyla açılan davanın duruşması bugün Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Yüksekdağ’ın SEGBİS ile bağlanarak savunma yaptığı duruşmada Yüksekdağ’ın 1 yıl ile 4 yıl arasında cezalandırılması talep edildi. Ara kararını veren mahkeme heyeti, Yüksekdağ ve avukatlarının süre talebini kabul ederek bir sonraki duruşmayı 12 Kasım’a erteledi.
Yüksekdağ savunmasında şunları söyledi:
30 bin kişi Cumhurbaşkanı’na hakaretten yargılanıyorsa bu ülkede eleştiri özgürlüğü yoktur
Benim açımdan yeni bir durum değil. 4 yıldan bu yana cezaevinde olan bir siyasetçiyim. Hakkımda sayısız fezleke düzenlendi ve düzenlenmeye devam ediyor. Bir kere tutuklanmış olmam, benim ve HDP saflarında siyaset yürüten arkadaşlarımın ikinci kez tutuklanmış olması, yeni davalar, yeni soruşturmalar açmak mevcut siyasi iktidarın rutini haline geldi. Hakkımızda açılan işlemlerin hukuki olarak yorumlanması mümkün değil. Yargı kurumuna müdahalenin gerçekleştiği, siyasi tehdit ve baskı uygulanan bir ortamda hukukilikten bahsetmek mümkün değil. En son Anayasa Mahkemesi’ne varıncaya kadar siyasi tehdit ve baskı dilinin oluşturulduğu bir ülke…
Çok çarpıcı bir rakam var. Cumhurbaşkanlığına hakarette 30 bin kişi hakkında davalar açılmış durumda. Aslında toplamı 80 bin, kimisi takipsizlikle, kimisi beraatle sonuçlanmış. Ama 30 bin insan hakkında davalar sürüyor. Eğer bu ülkede 30 bin insan hakkında ‘Cumhurbaşkanı’na hakaret’ suçlamasıyla yargılama yapılıyorsa o ülkede söz söyleme özgürlüğü, eleştirme özgürlüğü yok demektir. Eleştiren herkes suçlu ilan ediliyor. Bunu basit bir hukuk süreci olarak algılamam mümkün değil. Mağdur olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP Genel Başkanı Erdoğan değildir. Benim, yargılanan diğer insanlardır. Benim eleştiri hakkıma müdahale var. Adalet tersten işliyor. Adaletsizlik, haksızlık ve siyasi baskı ile karşı karşıyayım. Bu baskı karşısında elbette benim söz söyleme hakkım var. Dün Halkların Demokratik Partisi Eş Genel Başkanı iken nasıl söz söyleme, siyaset yapma hakkım varsa bugün bu mahkemede de söz söyleme hakkım var. Burada yargılanması gereken ben değilim. Yargılanması gereken bizim gibi demokratik siyaset zemininde söz söylemeye çalışanları bunun bedelini ödemek zorunda bırakan, bizim üzerimizde baskı kuran siyasi iktidardır. Biz her gün “terörist” suçlamasıyla, hiçbir savunma hakkına sahip olmaksızın terör suçlamasıyla karşı karşıya kalıyoruz.
Emir veriyorlar, ‘ceza vereceksiniz’ diyorlar siz de ceza veriyorsunuz
Cumhurbaşkanı Erdoğan her gün bize katil diyerek, ağır suçlamalarla itham ediyor. Benim suçlandığım sözü edilen açıklama çok basit formel, siyasi eleştirilerin olduğu bir açıklamadır. Tek bir hakaret yoktur içerisinde. Ama bugün bu davaların ciddi bir biçimde ağır ceza olarak değerlendirilmesi de yine siyasi saiklere dayanıyor.
Bize özel hukuk uygulanıyor. Özel hukuk, hukuksuzluk demektir. KHK adı adında kanunsuzluk dayatılmaktadır. Hakkımda açılan davanın usulen Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülmesi gerekir. Ancak bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile getirilen yeni düzenleme nedeniyle davam Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmektedir ve bu hukuksuzluktur. Özel hukuk çıkarılarak bu bir ağır ceza davası haline getirildi. 4 yıldır bu dava dolaşıyor. Saçma bir suçlamadır. Döndü, dolaştı, Asliyeye gitti. Ama emir büyük yerden. En sonunda çıkarılan KHK maddeleriyle Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Bu her şeyden önce psikolojik baskı demektir. Her şeyden önce beni baştan suçlu ilan etmek demektir. Fikrini, zihnini, ruhunu baskı altına almaktadır. Emir veriyorlar, ‘ceza vereceksiniz’ diyorlar siz de ceza veriyorsunuz. Bizim davalarımız artık hukuk caniliğine dönmüş durumda. Benim bu koşullar içerisinde nizami, hukuki bir savunma yapmam beklenemez.
