Yüksekdağ: AKP’nin alternatifi; AKP’nin türevi, eskisi ya da yenisi değildir, başka bir yol vardır

Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ'ın Taz Gazetesi'ne verdiği röportajın tamamı:

HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, 5 Kasım 2016 tarihinden beri Kocaeli 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunuyor. Mektup aracılığıyla temas kurduğumuz Yüksekdağ, eşbaşkanlığa yönelik saldırılar, belediyelere atanan kayyımlar, cezaevi koşulları ve Türkiye’deki siyasal gelişmelere dair sorularımızı yanıtladı.

taz.gazete: Öncelikle cezaevindeki koşulları sormak istiyoruz. İnsan hakları ihlallerinin cezaevlerinde yoğun olarak yaşandığını sıkça okuyoruz, siz bu tür ihlallerle karşılaşıyor musunuz?

Figen Yüksekdağ: Son dönemde yaşanan ağır hak ihlallerine bakılırsa hapishane koşullarının hiç de iyi olmadığı görülür. Biz de bu genel tablodan payımıza düşeni alıyoruz. Bazen iktidarın kamuoyunda hakkımızda yürüttüğü olumsuz algı operasyonları, nefret söylemi ve geliştirilen linç psikolojisi nedeniyle payımıza fazlası da düşebiliyor. Kimi zamanlar kışkırtılmış ya da iktidar yörüngesindeki bir memurun provokasyon girişimleriyle ya da ironik anlamda “özel muamelesiyle” karşılaşabiliyoruz. Tutuklanmadan önceki süreçte “Bunların Meclis’te ne işi var, hapiste olmaları gerekir” diye linç ve algı operasyonu yürütüyorlardı . Şimdi de bizi hapiste ama yaşam ve direnç fonksiyonları yerinde görünce “Bunların hapiste ne işi var, mezarda olmaları gerekir” ya da "Bu kadar iyi görünmemeleri gerekir" diye düşünen bir kesim var. Düşünce böyle olunca sonuçları bize birçok açıdan yansıyor. Son örneği Sayın Selahattin Demirtaş'ın sağlık sorunu acil olmasına rağmen hastaneye götürülmemesinde yaşandı. Kadın siyasetçilerin, yani bizim bulunduğumuz Kandıra 1 No'lu F Tipi Cezaevi'nde de keyfi ve hak ihlaline yol açan soruşturmalar, cezalar, yaratılan bilinçli gerilimler biçiminde sorunlar yaşanıyor.

Yükselen faşizan politikalar, muhaliflerin iktidar güdümündeki yargı eliyle cezalandırılması, hapishaneleri insani ve siyasi bir kriz merkezine dönüştürdü. Türkiye tutuklu ve hükümlü sayısı olarak dünya üçüncüsü. İktidarsa buna yol açan antidemokratik şartlara, yasalara toz kondurmadan, yeni cezaevleri açarak sorun çözmeye çalışıyor ve bununla övünüyor. Siyasi sorunlara çözüm üretip, demokratik bir hukuk sistemi ve bağımsız yargı mekanizması kurulmadan, cezaevlerindeki temel insan hak ihlalleri de ortadan kaldırılamaz. Şu an hapishanelerde kurumsal olarak uygulanan tecrit-izolasyon, şiddet ve kimi yerlerde sistematik işkence, kitap-yayın yasağı, hasta mahpusların ölüme terk edilmesi, sudan gerekçelerle açılan soruşturmalar, verilen disiplin cezaları ve onun yarattığı, koruduğu faşizan işleyişten besleniyor. Bu nedenle bir yandan özel anlamda hapishanelerde yaşanan ağır sorunlara, hak ihlallerine karşı mücadele edip, düzeltici ve tutsaklarla dayanışmacı bir hat izlerken, diğer yandan makro siyasette yaşanan "insanlıktan çıkış" haline mücadele etmek çok önemli. Demokratik olmaktan çıkan ya da varlığını despotik karakterine borçlu olan Türkiye'deki gibi iktidarlar; hızla insanlıktan da çıkabiliyor. Vicdanını yitiriyor. Ortaya öyle durumlar görüntüler çıkıyor ki, hiçbir hukuki ve ahlaki kavramla açıklamak mümkün değil. Mesela katilliği, öldürme eğilimi tescillenmiş insanlar, iyi hal indirimiyle erken tahliye olarak ya da cezaevinden izinli çıkarak cinayet işlerken, suçu HDP üyeliği olan, tweet atan, basın açıklamasına katılan, konuşma yapan birçok insan antiterör yasalarının hışmına uğrayarak cezaevlerinde ölüme terk ediliyor. Ölümcül hastalıklarına rağmen, sırf iktidar karşıtı oldukları için tahliye edilmiyor.

