
Eş Genel Başkanımız Sezai Temelli, Diyarbakır’daki STK temsilcileriyle seçim istişare toplantısına katıldı. Toplantının başlangıcında seçim sürecine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Temelli, şöyle konuştu:
3 gün sonra yerel yönetim seçimleri var. Bugün yerel yönetim seçimleri çok daha farklı bir anlam ifade ediyor; hem Türkiye için hem Orta Doğu hem de dünya için... Bütün dünyanın gözü Türkiye’deki yerel yönetim seçimlerinde. Çünkü yerel yönetim seçimleri belediye eşbaşkanlarının, belediye meclis üyelerinin seçileceği bir seçim olmaktan çok daha öte anlamlar taşıyor. Çünkü Türkiye bu seçim döneminde temelde iki kampanyaya tanıklık etti. Bu iki kampanya Türkiye siyasetinin önümüzdeki dönem hangi kulvarda hareket etmesi gerektiğine dair bir tartışmayı barındırıyor aslında. Bir yanda iktidarın yürüttüğü bir kampanya, diğer yanda HDP’nin yürüttüğü bir kampanya. Tabii başka kampanyalar da var ama Türkiye siyasetinin geleceği işte bu iki kampanyanın çizdiği hatlara göre şekilleniyor.
Tecridin dört yıllık etkisini iktidarın kampanyasında net bir şekilde görüyoruz
İktidar dünden bugüne ve yarına otoriter bir rejimi dayatarak, tekçi bir anlayış dayatarak, yerel yönetimi yok sayarak, baskıyı şiddeti olağanlaştırarak yoluna devam etmek istiyor. En temel demokratik haklardan, insan haklarına, kent hakkına kadar tüm hakları gasp eden bir anlayışla bir yol çizmeye çalışıyor. Bu, tam dört yıl önce başladı. Tam dört yıl önce mutlak tecridin ülkeye dayatılması ile başlayan bir güzergahtan bahsediyoruz. Bu dört yıllık etkiyi tam da bugün yerel seçimlere giderken iktidarın sürdürdüğü kampanyada çok açık ve net bir şekilde görebiliriz.
Mutlak tecridin domino etkisi hayatın her alanında görülüyor
Dört yıl önce başlayan mutlak tecridin domino etkilerini her alanda, her düzlemde gözlemlememiz mümkün. Bu salt bir İmralı tecridi ile sınırlı kalmıyor. İnsan hakları alanına baktığımızda, bu dört yıl boyunca her gün yeni bir insan hakları ihlalinin olağanlaştığı bir süreci görüyoruz. Demokratik haklar konusuna baktığımızda keza aynı durumu görüyoruz. Bugün demokratik siyaset için demokrasi ve barış mücadelesi veren binlerce insan cezaevinde. Bugün yerel yönetim anlayışına baktığımızda aynı domino etkisini bu alanda da gördük. 96 belediyeye kayyım atanmış durumda ama çok daha ötesinde, geçmişin vesayet rejimi kayyımcı bir zihniyete evrilmiş durumda. Sadece kayyım atanmış belediyelerde değil, Türkiye’nin bütün yerel yönetimlerine baktığınızda bu vesayet rejimini ve bu vesayet rejiminin belki de en doruk hali olan kayyımcılık anlayışını görebiliriz.
96 belediyeye kayyım atandı, medyanın da yüzde 96’sı iktidarın borazanı oldu
Basın özgürlüğü alanında da bu domino etkisini, bu tecrit anlayışının etkisini gözlemek yine mümkün. Medyanın sürüklendiği hale bakın; 96 belediyeye kayyım atandı, medyanın da yüzde 96’sı iktidarın borazanı oldu. Yalan haber, neredeyse sıradan bir vaka haline geldi. Yalan haberle yetinilmiyor. Algı operasyonu hatta çok daha ötesinde psikolojik savaşın birer aparatı haline dönüşmüş bir gazetecilik anlayışı söz konusudur. Ne basın özgürlüğü var, ne gazetecilerin özgürce haber yapma hakkı var. Yüzlerce gazeteci cezaevinde.
Korku ve baskı iklimi içinde yaşıyoruz
İfade özgürlüğü alanına baktığımızda yine aynı durumu görebiliriz. Bugün ifade özgürlüğünden bahsedilemez. Sosyal medyada bile sadece 140 karakterlik tweet yüzünden yıllarca ceza alan insanlar var. İfade özgürlüğü yok. Bir korku ve baskı iklimi içinde yaşıyoruz. Bunlar sadece insan hakları ve demokratik siyasete dair alanlar. Siyasetin, günlük siyasetin ya da genel anlamda siyasetin nasıl bir dört yıl geçirdiğine baktığınızda iktidarın açmış olduğu ve ısrar ettiği kulvarda bir siyasetsizlik hakim.
