Yüksekdağ: Bu sürecin ara çözümü yok, talep eksenli adımlar olmalı

Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ'ın JinNews'e verdiği röportaj:

Halkların Demokratik Partisi (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, tutsak bulunduğu Kandıra 1 Nolu F Tipi Cezaevi’nden Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in başlattığı ve 30’dan fazla cezaevinde devam eden açlık grevlerine ilişkin mektup aracılığıyla değerlendirmelerde bulundu. 

‘Leyla Güven’in eylemi sarsıcı bir eleştiridir’

Leyla Güven'in eyleminin grev ötesinde toplumsal bir uyarı olduğunu belirten Figen, “Toplumsal-siyasal mücadelenin çok önemi bir başlığı olan Sayın Öcalan'a yönelik tecrit karşındaki suskunluk ve tepkisizliğin perdesini yırtmış, bu tavır güçlü bir uyarıya dönüşmüştür. Her şeyden önce başta Kürt halkı ve tüm toplumsal mücadele dinamikleri adına sergilenen politik öncü iradedir. Aynı zamanda sarsıcı bir eleştiridir. Zira İmralı’daki tecrit meselesi çok açık bir Türkiye meselesi olmasına rağmen ülkenin sürüklendiği savaş ve çözümsüzlük bataklığından çıkış yolu bilinmesine rağmen, etkili ve sonuç alıcı politik kampanyaların ekseni haline getirilemiyordu. Leyla Güven'in eylemi bu kilitlenmenin açılması bakımından kritik ve tarihsel bir rol oynuyor” dedi. 

‘Bu sürecin dönüşümü var ama dönüşü yok’

Açlık grevinin şu an hayati bir aşamaya geldiğini ancak bugüne kadar dikkate değer bir kesimin de harekete geçtiğini vurgulayan Figen, cezaevlerinde devam eden açlık grevlerine ilişkin şunları söyledi: “Tabi asıl bundan sonrası önemli ve bu aşamada görev Leyla Güven'den çok toplumsal-politik mücadele dinamiklerinin omuzlarındadır. Cezaevlerinde tecride karşı açlık grevlerinin süresize dönüşmesi oldukça kapsamlı bir eylemlilik sürecine girildiğine işaret. Bu sürecin dönüşümü var ama dönüşü yok. Yakın geçmişimize dönüp baktığımızda, hapishaneler merkezli gelişen bu tür hareketlerin bir dönüm noktası olduğunu görürüz. Bugün de benzer bir durum yaşanıyor. Çözümsüzlük ve keskinleşen çelişkiler, oldukça sert ve çıplak irade savaşına dönüştü. Bu aşamada esas olan zindanlarda yükselen sese ve iradeye yanıt olmak ve onunla bütünleşmektir.”

‘Kadınlar tarihin akışını değiştirmiştir’

Sürecin kadınlar açısından özelde ise Kürt kadınları açısından tarihsellik taşıdığına dikkat çeken Figen, “Ezilen insanlığın zorlu gelişim aşamalarında kadınların mücadele süreçlerine güçlü katılımları, kararlılıkları, riskleri göze alabilme cesaretleri ve kazanıma olan sade, dolaysız inançları birçok defa akışı değiştirmiş, kökten değişimler için yeni mecralar açmış. Bugün Leyla Güven'in öncülüğünde başlayıp gelişen süreç de bir bakıma böyle. Kadınların tarihsel ve yaşamsal rolü, onun eyleminde ve etrafında oluşan büyük eylemsellik çemberinde somutlaşıyor. Dolayısıyla hapishanelerde başlatılan açlık grevi hem kadın iradesinin hem de devrimci iradenin, kaos ve faşizmin hakim olduğu siyasete yönelik esaslı bir müdahalesidir ve belirleyici sorumluluk üstlenme hareketidir” ifadelerini kullandı. 

‘Esas olan talebin etkin biçimde sahiplenilmesi’

Açlık grevinin kitlesel bir karakter kazandığını ve cezaevlerindeki kitlesel katılımın yanı sıra halk hareketinin de yaygınlaştığını ifade eden Figen, “Elbette esas olan talebin etkin bir biçimde sahiplenilmesi, merkeze alınmasıdır. Ama bazı dönemlerde, tekil olduğunda etkisi sınırlı olan bir eylem biçimi, kitlesel tercihe dönüştüğünde şaşırtıcı bir çehreye bürünebilir. Şimdi süreç bu yönde gidiyor ve talebin yanıt bulması, sonuç elde edilmesi bakımından çok önemli bir düzey yaratıyor” diye belirtti. 

