HDP Grubu adına Mardin Milletvekili Gülser YILDIRIM’ın Türkiye İnsan Hakları Kurumu bütçesi üzerine konuşması

26. Birleşim
11 Aralık 2014

Görüşülmekte olan yasa tasarısının Türkiye İnsan Hakları Kurumu bütçesi hakkında Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.

Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi 10 Aralık tarihi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edildiği 66’ncı yıl dönümüydü. Bu anlamlı günün hemen ertesinde ülkedeki insan hakları temel hak ve özgürlükler gibi temel sorunlara dair olumlu şeyler söylemeyi çok isterdim fakat üzülerek belirtmeliyim ki ülkedeki temel insan hak ve hürriyetleri üzerine yapacağım bu kısa konuşma son derece olumsuz bir tablo çıkarmaktadır. Öncelikle, dünyada ve ülkemizde bu anlamlı günde insan hakları, demokrasi ve özgürlük mücadelesinde yaşamını yitiren tüm insanları saygıyla anıyorum.
Değerli arkadaşlar, insan hakları kurumlarının dün kamuoyuyla paylaştığı bir raporlama çalışmasında Türkiye’nin bir yıllık insan hakları karnesi açıklandı. Raporda sadece 2014 yılı içerisinde 2 bin insanın insan hakları ihlalleri sonucu yaşamını yitirdiğini belirtmektedir.
Başta maden ocaklarında olmak üzere yaşanan iş kazaları ve iş cinayetleri, Suriye ve Orta Doğu’da sürmekte olan savaşlar yüzünden yaşanan göçler ve göçmenlerin yaşadığı sorunlar, Kobani direnişini sahiplenme amacıyla yapılan kitlesel gösterilerde insanlara uygulanan polis şiddeti 2014 yılının öne çıkan insan hakları ihlallerindendir.

“Yeni bir Türkiye” sloganıyla iktidara gelen ve özellikle son birkaç yıldır iyice otoriterleşip bütün devlet kurumlarını âdeta kendi tekelinde birleştirmeye çalışan AKP iktidarı, yeni güvenlik paketiyle zaten bir kangrene dönüşen temel hak ve özgürlükler alanını iyice daraltıp muhalefeti soluksuz bırakmaya çalışmaktadır.

Ülkemizde 2014 yılında işlenen 2 bine yakın cinayetin tümü insan yaşam hakkının ihlali kapsamına girer. Yaşam hakkı ihlali sadece devletin güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen öldürme olayları değil, üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen fakat devletin etkin bir önleme ve koruma yükümlülüğünü yerine getirmeyerek neden olduğu ihlalleri de kapsamaktadır.

2014 yılında birisi Türkiyeli, biri Afgan, biri Ukraynalı, biri Rojavalı olmak üzere toplam 5 kişi gözaltında yaşamını yitirmiştir. Kolluk güçlerinin yargısız infazı “dur” ihtirana uymadığı gerekçesiyle ya da rastgele ateş açması sonucu 39 kişi yaşamını yitirmiş, 61 kişi yaralanmıştır. Yine, aynı şekilde kolluk kuvvetlerinin toplantı ve gösterilere müdahalesi sonucu 21 kişi, köy korucuları tarafından işlenen cinayetlerde 5 kişi, faili meçhul cinayetlerde 50 kişi, cezaevlerinde 38 kişi, zorunlu askerlik görevini yaparken şüpheli biçimde 35 kişi yaşamını yitirmiştir. Erkek şiddeti sonucu 294 kadın yaşamını yitirmiş, 458 kadın yaralanmış, 142 kadın taciz ve tecavüze uğramıştır. Nefret cinayetleri, ırkçı saldırılar ve linçler sonucu 11 kişi, iş kazaları ve cinayetleri sonucu 1.723 emekçi yaşamını yitirmiştir. Sadece Rojava sınırında seken kurşunlar, patlayan bombalar ve sınırı geçmeye çalışan insanlara güvenlik güçleri tarafından açılan ateş sonucu, 4’ü çocuk olmak üzere, 27 kişi yaşamını yitirmiş, 85 kişi yaralanmıştır.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na 2014 yılının ilk on bir ayında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam 726 kişi başvurmuş, başvuranlardan 257’sinde işkence ve kötü muamele gördükleri raporlarla ispatlanmıştır.

Yine, aynı şekilde 2014 yılının ilk on bir ayında, 64’ü çocuk olmak üzere, toplam 1.018 kişi güvenlik güçleri ve köy korucuları tarafından işkence gördükleri iddiasıyla İnsan Hakları Derneğine başvurmuştur.

