Temelli’den Erdoğan’a: Meşruiyeti konuşacak son kişi sensin

Eş Genel Başkanımız Sezai Temelli, haftalık grup toplantısında güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Temelli şu ifadeleri kullandı: 

En büyük yenilgi sinmek yılmak, sarayın istediği gibi korku ile nefes alıp vermektir. Sokakta evde her yerde inatla bir araya gelerek mücadelemizi yükseltmeye devam ediyoruz. Bu mücadeleyi yükselten, bugün gözaltına alınan arkadaşlarımızı saygıyla sevgiyle selamlıyorum. Asla boyun eğmediler, yine boyun eğmeyecekler. 

Cezaevindekiler direndikçe biz güçleniyoruz

Arkadaşlarımız, barışı savundukları, demokrasiyi savundukları için gözaltına alındılar. Bu ceberut devlet gözaltılarla yıldırmaya çalışıyor. Başaramayacaklar. Cezaevlerinde bulunan binlerce yoldaşımıza da selamlarımızı iletiyorum, onlar direndikçe biz güçleniyoruz.

Ertuğrul Kürkçü ile onurlandık

Bir selamı da onursal başkanımıza göndermek istiyorum. AKPM, Ertuğrul Kürkçü’ye onursal üyelik verdi. Onunla onurlandık. Dev Genç onunla devam ediyor. Bugün grup toplantımızı yine bir eksik yapıyoruz. Leyla vekilimiz tutuklandı. Tutuklanmamız için herhangi bir delile gerek yok dedi, haklı çıktı ve tutuklandı. Hatırlarsınız kendisine daha önce türkü söylemesi nedeniyle de bir ceza verilmişti. Leyla vekilimiz için inadın türküsü olacağız, onu ve tüm arkadaşlarımızı cezaevinden çıkaracağız. 

10 Ekim’i ve sorumlu olanları asla unutmayacağız

Yüksel direnişinin 700’üncü günü, vekillerimiz omuz vermek için orada olacaklar. Yüksel direnişini saygı ile selamlıyoruz. Yarın 10 Ekim, savaşa inat barış dediği için katledilen 103 yoldaşımızı anacağız. Barışın 103 ismini yoldaşlarımızın cansız bedenlerine ve yüzlerce yaralı yerde yatarken gazla, TOMA’yla saldıranları asla unutmayacağız. 

Sorumlu olanların bir teki yargılanmadı bile

Yoldaşlarım 10 Ekim davalarını partimiz yakından izledi. Orada izlediğimiz şey devletin önümüze çıkardıklarıydı. Peki ya hiç yargılanmayanlar, yol verenler? Onların hiçbiri yargılanmadı bile. Suçlanmadılar bile. Bize dönük bütün katliam davalarında bir tek kamu görevlisi, bir tek polis memuru, bir tek emniyet müdürü bile yargılanmadı. AKP’li siyasetçilerden de ölenlerle ilgili tek söz duymadık. 

İktidar ölen yoldaşlarımız üzerinden pazarlığa tutuştu

Tam tersine dönemin başbakanı çıkıp dedi ki “oylarımızda yükseliş trendi var”. Ölen canlarımız üzerinden pazarlığa tutuşan bir zihniyetten bahsediyorum. Başta 10 Ekim katliamı olmak üzere saldırılarda hayatını kaybeden yoldaşlarımızın önünde saygı ile eğiliyorum. Şair Hasan Hüseyin’in dediği gibi; “kısa çöp uzun çöpten hakkını alır elbette direnmekle kurtulmakla barışla ben amenna.”

Af tartışırken her ay 150’den fazla işçi hayatını kaybediyor

Biliyorsunuz Türkiye son günlerde af tartışmasına kilitlendi. Kaderine boyun eğmeden içeride olan binlerce tutsaktan söz etmeden kader tutsaklarını çıkarıyoruz diyorlar. Çetelere dışarıda hareket alanı sağlamak istiyorlar. Af tartışması sürerken daha geçtiğimiz hafta havalimanında direnen 7 işçi arkadaşımız daha tutuklandı. Toplantıda 34 işçi arkadaşımız tutuklu. Neden tutuklu? Çünkü bu çalışma koşullarına itiraz ettikleri için, bu ortaçağ köleci akla itiraz ettikleri için tutuklandılar. AKP’nin yönettiği bu ülkede her ay 150’den fazla işçi hayatını yitiriyor. 

