Tutsaklar 50 gündür açlık grevi ile iktidara ‘hukuka dön’ uyarısı yapıyor

Milletvekillerimiz Meclis'te düzenledikleri basın toplantısında cezaevlerinde devam eden açlık grevlerine ilişkin duyarlılık çağrısında bulundu: 

HDP milletvekilleri Kemal Bülbül, Hüseyin Kaçmaz, Abdullah Koç, Celadet Gaydalı, Şevin Coşkun, Feleknas Uca, Kemal Peköz, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Erol Katırcıoğlu ve Gülistan Kılıç Koçyiğit TBMM’de düzenledikleri basın toplantısında cezaevlerinde devam eden açlık grevlerine ilişkin duyarlılık çağrısında bulundu. Vekiller adına konuşan Gülistan Kılıç Koçyiğit, şunları söyledi: 

Cezaevlerinde bulunan siyasi tutuklu ve hükümlüler 50 gündür açlık grevi direnişine devam ediyor. 27 Kasım 2020 tarihinde başlayan ve bugün 120 cezaevinde binlerce tutuklu tarafından sürdürülen açlık grevi direnişinin temel talebi; başta Sayın Abdullah Öcalan olmak üzere tüm tutsaklar üzerindeki tecridin sona erdirilmesi ve cezaevlerindeki hukuksuzluklara bir an önce son verilmesidir.

Tutsaklar 50 gündür açlık grevi ile iktidara ‘hukuka dön’ uyarısı yapıyor 

İktidarın karşısında yer aldığı için cezaevlerine doldurulan binlerce siyasi tutsak, 50 gündür iktidara “hukuka uyması, anayasaya riayet etmesi, ayrımcılıktan ve keyfi uygulamalardan vazgeçmesi, işkence başta olmak üzere işlediği suçlara son vermesi” talebiyle direniyorlar. Tutsaklar iktidarı hukuka, demokrasiye ve insan haklarına davet ediyorlar. Bu taleplerin tamamı meşru, hukuki ve demokratik taleplerdir.  

İmralı’da tam teşekküllü tecrit uygulamasına geçildi 

Asrın Hukuk Bürosu’nun geçtiğimiz günlerde açıkladığı 2020 yılı İmralı Ada Hapishanesi hak ihlalleri, gelişmeler ve mevcut duruma ilişkin tespit raporuna göre İmralı cezaevi, Sayın Abdullah Öcalan ve adadaki diğer tutsakların başta avukat ile görüşme hakkı, aile bireyleri ile görüşme hakkı, telefon ile görüşme hakkı ile mektup, faks ve her türlü iletişim aracılığı ile haberleşme hakkı olmak üzere tüm yasal hakları ortadan kaldırılarak tam teşekküllü tecrit uygulamasına geçilmiş, tecrit hapishanesi haline getirilmiştir. Hiçbir hukuk sisteminde yeri ve dünyada örneği olmayan İmralı sistemi dönem dönem cezaevlerinde, açlık grevleri başta olmak üzere kimi protestolara sebep olmuştur. 

Tecrit sistemi devam ettiği için 27 Kasım’da yeniden açlık grevleri başlamıştır 

Zira 2018 yılında, İmralı tecrit sistemini protesto etmek için Sayın Leyla Güven’in öncülüğünde başlayan ve yaklaşık 200 gün süren ve dünyanın birçok yerinde üç bine aşkın insan açlık grevine başladığı ve ölüm oruçlarına evrilen bir greve tanıklık ettik. 9 kişi de protesto amacıyla hayatına son vermişti. Bu cezaevindeki ve dışarıdaki protestolar, kamuoyu baskısı üzerine 2019 yılında gerçekleşen 5 avukat, 3 aile görüşünün gerçekleşmesine neden oldu. Fakat 2020 yılında bu kapı kapatıldı. Ve biri İmralı’da çıkan yangın diğeri de pandemi gündeminden kaynaklı, kamuoyunun kaygısı ve yoğun baskısı üzerine, olağanüstü koşullarda 3 Mart’ta aile ziyareti ve 27 Nisan’da da telefon görüşmesi imkanı sağlanmıştır. 2020 yılında da tecrit sistemi devam ettirildiği ve hiçbir olumlu gelişme yaşanmadığı için tekrar 27 Kasım itibariyle açlık grevleri süreci başlamıştır. 