‘Şimdi memleketin de tecrit meselesiyle yüzleşmesi gerekiyor’

“Daha önce de defaatle, Leyla Güven'in temel talebi olan İmralı'da Sayın Abdullah Öcalan'a uygulanan tecrit sorununun, gerçek bir memleket meselesi olduğunu söyledik. Şimdi memleketin de artık daha tok bir sesle söylenen meseleyle yüzleşmesi gerekiyor” diyen Figen, İmralı’daki tecrit politikalarına ilişkin ise şunları söyledi: “Bırakalım ülkeleri, coğrafyaları, hiçbir evrende 3 yıl öncesine kadar resmi görüşmeler yapılan, ortak politik programlar hazırlanan geniş kitlelerin önder olarak sahiplendiği birinin, işkenceye varan bir katılıkla tecrit edilmesini açıklayamazsınız. Üstelik memlekette en kötürüm demokrasi bile mumla aranırken, faşizmin hak, özgürlük ve insanca yaşamla aramıza çektiği parmaklıklar böylesine büyürken, bu kesif kötülük hali Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklanmıyor gibi davranamazsınız. Açık ki Kürt düşmanlığı ve ırkçı-şoven politikalarda AKP-MHP iktidarıyla ortaklaşan kesimler için de bu politikalar her dönem gerekçe olarak kullanıp iktidara yapışacağını sananlar için de deniz bitmiştir. Elbet ayaklarını yere basmak zorunda kalacaklar ve Kürt sorunuyla (eşittir İmralı'yla) yüzleşmeden ayakta duramazlar. Yani, öncelikle egemen güçlerin açlık grevini doğru anlaması, Leyla Güven ve tüm politik tutsakların talebine ivedilikle yanıt vermesi gerekir.”

‘Devlet kendi vekilini öldürmeye çalışma suçunu üstlenmiş olur’

İktidarın Leyla’nın ilerleyen sağlık sorunlarına karşı “kör, sağır, dilsizi oynadığını” ancak gerçeği saklama ve taleplerden kaçma gibi bir şansı olmadığının altını çizen Figen, “Diğer taraftan Leyla Güven’in talebine yanıt vermeyen devlet kendi milletvekilini taammüden öldürmeye çalışma suçunu da üstlenmiş olur. Ayrıca hapishanelerde bedeninden ve iradesinden başka silahı olmayan savunmasız tutsakları, bilinçli bir kitle katliamına uğratmaya çalışmak anlamına da gelir bu. Herkesin tam da bu aşamada durumun ciddiyetini, varabileceği noktaları öngörerek adım atması çok önemli” uyarısında bulundu. 

‘Açlık grevindekiler, can vermek de can almak da istemiyor’

Sorumluluğun tamamen cezaevlerinin sırtına bırakılmaması gerektiğini, tutsakların en değerli varlıklarını, canlarını ortaya koyarak böyle bir direnişe giriştiğinde herkesin kendinden neleri sakındığını gözden geçirmek zorunda olduğunu vurgulayan Figen, “Süresiz açlık grevindeki direnişçiler, can vermek de can almak da istemiyorlar elbette. Ama kadınların, gençlerin, halkların, inançların, emekçilerin hep birlikte hak ettiği yaşama kavuşabilmesi için kendini ortaya koymaktan ve bedel ödemeyi göze almaktan başka yolu da yok. Tamam ölmeyelim ama yaşatalım; yaşatmak için, hep birlikte barış ve kardeşlik içinde yaşamak için bütün olanak, emek ve irademizi seferber edelim. Açlık grevlerinin ve Leyla Güven'in direnişinin özlü çağrısı budur. Bu çağrıya kulak verelim ve peşinden gidelim” ifadelerini kullandı. 

‘Bu işin ara çözümü yoktur talep eksenli adımlar olmalıdır’

Leyla’nın açlık grevlerinde kritik aşama olan 60’ıncı günü geride bırakmasına rağmen iktidar cephesinden somut bir adım ve açıklama yapılmamasına değinen Figen, iktidarın hızla somut adımlar atması gerektiğini vurguladı. Figen, değerlendirmesine şöyle devam etti: “İktidarın hızla somut adımlar atması gerekir. Bu işin bir ara çözümü de yoktur, bu nedenle doğrudan talep eksenli atılan adımlar olmalıdır. Öncelikle Sayın Öcalan'ın ailesi ve avukatlarıyla görüşmesinin koşulları sağlanmalı. Bununla beraber sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının sağlanması için gerekli politik süreçler işletilmelidir. Siyasi iktidar ve devlet, İmralı kapılarını açarak Abdullah Öcalan'ın ülkesel ve bölgesel krizlerin çözümünde oynayacağı kritik rolü bloke etmekten vazgeçmelidir. Çözüm süreci bitirilip İmralı kapıları kilitlendiğinden bugüne, darbeden tutalım savaş batağına saplanmaya kadar, iktidar ve devlet de kilitlenmiştir. İçte ve dışta büyük gürültülerle uyguladıkları bütün büyük planları boşa çıkıyor. Egemen politikaların kilitlendiği ve tahrip ediciliğinin yükseldiği koşullarda, zarar bilançosunun sonuçlarını Türkiye halklarının, yönetilen çoğunluğun ödememesi için de Öcalan gibi bir siyasi inisiyatifin devreye girmesine ihtiyaç var. Açlık grevleri, bu inisiyatif olmadığında nelerin kaybedildiğine dikkat çektiği gibi talebe yanıt verilerek tecrit kaldırılmadığında bugün nelerin kaybedileceği hakkında da iktidara bir uyarıdır.”

