Temelli: Libya’da da Irak’ta da Suriye’de de İranda da Türkiye’de de çözüm demokrasiden geçiyor

Eş Genel Başkanımız Sezai Temelli, Mardin 3’üncü Olağan İl Kongresinde konuştu. Gündemdeki gelişmeleri değerlendiren Temelli şunları söyledi:  

Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum. Bugüne kadar emeği geçen tüm arkadaşlarımıza da ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Zor bir dönemdi, zor bir görevi üstlendiler ve başarıyla götürdüler. İnanıyorum ki bugünden sonra görev alacak tüm arkadaşlarımla beraber dün ve bugünü buluşturarak geleceği hep birlikte inşa edeceğiz. Kongremizin mücadelemize katkı sunacağına inanıyorum, hepimizin yolu açık olsun. 

İktidar katliamlarına ve kırımlarına devam ediyor

Demokratik siyaset içinde mücadele etmeye devam ediyoruz. Bu iktidar demokratik siyasete tahammül edemiyor. Siyasetçiye tahammül edemiyor. O yüzden de katliamlarına kırımlarına devam ediyor. Bundan tam 4 yıl önce üç kadın siyasetçiyi katleden bu iktidar, katliamlarını sürdürmeye devam ediyor. Buradan onları anarak konuşmama başlamak istiyorum. Sevê Demir’i, Pakize Nayır’ı, Fatma Uyar’ı bir kez daha saygıyla anarak mücadeledeki kararlılığımızı dile getirmek istiyorum. 

Yitirdiklerimizin hesabını sorana, cezaevindekileri özgürleştirene kadar mücadeleyi yükselteceğiz

Sevgili arkadaşlar bu iktidar demokrasiden kaçıyor, demokratik siyasete tahammülü yok. Demokratik siyasete tahammülsüzlüğünü de işte bu katliamlarla ve kırımlarla gösteriyor. Bugüne kadar onlarca siyasetçiyi katlettiler, binlerce siyasetçiyi hapsettiler, binlerce siyasetçiyi yerinden yurdundan ettiler. Biz de buradan diyoruz ki yerinden yurdundan edilen tüm arkadaşlarımız dönene, hasret bitene kadar, cezaevindeki tüm yoldaşlarımız özgür kalana ve yitirdiğimiz tüm arkadaşlarımızın hesabını sorana kadar durmadan bu mücadeleyi büyütmeye devam edeceğiz. Demokratik siyasetten kaçıyorlar çünkü bu sistem otoriter bir rejimdir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen bu uydurma, bu ipe sapa gelmez ne idüğü belirsiz sistem bir otoriter rejimi inşa etmiştir. Otoriter rejim tabii ki demokratik siyasete, anayasaya ve hukuka tahammül edemez. O yüzden kendi hukukunu, var olan hukukun yerine ikame etmeye çalışır; var olan hukuku askıya almaya çalışır. İşte bu askıya alma haline tecrit diyoruz. 

Bu ülkede demokratik kanallar işlemesin diye 20 yıldır tecrit var

Bu ülkede 20 yıldır tecrit vardır, bunun son 5 buçuk yılı mutlak tecrittir. Biz tecride dikkat çektikçe, buna sırtını dönenler şimdi yana yakıla hukuk arıyorlar. Demokratik siyasetin önünü tıkayan, demokratik mekanizmaların çalışmasını tıkayan en önemli mesele tecrittir. Çünkü tecrit, aslında hukuk sisteminin askıya alınmasıdır. Çünkü tecrit bir istisna halidir, o yüzden demokratik çözümü tıkamak, demokratik mekanizmaları engelleyebilmek için bugün tecrit var. O yüzden Sayın Öcalan’a tecrit var. Tecrit kırılmadan, bu mekanizmaların önünün açılmayacağını söylediğimiz zaman bunu ciddiye almayanlar, demokratik siyaset içinde hukuk devleti mücadelesinden kaçanlar bugün büyük bir hukuksuzluğun içinde debeleniyorlar. Bundan çıkmanın yolu her şeyden önce tecride karşı güçlü bir hukuk mücadelesi vermektir.

