HDP grubu adına Urfa Milletvekili İbrahim Ayhan’ın Milli Eğitim Bakanlığı Bütçesi

32. Birleşim
17 Aralık 2014-Çarşamba

2015 Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi üzerine partim ve grubum adına söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlamadan önce sizleri ve ekranları başında bizleri izleyen halkımızı da saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle birkaç gün önce Pakistan’ın Peşaver kentinde, Taliban saldırısı sonucu katledilen çocuklarla ilgili düşüncemi ve partimizin bu konudaki görüşlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bu katliam, egemenlerin çıkarları için Pakistan’da, Suriye’de, Kürdistan’da, Rojava’da, Şengal’de ve birçok yerde yaşanan katliamların benzeri bir katliam, vahşet niteliğinde gerçekleşen bir katliam. Bu katliamda yaşamını yitiren çocuklarımızın acılarını paylaşıyor, özellikle Pakistan halkına başsağlığı dileklerimizi iletiyorum. Bunun dışında, partimizin de özellikle bu ve benzeri katliamlara karşı kesin, net tutumunun her zaman olduğunu ve bugün de bu tutuma sahip olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum ve tüm Pakistan halkına da başsağlığı dileklerimi iletmek istiyorum.

Kapitalist ulus devletlerin eğitim politikalarını belirlerken ve bunları hayata geçirirken öncelik verdikleri iki temel gereksinim, sermayenin ve devlete hâkim olan ideolojinin bekasıdır. Bu temelde, Türkiye gibi kapitalist ulus devletlerde de eğitim, sermayenin ihtiyaç duyduğu nitelikte insan gücünü yetiştirme ve toplumu ideolojik olarak belli bir kalıba sokma sürecidir. Sermayenin ihtiyaç duyduğu niteliklerde insan gücünü yetiştirirken eğitim sistemi tam bir eleme ve ayrıştırma aracı olarak işlev görür. Bu ayrıştırma, öğrencinin sosyoekonomik sınıfına, ideolojik konumuna, diline, kimliğine, inancına, cinsiyetine ve cinsel yönelimine göre belirlenmektedir. Eğitim sürecindeki merkezî sınavlar, mülakatlar, yönlendirmeler tam da bu amacı yerine getirmek için koşulları ortaya çıkarmaktadır. Zengin çocukların neredeyse tamamı illerde kendilerine yüksek gelir getirecek ve bunu sağlayacak bir eğitim alırken yoksul çocuklar ya okula gidememekte ya da binbir zorlukla okula gidenler meslek liselerine, imam hatiplere ve meslek yüksek okullarına yönlendirilmektedirler. Yani bir bütün olarak zengin çocukları kendi tercihlerini yaparken bu ideolojik ve siyasal tercihler çerçevesinde ileride olabilecekleri şekilde okullara yönlendirilmekte, yoksulların çocukları da kendi yaşamış olduğu koşullar çerçevesinde daha kıt olanaklarla, daha zor koşullarla karşı karşıya kalmakta, âdeta yoksulluk onlara bir kader olarak dayatılmaktadır.

Bu temelde, eğitim sistemi toplumdaki mevcut eşitsizlikleri ortadan kaldıracağı yerde her geçen gün bu eşitsizlikleri daha da derinleştirmekte ve daha da artırmaktadır. Yani şu ana kadar eğitim sistemindeki mevcut uygulamalar bu eşitsizlikleri azaltmaktan ziyade daha da fazlalaştırmış, daha da büyütmüştür.

