HDP İstanbul Milletvekili Levent Tüzel, maden sektöründe yani yer altında çalışan işçi ve emekçilerin çalışma koşullarına dair HDP grubunun verdiği öneri üzerine Meclis'te konuştu.

Tüzel'in konuşması şöyle:

"Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Maden sektöründe yani yer altında çalışan işçi ve emekçilerin çalışma koşullarının ağırlığı nedeniyle ve Türkiye'nin gündeminden hiç eksik olmayan iş cinayetleri, işçi cinayetleri nedeniyle grubumuz bu konuda bir Meclis araştırması yapılmasını önerilerinize sunmaktadır. Kaldı ki bu konuda aslında yapılmış Meclis araştırmaları var, büyük maden kazalarından, facialarından sonra. En sonuncusu da, hâlen, Soma'da 13 Mayıs 2014'te 301 madencinin ölümünden sonra bir araştırma komisyonu oluşturuldu. Ama daha öncesindeki komisyon raporlarına riayet edilmemesi, Hükûmetin bütün bu acılı olayları âdeta seyrediyor olması nedeniyle Türkiye'nin gündeminde ve Meclisin gündeminde bu konuyu yeniden dile getirmeyi gerekli gördük.

Öncelikle, Soma'dan Şırnak'a bütün maden sahalarında 50 bin işçinin çalıştığı, binlerce işçi ailesinin ve onların çevresinde yaşayanların ekmek yediği, yaşam sürdürdüğü, bu alanda hayatlarını kaybetmiş olan bütün emekçiler için başsağlığı diliyorum. En son olarak hâlâ bedenleri toprak altında olan Ermenek'teki madencilerin acılı ailelerine sabırlar diliyorum. Özellikle hepimizin hafızalarına kazınmış olan, "Benim oğlum yüzme bilmez ki." diyen acılı annenin acısını paylaşıyoruz ama ne yazık ki bu vahşi kapitalist düzen ve bu düzen üzerinde egemen siyaset olarak iktidar yapan güçler var oldukça annelerimizin acıları hiç dinmeyecek. O nedenle, Meclis araştırması talebimiz bu konuda hem Hükûmetin adım atmasını, Meclisin çalışma yapmasını bekleyen madenciler açısından, onların aileleri açısından hem de işçi sağlığı ve güvenliği için mücadele eden bütün emek örgütleri açısından önemlidir diye düşünüyoruz.

Yer altında çalışma koşullarının ne kadar ağır, ne kadar zorlu, külfetli olduğunu ve burada, özellikle, kâr hırsı peşindeki vahşi sömürücü sermaye şirketlerinin, maden firmalarının nasıl acımasızca "Hadi, hadi" yani aşırı üretim, çok üretim, daha fazla üretim için işçileri zorladıklarını, çalışma saatlerinin çok çok daha üstünde bir çalışma mesaisine zorladıklarını özellikle Soma'dan sonra çok çarpıcı bir şekilde gördük ve 13 Mayıstan sonra maden mühendisleri odaları başta olmak üzere, bu konuda sorumluluk duyan herkes buraların âdeta patlamaya hazır birer bomba olduğunu ifade ederek, Türkiye'deki 250 maden ocağının benzer koşulları yaşadığını söyleyerek uyarıda bulunmuştu ama buna rağmen Ermenek oldu. Neden? Çünkü hemen yanı başında kapatılmış ama denetlenmemiş, su basmış, su dolmuş ocak olmasına rağmen orada, o havzada üretim yapılmasına izin verilmesi nedeniyle.

Denetimsizlik aslında bütün bunların üzerine geliyor ama "Sorumlu nerededir, kusur nerede aranacaktır?" denirse tabii ki öncelikle ta Özal döneminden bu yana bu serbest piyasacı, her şeyi özel sektöre bir pasta hâlinde sunan özelleştirmeci mantığında aramak gerekiyor. Bütün maden sahalarının devlet eliyle buralara sunulması, özelleştirilmesi, redevans sistemi, ardından taşeron sistemi, Hükûmetin sıkıştığında çokça yakındığı gibi "aşırı üretim zorlaması, acımasız kâr hırsı" diye gözyaşı dökmesinin ortamı aslında tam da bundan olmaktadır.

Üstüne üstlük, 13 Mayıstan sonra, Soma faciasından sonra torba yasada madenciler için iyileştirici düzenlemeler beklenirken Hükûmet, âdeta kör gözün parmağına, bütün bu alandaki taşeron sistemini ve hizmet alımı yöntemini daha da kalıcı, daha da sistematik bir hâle getirecek şekilde yani işçi ölümlerini daha da genişletecek şekilde uygulamalar getirdi. Oysaki yılın başından itibaren yürürlüğü koydukları "İş Sağlığı ve Güvenliği" düzenlemesiyle bütün bu acımasız, can alan ortama son verilecekti, Çalışma Bakanı böyle diyordu ama böyle olmadığını görüyoruz. Zihniyet değişiminden söz eden Hükûmetin, üstüne üstlük bugün Sayın Başbakanın açıkladığı İş Sağlığı ve Güvenliği Paketi'nde de aynı anlayışı, aynı yaklaşımı görüyoruz. Nedir? Redevans sistemi en az on beş yıl süreyle geçerli olacak. Yani, nedir? Bütün bu iş cinayetlerinin ve facialarının yarattığı ortam içerisinde halka hesap vermek zorunda kalan Hükûmet, bu sıkışmışlıkla bir paket ilan ediyor Ama, bu paket değil yaraya merhem olmak, değil sorun çözmek daha da bu alanda acılara, facialara kapı aralayan, büyüten bir anlayışı ortaya koyuyor.