Şartlar böyleyken benim de hapishane yaşamımın kabul edilir olduğu söylenemez. Zaten tutsaklığımız kabul edilebilir değil. Ama Türkiye halklarının siyasetçisiyiz ve demokrasi mücadelesini bazen taş duvarlar arasında vermemiz gerekebileceğini biliyoruz. Ben de bu nedenle her günümü dolu ve nitelikli geçirmeye çalışıyorum. Okumak, çalışmak, tartışmak ve derinleşmek için değerlendiriyorum zamanımı.

HDP'de üç yıl boyunca eşbaşkanlık yaptınız. Bugün tutuklanan belediye eşbaşkanlarının tutuklanma gerekçeleri arasında Eşbaşkanlık uygulaması da gösteriliyor. Eşbaşkanlık kurumu neden iktidarın hedefinde?

Eşbaşkanlık sistemi, mevcut yönetim biçimine kökten bir itiraz ve somut bir alternatif anlamına geliyor. Bu nedenle her zaman egemen siyaset merkezinin bizim uyguladığımız sisteme karşı hoşnutsuzluğu vardı. Kimi zaman açık saldırılarla, kimi zaman da bu sistemin uygulanmasını zorlaştırarak, önüne yasal engeller koyarak tavırlarını yansıttılar. Sistemin baskıcı, faşizan, erkek egemen yapısını dinci gerici siyaset anlayışıyla birleşince kadın-erkek eşitliği hakkında iyi cümleler kurmak mümkün değil. Zira tam da bu nedenle AKP-Erdoğan iktidarı döneminde kadının sosyal ve siyasal pozisyonu dramatik düzeyde geriledi. Kadınların yaşamlarının tehdit edildiği, cinayetin-şiddetin hedefi olduğu, kazanılmış medeni haklarının geri alındığı karanlık bir dönemde HDP'nin eşbaşkanlık sistemi ve uygulaması, bir umut ışığı, kadının toplumsal pozisyonunu güçlendiren siyasi bir avantaj oldu. Milyonlarca kadın eşbaşkanlık ve eşit temsiliyet modelinde, bu uygulamanın ruhunda kendini gördü. Kendi özlemlerini, saygınlığını, gücünü, özgüvenini yeniden keşfetti. Kadınların dünyasında büyük bir politik uyanışın sembolü oldu. Bugüne kadar on binlerce kadın partinin yönetim kademelerinde eşbaşkanlık görevi üstlendi. Sosyal hayata katılması yasaklı, ilkokul mezunu, ev-çocuk dışında yaşam alanı tanımayan kadınlar gelip yönetimlerde mucizeler yarattı.