AKP iktidarı tecridi tüm Türkiye’de uygulamaya koydu 

Tecrit daha önce de defalarca dile getirdiğimiz gibi evrensel hukuk nezdinde işkence yasağı kapsamındadır ve iktidarın özellikle Sayın Öcalan’a karşı sistematik hale getirdiği bu uygulama insanlığa karşı suçtur. Tecrit işkence suçudur; evrensel hukukun, anayasanın askıya alınmasıdır. AKP iktidarının tecrit uygulamasıyla “işkence yasağını” çiğnediği ve bu konuda sistematik bir şekilde suç işlediği başta CPT olmak üzere çeşitli uluslararası kurumlar tarafından belgelenmiş ve defalarca Türkiye hükümetinin bu işkenceden ve suçtan  vazgeçmesi çağrıları yapılmıştır. Ancak AKP bu çağrılara uymadığı gibi, İmralı’da uyguladığı tecridi bugün bir yönetim biçimi haline getirmiş ve sistematik olarak bütün Türkiye’de uygulamaya koymuştur. Yani istisna genelleşmiş ve sistematikleşmiştir.

Sayın Öcalan’ın barış çağrısı halkla buluştuğunda baskı rejiminin hayata geçemeyeceğini biliyorlar 

Biliyoruz ki tecrit, iktidarın savaş, soygun, talan ve sömürüye yaslanan yönetim biçimini hayata geçirmek için başvurduğu bir yöntemdir. AKP, mutlak tecrit politikası sona erip Sayın Öcalan’ın barış çağrısı halkla buluştuğunda, baskı rejiminin hiçbir yöntemini hayata geçirmenin bir imkanı kalmayacağını çok iyi biliyor ve bu yüzden de bundan vazgeçmiyor. 

Tecrit insanların birbirini dinlediği bir siyasi atmosferde bahar havasını soluyanlara karşı başlatılan saldırıdır 

Tecrit,  nereden taraf olduğun noktasından bakıldığında bir savaş barış meselesi, siyasi alanda  demokrasi ve otoriterlik; ahlaki açıdan ise, iyilik ve kötülük meselesi olarak düşünülebilir. Türkiye’de ne zaman tecrit politikasına ara verilmişse toplum rahat nefes almış ve ülke çözüme her zamankinden daha fazla yaklaşmıştır. 2013-2015 yılları arasında İmralı’da başlayan kısıtlı çözüm ve müzakere süreci bile ülkenin baharı yaşamasına ve bu baharın coğrafyada bir iklim haline dönüşeceği yönünde umutlar yeşermesine yetmiştir. İşte tecrit politikası, insanların birbirini dinlediği, anlamaya çalıştığı bir siyasi atmosferde bahar havasını soluyanlara karşı başlatılan açık bir saldırıdır. Halklar ve toplum nefes almasın, savaş politikaları altında ezilsin diye yeniden ve yeniden hayata geçirilen bir uygulamanın adıdır.

Tecride karşı duruşumuz barışa, çözüm ve müzakereye verdiğimiz destektir  

Bizim tecride karşı duruşumuz barışa, çözüm ve müzakereye verdiğimiz destektir ve bu politikamızı da ısrarlı bir şekilde sürdürüyoruz, sürdürmeye de devam edeceğiz. Tutsaklar direnişle bir yandan kendi haklarını savunurken; aynı zamanda Türkiye’nin otoriter ve baskıcı bir yönetime teslim olmasına karşı da güçlü ve ahlaki, politik bir itirazda bulunuyorlar. Bu yaklaşım, barındırdığı bu anlamla çok kıymetli ve desteği hak eden bir yaklaşımdır.

Tutsaklara karşı ‘tecrit içinde tecrit’, ‘cezaevi içinde cezaevi’ uygulanıyor

Bugün İmralı sınırlarını aşan ve özellikle cezaevlerine daha açık biçimde yansıyan tecrit politikaları beraberinde ağır sorunlar ve saldırılar getirmiştir. Cezaevleri, bulundukları ülkenin iktidarlarına ayna tutarlar; gördüklerimiz ise yönetim biçiminin yansımasıdır. Cezaevleri Türkiye’de her zaman baskıların, saldırıların, hak gasplarının ve işkencelerin merkezi olmuştur. Ne yazık ki bugün yaşanılan durum her zamankinden daha ağır ve katlanılmaz hale gelmiştir. Cezaevlerinde bulunan tutsaklara karşı ‘tecrit içinde tecrit’, ‘cezaevi içinde cezaevi’ uygulanıyor. Aileleri ile görüşmelerinin önüne geçilirken; avukat görüş hakları, iletişim hakları, sosyal ilişkilenme hakları, düşünce ve ifade hakları ve hatta bir bütün olarak aslında yaşam hakları da çiğneniyor. Keyfi uygulamalarla ve sudan sebeplerle haklarının önüne geçiliyor, hakları gasp ediliyor.  