Türkiye’nin her yerinde hak mücadelesini sürdüreceğiz

Her ay bu kadar insan sadece çalıştığı için yaşamını yitiriyor. Sarayın gözü sadece insanların emeği değil canı üzerinde. Havalimanında yaşananlar emekçilere reva görülenler üzerinden kara bir perdeyi kaldırdı. Her şey gözler önüne serildi. Emekçilere yönelik zulüm sürüyor. Amasra’da Hattat Holding’e ait bir işletmede işçiler işten çıkarılıyor ve tazminatları ödenmiyor. İşçiler vincin üzerine çıkıp eylem yapıyorlar. Ben Bülent Çelik’i aradım. Vincin üzerinde direnmeye devam ediyor. Hak mücadelesine devam ediyor. Onun selamlarını size getirdi. Süreci takip edeceğiz. Türkiye’nin dört yanında emekçilerle birlikte hak mücadelesi vermeye devam edeceğiz. 

KHK mağduriyeti devam ediyor

Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Bugün KHK ile ihraç edilen arkadaşlarımız var. Sabah birlikteydik. Kendilerini selamladım. Aynı mağduriyeti yaşıyoruz, acılarımız ortak. 130 bin dosya var komisyon bugüne kadar ancak 36 binine bakabilmiş. Bakmış da ne olmuş, baktığı 36 bin dosyadan 33 bin 700 dosyaya ret kararı vermiş. OHAL mağduriyeti devam ediyor. Ret verdikten sonra mahkeme yolu açılıyor. Mahkeme kaç yıl sürecek? Belki 10 yıl sürecek. İşte bu mağduriyet sadece ihraç edilenlere değil sosyal çevrelerine değil gelecek kuşaklara bu yolla taşınmış oluyor. 

Hayatını kaybedenleri yok sayıyorlar

Bir mağduriyetler coğrafyasına çevirdi ülkemizi bu iktidar. Mağduriyetleri yaygınlaştırdıkça mağdur olanları suçlayan bir iktidar var. Oğluna pantolon alamadığı için intihar eden İsmail Devrim’i, eşinden şiddet gördüğü için 21 yaşında hayatını kaybeden Zübeyde’yi, Çorlu’da hayatını yitiren Oğuz Arda’yı, havalimanı inşaatında hayatını kaybeden Kadir Oruç’u yok sayıyorlar. Onların yok saymasına inat bir var sayacağız onların anısına bu mücadeleyi yükselteceğiz. 

Gücümüzle Türkiye halklarının umudu olacağız

“Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın” diyor yazar. Tank altında ölen çocukların, intihar eden işçilerin, göstere göstere katledilen kadınların ülkesine döndü. İktidarın tanıtım filmidir bu cinayetler. Bu filme son vermeliyiz. Bu filme son verecek güç işte burada. Gücümüzle Türkiye’nin, Türkiye halklarının barış arzusunu gerçekleştireceğimize inanıyoruz.

Bütün bu zulüm 9 Ekim Komplosu ile başladı

Bütün bu kara tablo bütün bu zulmün ne zaman başladığını sorarsak onunda tarihi bugündür. 9 Ekim. Şöyle geriye doğru bir 20 yılın muhasebesini yaptığımızda bunca zulüm, bunca zalimlik, bunca savaş varsa ne zaman başladı sorusunun yanıtını 9 Ekim’de aramalıyız. 

Türkiye’nin Suriye savaşına sokulma stratejisi Adana Antlaşmasına dayanıyor

Bugün 9 Ekim Komplosunun yıl dönümü. Bu komplonun başladığı tarih. 9 Ekim Orta Doğu ve ülkemizde yaşananları anlamak için çok kritik bir tarih. Geriye dönüp baktığımızda bugün yaşadıklarımızın en temel nedenini bu komploda görebiliriz. Hükümet uluslararası güçlere rağmen kendi hedefleri doğrultusunda Suriye savaşına müdahil olduğunu savunuyor. Tüm dış güçlere rağmen Suriye’deyiz diyor. Oysa gerçek öyle değil, Türkiye’nin Suriye’ye sokulma stratejisi 1998 yılında Adana mutabakatı ile planlanıyor. Bu mutabakat daha sonra Wikileaks Belgeleri ile açığa çıktı. 