Değerli milletvekilleri, denetim sistemi önemli. Yaşam odalarından, gaz maskelerinden, istasyon mekanizmalarından çokça söz ediliyor ama işin esası kaza olmadan bunun önüne geçecek denetimleri, hazırlıkları ve maden işletmeciliğine uygun bilimsel, teknik düzenlemeleri orada yürütmek. Özel sektörün, taşeronun, redevansla, kiralama yöntemiyle buraları işletenlerin o kâr hırsıyla bunu yerine getirmedikleri, getirmeyecekleri de ortada. Siyasi, yönetim mekanizması, temsilci... Hükûmetin işi "Ya, bunlar insanın gözünün yaşına bakmıyorlar, daha çok kazanalım diye yapıyorlar." deyip şikâyet etmek değil, bunu engelleyecek, önleyecek mekanizmalar kurmaktır. Ama bunu yapabilir mi? Yapamaz elbette. Çünkü bu Hükûmeti seçenler, araya aracılar koyanlar, bir olay olduğunda "Aman madenler kapanmasın." deyip 50 kişiyi araya koyanlar... İşte Çalışma Bakanının şikâyet ettiği konu, aslında bu kapitalist sistemin işleyişi ve bu siyaset, burjuva, kapitalist siyasetin yönetim tarzının ta kendisi.

Şimdi de Başbakanın önerdiği bu İş Sağlığı ve Güvenliği Paketi'nde bakıyoruz, ortalık bağımsız denetim kurullarına, yapı denetim firmalarına yani piyasaya terk ediliyor. Bundan önce hazırlanan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası'ndaki işçiye zerre kadar değer, kıymet vermeyen, bu denetim kurullarında rol ve sorumluluk biçmeyen, her şeyi, bütün sorumluluğu oradaki iş yeri uzmanına, hekimine yükleyen, patronu tamamen sorumsuz kılan bir anlayış, bu denetimleri taşeron firmalara yükleyen anlayış şimdi aynı şekilde bir kere daha karşımıza çıkıyor. Hayır, özerk denetim kurulları olmalıdır, şimdiki gibi konsey tarzında değil. İşte, konseye katılan mühendis odalarının temsilcisi "Hiçbir işlevimiz yok orada." diye bizzat kendisi ifade ediyor. Özerk işçi sağlığı ve güvenliği kurulları oluşmalıdır.

Havza madenciliği -bu Ermenek'ten yola çıkarak- yani küçük küçük madenciliğin ortadan kaldırılması ve bunların düzenlenmesi elbette önemlidir ama burada da patronlara kıyak anlayışıyla hareket edilirse sonu hüsran olacaktır. Yani, bu ruhsatlardan toplanan, bütün bu primleri ödenen harçları devletin toparlayıp, buraların rehabilitasyonu için iyileştirip, güzelleştirip tıpkı özelleştirmeci mantıkla buralara geri sunması kabul edilebilir bir şey değildir. Bu cezaların hiçbir caydırıcılığı yoktur ve hiçbir şey de canı geri getirmeyecektir. Bakın, bir de üstüne üstlük, işverene zorunlu olarak yapması gereken, alması gereken önlemleri aldı diye prim teşviki yapılacakmış. Eğer kaza olursa da cezalandırma sistemiyle prim artırılacakmış. Böyle bir şey olabilir mi, hangi mantıkla?

Bakın, bu yasa yürürlüğe girdiği andan itibaren 475 bin iş yeri iş sağlığı, güvenliği uzmanı şartını yerine getirmemiş, on aylık borçlarını ödememiş. Sayıştay raporları bunları, oradaki usulsüzlükleri, prim kaçaklarını bir bir döküm hâline getirmiş ama hangi birisi takip edilmiş, hangi birisi yerine getirilmiş? Örgütlenme, örgütlenme, örgütlenme... İşçi sınıfı örgütlü olmadığı sürece, denetim hakkını bizzat elinde hayata geçirmediği sürece, sendikalar bütün bu işçi cinayetlerine seyirci kalmayıp harekete geçmediği sürece bu vahşi kapitalist düzen can almaya, işçi ölümlerine devam edecektir. Bunu önlemek de Meclisimizin sorumluluğu altındadır.

Hepinizi bu araştırma önergemize destek ve kabule davet ediyorum."

17.11.2014