Hasta mahpuslar, siyasi mahpuslar ölüme terk edildi

Karşısında muhalefet eden, 7’sinden 70’ine kadar hemen herkesi “teröristlikle” suçlayan ve onları cezaevlerine dolduran iktidar, yaşamsal faaliyetlerini bir başına gerçekleştiremeyeceği raporlarla belgelenmiş olan ağır hasta mahpusların cezaevlerinde ölüme yürümesine göz yumuyor ya da onları ölüme terk etmekte bir beis görmüyor. Pandemi koşullarında bir korunma yöntemi olarak ‘hijyen’ imkanları bulunmayan, bu imkanlardan mahrum bırakılan siyasi tutsaklar adeta ölüme terk edilmiş durumdadır. Salgına karşı toplumu, tutsakları korumayan iktidar anlayışı ile karşı karşıyayız. Bu iktidar aklı bunları yapmazken muhalefetin sesini kısmanın, içeride tutsakların yaşam alanlarını sınırlandırmanın, haklarını budamanın; yani saldırıların, hak gasplarının gerekçesi yapıyor. 

Çıplak arama yaygınlaşıyor, kameralarla tutsakların yaşam alanlarını gözetleniyor

Onur kırıcı ve son derece ahlaksızca olan çıplak arama işkencesini, gözaltı merkezlerinden başlayarak cezaevlerinde yaygınlaştırıyor. Kameralarla tutsakların yaşam alanlarını gözetliyor aynı zamanda tek kişilik hücre ve disiplin cezalarıyla ‘zindan içinde zindan yaratılmaya’ çalışılıyor.  

‘‘İyi Hal Kurulu’’ siyasi mahpusları rehin tutuyor

Cezaevlerinde son zamanlarda yaşanan en önemli hak ihlallerinden birisi de, ‘‘İyi Hal Kurulu’’ uygulamasıyla infazı biten tutukluların keyfi biçimde cezaevinde tutulmaya devam edilmeleridir. 14 Nisan 2020'de kabul edilen ayrımcı infaz yasasının, tutsakların, ‘iyi hal’ değerlendirmelerine yönelik yeni düzenlemeleri içeren hükümleri, 1 Ocak 2021'den itibaren uygulamaya başlandı ve tüm dünyayı kasıp kavuran pandemi nedeniyle binlerce adli hükümlü tahliye edilirken bu ayrımcı düzenleme ile bırakın siyasi mahpusları tahliye etmelerini, tam tersi rehin tutma uygulamasına daha da derinleştirdiler. 

İyi halden yararlanabilecek tutsaklara “pişmanlık”, “itirafçılık” dayatılıyor

Oluşturulan İyi Hal Kurulu’nda, savcı ve hapishane görevlileri, mahpusların şartlı tahliye tarihi öncesinde rapor hazırlıyor ve değerlendirme yapıyor. Siyasi mahpuslara, “pişmanlık”, “itirafçılık” gibi aşağılayıcı kirli politikalar dayatılıyor. Sırf siyasi görüşünden kaynaklı, çıplak arama uygulaması gibi cezaevinin insanlık dışı uygulamalara direnenler, açlık grevlerine katılanlar hakkında olumsuz raporlar veriliyor, tahliyelerinin önüne geçiliyor. Kurulda baro görevlisi veya hükümlünün avukatı bulunamıyor. Yani tek taraflı yargısız infaz süreci iyi hal kurulları eliyle hayata geçiriliyor. Bu raporlar iki kez uygulanabiliyor ve her seferinde 6 ay olmak üzere şartlı tahliye tarihi 1 yıla kadar ertelenebiliyor. Aslında mahpuslar yeni bir ceza ile karşı karşıya bırakılıyor. 

İnfaz süreleri bitmiş çok sayıda tutsak keyfi biçimde cezaevinde tutulmaya devam ediliyor 

Bu çok büyük bir insan hakkı ihlali olmakla beraber kişiyi hürriyetinden mahrum bırakma suçudur. Suç işleniyor, çünkü infaz süreleri bitmiş çok sayıda tutsak keyfi biçimde cezaevinde tutulmaya devam ediliyor. Bütün bu yönelim ve saldırılar iktidarın kendisine muhalefet eden kesimlere karşı nasıl büyük bir düşmanlık beslediğini, kin güttüğünü, intikam almaya çalıştığını, en önemlisi de onların özgürlüklerinden nasıl korktuğunun somut göstergeleridir. Bu kin ve intikam politikalarını reddediyoruz; yaşamı, umudu savunan bir parti olarak iktidarın bu politikalarına rıza göstermiyoruz ve asla teslim olmayacağımızın bir kez daha altını çiziyoruz.