Burada üzerinde durmak istediğim ikinci nokta ise egemenlerin eğitimi kendi siyasal ve ideolojik perspekfitlerini tüm topluma ve geleceğe aktarma süreci olarak ele alma hususudur. Diğer bir ifadeyle, siyasal iktidarlar, eğitimi toplumu şekillendirme süreci olarak ele almakta, araçsallaştırmakta ve sürekli olarak müdahalelerde bulunmaktadırlar. Bu temelde her hükûmet çocukların, gençlerin, bütün toplumun kendi gibi düşünmesini, kendi gibi inanmasını sağlayacak düzenlemelere gitmektedir. Düşünen, sorgulayan bir toplum yerine, aç da kalsa, susuz da kalsa, her gün emek sömürüsüne, polis şiddetine maruz da kalsa şükredecek bir toplum yaratmak için eğitime dair her şey merkezîleştirilmektedir. Kendileri gibi düşünmeyen, inanmayan ve kendileri gibi yaşamayanları ise eğitim sürecinde terbiye etmekte, sindirmekte, kodlamakta, ötekileştirmekte ve elemektedir.

Değerli arkadaşlar, tekçi, kapitalist, ulus devlet anlayışına dayalı Türkiye’de bu temelde eğitime sürekli müdahaleler olmuştur. Cumhuriyet tarihi boyunca eğitim sistemi başta Kemalizm, Türk-İslam sentezi, Turancılık, Neo-Osmanlıcılık gibi ideolojiler temelinde sürekli şekillendirilmiş ve bu biçimde ortaya konulan politikalarla eğitim süreci geliştirilmeye, eğitime yönelik çalışmalar yapılmaya çalışılmıştır. Günümüzde ise Neo-Osmanlıcılığın ve onun temsilcisi olan AKP iktidarı son yıllarda giderek artan bir şekilde eğitim sistemine, müfredatına, yönetimine, ideolojik saiklerle yapısal müdahalelerde bulunmaktadır.

Buradan belirtmek gerekir ki AKP’nin yapısal olarak dönüştürdüğü eğitim sistemi hâlihazırda cumhuriyet tarihinin tüm ideolojik müdahaleleri altında ezilmiş, bilimsel ve demokratik değerlerden yoksun bırakılmıştır. Eğitim sisteminde Kürtler başta olmak üzere tüm halklar dilleri ve kültürleriyle birlikte Sünni-Hanefi mezhebi dışında tüm din ve inançlar, erkek egemenliği dışında tüm toplumsal cinsiyet kimlikleri yok sayılmış, yasaklanmış ve bastırılmıştır. Bu anlamda eğitim alanı sayısız eşitsizlik ve ayrımcılık pratiklerine sahne olmuştur. AKP iktidarları döneminde ise eğitimdeki bu tablo düzeltilmediği gibi son dönemde yoğunlaşan ideolojik müdahalelerle mevcut sorunların, eşitsizlik ve ayrımcılıkların daha da derinleşeceği aşikârdır.

Buradan özellikle belirtmek istiyorum ki AKP iktidarının eğitime yönelik müdahaleleri en az kendisinden öncekiler kadar ideolojik olduğu gibi burada da özgürlükçü bir yaklaşım kesinlikle yoktur. AKP iktidarının demokrasi, özgürlük ve hak gibi kavramları kullanarak yaptığı değişim ve müdahaleler bu kavramların taşıdıkları evrensel anlamlardan uzak, eğitimde Neo-Osmanlıcılık temelinde muhafazakârlaşmayı adım adım inşayı meşrulaştırma ve hakikati gizleme çabasıdır.

Değerli arkadaşlar, AKP iktidarı eğitimi bir ortaklaşma, paylaşma ve özgürleşme süreci olarak ele almamaktadır, ona göre eğitim toplumsal eşitsizlikler ve ayrımcılıklarıyla mücadele etme süreci değildir. Onlar için öğretmenin, öğrencinin, velinin, eğitim alanında kafa yoran, düşünen ve çalışmalar yürüten aydınların, sendikaların bir kıymetiharbiyesi yoktur. Bakanlığın istediği, eğitim şuralarında yaptığı gibi “çoğulculuk, katılımcılık” adı altında yandaş sendikaların, yöneticilerin, bürokratların hegemonyasında kararlar alıp bizlerin de kendilerinin ne kadar demokrat olduğuna inanmalarını sağlamaktır.
2015 eğitim bütçesinin eğitim bileşenlerinin hiçbirinin görüşü alınmadan, önceki yıllardaki bütçelerin kopyası sayılabilecek bir anlayışla hazırlandığını görüyoruz. Bu bütçede de eğitim sisteminin en temel ihtiyaçları görmezden gelinerek, sadece zorunlu harcamalar ve sermayeye açılacak rant alanları dikkate alınarak hazırlanmıştır.