Tecritle başlayan süreç, kesintisiz darbe mekaniğini harekete geçirdi

O yüzden herkese çağrımız hukuk ve adalet mücadelesi çağrısıdır, tecride karşı mücadele çağrısıdır. Son 5 yıldır mutlak tecritle başlayan sürecin nerelere evrildiğini hep beraber izliyoruz. Nerelere mi evrildi? Önce 4 Kasım siyasi darbesi, arkasından gelen anayasa değişikliği, sonrasında gelen OHAL darbesi, sonrasında gelen ve 19 Ağustos’ta hayata geçirilen siyasi darbe. Adeta darbe mekaniği kesintisiz çalışıyor. Darbe kimedir; halkadır, emekçiyedir, Kürdedir, kadınadır. Yani bütün hakların gasp edilmesine yöneliktir. Bu darbe mekaniğini durdurabilecek yegane güç, yine bizlerin kararlı mücadelesidir. O yüzden bu mekanizma durana, demokratik bir cumhuriyet inşa edene kadar bu mücadeleyi kararlılıkla sürdürmek zorundayız. 

Her yerde toplumsal, tarihsel ve kültürel yıkım var

Yıkım her yerde. Bir tarafta siyasi kırım, bir tarihsel yıkım var. İşte Hasankeyf. 12 bin yıllık tarihi bir kenti, ömrü 30-40 yıl sürecek bir baraj için yok ettiler. O baraj bir ihtiyaç olduğundan yapılmıyor. Bu mekanik çalışsın, bu sistem ayakta dursun, halkın hakları gasp edilsin diye o yıkım yapılıyor. İşte kentsel yıkımlar biraz önce arkadaşlarımızı andık. Onlarca kent yerle bir edildi yıkıldı. Neden? Bunları yıkarken şunu söylüyorlardı. TOKİ kentleri yapacağız. Bir zihniyettir bu. Hem tarihsel yıkım hem kentsel hem de siyasi kırımdır bu. TOKİ kentleri yaptılar. Kentleri aslında yabancılaştırdılar, tarihimize kültürümüze. Kültürel yıkımdır bu. Bakın anadilini yok sayıyorlar. Halkın kendi anadilinde eğitim hakkı, hizmet hakkını yok sayıyorlar. Bu ülkede çok dilli belediyecilikten anladıkları halkın anadilini yok edip yerine İngilizce tabela asmaktır.

Türkiye'de artık kayyım atanmamış kentlerde bile kayyım zihniyeti geçerli 

Bu denli büyük bir aymazlıkla, bu denli büyük bir halk düşmanlığıyla karşı karşıyayız. Bunun altında yatan Kürt düşmanlığıdır, o Kürt düşmanlığının sahnelendiği yer bu coğrafyadır. O Kürt düşmanlığının hayata geçtiği yer burasıdır, yani kayyım coğrafyasıdır. İşte bu hukuksuz rejimin bu OHAL düzeninin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin yoluna devam edebilmesinin yegane yolu kayyım rejimidir. Onlar da öyle yapıyor. Her yerde kayyım. Aslında bugün kayyım atanmamış kentlerde bile kayyım zihniyetinin geçerli olduğunu hep beraber izliyoruz. Batıdaki kentler sanki kentlerine kayyım atanmamış gibi bu kayyım rejimini görmezden gelmeye devam ediyorlar. Oysa bütün her yer tehdit altındadır. Bir coğrafyada bir bölgede kayyım varsa o bölgenin dışında da bir yerel yönetim bir yerel demokrasi var olabilir mi? Olamaz, herkes bu rejimin tehdidi altındadır, her türlü hak gasp edilebilir durumdadır. 