9 Ekim’den sonra yaşananlar ortada

TSK Şam’ı bilgilendirmeden 15 km kadar içeri gireceğinin mutabakatı. Sonrası malum Irak işgali, AKP’nin iş başına gelmesi, MHP’nin iktidar ortağı olması, ılımlı İslam ile birlikte BOP’un planlanması… Orta Doğu’ya müdahalenin yaygınlaştırılması ve Suriye savaşı. Bütün bu gelişmelerin kimler tarafından planlandığını 9 Ekim Komplosundan öğreniyoruz. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit yıllar sonra “ABD’nin neden bize Öcalan’ı verdiğini anlamadım” demişti. Neden verdiği bütün çıplaklığı ile ortada. Bu sorunun cevabı ortaya çıktı 9 Ekim ve 15 Şubat’ın gizli servisler tarafından yürütüldüğü birçok belgede ortaya kondu. 

Öcalan komployu gördü

9 Ekim 98’de Orta Doğu’nun kaderine, bölge halklarının geleceğine müdahale edildi. Tecridin aynı güçler tarafından sürdürülmesi de planın tamamlaması ile ilgilidir. Bugünkü tecridi 9 Ekim tarihine bakarak anlayabiliriz. Sayın Öcalan bu komplo ile Türkiye halklarının karşı karşıya getirilmek istendiğini, bir iç savaşın çıkarılmak istendiğini vurgulardı. Bu tehlikeyi gördüğü için de İmralı’daki tüm savunmalarını Türk ve Kürt halklarının ilişkilerinin güçlendirilmesi üzerine kurdu. Hepimiz bunun şahidiyiz. Uluslararası güçlerin Türkiye haklarının üzerindeki oyunlarını boşa çıkarmak için ortak vatan ve demokratik cumhuriyet tezlerini ortaya attı. Bütün bunlar çok kıymetli adımlardı. Sayın Öcalan ancak farklılıklara dayanan, gücünü buradan alan ve bununla can ve mal kayıplarının önüne geçebilmenin yolunu gösterdi. 

Demokrasi sorunun temelinde Kürt sorunu var

Farklı inanç farklı ulus ve kültüre sahip kesimlerden oluşan bir demokratik ulus modelinin inşasını gerçekleştirmeye çalışıyordu. Bu çağrıya şiddetle karşılık verildiği için Kürt sorunu çözümsüzlüğe mahkum edilmiştir. Bugün yaşadığımız demokrasi sorununun temelinde de Kürt sorununun çözümsüzlüğü vardır.  

Öcalan’ı dikkate almadılar darbe oldu

Sorunun çözümünden yana olanlara karşı bu iktidar savaşı savaş politikalarını yani çözümsüzlüğü tercih etmiştir. Öcalan 3 yıl boyunca süren görüşmelerde bugünlerde karşılaştığımız siyasi ve ekonomik sorunlar konusunda uyarılarda bulundu. AKP’nin müzakerelerde istekli olmadığını ve bunun tehlikeli olduğu uyarısını yaptı. 2014’teki bir görüşmesinde darbe mekaniğine dikkat çekti. Çözüm için sorumluluk alınmaması halinde bir darbenin mümkün olacağını söyledi. Öcalan’ı dikkate almadılar, ne oldu? 15 Temmuz 2016’da darbe mekaniği harekete geçti, darbe kalkışmasını yaşadık. 

Dolmabahçe Mutabakatına tecrit kilidi vuruldu

Bu görüşmeler sırasında bir mutabakat metni ortaya çıktı: Dolmabahçe Mutabakatı. Bu mutabakatın üzerine tecrit kilidi vuruldu. Mutabakatta özgür vatandaşlıktan cinsiyet rejimine, doğanın korunmasından yerel demokrasiye kadar her alanda en demokratik yöntemler geliştirilmişti. Bu aslıda Türkiye’nin demokrasi sorununun çözümü idi. Çünkü demokrasi sorununun çözümü, Kürt sorunun çözümü demekti. Kürt sorunun çözümü demokrasi meselesinin hal edilmesi demekti. 

Türkiye’nin sorunları ancak bu ilişkiyi anlamakla mümkün

Bu ilişkiyi ortaya koymadan, bu ilişki üzerinden yol almadan Türkiye’nin sorunlarını çözmek, Türkiye’nin demokratik bir rejime kavuşmasını sağlamak mümkün değil. Buna karşılık AKP Genel Başkanı Erdoğan böyle bir mutabakat yok dedi ve sonlandırdı. Annelerin, çocukları için endişelenmediği barış günleri bitmiş oldu. Sonrasını biliyorsunuz, katliamlar. İşte yarın 10 Ekim anmasına gideceğiz. İşte bu mutabakatın sonlanması bizleri katliamlarla dolu bir dönemi yaşamaya mahkum etti.