Eğitim bütçesinin arttığı, aslan payını aldığı yönündeki iktidar sözcülerinin söylemlerinin ise istatiksel yalanlardan ibaret olduğu ortadadır. Kamuda çalışan toplam personel sayısının yarısına yakınının Eğitim Bakanlığında görevli olduğu düşünüldüğünde, neden bütçeden en fazla pay ayrılan bakanlıklardan birinin Eğitim Bakanlığı olduğu da görülecektir. 17 milyon öğrenci ve 100 bine yaklaşan kurum sayısı da hesaba katıldığında hâlihazırda eğitim bütçesinin yaklaşık yüzde 90’ını zorunlu harcamalar oluşturmaktadır. Bu nedenle Eğitim Bakanlığının bütçesinin nominal büyüklüğünün tek başına bir anlamı bulunmamaktadır. Asıl bakılması gereken göstergeler, eğitim bütçesinin millî gelire oranı, öğrenci başına yapılan ortalama harcama, yatırımlara ayrılan pay ve halkın cebinden çıkan eğitim harcamalarıdır.

Sayın Bakan, 2015 eğitim bütçesinin millî gelire oranı yüzde 3,24’tür. Bu rakam bir önceki yılla aynı orandadır, bir artış aslında söz konusu değildir. Bu rakam, OECD ülkelerinin çok gerisinde kalan bir orandır. OECD ülkelerinde eğitim bütçesinin millî gelir içerisindeki payı ortalama olarak yüzde 6 civarındadır. Neredeyse eğitime sizin Bakanlığınızın ayırmış olduğu payın 2 katıdır.

Yine, Türkiye’de 2015 eğitim bütçesine göre, öğrenci başına ortalama bütçe -yükseköğretim de dâhil- yaklaşık 3 bin 600 TL’dir. OECD ülkelerinde ise bu rakam ortalama olarak 8.500 dolardır. Türkiye, OECD ülkeleri içerisinde öğrenci başına en az kaynak ayıran ülkedir.

Diğer taraftan, eğitimin niteliği açısından eğitim bütçesinde en önemli kalemi oluşturan yatırımlara ayrılması gereken payın da 2002 yılıyla kıyasladığımızda ciddi bir düşüş yaşadığı görülmektedir. Yatırımlarına ayrılan pay 2002 yılında yüzde 17 iken, 2014 yılı itibarıyla bu oran yarı yarıya azaltılarak yüzde 9’a düşürülmüştür.

Eğitim Bakanlığının bütçesi eğitim sisteminin temel gereksinimlerini karşılamanın çok uzağında olduğu için, aileler bu açığı kapatmak için kendi ceplerinden ciddi harcama yapmaktadırlar. Örneğin, EĞİTİM-SEN’in yaptığı araştırmaya göre, Türkiye’de 2002-2003 eğitim-öğretim yılında bir öğrenci için aileler yıllık ortalama 720 TL eğitim harcaması yapıyorken, bu harcama 2013-2014 eğitim öğretim yılında tam 5 kat artarak 3 bin 602 TL’ye yükselmiştir.