Mevcut siyasi iktidar ve onunla aynı zihniyeti paylaşanlar, HDP saflarında ortaya çıkan bu kadın gücünü, niteliğini tasfiye etmeye çalışıyorlar. Belediyelerimize kayyım atamaları ve alıkoyma operasyonlarında eşbaşkanlık sisteminin özel olarak hedeflenmesi de bu nedenledir. Eşbaşkanlık sisteminin yerellerde, belediye yönetimlerinde uygulanması, hem tabanda kadın-erkek eşitliği ve yönetimde adil paylaşım örneği sergiliyor, hem de günlük yaşamın, evlerin, mahallelerin içerisinden toplumun  demokratikleşmesinin önünü açıyordu. Şimdi, yönetimde kadının varlığını güvence altına alan eşbaşkanlık sistemi "terörist operasyonlarının" uzantısı ilan edilerek, bugüne kadar binlerce emekle yaratılan değerlere yönelik büyük bir kıyım gerçekleştiriliyor. İktidarın ve erkek egemen statükocu siyasetin, HDP'li kadın eşbaşkanlara yönelik ayrımcılıkları, özel saldırgan tutumları daima olmuştur; ama bu kez sistemi tümden hedefleten, ortadan kaldırmaya çalışan bir müdahale söz konusudur. Kadının siyasetteki etkisini kırma, aynı zamanda ideolojik olarak da kadın düşmanı, gerici zihniyeti topluma dayatma anlamı taşıyan bu saldırıyı kabul etmemiz elbette mümkün değil. Eşbaşkanlığı fiili olarak uygulamaktan vazgeçemeyeceğimiz gibi, eş genel başkanlık düzeyinde resmen kabul edilmesi örneğinde olduğu gibi, bütün siyasi kademelerde kabul edilmesi, güvence altına alınması mücadelesini de sürdüreceğiz.

İktidarın HDP’ye bu kadar baskı altına almasının nedeni sizce ne?

HDP aldığı bütün darbelere, yaşadığı ağır kayıplara rağmen hala Türkiye’de dinamik yönetim alternatifi durumundadır. Son seçimler de gösterdi ki belirleyici pozisyonunu yitirmediği gibi güçlendirmiştir. Evet, özellikle de son iki-üç yılda il ve ilçe örgütlerimizi defalarca yeniden kurmak zorunda kaldık; çünkü tutuklamaların arkası kesilmiyor. Size en basit örneği buradan vereyim: Bulunduğum Kandıra 1No’lu F Tipi Cezaevi’ne bu yıl bitmeden ikinci kez Kocaeli il örgütünden arkadaşlarımız tutuklanarak getirildi. Arkadaşlarımız sudan gerekçelerle yılda iki kez tutuklanıp, yılın en az yarısını hapiste geçiriyor. Ayrıca bu siyasi operasyonlar kongre hazırlık sürecinde yapıldığı için, parti örgütsel yapısını böylece felç etmeyi, HDP’nin gövdesini, tabanını tüketmeyi hedefliyor.

Bu çok kapsamlı ve ciddi bir siyasi saldırı. Türkiye'de demokratik hakların kalıntısını dahi bırakmak istemeyenlerin hazırladığı bir düzenek. Zira HDP'nin içinde insan bırakmayacak düzeyde böyle saldırılarla yüzyüze olması, pamuk ipliğine bağlı kısmi demokratik hakların tümden tasfiyesi anlamına geliyor. HDP'ye saldırılar nezdinde, Türkiye'de siyasi parti çalışması yapmayı imkansız hale getirmeye çalışıyorlar. Parti kapatmaya alternatif olarak benimsedikleri bir yöntem bu. Türkiye hapishanelerinde binlerce tutuklu siyasetçi var bugün. "Partiyi kapatamazsam partiliyi kapatırım" diye düşünüyorlar ve bunu demokratik siyaset kurumları üzerinde resmi bir terör faaliyetine, iktidar terörüne dönüştürmüş durumdalar. Partimize yönelik siyasi baskı ve kitlesel tutuklamalar yıldırarak, korku, panik, çaresizlik yaratarak muhalefeti etkisiz kılma siyasetinin bir yansıması.

İşin hakikatine baktığınızda HDP'ye kaybettirmek için tutundukları en cılız meşruiyet dallarını bile feda edenler, esasında bütün bir ülkeye kaybettirdiler. Ayrıca kendileri de kazanmadı. Son seçimlerde hükümet ve Erdoğan'ın çoğunluk desteğini yitirdiği kesinlik kazandı. 2015'ten bu yana zoraki olarak ve siyasi zor kullanarak iktidarda kalıyorlardı ama artık kurulan yapay dengelerin de süresi doldu. Ama bunun karşısında HDP haklı ve meşru pozisyonunu korumak gibi bir üstünlüğe sahip. Bu, iktidar sahiplerinin anlayamadığı bir üstünlüktür. Halk, güçlülerin bütün zorbalığına, kazanılmış haklarına el koyma saldırganlığına karşı ahlaki tavır almıştır ve HDP'yi destekleyerek iktidar partisine demokratik bir yenilgi yaşatmıştır.