Hükümet, HDP’li siyasetçilerin davalarının hepsini takip ediyor
Hakiki demokrasi olsa ülkemizde bu sözlerimin her birisi siyasi iktidarın kendisine feyz alacağı, güç alabileceği bir olgu olur. Ama yok. Öyle bir anlayış, kemale uygun bir siyasi anlayış yoktur. HDP’li siyasetçilerin davalarını Cumhurbaşkanlığı görevlilerinden hükümetin her kademesine kadar hepsi takip ediyor. Adalet Bakanlığı bu dosyaya bir yazı göndermiş, sonuç ne diye soruyor. Bu, mahkemeyi baskı altına alıyorum demektir. Böyle bir sistem olabilir mi? Hukukun güvenilirliği ve temeli ile ilgilidir. Benim yaptığım açıklamada bir şey yok. Bu kadar devlet sorunu haline getirilmesi müdahale etme, baskı altına alma demektir.
Biz olanı söylemişiz, bunun neresi suç?
Benim söylediğim sözler herhangi bir suç ve hakaret içermiyor. Siyasi durumun tahliline dair olabildiği kadar diplomatik bir dilin kurulduğu açıklamadır. ‘Adalet mekanizması iktidarın ve Saray’ın denetimi altında davranmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, yapılan haberin bedelini ödetmek için tutuklatmayı dayatmıştır’ bu ifadeler var. Bunun neresi suç? Hakikat bu. Cumhurbaşkanı her gün yaptığı açıklamalarda tutuklanması gereken insanları işaret etmiyor mu Allah aşkına? Biz olanı söylemişiz. Bunun neresi suç? Açıkça tutuklanmamızın talimatını verdi. Yargı bugün perişan durumda. Burada bir siyasi eleştiri vardır. Bizim sözcüklerimizden, kelimelerimizden suç yaratılmaya çalışılıyor. Kelimeleri, sözcükleri tutuklamaya çalışmak kadar acınası bir çaba yok. Ne yapayım ben boyun mu eğeyim? Hayır, asla! Şimdiye kadar boyun eğmedik, eğmeyeceğiz.
Cumhurbaşkanı’na çağrı yapıyorum: Benim daha sert sözlerim var, bari o sözlere dava açsınlar
Açıklamam iki gazetecinin tutuklanmasına ilişkindi. Meşhur bilirsiniz. Hala devam ediyor kan davası 5 yıldır da bitmedi. Siyasi iktidarın kendi içindeki hesaplaşma varsa bunun sorumlusu gazeteciler değildir ki. Aslında iktidar ile Cemaat arasındaki çatışmadan kaynaklıydı o dönemde yaşananlar. İktidar bugün kendi yarattığı cemaate karşı mücadeleyi de kendine muhalefet olanlara karşı kullanıyor. Bakın, Enis Berberoğlu yattı, çıktı yetmedi. Vekilliğini elinden aldılar. Enis Berberoğlu eski gazeteci bir insandır. AYM ihlal kararı verdi. Yerel mahkeme kararı uygulamadı. AYM’ye operasyon yapıldı. Ben bu ülkenin demokratikleşmesini savunan bir insanım. Yargıya bu kadar açık müdahale varken, bizim burada sağlıklı, hukuki bir yargılamadan bahsetmemiz mümkün değil. Ama bir siyasetçi olarak yine de sözümü söyleyeme geldim.
Sözlerimde suç isnat edecek hiçbir şey yoktur. Ya gerçekten ayıptır, Cumhurbaşkanı’na da ayıptır. Cumhurbaşkanı’na çağrı yapıyorum: Sakınacak bir şeyim yok. Benim daha sert yaptığım, hakarete varabilecek açıklamalarım var. Bari oturup, onların dökümünü yapsınlar. O sözlere dava açsınlar.
16 Ekim 2020