Değerli arkadaşlar, Eğitim bakanlığı kamusal eğitime yeterince kaynak ayırmadığı için toplumdaki sosyoekonomik eşitsizlikler doğrudan eğitime yansımakta ve okullar arasında ciddi dengesizlikler ortaya çıkmaktadır. Eğitim harcamaları bakımından Türkiye’de en zengin yüzde 20 ile en yoksul yüzde 20’nin arasında fark 14 kat olmuştur. Bu nitelik farkı doğrudan öğrenci başarılarına etki etmekte ve sınıfsal bir ayrıştırma işlevi görmektedir. Sosyoekonomik açıdan üst bölgelerdeki okulların öğrencilerinin bir üst öğretime yani ortaöğretime, yükseköğretime geçme oranları, merkezî sınavlardaki başarı ortalamaları ve prestijli okul ve bölümleri kazanma oranları, alt sosyoekonomik bölgelerdeki okullara oranla hayli yüksektir. Bunun temel nedeni; kamu okullarının giderlerinin, gereksinimlerinin veliler tarafından karşılanması ve devletin kamu okullarına ki özellikle yoksul mahallelerdeki okullara üvey evlat muamelesi yapmasıdır.

Diğer taraftan, eğitimde temel sorun alanlarından biri hiç kuşkusuz eğitim emekçilerinin yoksulluk sınırlarının altında yaşama zorunlu hâle bırakılmasıdır. Geçtiğimiz on iki yıl içerisinde eğitim ve bilim emekçilerinin aldıkları maaşlar rakamsal olarak artmış gibi görünse de insanca yaşam seviyesinin oldukça uzağındadır. Eğitim emekçilerinin üçte 2’si insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürebilmek için ek işler yapmak zorunda bırakılmış, özellikle öğretmenlerin satın alım gücü belirgin bir şekilde azalmıştır. Kasım 2014 itibarıyla 164 TL’lik aile yardımı… 9’un 1’inde olan bir öğretmen maaşı 2.082 TL’dir. 1’in 4’ündeki bir öğretmen maaşı ise 2.422 TL’dir. Bu rakam, Türkiye’de 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı olan 3.002 liranın, eğitim sendikalarına göre ise 3.990 liranın oldukça altında olan bir rakamdır.

Sayın Bakan bu tablo karşısında kendisine yöneltilen sorulara cevaben “Olsa, dükkan senin.” demektedir. Saraylara, TOMA’lara, gaz fişeklerine, güvenlik harcamalarına dükkânın kasasının sonuna kadar açılmasına ses çıkarmayan Sayın Bakan, söz konusu öğretmenler için, öğretmenlerin ihtiyaçları için, maaş almaları olunca, bakkal Erdal gibi bin dereden su getirmektedir.

Değerli arkadaşlar, AKP hükûmetlerinin geliştirdiği eğitim politikaları sorunları çözeceği yerde, her yıl sorunları ve bu sorunlarla birlikte yeni eşitsizlikler, mağduriyetler yaratmaktadır. Geçtiğimiz bir yıl içerisinde on binlerce eğitim yöneticisinin görevine son verilmesi ve bunların yerine yapılan siyasal kadrolaşma; TEOG’da yapılan sistem değişikliğiyle milyonlarca öğrencinin mağdur edilmesi ve binlerce öğrencinin isteği dışında, başta imam hatipler olmak üzere, meslek liselerine otomatik kayıtlarının yapılması; kamusal eğitime harcanması gereken kaynakların özele aktarılması; Suriyeli, Iraklı ve Kürdistanlı on binlerce mülteci öğrencinin eğitim öğretim haklarından mağdur olması; eş durumu atamalarında sigortalı çalışma süresinin üç yıla çıkarılmasıyla aile bütünleri bozulan on binlerce öğretmene binlercesinin daha eklenmesi; eğitim kurumlarında siyasal kadrolaşmaya zemin oluşturan sözlü sınavın yaygınlaştırılması; anadilinde eğitim için kendi kurumlarını açan halka yönelik baskı ve zor kullanımı, Kürtçe öğretmenlerine negatif ayrımcılık uygulanması ve bu öğretmenlerinin atamalarının yeterli sayıda yapılmaması ilk başta akla gelen yeni sorunlar olarak sıralanabilir. Bu sorunlarla birlikte, Eğitim Bakanlığının eğitim emekçilerinden öğrencilerin sorunlarına, anadilinde eğitimden, demokratik, laik ve bilimsel eğitime, müfredattan okulların fiziksel şartlarına, eğitimde yaşanan eşitsizliklerden eğitimdeki tekçi, cinsiyetçi devlet söylemine kadar sayısız sorun alanları bulunmaktadır.