Tercit ile hangi sorunu çözüyorsunuz?

Yarın 10 Ekim. 9 Ekim’den bugüne aklını yitirmiş bir zihniyetin katliam tarihleri arasında sıkışıp kaldık. Bu zihniyete karşı inatla barış mücadelesini yükseltmeliyiz. Tecrit meselesini anlamak AKP’nin Kürt halkına yönelik bakış açısını, iktidarın barış konusundaki yaklaşımını anlamak açısından kilit önemde. Tecrit Türkiye’de Kürt sorununun hükümet tarafından getirildiği noktayı çok iyi özetliyor. Soruyoruz: AKP tecrit uygulayarak çözüm adına ne yapmış oluyor? Tecritle neyi çözmüş oluyor? Tecrit Kürt meselesinin gizli ittifaklara teslim edilmesi için kullanılan araçlardan biri. 

Sorunu o masada çözmediğimiz için dışarı açıldı

Sayın Öcalan İmralı heyetine şöyle söylemişti: “Bunu bu masada çözersek çözeriz. Bu son şansımız. Bu masada çözemezsek muhataplar dışarı açılır.” Öyle oldu. Dışarı açıldı. Oysa bunu çözebilirdik. Muhataplar bir masanın etrafına oturmuş ve tüm ülke büyük bir umuda sarılmıştı. O masayı devirenler, bu katliamların sorumlusudur. O masayı devirenler bu savaşın, bu yıkımın sorumlusudur. 

Tecrit toplumu savunmasız bırakıyor

Sayın Öcalan’ı mutlak tecrit altında tutmak, toplumu savunmasız hale getirmek anlamına getiriyor. Bizler toplumu savunmasız bırakanlara karşı toplu savunmak için buradayız, burada olmaya devam edeceğiz. 

Ekonomik krizin en önemli sebeplerinden biri savaş politikalarıdır

Bugün ülkenin en büyük sorunlarından biri ekonomi sorunudur. Türkiye’nin yaşadığı iktisadi krizi açıklamaya çalışırken hükümet sürekli dış güçlerden bahsediyor. Dış güçler böyle yaptı dış güçler şöyle yaptı. Oysa iktisadi krizin en önemli sebeplerinden biri izlenen savaş politikaları. Tecrit, savaş ve demokratik çözümün önünün tıkanmasıyla, bu iktisadi krizin içinden çıkamazsınız. Öyle oluyor zaten. Hem iktisadi krizin içinde boğuluyorlar hem de bu politikalarda ısrar ediyorlar. 

İktidarda kalmak için savaş politikalarında ısrar ediyorlar

Bu yıl, 2018 yılında savunma sanayi destekleme fonuna ayrılan para yüzde 124 artmış. Evet, kriz var, ciddi anlamda yoksullaşma var, hayat pahalılığı artıyor. Savunma sanayi destekleme fonuna yüzde 124 artış getirildi. İnşaat ve silah sanayi bu ikisi üzerinden ülke ekonomisi toplum bir uçuruma ve felakete sürüklenmeye devam ediliyor. Buradaki asıl sorun AKP’nin bu ekonomik sorunları, savaş koşullarını sürekli diri tutarak aşma çabasıdır. Savaş politikalarındaki inatları iktidarda kalmalarının nedenidir. O yüzden bu denli barışa düşmanlar, o yüzden benim arkadaşlarımı gece gündüz gözaltına alıyorlar. O yüzden benim eşbaşkanlarımı içeride tutuyorlar. 

HDP’den korkuyorlar

Çünkü barıştan ve HDP’den korkuyorlar. Bu yüzden de savaş politikalarını diri tutma peşindeler. Cumhurbaşkanı danışmanı itiraf etmişti, Suriye savaşına dair demişti ki “inşaat sektörümüz Suriye’yi yeniden yapılandırmaya hazır.” Hayata, insana ve yaşama bakışlarındaki şu çarpıklığa bakın. Bu betona yatırım yapanların, beyinlerine beton dökmüşlerin sözü. Bu sesi mutlaka ama mutlaka kısacağız. Şimdi derinleşen ekonomik krizle birlikte yine başladılar “Fırat’ın Doğusu’na gireceğiz” demeye. Yine beka sorunu diyorlar. Vatan, millet Sakarya edebiyatına yine sarıldılar. Bunlar biliyorsunuz promterdan okuyorlar ya. Sağ promter, sol prompter, iki promter arasında kafaları karışıyor.

