Temelli: Türkiye artık faşizm koşullarında, doğrudan yatırım gelmez

Eş Genel Başkanımız Sezai Temelli, Ahval'e konuştu.

Türkiye 24 Haziran seçimleri sonrası başlayan ve AKP tarafından ‘Türk Tipi Başkanlık’ olarak adlandırılan sisteme geçişin tartışmalarını sürdürürken, aynı zamanda ekonomiye ilişkin gelişmeler de tartışılmaya devam ediyor. Ekonomideki seyri değerlendiren HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, Türkiye’de ekonomik anlamda, 1994 ve 2001’de yaşanan ekonomik krizlerden daha zor koşullar yaşandığına dikkat çekti. 

24 Haziran seçimlerine gidilirken, Türkiye’de tartışılan önemli bir konuda Türkiye’de ufukta görünen kriz ve alınacak tedbirlerdi. Seçim süresince iktidar kaynakları tarafından vadedilen seçim ertesi  ekonomik toparlanma gerçekleşmezken, döviz fiyatlarındaki artış ve faizlerdeki yükseliş ise devam ediyor. 

İktisatçıların sık sık kriz uyarılarında bulunduğu ortamda Hazine ve Maliye Bakanlığı’na Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın getirilmesi ise AKP’nin ekonomiye ilişkin politikalarına duyulan güveni daha fazla zedeledi. 2019 yılının Mart ayında yeniden sandık başına gidecek olan Türkiye’de beklentiler seçimlerin ardından IMF ile yeni bir anlaşma imzalanması ve kemer sıkma politikalarının uygulanması yönünde. 

Ekonomide kötü gidişatın devam ettiği ortamda TBMM’de OHAL’i kalıcı hale getireceği eleştirilerine sebep olan ‘Güvenlik Paketi’ görüşmeleri hız kesmeden devam ediyor. Ekonomik gidişatın halkta yaratacağı etkiyi bastırmak içinde kullanılacağı dillendirilen paketin görüşmelerinin devam ettiği Meclis’in üçüncü büyük partisi HDP’nin Eş Genel Başkanı Sezai Temelli ekonomiyi Ahval’e değerlendirdi. 

AKP’nin iktidarda bulunduğu 16 yıl boyunca ekonomik kaynakları kötüye kullandığını, elde edilen kaynakların getirisi düşük olan inşaat sektörüne aktardığını belirten Temelli, çözümü ise iktidarın değişmesinde görüyor. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Merkez Bankası’na yönelik telkinlerine değinen ve Türkiye’deki problemin ‘tekçi anlayış’ olduğunu belirten HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli’nin sorularımıza verdiği cevaplar şöyle:

24 Haziran seçimleri öncesi AKP ve Erdoğan tarafından, seçim sonrası ekonomik toparlanma gerçekleşeceği izlenimi yaratıldı. Ancak seçim sonrası seyir bunun doğrular nitelikte değil. Ekonomideki seyri siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin hafızasında 1994 ve 2001’de yaşanan ekonomik krizler var. Bu krizlerin ikliminden çok daha zor koşullar söz konusu, çünkü göstergeler çok daha kötü bir duruma işaret ediyor. Dolayısıyla ekonomi şu anda ciddi bir kriz sarmalı içinde ve bu sarmak giderek de daha kötü bir hale geliyor.

Çünkü Türkiye ekonomisinde şu an itibari ile çoklu açık söz konusu. Yani cari açık var, bütçe açığı söz konusu. Bunlara ek olarak tasarruf açığı da büyümeye devam ediyor. Türkiye ekonomisi aynı zamanda ciddi bir borç yükü altında. Hepsinin toplamında göstergelerin de yani enflasyon, kur, işsizlik gibi faktörlerin de olumsuz yönde olduğunu görmek mümkün. 

Saydığımız tüm bu olumsuzlukları alt alta koyup bütün olarak okuduğumuzda ciddi bir kriz sarmalı içinde olduğumuzu görüyoruz.