Bu tekçi anlayış bizzat kendisini var eden zemini de kurutmuştur
Siyaset yapma hakkının gasp edildiği bizzat kendini siyasetsizliğe mahkum ettiği bir tablo var karşımızda. Alanlarda dile getirdiğimde insanlar bunu biraz da espriyle karşılıyorlardı: Bugünkü AKP iktidarını kuranlar 73 kişiymiş; 3 kişi kalmışlar. Yakında tek kişi kalacak. Çünkü bu tekçi anlayış bizzat kendisini var eden zemini de kurutmuştur, siyasetsiz kalmıştır.
Keynes ve Smith mezarında takla atmıştır
Ekonomi içler acısı. Bugün ‘ben de ekonomistim’ demiş. Çok büyük iki ekonomistten bahsetmiş. Kendisini yan yana koyduğu iktisatçılardan biri Keynes, biri Adam Smith. Keynes ve Smith mezarında takla atmıştır.
‘Ben de ekonomistim’ demiş; iktisatçı olarak hiç bu kadar zul hissetmemiştim
Ekonominin haline baktığınızda durum bu kadar vahim, "ben de ekonomistim" diyor. Ben iktisatçı olarak hiç bu kadar zul hissettiğim bir gün yaşamamıştım. İnsan "ne talihsizmişim ki iktisat okumuşum" diyor. Ekonominin durumu içler acısıdır. Bugün iktisadi olarak geldiğimiz aşama bir çöküntü tablosudur. Çöktürme planından hareket ederek bu dört yıllık güzergahı oluşturanlar, geleceği de bunun üzerine kurmaya çalışanlar bu ülkenin ekonomisini de çökertmişlerdir.
Tüm alanlarda çöküntüyü görmek mümkün
Sadece ekonomiyi değili biraz önce saydığım tüm alanlarda bu çöküntüyü görmek mümkün. Bu toplumda yaşayan emekliler, engelliler, kadınlar, gençler geleceğe karamsar bakıyorlar; umutları kalmamış, beklentileri yok edilmiş. Geleceğe dair çok güçlü bir belirsizlik hakim. Önünü görememe hali hakim. Dünya ekonomisine baktığınızda Türkiye ile ilgili çizilen tablo, karamsarlığı kanıtlar nitelikte. İşsizlik rakamlarından diğer birçok göstergeye dönüp baktığınızda tablo vahim.
Tükenmiş siyasetin yansıması kampanyada dillerine pelesenk oldu
Toplumsal alan ise müthiş bir gerilim hattında. Toplumsal ayrışma, nefret söylemiyle bezenmiş bir siyaset dili kampanyalarına damgayı vurdu. Her türlü nefret söylemine bu kampanya tanıklık etti. Tükenmiş siyasetin, siyaset yapamaz halin, sorunları çözememe halinin, yönetememe halinin yansıması bu kampanyada iktidarın diline pelesenk oldu. Bundan kendilerini kurtaramadılar. Sürekli bir nefret söylemiyle saldırı gerçekleştirdiler.
Herkes terörist oldu ama biz HDP’liler birinciliği kimseye kaptırmadık
Adeta dört yıldır tecrit sürecinin o baskı ve şiddet ortamı bu kampanyada onların söylemini oluşturdu. Bu kampanya boyunca ülkedeki 20 milyondan - bu rakamı da TÜİK söylüyor- daha fazla Kürde defolun gidin diyebilecek haldeler. Melezleşmiş bir toplum, bu denli kadim halkların bir arada yaşadığı bir coğrafyada, bu dilin karşımıza çıktığı bir kampanya izledik. Diğer taraftan herkes terörist oldu. Bu iktidara muhalefet yapan herkes terörist oldu. Ama bu konuda da biz HDP’liler birinciliği kimseye kaptırmadık; sabah akşam bize sürekli terörist dedi. Kabına sığmıyor, bu nefret söyleminde kabına sığmıyor. Dinsiz, imansız da olduk. Akla hayale gelmeyecek her türlü hakarete maruz kaldık.
17 yıl sonunda bu iktidar artık yönetemiyor
İktidarın siyasetinin dilinin buraya sürüklenmesinin yegane sebebi yönetememe halidir. 17 yıl sonuna bu iktidar artık yönetemiyor. Yönetemiyor ama seçimle geldik, seçimlerden ders çıkarırız, seçimle de gideriz gibi bir duyguya da sahip değiller. "Yönetemiyorum ama iktidarda kalmakta ısrar ediyorum" demek, faşizmin kurumsallaştırılması çabasıdır. Bir diktatörlük hayalidir. İşte kulvarlardan biri buydu.