‘Dengeleri bozacak bir güç boy veriyor’

Açlık grevlerine ilişkin önceki dönemlerde cezaevlerinde yaşanan deneyimlere işaret eden Figen, “Birçok kesim, süresiz açlık grevi, ölüm orucu gibi dönem ve deneyimlerin kritik sıçramaların, sarsıcı eylem dinamiğinin, toplumsal vicdanın harekete geçişinin, büyük acı ve bedellerle olduğu kadar, büyük direniş ve kahramanlıklarla tarihte yeni bir sayfa açmanın zemini olduğunu bilir. Şimdi de aynı zemin ve irade devreye girmiştir. İktidar bu iradeyi doğru okuyup gerekli adımları atmak zorundadır. Şunu unutmamak gerekir; içinde bulunduğumuz süreci direnenlerin bükülmez iradesi belirleyecek. Açlık grevi gibi çoğu insan aklının almadığı zorlukta bir eyleme girenlerin, haklılık, masumiyet, meşruiyet bilinci ve gücünün çok gelişkin olduğunu da unutmamak gerekir. Birçok zalim iktidar bu güç karşısında, eski zalimliğiyle duramamıştır. Dengeler bozulup, yenileri kurulmuştur. Bugün de faşist iktidarın kurduğu yapay dengeyi bozacak güç ve çapta bir hareket boy veriyor, zindan duvarlarının arasında” dedi. 

‘Bizlere düşen toplumsal tabanı ve gücünü örgütlemek’

Leyla’nın seçilmiş bir halk vekili ve DTK Eşbaşkanı olarak hala cezaevinde tutulmasının halihazırda kabul edilebilir bir şey olmadığını kaydeden Figen, “Zaten açlık grevinin kaçınılmaz etkileri nedeniyle bir süre sonra duruşmalara çıkamayacak duruma gelebilir. Tabii bu aşamada esas olan açlık grevinin etkileri ve sağlık sorunları ağırlaşıp geri dönülmez bir noktaya gelmeden talebin karşılık bulmasıdır. Bizlere düşen Leyla Güven’in ve tüm devrimci tutsakların talebi doğrultusunda seferber olmak, onun toplumsal tabanı ve gücünü örgütlemektir” diye kaydetti. 

‘Açlık grevi her dönem dönemeç rolü oynamıştır’

Cezaevlerinde kitleselleşen açlık grevi eylemlerine değinen Figen, Türkiye'deki özgürlük ve demokrasi güçleri için açlık grevlerinin hem birleşme hem de ayrışma dönemeci olduğunu belirtti. Figen, cezaevindeki açlık grevlerine ilişkin şunları söyledi: “Herkesin bu dönemeçte doğru tutum alması tarihi ve yaşamsal bir önem taşır. Geçmişteki açlık grevi-ölüm orucu süreçlerine baktığımızda, 1982-84, 1996, 2000 ve 2012 tarihleri tam bir dönemeç rolü oynamıştır. Bir taraftan halkların emekçi, özgürlükçü güçlerini yeni ve ileri düzeyde birleştirip, mücadele niteliğiyle donatırken, bir taraftan da hareketin dışında kalanları, devrimci demokratik özünü sahiplenmeyenleri ayrıştırdı. Hatta birçok politik ve toplumsal kesimi devre dışı bırakarak, ağır faşizm ve saldırganlık rejimleri karşısında kendi evinin önünü koruyamaz hale getirdi.”

‘Daha geniş bir kesim açlık grevleri etrafında birleşmelidir’

Sözü edilen deneyimlerin unutulmaması gerektiğini belirten Figen, “Sayın Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılması talepli mücadelenin devrimci-demokratik muhtevasını, antifaşist mücadele ve hedeflerde tuttuğu yeri iyi görerek, daha geniş bir kesim açlık grevleri etrafında birleşmelidir. Bugün tek adam diktatörlüğüne, savaş, zulüm ve ağır sömürü düzenine karşı çıkan, mücadele veren bütün toplumsal özneler, bu hayati mücadelenin ve kazanımın yolunun İmralı'dan geçtiğini de görmelidir. Kürtlere kaybettirildiği bir Türkiye'de emek, demokrasi, özgürlükler adına kimse bir şey kazanamaz. İşte bu nedenle, birlikte mücadele edip, birlikte kazanmanın yoluna bakmalı herkes” dedi. 

Röportaj: Habibe Eren

15 Ocak 2019