İlginç olarak böylesi bir tabloya karşı ‘Ne yapmalı?’ sorusunun yanıtı da çok ciddi tedbirlerin alınacağı bir döneme işaret ederken, iktidar krizin ne olduğunu anlayabilmiş değil. Bu duruma ilişkin en ironik örnek olarak da bu krizle mücadele edecek Hazine ve Maliye Bakanlığı’na getirilen ismin bu krize karşı ne yapmamalı sorusunun tam olarak karşılığı olmasını gösterebiliriz.

Berat Albayrak’ın ekonomin başına getirilmesi ülkede ve dışarıda nasıl bir izlenim uyandırdı?

İsmi açıklanır açıklanmaz küresel piyasaların verdiği tepki bizlere gerçeği gösterdi. Böylesi bir ismin enerji alanında yarattığı maliyetler ortada.

Türkiye’ye getirdiği ekonomik ve ekolojik maliyetler ortada iken, böyle birinin ekonominin başına getirilmesi büyük ironi. Kaldı ki ekonominin kendisine ne kadar teslim edildiği de ayrı bir tartışma konusu. 

Ekonominin Albayrak’a teslim edilmesi bizlere Türkiye’nin içinde bulunduğu durumlara karşı iktidarın ne kadar aymaz olduğunu da gösteriyor. İktidarın derdi memleketin iktisadi sorunları çözmek değil, iktidarda kalmak. İktidarda kalmak uğruna kaynakları daha fazla çar çur edebilir, krizi derinleştirebilir ve baskıyı daha fazla arttırabilir. AKP’nin iktidarda kalmak uğruna yaptığı hamleler, mevcut krizi daha da derinleştirmektedir. 

Albayrak’tan bahsetmişken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Merkez Bankası’na direktifler verdiğine şahit olduk. Merkez Bankası’na yönelik bu baskının ekonomi açısından sonuçları neler olacaktır?

Esas problem, ülkedeki tekçi anlayışta. Erdoğan, her şeyi kendi yönetmek istiyor, her şey için kendi karar vermek istiyor. Oysa Ekonomi başlı başına her alanı etkileyen bir güce sahip. Ekonomi yönetimi çok ayrı bir konu, İçinde bulunduğunuz koşulları çok iyi tahlil ederek bunlara çözüm üretmeniz gerekir, ancak Erdoğan bunları yönetebilecek vasıftan yoksun. Erdoğan çok ısrarcı ve bu kendisinin bu ısrara yönelik bir ekonomi tahayyülü var.

Erdoğan, sık sık ‘Faizleri düşürün’ çağrısı yapıyor. Biliyoruz ki faizler bir sonuç ve Erdoğan neden sonuç ilişkisini tersinden kuruyor. Faizler düşerse ekonomi rahatlayacak gibi algısal çarpıtma var burada. Oysa ekonomide kaynak yönetimindeki hatalar faizleri yükseltiyor.  AKP 16 yıl boyunca mevcut kaynakları kötü yönetmiş, kurduğu kaynak üretim mekanizmları ve kullanım mekanizmaları çarpık durumda. Ekonomide böylesi ciddi sorunlar varken, ‘Faizleri düşürün’ demek kaynak yönetimindeki hataların üstünü örtme anlamına gelir. 

Kaynak yönetimi vurgunuzu biraz daha açar mısınız?

AKP ne yaptı? AKP, insanları, şirketleri ve devleti  borçlandırarak ve kamusal mirası özelleştirmeler ile satarak devasa bir kaynak yarattı. Yaratma yöntemi hatalı olan bu devasa kaynağı ise çok kötü kullanarak betona gömdüler.

Yani verimsiz bir alan olan inşaat sektörünü destekledi, hazine arazilerini kötü biçimde inşaat sektörüne aktardı. Bunların sonucunda da betonlaşmış bir ekonomi ile karşı karşıya kaldık. Katılaşan bu ekonomide, kaynak yönetimini değişmediği sürece bu krizden çıkmamız mümkün olmayacaktır. 