Ne mutlu bize ki yeni yaşama dair yeni bir siyaset diline sahibiz
Diğer kulvar bizim kulvarımızdı. Bizim hep birlikte onlarca yıllık mücadelemizden geçmiş yerel yönetim deneyimlerimizden beslenen HDK’den, DTK’den, HDP’ye akan bir anlayışın kampanya boyunca dile gelmesiydi. Ne mutlu bize! Ne mutlu bize ki yeni yaşama dair yeni bir siyaset diline üslubuna sahibiz. Ne mutlu bize ki bir fikriyatımız var, bu fikriyatı örgütleyebilecek, hayata geçirebilecek halklarımız, kadınlar, gençlerimiz var. Ne mutlu bize ki bir stratejimiz var. Ne mutlu bize ki bu strateji Türkiye’nin önünü açacak güce sahip. Bir seçenek oluşturduk; demokrasi, insan hakları adına bir seçenek oluşturduk. Toplumsal yaşamın bir arada yaşamın mümkün olacağına dair, toplumsal sorunların çözümüne dair bir seçenek oluşturduk. Siyasete, ekonomiye dair bir seçenek oluşturduk. Her yerde bunu dile getirdik. İşte bu seçenek tam da bugün karşı karşıya olduğumuz iktidara bir itirazdır, bir öfkedir, bir mücadele hattıdır.
Bu seçeneğin referansı yine dört yıl önce domino etkisi yaratan tecride karşı mücadeledir. Bu seçeneğin en temel referansı savaştan beslenen savaş politikaları üzerine iktidarını kurgulayan bu anlayışa bir itirazdır. Bu seçeneğin referansı bizatihi halklardır. Yoksullaştırılan, işi-aşı elinden alınan, yerinden yurdundan edilen, kenti, yaşam alanları yıkılan, yok sayılan halkın oluşturduğu bir seçenektir. Bir demokrasi seçeneği yarattık, bir arada yaşama seçeneğini hayata geçirdik ve Türkiye’nin önüne bu seçeneği güçlü bir şekilde koyduk.
Türkiye halklarının önüne barış seçeneğini koyduk
Kayyımlardan kurtulacağız, kimsenin kuşkusu olmasın! Yerellerde iktidar geleceğiz. İktidara geleceğimiz yerler sadece kayyımların olduğu yerler olmayacak, çok daha fazlasında iktidara geleceğiz. Ama mesele sadece iktidara gelmek değil. Madem böyle bir yıkım süreci ile karşı karşıyayız, bu siyasete karşı bir seçenek oluşturma sorumluluğu bizde ve bunu da oluşturduk. Tüm Türkiye halklarının önüne bu seçeneği koyduk. Bu bir demokrasi seçeneğidir, barış seçeneğidir. Tecritleştirilen bir ülkenin tecrite karşı mücadele seçeneğidir. Savaş politikalarıyla ayakta kalmaya çalışan bir iktidara karşı barış seçeneğidir. Bunu hep birlikte yaptık ve üç gün sonra sandıklarda bu anlamıyla çok önemli bir adımı hep birlikte atacağız.
Mucize yaratmayacağız ama güçlü bir adım çok şey değiştirir
Kentsel yıkımdan tutun, her türlü tahribata, yıkıma karşı aslında 1 Nisan’dan itibaren demokrasi ve barış alanında olduğu kadar, kentlerimizi de nasıl birlikte yöneteceğimize dair önemli bir adım atacağız. Bu neden önemli? Mucize yaratmayacağız, evet. Ama bir güçlü adım bir çok şeyi değiştirebilir, bundan eminiz. Bu güçlü adımın da yerellerden başlayacağına inanıyoruz, yerel demokrasiyle başlayacağına inanıyoruz.
Mücadeleye başlayacağımız yer kentlerimiz, mahallelerimiz
Türkiye siyasetini vesayete mahkum edenler, Türkiye’de parlamento iradesini bile gasp etme peşinde olanlar, halkın iradesini yok sayanlar ve yerellerde bizatihi kentini yönetmek isteyenlerin iradesine saldıranlara karşı mücadeleye başlayacağımız yer kentlerimiz, mahallelerimiz, ilçelerimiz ve illerimizdir. Buradan başlayacağız. Yerel demokrasiyi hep birlikte hayata geçirmek için radikal demokrasi anlayışımızla bir araya geleceğiz, sorunlarımıza çözüm üreteceğiz.