Osmanlıca eğitimi zorunlu hale getirmeyi planlayan AKP iktidarı, söz konusu Türkiye’deki halkların anadilinde eğitim hakkı olunca bildik, ezber, resmî söyleme sarılmakta ve anadilinde eğitimi yok saymaktadır. Bugün, uluslararası metinlerde temel bir hak olarak görülen, dünyanın birçok ülkesinde anayasal güvence altında olan anadilinde eğitim hakkı, Türkiye’de hâlâ tekçi devlet zihniyeti, bölünme fobisi, faşizme varan milliyetçilik ve ırkçılık gerekçeleri ile reddedilmektedir. Günümüzde de hâlen hâkim olan bu yaklaşım sonucu Türkiye’de, başta Kürtçe olmak üzere, Gürcüce, Hemşince, Lazca, Pontusça, Süryanice, Abazaca, Ermenice, Rumca, Arapça, Çeçence, Acemce, Mıhallemice, Pomakça gibi diller Cumhuriyet Tarihi boyunca inkâr ve asimilasyon politikalarına maruz kamışlardır. Temel bir insan hakkı olan ana dilde eğitim hakkını yok sayan AKP iktidarı, halkın talebini seçmeli ders ya da özel okulda birkaç saatin ana dilde verilmesi aldatmacasıyla ötelemeye çalışmaktadır.

Başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye’deki tüm halklarının talebi ana dilde eğitimdir. Bu temelde somut savunumuz “Ana dili temelli çok dilli eğitim modelidir.” Yani sadece Kürtler için değil, tüm halklar için az önce sıraladığım tüm diller için ve onu kullanan insanlar için ana dilli eğitimi savunuyoruz. Ana dili eğitim temel dili olması, ana dillerine saygı duyulması, toplumun çok dillileştirilmesi hiç kuşkusuz toplumsal ve siyasal bütünleşmeyi güçlendirir. Ana dillerin dışlanmasın yaratacağı dezavantajlardan dolayı eğitimdeki eşitsizlikleri ortadan kaldırır, öğrenci başarısını artırır, toplumsal, kültürel ve zihinsel olarak birbirini daha iyi anlayan bir toplum yaratarak iç barışı da kalıcılaştırarak sağlamlaştırır.

Burada saydığım ve doğruluğu sayısız bilimsel araştırmalarla ortaya konulan bu gerçeklere daha fazla kulak tıkamanızın, halkların taleplerini görmezden gelmenizin günümüzde geçerliliği kalmamıştır. Geldiğimiz noktada Kürt halkının sabrı da aslında kalmamıştır. Ana dilde eğitim talebi her geçen gün çok güçlü bir şekilde, çok ciddi bir şekilde ortaya konuluyorken artık bu halkın bu taleplerinin karşılanmaması noktasında da halkımızın sabrının kalmadığını da sizlerle paylaşmak istiyorum. Geldiğiniz noktada Kürt halkının ana dilde eğitim hakkı yok sayılmaya devam edilirse bu yıl olduğu gibi bundan sonraki yıllarda da Kürt halkı sizlerden icazet almadan kendi okullarını açıp kendi eğitim kurumlarını inşa etmeye devam edecektir. Bu haklı ve meşru yürüyüş ne polis şiddeti ne yasaklamalar ne de bildik yargı kararlarıyla engellenemez.

Değerli arkadaşlar, eğitim sisteminin temel sorunlarından biri de kuşkusuz, neoliberal politikalar temelinde kamu kaynaklarının özel sektöre aktarılması, eğitimin ticarileştirilmesi ve piyasaya açılmasıdır. AKP on iki yıllık iktidarı boyunca eğitimi hem işlevsel hem de örgütsel açıdan piyasa merkezli bir işletmecilik mantığıyla sürekli olarak dönüşüme tabi tutmuştur. Öğrencilerin özel okullara yönlendirilmesi, özel okullara teşvik adı altında kamu kaynaklarının aktarılması, kamu taşınmazlarının sermayeye peşkeş çekilmesi gibi uygulamalara izin veren düzenlemeler bu mantığın sonucudur.