Aksırıncaya tıksırıncaya kadar yediniz kursağınızda kalacak

Bunlar yazmadığı için bunlara yazıp veriyorlar, yazıp verdikleri için de ne dediklerini bilmiyorlar. Bakın Bahçeli ne dedi; “bu az yeme çok yeme meselesi değil, vatan meselesidir. Ben az yiyorum, AKP sen çok yiyorsun buna takılmayalım biz yemeğe devam edelim ahaliyi de oyalayalım.” Aksırıncaya tıksırıncaya kadar yediniz, doymadınız ama kursağınızda kalacak bu yedikleriniz. 

Damat iç mihrak mı dış mihrak mı?

Her siyasal kriz ortaya çıktığında ya dış mihraklar ya iç mihraklar. Bazen de sızma mihrak var. McKinsey. Karar veremediler iç mi dış mihrak mı? O yüzden şimdi Damat hangi kadroya atanacak,  iç mihrak kadrosuna mı dış mihrak kadrosuna mı atanacak, onu da yakında göreceğiz. 

Enflasyon fırlayacak TÜİK ile önüne geçecekler!

Bugün Türkiye heyecanla bekliyor, damat enflasyonla mücadele programını açıklayacak. Ben tüyoyu aldım. Ortada büyük bir daire etrafında küçük daireler. Daha önce böyle modeller yarattılar. Enflasyonla nasıl mücadele edeceklerine dair, diyor ki “şirketlerin borçlarında indirim yapacağız, şirketleri rahatlatacağız. Onların fiyat artırmasının önüne geçeceğiz.” Enflasyonla mücadelede genişletici mali politikası uygulayacağız. Şaşkınlığa bak, aklı karışmış. Ne yaparsın evladım, sen çok güzel daire çizersin, çözüm yok. İddia ediyoruz enflasyon fırlayacak. Bunun önüne geçecekleri bir tek araç var, o da TÜİK. Enflasyon fırlayacak ama TÜİK enflasyonun düştüğünü açıklayacak. 

TÜİK gerçek rakamları değil yalanları yayınlayacak

Çünkü TÜİK’e müdahale ettiler ve müdahale ettikleri gibi de şunu dediler, “en kötüyü gördük daha kötüyü görmeyiz.” Çünkü bundan sonra açıklanacak rakamlar enflasyon rakamı değil onların yalanları olacak. AKP döneminde bakın ekonomik sorunlar o denli toplumsal ve siyasi sorunlarla iç içe geçti ki, tarımsal araziler vasfını yitirdi. Çiftçilerin borcu 13 kat arttı. Açıklanan programda çiftçiye yer yok. Peki, tarımdan geçimini en çok kim sağlıyor, Kürtler. İşte iktisadi sorunlar, siyasi sorunlar, toplumsal sorunlar. Meraların yasaklanması, ormanların yakılması, çiftçinin borcunun göz ardı edilmesi. Hep arka planda yatan savaş politikalarıdır. 

Kürt halkına Kürtlere yönelik bu düşmanca tutum savaş politikaların sürmesi için araç haline getirildi. Sayıştay raporları yayınlanıyor, işçileri korumakla yükümlü çalışma bakanlığı kendi personeli için kıdem tazminatı ayrılmamış. Bakın Bülent Çevik o yüzden o vincin tepesinde kıdem tazminatı alamıyor diye eylem yapıyor. Özel şirket onun tazminatını vermiyor. Çalışma Bakanı ne yapıyor? İmam-cemaat meselesi. Çalışma Bakanı da kendi çalışanlarına tazminat ayırmıyor. Devlet adeta kayıt dışı. Sigortasız işçi çalıştıran yerleri belirlemekle sorumlu olan SGK, sigortasız işçi çalıştıran 675 kuruma ödül veriyor. 

Kayyumları kayyum coğrafyasında söküp atacağız

Bizim belediyelerimizle ilgili konuşmaya başladı ya, bizim hiçbir belediyemizde Sayıştay raporlarıyla kanıtlanmış bir tek kuruş yolsuzluk yok. Ne yolsuzluğu, hata yok hata. Muhasebesini tam tutmuş, şeffaf tutmuş ve hesabını vermiştir. Bunlar bizim belediyelere laf söylerken atadıkları kayyumların hepsi yolsuzluğa bulaştı. Atadığı kayyumu bile görevden almak zorunda kaldı, hırsızlığın boyutuna bak. Bir tek kuruşluk yolsuzluk bulamadığı belediyelerimizi suçlarken kendi atadıkları kayyumlar ortada. Az kaldı. Bütün bu kayyumları bu kayyum coğrafyasından hep birlikte süpürüp atacağız. Hem kayyumları atacağız hem Saray’ı süpüreceğiz. 