Ne var ki AKP-Erdoğan iktidarı demokratik zeminden tamamen uzaklaşmış olduğu için, bu yenilgiyi de kabul etmeyip acısını HDP'den ve ona oy veren halktan çıkarmaya yöneldi. Seçilmiş belediyelerimize kayyım atanması, bazı belediyelerimizde seçimin hemen ardından başkanlıklara el konulması ve eşbaşkanlarımızın kriminalize edilerek, haksız ve ispatsız gerekçelerle tutuklanması, AKP'nin demokratik seçimlere ve demokratik kriterlere tahammülsüzlüğünün bir sonucudur. Bu nedenle kesintisiz saldırılarla HDP'yi devre dışına bırakmaya çalışıyorlar.

Baskılar karşısında HDP’nin sine-i millet kararı alacağı yönünde bir tartışma başladı. Ancak bir deklarasyonla demokratik siyaseti büyütme kararı aldı. Sizce sine-i millet kararı alınmalı mıydı?

Parti halka danışarak, yetkili tüm kurullarında tartışarak, seçimle geldiği kurumlarda kalma kararı aldı. Dolayısıyla sine-i millet bugün açısında tüketilmiş bir tartışmadır. Bu taktik bir konudur; sürece ve ihtiyaçlara göre gündeme gelir.  Dolayısıyla güncel olarak bulunduğumuz mevzilerde, belediyelerde, parlamentoda siyasi mücadeleyi etkinleştirmeye yoğunlaşmalıyız. Ama bizleri yerelde ve merkezde siyaset dışına itmeye çalışanların, HDP’yi kaybederlerse ne kaybedeceklerini daha çok düşünmeleri gerekiyor.

HDP ne yapmalı, yakın zamanda kongresini de gerçekleştirecek. Pratikte nasıl bir siyaset tarzı önüne koymalı?

HDP'nin önümüzdeki kongreden de yenilenerek, güç toplayarak çıkacağına inanıyorum. Parti programının, kurulan güçlü söylemin, yaratılan umut ve heyecanın toplumda güçlü bir karşılığı var. HDP'nin son yıllarda iktidarın şiddetli saldırılarına hedef olması, yaşadığı ağır kadro kaybı, halklar üzerinde yarattığı etkiye ve sürekliliği ortadan kaldırmadı. Aksine tabanımızda kenetlenme eğilimini, yaratılan mağduriyet ve uğranan haksızlık karşısında ahlaki-politik bilincin, direncin gelişimini yarattı. Bugün HDP, klasik bir parti, örgütler ya da binalar, belediyeler ya da Meclis olmanın ötesinde, halkın bu yeni bilinci ve direncidir. 

Esas almamız gereken de en ağır şartlar altında partisine, iradesine sahip çıkan halkların, kadınların talepleri, düzeyi ve bilinci olacaktır. 

Bu şartlar altında HDP seçmenlerinin beklentisi nedir?

Halk HDP'den daha kararlı, etki düzeyi yüksek, taleplerini güçlü şekilde dile getiren bir öncülük bekliyor. Ama bunun yanı sıra, halkın politikada özne olması, yönetime, siyasete katılma zeminini de güçlendirmeliyiz.

Yönetimin ve siyasetin bu kadar merkezileştirildiği, tek adam rejiminin kriz ve otoriterliği bu kadar çekilmez hale getirdiği düşünülürse, demokratik sisteme, anlayışa ve tabanın katılımına dayanan kolektif, çoğulcu siyasi alternatifi güçlendirmek bizim için hayati önemdedir.