Peki kaynak yönetimi neden değiştirilmiyor?

Kaynak yönetimini değiştirmek, iktidarı değiştirmek demektir. Bu iktidar olduğu sürece, kendi yapılanmasını bunun üzerine kurduğu için de değiştirmek mümkün olmayacaktır. Kaynak yönetimini değiştirmeye ancak bütçeden başlayabilirsiniz, ancak bütçe aklını da yok etmiş bir iktidar var ortada. Bütçeyi meclis değil, tek bir adam oturacak ve bütçe yapacak.

Bu durum halkın bütçe yapma hakkının gaspedilmesi demektir. Bütçenin yönetilemediği böylesi bir yerde ne kaynakları ne de ülkeyi yönetebilirsiniz. Kaldı ki Türkiye’de yaşanan en büyük kriz de ortadaki yönetememe krizidir. Türkiye’deki bütün kurumların inisiyatifini kaybettiği bir dönemdeyiz. Bunlardan biri de az önce bahsettiğimiz Merkez Bankası’dır.

Türkiye’de yıllarca ‘Merkez Bankası bağımsız bir kurumdur’ dendi. Oysa bu çok hatalı bir tartışmadır. Merkez bankaları bağımsız olamaz. Bu IMF ve küresel sermayenin uydurduğu bir tartışmadır. Merkez bankaları bağımsız olsun demek, bankaları iktidarlardan küresel sermayenin eline çekme projesiydi.

Merkez bankaları özerk olmalıdır, yani ne tümüyle iktidarların elinde sıkışmalı ne de tümüyle bağımsız olup toplumun gerçekliğinden kopmalıdır. Ancak bugün baktığımızda Merkez Bankası ne özerk ne bağımsız ne de kurumsal anlamda inisiyatif alacak güçtedir. Merkez Bankası enflasyon ile mücadele programını bile sürdüremeyecek durumdadır şu anda. Erdoğan’ın Merkez Bankası’na ‘Faizleri düşürün’ dediği günden bu yana faizler dört kat atmıştır.

Gezi günlerinde faizler %5 ile %6 aralığında iken, şu an %20 ile %21 aralığında seyretmektedir. Yani Gezi günlerinde ortaya atılan ‘Faiz lobisi’ diye bir şey yok. Burada olmayan bir şey ortaya atılarak, kaynak yönetimindeki kötülüğü gizlemeye çalışmışlardır. Eklemek gerekir ki faiz lobisi olsaydı bu kadar başarılı olamazdı.

Peki iddia edildiği gibi bir ‘Faiz lobisi’ yok ise durumun nedeni nedir?

İktidar etrafındaki sermaye grubu kaynakların bu biçimde kullanılmasının sebebidir. Yapımı tamamlanan 3. Havalimanı, devreye sokulmaya çalışılan Kanal İstanbul projesi, enerji yatırımları plandan, programdan, Türkiye’nin geleceğinden, ekolojik gerçeklikten yalıtılmış ve belli bir alanın zenginleştirilmesine adanmış projelerdir. Böylesi çarpık bir anlayışın maliyetini de bütün Türkiye halklarına çıkmaktadır. 

‘Tek adam rejimi’ olarak adlandırdığınız yönetimin ekonomiye etkisinden bahsettiniz. Bu durumda dışarıdan gelecek yatırımlar nasıl etkilenecektir

Türkiye’deki mevcut durumda hiçbir yatırımcı gelmez, çünkü risk çok yüksek durumda. İçinde bulunduğumuz durumda hem iktisadi hem de politik risk çok yüksek durumda. Türkiye’deki durumun adını doğru koymak gerek, Türkiye artık faşizm koşullarındadır. Böylesi bir durumda doğrudan yatırım gelmez. 