Sayın Başkan, son dönemde AKP’nin, eğitim sistemine, kendi siyasal İslam algısı üzerinden yaptığı müdahaleler ve gelişmeler de yaşanmaktadır. AKP iktidarının kendi din algısı üzerinden eğitime yaptığı müdahaleler ideolojik bir stratejinin tezahürüdür. Eğitim alanındaki bu değişimlerin altında yatan ideolojik strateji, Cumhurbaşkanının oğlu Bilal Erdoğan’ın İstanbul’da İl Millî Eğitim Müdürlüğü yetkililerine “Geniş düşünün, imam hatiplerin sayısının artırılması değil esas olan, tüm okulların birer imam hatibe dönüştürülmesidir.” minvalindeki emir telkin eden tapelerdeki yaklaşımda kendini açığa vurmaktadır.

Konuşmamın başında da ifade ettiğim gibi eğitime yönelik tüm bu değişim ve tartışmalar ideolojik müdahalelerdir. Siyasi iktidarın zihnindeki muhafazakâr toplumun kodlanması ve bu muhafazakâr toplum yaratmaya ilişkin kendi siyasal, ideolojik politikalarının pratiğe yansımasıdır.

Eğitimde din içeriğinin ve dinî içerikli derslerin sayısının artırılması ve okul öncesindeki eğitime kadar yaygınlaştırılmasını AKP siyasal bir kazanım olarak kodlarken pedagojik ve toplumsal açıdan büyük sorunlara kapı açmaktadır. Milyonlarca Alevi’nin, gayrimüslimin ya da herhangi bir dinsel öğretiyi yaşamının merkezine almayan yurttaşların bulunduğu bir ülkede Sünni Hanefi mezhebine dayalı dinî eğitimin zorunlu olması hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu, devlet eliyle ve zoruyla yapılan bir ayrımcılıktır. Evrensel hukuki belgelerde belirtildiği üzere her ailenin kendi çocuğunu kendi inandığı değerler üzerinden eğitme hakkının ihlalidir aslında bu, kaldı ki AİHM’in bu yönlü bir kararında da açıkça belirtildiği üzere din kültürü dersinin zorunlu tutulması eğitim hakkının ihlalidir. 19’uncu Millî Eğitim Şûrası’nda alınan, dinî eğitimin 3 yaşından itibaren çocuklara zorunlu olarak öğretilmesi yönündeki tavsiye kararına ilişkin sizi şimdiden uyarmak istiyoruz. Alınan tavsiye kararını uygulamaya teşne muhafazakâr kodlarınız bizi ciddi bir biçimde endişelendirmektedir.

Bu kararın yasalaşmasının toplumsal ve hukuksal handikapları bir yana biz pedagojik sakıncalarından söz etmek istiyoruz. Somut düşünme döneminde olan çocuklara tamamen soyut kavramlardan ibaret bir dersin zorunlu tutulması, korku ve dogmatik düşüncenin hâkim olmasına, eleştirel ve yaratıcı düşüncenin gelişmesinin sekteye uğramasına neden olacağı bilimsel bir gerçektir. Burada asıl tartışılması gereken konu, soyut, millî, dinî değerlerden uzak, çocuğun bilişsel ve bedensel gelişimine katkı sağlayacak somut etkinliklerle zenginleştirilmiş, bilimsel ve pedagojik kriterlere uygun bir okul öncesi eğitimin zorunlu eğitim kapsamı dışında tutulmuş olmasıdır.
Buradan bir hususu sormak istiyoruz: Dün kamuoyuna yansıyan haberlerde, Osmaniye ili Kadirli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından ana okullarına değerler eğitiminin nasıl verilmesi gerektiğine dair gönderilen resmi yazıda öğrencilerin derse selam ve besmeleyle başlaması, dua ve surelerin tecvitle öğretilmesi, çocuk besmeleyi hecelerken sağa sola, öne arkaya dönecek, ellerini şaplatacak, “Kim daha sesli besmele getirecek?” gibi sorularla öğrencilerin motive edilmesi direktifi verilmektedir. Sayın Bakan, Kadirli İlçe Millî Eğitim Müdürlüğünün yaptığı bu uygulama Bakanlığınızın bilgisi dâhilinde midir? Bu uygulamanın okul öncesi tüm eğitim kurumlarındaki öğrenciler için zorunlu tutulmasını doğru buluyor musunuz? Eğitim Şûrasında değerler eğitimi ile kast ettiğiniz tam da bu mudur?