HDP'nin önüne koyduğu hedeflerden biri de antifaşist, özgürlükçü esaslara dayanan demokrasi ittifakı olarak tarif edilen süreci yeni aşamalara taşımaktır. Son yerel seçimlerde tabana ve demokratik kazanımlara dayanan, faşizmi geriletmeyi hedefleyen ittifak tavrı ve sandık işbirliği genel açısından olumlu sonuç verdi. Ama seçimlerin hemen ardından HDP'nin kazandığı belediyelere el konması, kayyım atmaları, oluşan ittifak zemininde kırılganlığa yol açtı. Kürtlere ve HDP'ye karşı ayrımcılık bu kadar ciddi bir düzeye ulaşmışken, AKP'ye karşı kazanmak isteyenlerin önce Kürtleri ve HDP'yi kazanması ihtiyacı daha belirgin hale gelmiştir. Bugün ittifak ve demokratik güç birliği sorumluluklarımızı yok sayamayız ama HDP'nin bütün merkez partilerden farklı ve bağımsız olarak tutarlı ve herkes için demokrasi çizgisini bir merkeze dönüştürmesi gerekiyor. Demokrasi, hak ve özgürlükler mücadelesinde, politik alternatif sunma pratiğinde lokomotif rolü oynamasına ihtiyaç var. Türkiye'nin gerçek demokratik gelişim dinamiğini kapsayan ve temsil eden bir parti olarak birilerinin katarına dizilmesi ya da çıkarlarına kompartıman olması beklenemez. Bu nedenle kendi durduğu zemini güçlendirecek ve bu gücü toplum hizmetine, yararına sunacaktır. Bunu yaparken egemen siyaset tarafından en çok dıştalanan, ezilen kesimlerin sesini, adalet isteğini ön plana çıkaracaktır. Başta Kürt sorunu olmak üzere, AKP ve merkez siyaset partilerinin görmezden geldiği ve ağırlaştırdığı sorunları çözme iddia ve iradesine dayanacaktır. Zaten HDP bu çizgisiyle HDP olmuştur ve önümüzdeki süreçte bu çizginin gelişeceğini ve belirleyici rolünün artacağını düşünüyorum. 

Bunlarla birlikte, siyasi iktidar ve dönem partileri tarafından yaratılan bölünme, kutuplaştırma, çatışma ve gerilim hattı karşısında HDP çatısı altında oluşan birleşikliğin değeri ve etkisinin artacağına inanıyorum. Kongre sürecimiz HDP'nin bir Türkiye partisi olarak temsil ettiği Doğu-Batı birliği, farklı demokratik akımları kapsama, ortak hareket etme zeminini de sağlamlaştıracaktır. Halkın umut ve beklentisi bu yöndedir.

Elbette bu süreçte fiili meşru mücadele, halkın temsiliyet alanlarına sahip çıkma pratiği önemli rol oynayacaktır. Sandık iradesine, seçmen tercihlerine darbe ve gasp etme siyasetinin temel iktidar taktiğine dönüştüğünü dikkate alırsak, halkın en başat seçme ve seçilme hakkı için mücadelenin de öncelik kazandığını görebiliriz. Bu temelde bir toplumsal hareket hazırlamak ve öncülük etmek, ertelenemez bir görev olarak önümüzde duruyor.

HDP’nin tutuklamalarla fiili olarak kapatılmak istendiği belirtiliyor. HDP buna karşı nasıl bir çıkış bulmalı?

AKP-MHP ittifakı ve Erdoğan'ın amacı HDP'yi resmi olarak kapatamıyorsa fiili olarak kapatmak, işlevsiz bırakmak. Üç yıldır, bizim tutuklanmamızdan bu yana bunun için uğraşıyorlar. Yaklaşık 20 bin HDP'li gözaltına alındı bu süre içerisinde. Ortalama 10 bini tutuklandı. Kimileri ceza aldı, kimileri de aktif siyaset dışına itildi. Tarihte eşi-benzeri az görülür bir tasfiye saldırısı yaşadık, hala da yaşıyoruz. HDP'ye oy veren insanlar bile, tercihlerini değiştirmediği için saldırıya uğruyor, seçen yıl Suruç örneğinde olduğu gibi katlediliyor. Ama bütün bunlara rağmen çok güçlü bir direnç var. Sokağın, siyasi faaliyet yürütmenin neredeyse tamamen yasaklandığı bir ortamda hareket alanı ve kabiliyetinin ciddi olarak sınırlandığını, zarar gördüğünü reddedemeyiz. Elbette asıl önemli olan, buna rağmen yol almaktır.