Türkiye’nin zor koşullarından yararlanmak isteyen kısa vadeli sıcak para elbette ki gelir, zaten geliyor da. Faizlerin böylesi yüksek olduğu yere gelmesi olağandır. Enflasyon yükseldikçe reel faizi yükseltmek gerekir, bunun için de nominal faizleri yükseltmek gerekir. Yani makas sürekli açık tutulmalıdır ki sıcak para gelebilsin. Türkiye bunu yapamazsa bu para da gelmeyecektir. 

Türkiye kısa vadede faiz-kur döngüsüne girecektir, kaldı ki girdi bile. Baskılanan döviz biraz düşüyor, ancak faizler düşmüyor; kısa bir süre geçtikten sonra da döviz aradaki açığı yeniden kapatıyor.

Peki öngörünüz nedir?

Öyle tahmin ediyorum ki dolar yerel seçimlere kadar bir daha geriye dönüşü olmayacak biçimde 5 lira bandını geçecektir. Yüzde 21 seviyesinde olan faizler ise %25 seviyesine kadar çıkabilir. Eğer yerel seçimlerde bu politik riski ortadan kaldıracak bir gelişme yaşanmaz ise, sonrasında yüksek enflasyon ve faiz devam edecektir. 

Politik risk nasıl ortadan kalkabilir?

Ekonomideki kaynak yönetimi, demokratikleşme, halkın yönetime karşı mücadelesini yükseltmesi önemli. Yerel seçimlerde önemli bir hamle geliştirilirse, iktidarın mevcut politikaları sürdüremeyeceği, değişmesi gerektiği ortaya çıkabilir ki politik risk düşer ve önümüzdeki dönemi konuşmaya başlayabiliriz. Olmaz ise kısır bir döngü içinde ekonomide ciddi bir çöküş yaşanacaktır.  

Politik riskin yaşandığından bahsettiğiniz ortamda bankalarda da ciddi bir borçları toplama telaşı yaşandığı gözle görülür hale geldi. 

Bankaların şüpheli alacak durumları oldukça riskli bir duruma gelmiş durumda. Şüpheli alacak seviyesi %2 olarak bilinir, %4’ten sonrası büyük bir tehlike arz eder. Bugün Türkiye’ye baktığımızda çoğu bankanın %4’ü geçtiğini ya da yaklaştığını gözlemliyoruz. Bu durum, bankaların vermiş olduğu kredileri geri alma risklerinin arttığını gösterir. 

Türkiye’de bankalar, bankalara bağlı olarak da şirketler fazlası ile borçlanmış durumdalar. Bankalar yurtdışından aldıkları kredileri yurtiçinde pazarladılar ve kullandırttılar. Kredileri yurtiçinde kullananlar ise inşaat ve enerji firmaları kullandı. Bu sektörlerdeki tıkanmaya bağımlı olarak da krediler geri dönmez ise bankalar da borçlarını ödeyemez hale gelirler. Bu da banka ve firmalar ile ekonominin çöküşünü getirecektir. 

Türkiye çok borçlu bir durumda olmasaydı yeni borçlar ile bir biçimde borcu borç ile çevirme pratiğine girebilirdi. Ancak ülkenin mali derinliği de olmadığından borcu çevirebilme potansiyeli dahi bulunmuyor. Örneğin, Türkiye bier birim borç aldığında, ekonomi bu borcu ödemek şöyle dursun giderek küçülüyor. Kaldı ki küçülme yönündeki eğilimi uluslararası kuruluşlar da dile getiriyorlar. 

Küçülen ekonomi de size borç verecek olan uluslararası kuruluşların parayı daha değerli biçimde ülkeye satmasına neden oluyor. Bu durum da faizlerin yükselmesini gerekli kılıyor. 

Buradan hareketle, Türkiye’nin mevcut iktidar anlayışı ile IMF kapısına gitmekten başka çaresi kalıyor mu?

İktidar büyük bir olasılık ile IMF’nin kapısına gidecek ve Türkiye’ye oldukça ağır koşullar dayatılacak. IMF’nin acı reçetesini Türkiye’ye taşıyacaklar ve içinden çıkamayacaklarını anlayacaklar. İktidarın amacı yerel seçimlere kadar idare etmek, ancak ne kadar idare edebilirler muamma.