Değerli arkadaşlar, eğitimin, AKP iktidarının din algısı üzerinden muhafazakârlaştırılmasının diğer boyutunu da eğitimdeki siyasal kadrolaşmalar oluşturmaktadır. AKP iktidarı döneminde Eğitim Kurumu Yöneticileri Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği sayısız kere değiştirilmiş, en son geçtiğimiz bahar ayında çıkartılan kanun tasarısı ile MEB’de görevli on binlerce yöneticinin görevine bir gecede son verilerek eğitim ortamı tam bir kaosa sürüklenmiştir. Valilerin çoğunlukla AKP’nin memuru gibi hareket ettiğini düşünürsek pratikte ortaya çıkan tabloyu tahmin edebilirsiniz. Nihayetinde, valilerin atadığı kişi listelerinin hükûmete yakın sendika şubelerinde hazırlandığı ortaya çıkmıştır. Yeni yapılan atamalarda eğitim yöneticilerinin yüzde 80’inden fazlasının EĞİTİM-BİR-SEN’li olmasını meşru gören bir eğitim bakanı ile karşı karşıya olduğumuz hakikatini de üzülerek kamuoyuyla paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, hiç kuşkusuz eğitim sisteminin en büyük sorunlarından biri de, kanayan yaralarından biri de ataması yapılmayan öğretmenlerdir. AKP iktidarı, intiharlara neden olacak kadar büyük travmalar yaşanmasına kaynaklık eden bu sorunu çözeceği yerde her yıl daha da büyümesine seyirci kalmaktadır. 2002 yılında iktidara gelmeden hemen önce İstanbul’da Sayın Erdoğan’ın yaptığı bir miting konuşmasında, iktidar olduklarında tüm öğretmen adaylarının, eğitimlerini tamamladıkları günün ertesi sınavsız bir şekilde göreve başlayacaklarını belirtmişti. Halka bu sözleri verdiği günlerde, 2002 yılında ataması yapılmayan öğretmen sayısı 70.000’di. Bugün ise bu rakam 300 binin üzerine çıkmış durumda. Bugün, bakanlığın yaptığı açıklamalara göre 120 binin üzerinde öğretmen ihtiyacı bulunmaktadır. MEB bu atamaları gerçekleştirmek yerine ucuz, esnek ve güvencesiz ücretli öğretmen formülüyle bu ihtiyacı gidermeye çalışmaktadır. Bunu yaparken de ataması yapılmayan, yüz binlerce ataması yapılmayan öğretmenin feryadına kulaklarını kapatmakta, yaşadıkları zorlukları görmezden gelmektedir. Buradan acil talebimiz, büyük drama dönüşen bu sorunun bir an önce çözülmesi, özellikle, Kürtçe öğretmenleri de dâhil olmak üzere ataması yapılmayan öğretmenlerin bir an önce atamalarının gerçekleştirilmesi ve bu atamalarının yapılmasıdır.

