Türkiye’nin çok dilli ve kültürlü sosyolojik yapısı ile anayasal eşitlik ilkesi gereğince yurttaşlarımıza hizmetler kendi anadillerinde sunulmalıdır

Grup Başkanvekilimiz Fatma Kurtulan'ın Dünya Anadili Günü vesilesiyle yurttaşlarımızın anadili ile ilgili yaşadıkları tüm sorunların araştırılması ve bu sorunların giderilmesi amacıyla Meclis'e verdiği araştırma önergesi:

GEREKÇE

1999’da Birleşmiş Milletler (BM) Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından kültürel çeşitliliği ve çok dilliliği desteklemek amacıyla 21 Şubat günü, Uluslararası Anadili Günü olarak kabul edilmiş, anadili ve anadilinde eğitim hakkı güvence altına alınmıştır. Bu gün aynı zamanda anadili için Bangladeş polisi ile çatışan üniversite öğrencilerinin katledilmesinin yıl dönümü olarak anılmaktaydı. 21 Şubat 1952’de Bangladeş Dil Hareketi Komitesi’nin çağrısına uyan Dakka Üniversitesi gençliğinin yaptığı eylemler UNESCO’nun bu günü “Uluslararası Anadili Günü” olarak kabul etmesini sağlamıştır. Bangladeşli öğrencilerin anadilleriyle ilgili talepleri ve bu uğurda verdikleri mücadele dolayısıyla katledilmeleri, dünyada benzer süreçleri yaşayan toplulukların mücadelelerine de ayna tutmuştur.

Anadolu ve Mezopotamya; geçmişten bu yana birçok farklı medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Bahsi geçen topraklar üzerinde kurulan Türkiye’de de çokdilli ve çok kültürlü bir sosyolojik durum söz konusudur. Bugün UNESCO da bu coğrafyada konuşulan 40’a yakın dile vurgu yaparak Türkiye’nin somut olmayan kültürel miras açısından zengin bir ülke olduğunu varsaymaktadır. Buna rağmen ülkemizde geçmişten bu yana birçok dil yok olup giderken bugün 18 dil hâlâ yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu sebeple birçok farklı kesim özellikle her 21 Şubat Dünya Anadili Günü’nde ülkeyi yöneten iktidarlardan anadilde eğitim ve anadiline ilişkin anayasal güvence başta olmak üzere birçok talepleri dile getirmektedirler.

Osmanlı’nın son dönemleri ile erken Cumhuriyet dönemi, Türkiye’de Türk dışındaki her etnik grup üzerindeki mühendislik faaliyetlerinin de miladıdır. Bu dönem aynı zamanda Kürtçe üzerindeki sistematik yok sayma politikalarının da başladığı dönemdir. Kamusal alana ve devletin bütün resmi kurumlara sokulmayan Kürt dili; medreselerden, sokaklardan ve gündelik yaşamın tüm alanlarından uzak tutulmuş, hatta “dil jandarmaları” tarafından sokakta Kürtçe konuşanlara para cezası kesilmiş, sembolik ve psikolojik şiddetin bütün örnekleri uygulanmıştır. Bugün de benzer şekilde devam eden inkar, asimilasyon ve dilkırım politikaları, adeta 20. yüzyıldaki anlayışın bir parçası olarak sürdürülmektedir. Cumhuriyetin başından itibaren egemen hale getirilen bu dil ve kültürkırım politikaları, 17 yıllık AKP iktidarı tarafından da sürdürülmektedir.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası OHAL ve günlük tek Kürtçe gazete olan Welat, Kürtçe yayın yapan TV kanalları, haber ajansları, dergiler, radyolar, yayınevleri ile FerzadKemanger İlkokulu kapatılmış; Kurdî-DER, İstanbul Kürt Enstitüsü gibi 90’ların karanlık dönemlerinde bile kapatılmayan dernek ve enstitülerin kapılarına kilit vurulmuştur. Kürt coğrafyasında edipler, yazarlar ve Kürt diline emek vermiş EhmedêXanî, MelayêCizîrî, Cegerxwîn, Mehmed Uzun gibi toplum tarafından benimsenen şahsiyetlerin heykelleri yıkılmış, isimleri tabelalardan kaldırılmıştır.

Türkiye’nin çok dilli ve çok kültürlü sosyolojik yapısı ve anayasal eşitlik ilkesi gereğince herkese eşit, etkin ve nitelikli hizmetin verilmesinin yolu anadilinde hizmetten geçtiği için farklı yerlerde yaşayan yurttaşlarımıza kendi anadillerinde bu hizmetlerin sunulması önemli bir gerekliliktir. Bu sorunların araştırılması ve gerekli tedbirlerin alınması elzemdir.

21 Şubat 2019