İktidar yerel seçimlere kadar idare edebilirse edecek, ardından sonuçlara bağlı olarak da ciddi bir kemer sıkma politikası, yapısal uyum politikası uygulanacak. Bu durumun maliyeti de ağır olacaktır ve ancak ciddi bir baskı rejimi ile sürdürülebilir. Meclis’te görüşülen yasalar da bu durumun sinyalerini veriyor, çünkü bu tarz iktisadi tedbirlerin alındığı yerlerde baskı ve şiddet artıyor.

İktidar olur da yerel seçimlere kadar bu durumu sürdüremez ise çok hızlı biçimde tedbir alacak ve bu alınacak tedbirler IMF ile alınacak. Ancak bu defa uygulanacak olan paket, cumhuriyet tarihinde uygulanmış olanların en ağırı olacak.  Yani Türkiye 1994 ve 2001’de olduğu gibi yüksek bir kriz ortamında olacak ve krizin bedelini de Türkiye halkları ödemek zorunda kalacak. 

Sık sık dillendirilen ‘Milli Para’ konusu var bir de. Uluslararası ekonomide bu mümkün müdür?

Sık sık ‘Türk parası ile alışveriş yapacağız’ cümleleri kuruluyor. Bu alışveriş de Rusya ile yapılacak, yani Ruble karşılığında gerçekleştirilecek. Yani Rusya’dan alınan mal karşılığı Türk Lirası verilecek. Rusya da aldığı mallar karşılığında Ruble ile ödeme yapacak. Peki bu ele geçen Ruble ile Türk Lirası’nı kendi içinizde daha sonra takas mı edeceksiniz? Pariteyi ne belirleyecek?

Bu pariteyi yine uluslararası piyasalardaki faiz oranları belirleyecek. Bu piyasalardaki faiz oranları ile sizin ülkenizdeki faiz oranları arasındaki fark da kur paritesini belirleyecek. Demek istediğim parasal ilişkiler yine birbirine bağlı olarak şekilleniyor. Yani kaç Türk Lirası’na karşı kaç Ruble’nin değişeceğini yine döviz piyasaları, faiz piyasaları ve fon piyasaları belirleyecek. 

Kalkıp, ‘Ben Doları tanımıyorum’ demek, Dolar gerçekliğini ortadan kaldırmıyor. Siz kullanmasanız da küresel piyasalarda bunun üzerinden bir parite oluşuyor ya da faiz oranları oluşuyor. Böylesi ilişkileri anlamaktan bu kadar uzaksanız, ekonomiyi zaten yönetemezsiniz. 

Peki tüm bu tablo karşısında Türkiye çaresiz mi? Bir çıkış yolu var mıdır?

Mevcut çaresizliğin içinden çıkmanın yolu iktidardan gitmelerine bağlı. Bugün toparlanma için başka bir seçeneğin iktidara gelmesi gerekiyor. Bizler bu seçeneği üretiyoruz ve diyoruz ki iktisadi alanın demokratikleştirilmesi gerektiğini dile getiriyoruz. Ekonomiyi hakça dağıtım programı ile yönetmemiz gerek.

Ekonomiyi demokratikleştirip, hakça dağıtım programı uygular isek ekonomiyi içinde bulunduğumuz sarmaldan çıkarabiliriz ancak. Bahsettiğimiz şey başka bir yönetim anlayışı ve başka bir seçenek. Kısacası iktidar değişmeden, yeni bir ekonomi modeli uygulanamaz. İktidarı değiştirmeye de yerelden başlamak gerekiyor. Bizler bu nedenle yerel seçimlere büyük önem veriyoruz, çünkü AKP için sonun başlangıcı olacağına inanıyoruz. 

Şerzan Umut

 

22 Temmuz 2018

Etiketler: #sezai temelli