Tutsaklar açlık grevi direnişiyle bizim hakkımızı, ülkenin demokrasisini savunuyor

Kendisine karşı muhalefet eden herkesi cezaevleriyle tehdit eden, tutuklama ve gözaltılarla yıldırmaya çalışan iktidar, cezaevlerindeki durumu da ağırlaştırarak bütün topluma gözdağı veriyor. Hepimiz cezaevlerinde yaşanan saldırıların bütün topluma yönelik olduğunu çok iyi biliyoruz, hepimizin haklarının gasp ediliyor, bu hukuksuzluklar hepimize yönelik olarak işletiliyor. İşte tutsaklar açlık grevi direnişiyle aynı zamanda bizim hakkımızı, hukukumuzu, ülkenin demokrasisini savunuyor. 

Hak ve hukuk sorununun sadece bir kişinin değil tüm toplumun sorunudur 

Hak ve hukuk sorununun sadece bir kişinin, toplumun bir kesimini, Kürtlerin, Alevilerin, yani bu toplumun dışlananlarına, ötekileştirilenlerine indirgenmeyeceğini ve tüm toplumu ilgilendirdiğini hepimiz biliyoruz. O zaman burada ahlaki ve vicdani sorumluluğumuz olduğunu da bilmeliyiz. Bir yerde başlayan hukuksuzluk ve haksızlıklara karşı yeterince tepki gösterilmediğinde bunun nasıl yaygınlaştığı ve bütün ülkeyi esir almaya başladığını kayyım politikalarından, tutuklamalardan, gösteri ve yürüyüş haklarının engellenmesinden, herkesin ve kesimin “düşman” olarak suçlanması örneklerinden biliyoruz. Suçlamaya maruz kalanlar aynı zamanda “düşman ceza hukuku”na göre yargılanıp cezaevine konuluyorlar.

Açlık grevindeki tutsakların talepleri taleplerimizdir

Bu yüzden yaşananların hiçbirine seyirci ve duyarsız kalamayız. Duyarsızlığın iktidarın saldırganlığına ortak olmak anlamına geldiğini ve aslında zımni uzlaşma olacağının farkındayız. O yüzden tutsakların dile getirdiği taleplerin tamamını sahipleniyoruz, ‘talepleri taleplerimizdir’ diyoruz. Ayrıca açlık grevi direnişi hepimize büyük bir vicdani sorumluluklar yüklüyor. Tutsaklar başka türlü kendilerini ifade etme imkanları kalmadığı zaman bedelleri ağır olan “açlık grevi” direnişine başvuruyorlar. 

Yeni can kayıplarını yaşamamak için toplumsal muhalefet güçleri olarak harekete geçmek zorundayız

Türkiye’de şimdiye kadar açlık grevlerinin ağır bedelleri oldu, yüzlerce insan bu direnişlerde yaşamını yitirdi. En son 2018 yılında tecride karşı başlatılan ve yaklaşık 200 gün süren açlık grevleri sürecinde 9 insan yaşamını yitirdi. Adil yargılama talebiyle açlık grevi yapan Grup Yorum üyeleri  ve Halkın Hukuk Bürosu avukatları hayatlarını kaybetti. Üstelik bu dönemlerde iktidar verdiği taahhütlerin hiçbirine uymadı, sorumluluklarını yerine getirmedi. En önemlisi de yaşatmak için kılını kıpırdatmadı. Çok geç olmadan ve tekrar aynı noktaya gelmeden, yeni can kayıplarını yaşamamak için toplumsal muhalefet güçleri olarak harekete geçmek zorunda olduğumuzun altını çizmek istiyoruz.

Tutsakların da yaşamlarını riske atacak tutumlardan uzak durması çağrısı yapıyoruz

Parti olarak bu konuda daha önce gösterdiğimiz duyarlılığı daha güçlü bir şekilde göstereceğimizi belirtiyor, bütün demokratik kamuoyunu da tutsakların sesine ses katmaya çağırıyoruz. Beklentimiz hukuksuzluk ve saldırıları yürüten iktidardan değildir, aslında temel beklentimiz toplumsal güçlerden, demokrasi yanlılarındandır. İnsan yaşamı bizim için değerlidir, kutsaldır, o zaman tutsakların da yaşamlarını riske atacak tutumlardan uzak durmaya çağırıyoruz. 

15 Ocak 2021