Halk her sabah zamla uyanıyor

Her sabah zamla uyanıyor halk. Bugün yine akaryakıta zam yapıldı. Bu enflasyonla ilgili konuşuyorlar, nedeni üzerine çalışma yapıyorlar. Her gün bu denli zam yapılan ülkede zaten enflasyon çıkar. Bir zam sistemi var. AKP bir mahalle tefecisi gibi. Halktan topluyor ve bir çukura bu kaynakları atıp çarçur ediyor. Nasıl mı topluyor?  İşte fatura böyle topluyor. Elektrik faturası, doğalgaz faturası ve gelen her faturaya bakın. Her faturada en az 4-5 ayrı vergi var. 

Zabıta yoluyla enflasyonla mücadele edecekler!

Yani sizin kullandığınız her şeyde dolaylı vergi var. Bu adaletsizlik aslında ülkeyi topyekün büyük bir adaletsizliğe sürüklüyor. Halka bu adaletsizliği dayatarak halkı yoksullaştırarak topladığı paraları yandaş sermayeye, beton sermayeye ve silah sanayiye aktarmaya devam ediyorlar. Bunu çözmek için bir yöntemleri var. Diyorlar ki “enflasyonun nedeni hayat pahalılığı, o zaman hayat pahalılığını önleyeceğiz.” Nasıl? Zabıta ile. Evet zabıta ile. Zabıta hayat pahalılığını engelleyecekmiş. Bir de Ticaret Bakanı var bu ülkede, çok maharetli, tespit etmiş. Tespit etmiş ve bütün bu enflasyonun nedeni 114 tane firmaymış, firmalardan savunma istemiş. Ben merak ediyorum, firma ne diyecek buna. Zam yaptık, bütün maliyetler arttı ben de zam yaptım. Savunmayı benden değil, Saray’dan iste diyecek. 

AKP’nin firmaları konkordato ile sorumluluklarından kaçıyor

Bir ekonomi dahisi bunlar. Konkordato modası var. 300’den fazla firma konkordato ilan etti. Bunların büyük çoğunluğu AKP’nin ihale zengini firmalar. Yani konkordato ilan ederek aslında yükümlülüklerinden kaçıyorlar. Ve bütün ekonomik krizi işçilerin, emekçilerin o firmalarda çalışan insanların üzerine yıkma derdindeler. Böyle bir ülkede yaşıyoruz. Her tarafı sorun yumağına dönmüş bir ülke. Tabi ki iktisadi kriz beraberinde derin siyasi krizleri de getiriyor. 

Suçlar artıyor

Son 20 yılda nüfus yüzde 26 artarken, suç oranı yüzde 400 artmış. Bu bir tesadüf olamaz. Özellikle uyuşturucu ve hırsızlık suçlarında artış yüzde 600. Cezaevlerindeki çocuk ve genç oranı yüzde 40 artıyor. Çünkü 20 yıl boyunca bu ülke yoksullaştı. Bu 20 yıl boyunca bu ülkede adaletsizlik arttı, gelir dağılımı bozuldu. Bu 20 yıl boyunca bu ülke kamplaştırıldı, düşmanlaştırıldı, bütün bunlarla birlikte hareket ediyor. 

Siyasi kriz ile ekonomik kriz birbirini besliyor

Bileşik kaplar misali siyasi kriz varsa ekonomik kriz de olur, ekonomik kriz varsa toplumsal kriz de olur. Bunların hiçbiri birbirinden bağımsız hareket etmez. Bakın cinsel suçlardaki artış inanılmaz boyutlarda. Tam 10 kat artmış. Neden? Çünkü şöyle konuşuyorlar. Kadın erkek eşitliği doğaya aykırı diyor. “Tecavüze uğrayan kadınlar doğurmalıdır” diyor, “kızlar okuyunca erkekler evlenecek kız bulamıyorlar” diyor. Böyle bir karanlık zihniyet karanlık söylemlerle konuşuyor. Sonra cinsel suçlar 10 kat artıyor. Çünkü siz bu zihniyeti topluma taşıdıkça bu suçların önünü açıyorsunuz. İşsizliğin artışını kadınların çalışmak istememesine bağlayan, iş isteyen kadınlara “evdeki iş yetmez mi” diyen bir zihniyet. Kadınlara yönelik suçların hepsi af kapsamında. Kadını ölüme götüren her türlü muameleyi affedilebilecek suçlar olarak gören işte bu karanlık zihniyet. 