Değerli arkadaşlar, eğitimdeki görülmeyen, yok sayılan olgulardan biri de azınlık okullarının yaşadıkları sorunlardır. Azınlık okulları üzerindeki sistematik baskı her geçen gün artmaktadır. Politik ve toplumsal baskılarla mücadele eden azınlık okullarının sorunlarının önemli bir boyutu da ekonomiktir. Merkezî eğitim bütçesinden herhangi bir bütçe ayrılmayan azınlık okulları, kendi kaderlerine terk edilmektedir. Azınlık okulları, binbir güçlükle, vakıfların ayırabildiği bütçe ve öğrenci velilerinin sınırlı bağışlarıyla ayakta kalabilmektedir. Bu yıl, özel okullara öğrenci başına yapılacak ödemeden azınlık okullarının da yararlanacağı belirtilmektedir. Bu uygulama hem eksik hem de yanlıştır. Musevi okulları hariç, diğer azınlık okulları kamu kurumları olduğu için, kaynaklarının da diğer kamu okullarıyla aynı şekilde eğitim bütçesinden karşılanması gerekmektedir.
Eşitlik ilkesi gereği, Eğitim Bakanlığı, bu konuda acilen gereken düzenlemeleri yapmalıdır. Bu durum, aynı zamanda, Eğitim Bakanlığının azınlıklara, farklı inançlara verdiği değeri ve yaklaşımındaki eşitliği gösterecektir.

Üzerinde durulması gereken bir diğer konu da, Şengal, Kobani, Rojava, Irak ve Suriye’den gelen mülteci çocuk ve gençlerin durumudur. Hiç kuşkusuz, savaşların en büyük mağduru çocuklardır. Birleşmiş Milletler verilerine göre, Türkiye'ye gelen mültecilerin yaklaşık yüzde 35’i zorunlu eğitim öğretim çağında olan çocuklardır. Bu çocukların eğitim öğretimleri için Eğitim Bakanlığının yürüttüğü çalışmalar nelerdir? Eğitim Bakanlığı dururken, Diyanet İşleri Başkanlığının, kamu okullarının bazılarında mülteci çocuklara eğitim vermesinin nedeni nedir? Özellikle kamplar dışında kalan ve sayısı yüzbinleri bulan çocukların eğitimi için neler yapılmaktadır? Neden kamplardaki Sünni Arap çocukların eğitimi için gösterilen çaba, kamplar dışındaki Kürtlerin, Süryanilerin, Ezidilerin, Hristiyanların eğitimi için de gösterilmemektedir? Eğitim kurumlarında Arapça eğitim verilirken, neden Kürtçe ya da diğer dillerde eğitim verilmemektedir? Bu soruların Sayın Bakan tarafından cevaplanmasını, Genel Kurulla paylaşmasını istiyorum.
Değerli arkadaşlar, son olarak, Eğitim Bakanlığının acilen çözüm bekleyen sorunlarına ilişkin taleplerimizi sıralamak istiyorum kısa kısa. Zaman sanki...

Herkese eşit ve parasız eğitim hakkı tanınmalı, eğitime yeterli bütçe, okullara ihtiyacı kadar ödenek ayrılmalıdır.

Yani, şunu söylemek istiyorum: Tabii, ben Kobani’deki saldırılar başladığı günden itibaren Suruç’ta sınır altındaydım, 15 Eylül tarihinden itibaren oradaydım, doksan beş gündür oradaydım, dün de oradan geldim. Orada gerçekten çok büyük bir felaket, çok büyük bir dram yaşanıyor ve Kürt, Türk fark etmeden herkesin bu dramın ortadan kaldırılması için yardım elini uzatması gerekiyor.

Yani, ben şunu söyleyeyim, şunu da ifade edeyim: Gerçekten Kobani’de savunulan şey insanlık değerleridir ve bu IŞİD belası tüm insanlığın düşmanıdır. Herkesin bu düşmana karşı, insanlıktan yana Kürt halkının Kobani’de gerçekleştirmiş olduğu bu direnişe sahip çıkmasını bekliyoruz, Kobani’den gelen halkımıza da gereken yardımları ve katkıları el birliğiyle, azaltmadan, yüksek bir duyarlılıkla yapmasını da bekliyoruz.
Teşekkürler, saygılar sunuyorum.