Değerli arkadaşlar, 2014 yılına birçok insan barış ve demokratik çözüm süreci adına büyük umutlar yüklemişti. Fakat, maalesef, bu yıl da geçmiş birçok yıl gibi demokrasi, özgürlük, barış ve adalet adına heba edilmiş bir yıl olarak ülkenin siyaset tarihine kaydedilmiştir. İnsan hakları ve demokrasi sorununun kilit noktası olan Kürt sorununda herhangi bir ilerleme sağlanamadığında, kadın, emek, demokrasi ve bir bütün olarak insan hakları alanında bir ilerlemenin sağlanması mümkün değildir.

2014 yılında barış ve müzakere sürecinde Hükûmetin çabaları beklentilerin çok altında kalmış, Hükûmet süreci tek taraflı bir kontrol altında tutmaya çabaladıkça kamuoyunun şüpheleri artmış ve barış sürecine dair umutları yavaş yavaş tükenmeye başlamıştır. Süreci hukuksal bir zemine oturtmada Hükûmetin takındığı isteksiz tavır ve Hükûmetin gittikçe otoriterleşip bütün sorunu kamu düzeni ve güvenlik eksenine sıkıştırması sürecin önünü ciddi anlamda tıkatmıştır.

Dünyadaki bütün barış ve müzakere süreçlerine baktığımızda, toplumların hafızasında derin yaralar bırakan çatışmaların ancak samimiyet, değişim isteği ve cesaretle mümkün olabileceğini göstermektedir. Geçmişle yüzleşme, hakikat ve adalet komisyonlarını bile kurmakta tereddüt eden bir devlet aklı bugün çözüm sürecinin en çok sekteye uğratan ve ağırdan alan taraf hâline gelmiştir. Tüm bunların üstüne, son birkaç aydır KCK adı altında yürütülen soruşturmalar, tutuklamalar, TMK’nın 6008 sayılı Yasa’sında geçen “Gösterilerde gözaltına alınan 18 yaş altı çocuklar örgüt üyeliğinden yargılanamazlar.” hükmüne rağmen çocuklara örgüt üyeliğinden açılan onlarca dava barış sürecini ciddi anlamda riske etmektedir.

2014 yılının ilk on bir ayında, önceki yıllarda başlatılan KCK davalarında 643 kişi tahliye edilirken aynı dönemde 2.380 kişi gözaltına alınmış, 377 kişi tutuklanmıştır. Gözaltına alınan 2.380 kişiden 1.887’sinin ve tutuklananlardan 377 kişiden 187’sinin eylül, ekim ve kasım aylarında gerçekleşmesi manidardır. Yani, devlet cezaevinin bir kapısından insanları bırakırken öbür kapıdan tekrar içeriye doldurmaktadır.

2014 yılının ilk on bir ayında, 410’u çocuk, toplam 8.405 kişi gözaltına alınmış, 68’i çocuk olmak üzere 803 kişi tutuklanmıştır. İnternet ve basın üzerindeki sansür ve baskı devam ederken 2014 yılında yasaklanan toplam etkinlik sayısı 82’ye ulaşmıştır.

Sadece cezaevlerinde kalan toplam tutuklu ve hükümlü insan sayısının bir istatistiği ortaya çıkarıldığında durumun vahameti kendini göstermektedir: Kasım 2014 yılı itibarıyla cezaevlerinde 154.197 tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. AKP iktidara geldiğinde bu sayı sadece 59.429 idi. Oysa bizim ülkemiz hariç dünyanın diğer bütün ülkelerinde ileri demokrasi ile cezaevlerinde kalan insan sayısı ters orantılıdır. Bugün bu ülkenin cezaevlerinde 1.984 çocuğun yatıyor olması bu devletin en büyük ayıplarından birisi olarak karşımızda durmaktadır. Dünyanın standartlarını ölçü aldığımızda yargılanan sanıklardan 3 kişiden 1’i tutuklanırken Türkiye’de her 2 sanıktan 1’i tutuklanmaktadır. Tutuklama oranı ve tutuklu sayısının bu kadar yüksek oluşu dünya standartlarının neresinde olduğumuzu da ortaya çıkarmaktadır. Bu oranın düşürülmesine yönelik olarak çalışmalar yürütülmüş ise de yargı paketlerinin de bu soruna ilaç olmadığı açıkça ortaya çıkmıştır.