Bu enkazı kaldırabilecek bir fikrimiz var, siyasetimiz var, gücümüz var
Çok sorun var. Neredeyse bir enkazla karşı karşıyayız. Ama umudumuz dünden daha güçlü. Çünkü bu enkazı kaldırabilecek bir fikrimiz var, siyasetimiz var, gücümüz var. Aslolan demokrasi mücadelesidir, barış mücadelesidir. Bu domino etkisiyle bunca şeyi yıkanlara karşı, bir şeyi hep birlikte inşa edebiliriz, o da birlikte çözüm üretme irademizdir.
Bugün burada birçok kurumun temsilcisi var. STK'lardan gelenler var. Nasıl bir kent sorusuna, nasıl bir yönetim sorusuna hep birlikte yanıt arıyoruz. Aslında geçmişin deneyimleri bize yol gösteriyor. Ama bugün karşı karşıya olduğumuz bütün koşullar çerçevesinde hep birlikte bu siyaset anlayışımızı, ekonomi ve toplumsal hizmetler anlamında hayata nasıl geçirebileceğimizi konuşabileceğimiz çok önemli bir toplantıyı gerçekleştirdiğimize inanıyorum.
Toplum kadın, emek ve ekoloji mücadelesi ile ayağa kalkacak
Radikal demokrasi dedik. Yerel demokrasi dedik. Biz bunu 3’lü bir sac ayağı üzerine oturtuyoruz. Bunlardan biri eşit temsiliyete dayalı; kadınların kentlerini var edecek bir alandır. İkincisi aslında toplumsal emeğin birlikte üretimi ve hakça, adaletçe bir düzenin kurabileceği bir emek alanını anlatıyor. Üçüncüsü de tabii kentsel yıkımlara karşı, kentin tarihini, kültürünü, ekolojik zeminini savunan bir anlayış. Bugünkü iktidar bu üç alana da saldırarak bütün bu yıkımı gerçekleştirmiştir. Doğa tahribatı, emek sömürüsü, erkek egemen eril dilli bir siyasettir. Bu üç alandaki yıkım topyekun toplumsal yıkımdır. Eğer toplum ayağa kalkacaksa bu alanlardaki mücadelesini, siyasetini yeniden inşa ederek ayağa kalkacaktır. Kadın mücadelesi ile emek mücadelesi ekoloji mücadelesi ile ayağa kalkacaktır. Ve ayağa kalktığı yerde bir arada yaşama iradesini meclisterle hayata geçirecektir. Tüm kimliklerimizle, tüm inançlarımızla farklılıklarımızdan güç alarak uzlaşmaz gözüken çelişkilerin bile aslında çözüm süreçlerine katkı sağlayacağı bilinciyle hareket edeceğiz.
Zulmü bu halka reva görenlere en güçlü yanıtı 31 Mart’ta vereceğiz
Bizim bir hayalimiz, bir sevdamız var. Bu hayalin, bu sevdanın çok ağır bedelleri oldu. Bu bedelleri ödeyenleri, sizlerin önünde bir kez daha saygıyla anmak istiyorum. Hala bedel ödeyen cezaevlerinde olan arkadaşlarımıza buradan saygılarımı sunuyorum, selamlarımı yolluyorum. Onların direnişlerininn önünde saygı ile eğiliyorum. Bugün yerinden, yurdundan kopmak zorunda kalan tüm arkadaşlarıma selamlarımı gönderiyorum. Evet çok ağır bedeller ödedik. Başka bir dört yıl yaşayabilirdik. Başka bir dört yıl yaşanmasına engel olanlara, bu ülkeye, bu yaşadığımız zulmü bu halka reva görenlere en güçlü yanıtı 31 Mart’ta vereceğiz.
Dört insanımızı yitirdik, başka kimseyi yitirmek istemiyoruz
31 Mart bu mücadelenin en önemli etaplarından biriydi. Bunu başarıyla bir başka etaba, daha güçlü bir mücadele hattına taşıyacağımıza inanıyorum. Ve bu etabın en önünde koşan Sevgili Leyla Güven’ı ve onun şahsında bütün açlık grevinde olan arkadaşlarımı da en derin duygularımla bir kez daha selamlamak istiyorum.
Dört insanımızı yitirdik, başka kimseyi yitirmek istemiyoruz. Buradan bir kez daha, bir an önce Sayın Öcalan’ın avukatları ve ailesi ile görüşmesi talebini, bu haklı talebi, dile getirmek istiyorum. Adalet Bakanlığı artık suç işlemeye son versin. Bir an önce yasaların gereğini yapsın. Hiçbir arkadaşımızı yitirmek istemiyoruz. Bu topraklar, insanlar, savaş bile ölüme doydu, edi bese!
28 Mart 2019