Türkiye halkları, özgürlüğün dünyasına ortak yürüyüşle ulaşacaktır

Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş'ın; HDK Eş Sözcüsü Ertuğrul Kürkçü, DTK Eşbaşkanları Hatip Dicle, Leyla Güven ve DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel ile düzenlediği ortak basın açıklaması:

Licê yanıyor ve yıkılıyor! Hukuksuz sokağa çıkma yasaklarını izleyen yıkımlar ve katliam, Silopi, Silvan, Sur, Cizre, İdil, Gever, Nusaybin ve Şırnak'tan sonra şimdi Licê'nin de kapısına dayanıyor. Askerin gözleri önünde ve denetiminde ekilip biçilen kenevir tarlalarını “imha” örtüsü altında Lice kırları, ekinler, ağaçlıklar ateşe veriliyor. Belediye başkanları hapsediliyor, görevden alınıyor. Dün görevden alınan Eruh ve Gercüş Belediye Başkanlarıyla birlikte 33’ü seçildikleri görevden uzaklaştırıldı, 21’i hapiste ... AKP iktidarı, bütün dünyadan yükselen “suç işliyorsunuz” uyarılarına  kulakları tıkalı Kürdistan'ı bir kez daha fetih hevesiyle giriştiği “Çöktürme Harekatı”nı ilçe ilçe sürdürüyor.

Yıkım harekatlarına, nüfus mühendisliği ve kolonizasyon planları eşlik ediyor. Şırnak ve Hakkari il merkezlerinin, idari olarak Cizre ve Gever’e taşınarak adlarının değiştirilmesi esasen yurtsever karakterleriyle tanınan bu ilçelerin il ölçeğindeki idari, askeri ve güvenlik yapılarıyla tahkim edilmesi hedefleriyle ilgili. Erciş’in Van’dan, Midyat’ın da Mardin’den ayrılarak il yapılması Mardin ve Van'ın nüfuslarının 750 binin altına düşürülerek büyükşehir statüsünden çıkarılmasına yönelik. Nusaybin, Cizre, İdil, Kızıltepe ve Silopi'nin başka mevkilere nakledilmesi sınır boylarının meskûn alan olmaktan çıkarılmasını hedefliyor. Böylece, Türkiye-Suriye sınırının Suriye tarafında gerçekleştirilmesine uluslararası destek sağlanamayan “tampon bölge”nin Türkiye tarafında fiilen gerçekleştirilmesi hedefleniyor. AKP, özellikle olası “tampon bölge”de yer alan, hepsi DBP yönetimindeki belediyeleri kendi vesayetine sokmak için kayyumluk gibi akla hayale gelmez icatlar peşinde. Bütün bu girişimler, Kürt halkına yönelik, imha, inkar ve soykırımı destekleyen “düşük yoğunluklu savaş” anlayışına ve bu anlayışın yol açtığı büyük insani felaketler çığrına bütün sonuçlarıyla birlikte geri dönülmekte olduğuna kuşku bırakmıyor. 

AKP’nin içeride ve dışarıda güttüğü güvenlik ve savunma siyaseti, içerideki çatışmayı Suriye ve Irak’a, Irak ve Suriye’deki çatışmaları içeriye taşıyarak Türkiye ve Kürdistan’ı bir savaş cephesine çeviriyor. Bu siyasetin sadece son bir yıllık bilançosuna bakmak devamı halinde halklarımızı bekleyen tehlikelere dair bir fikir verebilir: İntihar saldırılarında 269 sivil ölüm, kuşatılan kentlerde en az 500 sivil ölüm, binlerce güvenlik görevlisi ve gerilla, sayısız savaş suçu ve katliam.

AKP-Genelkurmay ittifakının Kürt halkına yönelik insanlık suçları Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler gibi Türkiye'nin üyesi olduğu veya olmayı amaçladığı bütün uluslararası kurumlar tarafından kınanmasına ve çözüm sürecine dönülmesi uyarıları sıkça tekrarlanmasına rağmen Erdoğan'ın faşist bir rejim kurma ısrarı kendisiyle birlikte Türkiye’yi de hızla bir yıkıma doğru sürüklüyor.

Erdoğan'ın her türlü aşağılanmayı göze alarak Rusya ve İsrail'e yönelik bütün sözlerini geri almaya, tükürdüğünü yalamaya razı olması aslında görünüşteki “barışçı” sonuçlarına karşın içeride Kürt halkına yönelik harekâtı sürdürürken bazı dış basınçlardan kurtulma arayışıyla ilgilidir. Erdoğan bu manevralarla bağnaz dış politikasının içerideki ekonomik yansımalarını hafifletmeyi, Rojava'nın çözüm önerilerinin önünü dolaylı bir biçimde kapatmayı, birkaç cephede birden çatışmaktan kurtularak Türkiye'de Kürt halkına karşı savaşı yoğunlaştırmayı amaçlıyor.

Bizler elbette bir an önce sona çatışmasızlığa geri dönülmesini, yıkım operasyonlarına son verilmesini, halklarımızın iradesini hiçe sayan nüfus mühendisliğine son verilerek Kürt halkının tarihsel yerleşim merkezlerinin askeri gerekçelerle boşaltılmasından vazgeçilmesini; halka verilen bütün zararların tazmin edilerek, sorumluların adalet önüne çıkarılmasını; Sayın Öcalan'ın bir an önce dâhil olacağı şekilde müzakerelere yeniden başlanmasını istiyoruz. 

Boğazına kadar suça batmış olan, kendisini sağlama almak için faşizmden başka bir yolu kalmayan Sarayın bu taleplere kendiliğinden rıza göstermesi beklenemez. Ancak, Erdoğan'ın kaderini paylaşması için hiçbir nedeni olmayan halklarımızın, demokrasi ve özgürlük umuduyla bugünlere göğüs geren aydınların, savaşın her gün ekmeğini küçülttüğünün ve saflarını böldüğünün farkında olan emekçilerin, AKP'nin mezhepçi ve cinsiyetçi kuşatması altında hayat alanları durmadan daralan kadınların, Alevilerin, gençlerin İzmir'den Gever'e kadar uzanan geniş bir demokrasi ittifakında bir araya gelmeleri bu kıskacı dağıtabilir. Bu ittifak kuşatma altındaki Kürdistan kentlerinde de, özgürlük alanları durmaksızın daralan Batı'daki metropollerde de Erdoğan'ın hiçbir yasa tanımayan, zalim, ırkçı, cinsiyetçi, sömürücü şiddetine karşı özgün mücadele  ve örgütlenme yöntemleri ortaya koyarak halklarımıza yeniden cesaret ve mücadele azmi aşılayabilir. Kürt halkının, özgürlüğü uğruna hiç dinmeyen, baş eğmeyen, her dönemde yeni ve yaratıcı yollar bularak bölge ve Türkiye halklarına yol gösteren mücadelesi bu ortak yürüyüşün en büyük güvencesidir. 

Türkiye halkları, özgürlüğün dünyasına bu yürüyüşe eşlik ederek ulaşacaktır. 

30 Haziran 2016