Son yıllarda sürekli gündemi meşgul eden tutukluluk sürelerinin uzunluğu ile ilgili olarak yargının hazırlanması gerekmekte ve mağduriyet oluşmaması için yargı organlarına büyük iş düşmektedir. 1970’li yıllardan beri politik baskılardan dolayı sürgünde yaşayan insanların bir an önce ülkeye dönmeleri için yasal düzenlemelerin çıkarılması gerekmektedir. AKP döneminde başta Roboski katliamı, Diyarbakır’da gerçekleşen ve 2006 Mart olayları olarak hafızalarda yer alan ve en son 6-7 Ekim 2014 tarihinde gerçekleşen ve onlarca insanın yaşamına mal olan, bizzat devlet güçleri tarafından işlenen sivil cinayetler olmak üzere gerçekleşen yüzlerce yaşam hakkı ihlalinin etkin bir soruşturma ile yürütülmesi ve suçluların yargı önüne çıkarılması gerekmektedir. İnsanın en temel hakkı olan yaşam hakkına karşı gerçekleşen bu fiillerde fail, devlet adına bile suç işlemişse gerçek bir hukuk devletinin görevi bu insanları yargının korumasından çıkarıp bizzat yargılamasıdır.

Geçtiğimiz yasama döneminde kamuoyunun gündemini meşgul eden anadilde savunma hakkını düzenleyen bir dizi yasal düzenleme de derde deva bir çözüm olmamış, dertleri derinleştirmekten öteye gidememiştir. Anadilde savunma hakkını sınırlı kullanıma indirgeyen o paket içerisinde yer alan hasta tutuklulara ilişkin düzenleme dahi hayat bulmamıştır.

Buradan özellikle Hükûmet çevrelerine seslenmek istiyorum: 2013 yılında 657 hasta mahpustan 243’ünün durumu ağırdı. İnsanların inatçı çabaları ve direnişi sonucu 73 kişi tahliye edildi ve 3 kişi maalesef tahliye edilemediği için cezaevinde yaşamını yitirdi. Bugün hâlen 581 hasta mahpustan 230’nun durumu ağırdır. Bu insanlardan bazılarının ailelerinin tek isteği “Eğer öleceklerse bile bizim aramızda ölsünler.” isteğidir. Bu mesele siyasal bir mesele olmaktan çok insani bir meseledir, bir vicdan ve insanlık meselesidir.
Bir taraftan insan kaçakçılarının istismarına maruz kalan, öbür taraftan barındıkları kamplarda ağır koşullarda yaşam mücadelesi veren mültecilerin sayısı neredeyse 2 milyona varmıştır. Suriye’den gelen mülteci ve sığınmacıların 220.000’i göreli de olsa iyi koşullarda yaşarken geriye kalan milyonlarca insan başta yiyecek ve barınma sorunları olmak üzere en temel insani yaşam koşullarından uzak yaşamlar sürmektedirler. Âdeta kölelik koşullarında çalıştırılan ve bir kısmı dilenciliğe mahkûm edilen sığınmacılar için geri gönderme merkezleri oluşturulmamış ve bu insanların hukuksal statüsünü belirlemeye yönelik herhangi bir yasa henüz çıkarılmamıştır. Özellikle Şengal, Ninova ve Kobani’den gelen ve çadır kentlerde ağır kış koşullarında yaşam mücadelesi veren yüz binlerce kadın, yaşlı ve çocuk Suriyeli sığınmacılara tanınan geçici koruma statüsünün kendilerini de tanınmasını beklemektedirler.

Yapılan son yasal düzenlemelerle temel hak ve hürriyetler alanında yapılan tüm iyileştirmeler ve reformlar bir anda ortadan kaldırılmıştır. Bütün bu düzenlemelerin Avrupa Parlamentosuna, Avrupa Konseyine, Ekonomik ve Sosyal Komiteye ve Bölgeler Komitesine sunulan 8 Ekim 2014 tarihli Türkiye 2014 Yılı İlerleme Raporu’ndan sonra yapılması dikkat çekicidir. Aynı şekilde daha önce de çıkarılan dördüncü yargı paketinin yarım sayfalık genel gerekçesinde, değişik tabirlerle 3 defa tasarının getirilme amacının ülkemizin uluslararası toplumdaki olumsuz görünümünü düzeltmek olduğu ifade edilmiştir. Eski Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin de paketin amacının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önündeki mahkûmiyetleri indirmek olduğunu ısrarla belirtmiştir. Tasarının, düşünce ve ifade hürriyeti ile örgütlenme haklarının gereğini yerine getirdikleri için yıllarca hapiste tutulan…