Kadın mücadelesinin bir parçası olmak HDP için onurdur

Bizzat AKP ve ortaklarının, vekillerinin, atadıkları valilerin ve rektörlerin icraatlarına bakın. Kırklareli Valisi’ne bakın. Kadını tehdit ediyor, ayaklarının altını öptürüyor. Buna söylenecek bir sıfat bile yok. Ne denir buna. Buna söylenecek bir sıfat bile yok ama devlet bunu görevden alıp hakkında soruşturma açmak yerine merkez valiliğine çekiyor. Yaptığı bu. Bu barbara yaptığı muamele bu. O merkez valisi olarak halen burada. Yani ödüllendiriyor. Hem oturacak, hem maaşını alacak, hem de kadına yönelik bu şiddeti meşrulaştıracak. Bu tabloyu Türkiye toplumunun önüne koyanlara karşı kadınların öncü olduğu mücadelenin parçası olmak HDP için onurdur. 

Gözaltılarla seçim çalışmalarına başladılar

Değerli konuklar değerli arkadaşlar yerel seçimlere 6 aydan az bir süre kaldı. Yerel seçimler söz konusu oldu HDP’yi ağızlarına dolamaya başladılar. Bu son gözaltılar da da aslında izlediğimiz şey AKP’nin seçim çalışmasıdır. Nasıl seçim çalışması yaptıklarını 24 Haziran’dan çok iyi hatırlıyoruz. Gözaltılar, saldırılar, cinayetler, kaymakamlar, valiler jandarma komutanları, hepsi AKP’nin kampanyasına dahildir. 

HDP’yi meşru görmüyormuş, asıl sen meşru değilsin

Böyle seçim çalışmaları yürütüyorlar, şimdi de yerel seçim çalışmalarına başladılar. Ve tabi HDP’yi suçlayan, HDP’ye karşı her türlü nefreti dile getiren Erdoğan konuşmaya başladı. HDP’yi meşru bir parti olarak görmüyormuş. Görme, sen meşru musun? Meşruiyet tartışması yapılacaksa bu HDP ile değil, ancak senle yapılır. Sen sandıklara şaibeyi, hileyi, saydığım tüm yöntemleri sokmuş ancak öyle ucu ucuna sandıktan çıkmış birisin. Senin meşruiyetin tartışmalı. Bu tartışmayı sürdüreceğiz. 

Madem meşruiyet tartışması açtın bak belgesi var. Mimar ve Mühendisler Odası seçim sürecindeki hileleri açıkladı. Ve ne denli hilenin olduğu bütün çıplaklığı ile ortada. HDP meşru bir parti değilmiş. HDP meşru bir parti, HDP halktır halk burada, meşruiyetini işte o halktan alıyor. Senin gibi seçim ve sandık hırsızlığından almıyor. Meşruiyet tartışması senin ağzından çıkacak bir laf değildir. 

Sen kimsin?

Muhatap değilmiş bizimle. Biz çok üzüldük. Bu dertle artık iflah olmayız. Kim seni muhatap kabul ediyor? Bizim muhatap alacağımız halkımız, emekçilerimiz ve kadınlarımız var. Biz 6 milyon seçmenden oy almakla kalmıyoruz, aynı zamanda bütün toplumun sorunlarıyla muhatap oluyoruz. O yüzden bizim muhatabımız halklarımızdır, sen kimsin? Biz de seni muhatap almıyoruz. 

Senin ne dediğine göre değil, halkımız ne istiyor ona göre yola çıktık

Bunlar zafer hırsızı, yolsuzluk arsızı, şimdi de “adayları Kandil’den belirlerseniz, müdahale edersiz. Eğer öyle olursa ertesi gün kayyum atarız” diyorlar. Tehdit, şantaj ne ararsanız hepsi var, tekmili birden AKP kürsülerinde. Biz seçim sonuçlarına odaklı hareket etmiyoruz. Bizim yolumuz faşizme karşı mücadele yolu. Senin ne yapacağına göre değil halklarımız ne istiyor ona göre yola çıktık ve senin tehditlerine de asla boyun eğmeyeceğiz ve asla pabuç bırakmayacağız. 

40 yıldır sen diz çökmüş boyun eğmiş bir halk gördün mü?