Halk çok zorlu koşullarda siyaset yaptığımızı biliyor ve özellikle seçin süreçlerinde komisyonlarımızda, üye defterlerimizde kayıtlı olmasa da inisiyatif üstleniyor. Politik kitlenin kendine göre bulduğu, belirlediği bir savunma ve direniş yöntemi bu. Aynı zamanda büyük bir gönüllü hareketi. Bu hareketi geliştirmeye, inisiyatif ve katılım alanını büyütmeye çalışmalıyız. Bizler politik rehineler olarak içeriden onlara sadece umut ve cesaret vermeye çalışıyoruz. Ama dışarıda daha işler ve esnek, özgür sistemler kurulabilir.

Tabii ki en geçerli çıkış yolu, HDP'nin kendi çizgisinde, haklılığında ısrardır. Yaşadığımız çok ağır kayıplara, gördüğümüz zarara rağmen tarih bizim programımızı, mücadelemizi haklı çıkarmıştır. Bu direnmek, kendine güvenmek ve kazanacağına inanmak için yeterli bir gerekçedir.

Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu partilerle siyasete devam etmeleri bekleniyor. AKP içerisinden çıkan iki parti Türkiye siyasetini nasıl etkileyecek. İktidara bir alternatif olabilirler mi? Siz ne düşünüyorsunuz?

Yeni partiler eski zihniyet üzerinden kurulunca geçerli bir alternatif olamaz. Ayrıca Türkiye’nin klasik bir zihniyetten çok siyaset ve zihniyet değişimine ihtiyacı var. Özellikle demokratik yeniden yapılandırma, evrensel hak ve özgürlüklere dayanan yeni Anayasa, Kürt sorununun çözümü gibi acil müdahale bekleyen konularda Davutoğlu ve Babacan cephesinden ihtiyaca cevap olan bir söylem ve program ortaya konulmadı. Aksine oluşan ve biriken sorunların kaynağında eski AKP’li bu iki isim de vardır. Birinin başbakanlık, diğerinin ekonomiden sorumlu bakanlık yaptığını dikkate alırsak, her şeyden önce bugünkü iktidar canavarının yaratılmasındaki paylarının özeleştirisini vermeleri beklenirdi. Böyle özeleştirel bir yaklaşımları olmadığı gibi somut ve güçlü bir vaat ve siyasi bir iddia da yok. Fark yaratmak, enerji ve çözüm gücü ortaya koymak yerine, AKP'den ne gelir-ne gelmez hesabına, kaba siyasi aritmetiğe dayanan bir yok izliyorlar. Ama bizler bu hesapları yapmak ve sonucunda bir şeyler beklemekle uğraşamayız. Üstelik artık Türkiye'de iktidar ve alternatifleri hakkında konuşurken, sürekli AKP ve türevlerinden söz etmekten, bunları tartışmaktan da uzak durmalıyız. Bunu ülkede gerçek bir demokratik değişim isteyen, ekonomik politik krizden mustarip herkesi dahil ederek söylüyorum. AKP’nin alternatifi, AKP’nin türevi, eskisi ya da yenisi değildir. Başka bir yol vardır ve iktidara alternatif olarak kararlılıkla bu yolun izlenmesi ve tahkim edilmesi gerekir.

Bugün Türkiye'deki otoriter tekçi rejim karşısındaki en önemli ve değiştirme kabiliyetine sahip siyasi alternatif HDP ve onun demokratik ittifaka dayanana çözüm çizgisidir. Uğradığı bütün saldırılara, kazanımlarının gasp edilmesine, meşru siyaset alanının dışına itme operasyonlarına rağmen, ülkenin Doğusuyla Batısını birleştirebilen, tabanda birleşme-ortak hareket etme ve kazanma enerjisi uyandırabilen bir parti olarak, önümüzdeki süreçteki belirleyici pozisyonu artmıştır.

Röportaj: Yasin Kobulan

20 Aralık 2019