Sanıyor ki bu tehditleri ile halk sandığa gitmeyecek, oyuna sahip çıkmayacak. Sen onu oy mu sanıyorsun? O iradedir irade, siyasi bir irade. O 40 yıllık bir irade. Bu halk kimleri gördü, kimler geldi, kimler geçti. 40 yıl boyunca sen diz çökmüş, boyun eğmiş bir halk gördün mü? Asla vazgeçmedi, yine vazgeçmeyeceğiz. Siyasi irademize, kentimize, kendimize, geleceğimize ve özgürlüğümüze dün olduğu gibi yarın da sahip çıkmaya devam edeceğiz. Sen ancak hayallerle yatar kalkarsın. Seni bekleyen yine hayal kırıklığı. 

Kayyumları başına yıkacağız

Nasıl o barajları 7 Haziran’da 1 Kasım’da 24 Haziran’da kafana yıktıysak, yerel seçimde de kayyumlarını başına yıkacağız. İşte sen o çöpleri toplamaya gidersin ancak. Bu ülkeyi hep birlikte bu kayyum utancından kurtaracağız. 

Yan yana gelerek kayyumcu zihniyetten kurtulabiliriz

Bu ülkede bir kayyum coğrafyası var. Bu kayyumlara ses etmeyenler bunları görmezden gelenler bugün büyük bir demokrasi sorunları ile uğraşıyorlar. O yüzden diyoruz ki kayyum Van’ın, Amed’in, Mardin’in sorunu değil. Kayyum Trakya’nın, Ege’nin, Çukurova’nın sorunu. Kayyum, demokrasi sorunu, barış sorunu. Barış ve demokrasi istiyorsak, işte bu seçim bir fırsat. Demokrasi güçleri, barış isteyenler yan yana gelerek bu ülkeyi bu kayyumcu zihniyetten kurtarabilir. 

Gelin bu ceberut iktidara son verelim

İşte gelin bu çağrımıza kulak verin, gelin yan yana duralım, hep birlikte bu ceberut iktidara son verelim. Kentlerimizi, kadınları, emekçilerin, gençlerin, halkların kentleri yapmak için, doğayı beton zihniyetinden kurtarmak için şimdi yan yana gelme zamanı. 

Pazarlıklarla değil toplumsal istekle ittifaklarımızı belirleyeceğiz

Ortak sorunlarımıza ortak çözümler üretme zamanı. Bu ülkeyi tecritten kurtarma, cezaevindeki arkadaşlarımıza kavuşma zamanı. Dayatma değil dayanışma zamanı. Halkın, mahallenin, ilçenin, o ilin tüm halkları ve emekçileri ile beraber adaylarımızı belirleyeceğiz. Tüm dinamiklerle, tüm toplumsal kesimlerle adaylarımızı belirleyeceğiz. Halka rağmen değil halkla beraber, pazarlıkla değil toplumsal ittifakla belirleyeceğiz. İnanıyoruz ki Türkiye’nin her yerinde yerel seçimlerle bu ülkede yerel demokrasi konusunda çok güçlü adım atacağız. Ondan sonra eğer bir yere kayyum atanacaksa o da inanın Beştepe’ye olacak, bu Saray’a olacak. 

Bu kürsü halklarımızın barış kürsüsüdür

Türkiye’de demokrasinin önünü açmak için bu mücadele büyük önem taşıyor. Ben bugün grup toplantısına gelen bütün konuklarımıza tekrar teşekkür ediyorum. Bu Meclis’i, bu zihniyet değersizleştirmeye hiçleştirmeye çalışıyor. Siyaseti tek adam maratonuna çevirmek istiyor. Önümüzdeki dönem onlara inat buradaki çalışmalarımızı yoğunlaştıracağız. Burası halklarımızın kürsüsü, kadınların, emekçilerin ve toplumsal muhalefetin kürsüsü. Dün olduğu gibi bu kürsüyü halklarımızla birlikte onların sesi olacağız. 

Yoğun bir hafta yoğun bir dönemi bizi bekliyor. Tüm vekil arkadaşlarımız önemli çalışmalar gerçekleştirecekler. Buraya gelemeyen ama bu mücadeleye ortak olan tüm arkadaşlarımı önemli bir çalışma dönemi bekliyor. Yerel seçimler için çalışmalarımızı başlattık. Siyaset buluşmalarımızı gerçekleştiriyoruz, halklarımızla buluşuyoruz, olanca gücümüzle çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Önümüzde bizi bekleyen yoğun bir dönem var. Hepimizin yolu açık olsun. 

9 Ekim 2018