31 Mart’tan sonra artık Türkiye siyasetinin rotası değişmiştir

Kayyım rejimi bugün sadece iktisadi hakları değil siyasi ve toplumsal bütün hakları gasp etmeye devam ediyor. Bunu en iyi bilen Mardin’dir. Mardin kayyımının yaptığı dosyalarca yolsuzluk ortada. Bunlar artık normalleşmiş. Çünkü yolsuzlukla ayakta duran bir iktidar var ve ona bağlı onun yerellerdeki uyduları da yolsuzluktan beslenmeye devam ediyorlar. Bu bir ekonomi politik. Bunların iktisadi politikaları aslında bir yolsuzluk ekonomisi. Kayyım sadece iktisadi hakların gaspı değildir; toplumsal, siyasal, kültürel hakların gaspıdır. Öyle de olmuştur. Zaten halkın haklarını yok sayan, özellikle Kürt düşmanlığından beslenip Kürt halkının iradesini yok sayan bu anlayış en temel haklardan biri olan seçme-seçilme hakkını da yok saymıştır. İşte dayattığı rejim budur. 31 Mart’ta şunu dedik ki kayyımları süpürüp atacağız. Hep beraber başardık. Türkiye’nin önünü açtık Türkiye’ye yeni bir seçenek sunduk. 31 Mart’tan sonra Türkiye siyasetinin rotası değişmiştir. Ne yaparsa yapsınlar bu sistemle yola devam edemeyeceklerini kendileri de biliyorlar. Çıkıp demişlerdi ki MR'ını çekiyoruz sistemin, rehabilite edeceğiz. Hastalıklı bir sistem olduğunu bizzat kendileri de biliyor. Ama bu hastalıkta ısrar ediyorlar. Yeniden kayyım atadılar kentlerimize 19 Ağustos darbesiyle. Buradan bir kez daha sesleniyoruz; bu iktidarı da kayyımlarını da el ele verip birlikte tarihin çöplüğüne süpürüp atacağız. 

Bunların bu ülkeye verdiği tek şey savaştır, şiddettir, zulümdür

İşte bundan korkuyorlar bundan korktukları için sabah akşam HDP’ye saldırıyorlar, bundan korktukları için her türlü düşmanlığı ve ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Ama ne kadar korkarlarsa korksunlar, korkunun ecele faydası yok. Gideceksiniz, hem de çok yakında, pılınızı pırtınızı toplayıp gideceksiniz. Bunların bir politikası yok, bu ülkeye vereceği bir şey yok. Bunların verdiği tek şey şiddettir, savaştır, zulümdür. Savaş politikalarından beslenerek, halkın haklarının üstüne çökerek ayakta durmaya çalışıyorlar. Tezkeresiz yapamıyorlar onlarca tezkere çıkardılar. Her tezkerede ülkeyi daha büyük felakete sürüklediler. Hala o tezkereci akılla yol almaya çalışıyorlar. Şimdi yeni bir tezkere daha geçirdiler. ne işiniz var sizin Libya’da, Rojava’da, Afrin’de, Irak’ta. Aslında iç politikalarını ancak böyle bir politikayla ayakta tutabilmek için bu tezkerelere sığınıyorlar. Libya’da bugün sahnelenen durum, aslında Libya açısından çok büyük riskler barındırıyor. 

İktidar Libya’da yeni bir vekalet savaşı peşinde

Eğer biz gerçekten Libya’da bir çözüm peşindeysek, Libya’yı demokratikleştirmek, Libya’da uzlaşıyı açığa çıkarmak, Libya’da demokratik bir çözümün önünü açmak için çabalamamız gerekiyor. Ama tam tersine tezkere çıkarılıyor, oraya asker gönderilecek ama daha da öncesi çeteler gönderilecek. Yani bir vekalet savaşı iklimine daha bu iktidar ihtiyaç duyuyor. Çünkü o savaşlar sürdükçe, o savaştan beslenen iktidar da ayakta kalabileceğini sanıyor. Bunu bir beka meselesi olarak okuyorlar. Beka meselesi falan değil, aslında bu iktidarın kendi gelecek hesaplarından başka bir şey değil karşı karşıya olduğumuz şey. Tıpkı Afrin’de olduğu gibi, hani çeşit çeşit harekat yapıyorlar, yok Zeytin Dalı,yok Barış Pınarı, yok Fırat Kalkanı. Hepsine de harekat diyorlar. Biz savaş dediğimizde, yok diyemezsiniz diyorlardı. Şimdi kendileri söylemeye başladılar. Çünkü savaş onları çekiyor, onlar da savaşa koşarak gidiyor. Bu büyük felaketi durdurmak zorundayız.

Bu savaş siyasetini şimdi el ele vererek durdurmak zorundayız

Bunun yolu topyekün, tüm Türkiye halklarının, Kürt halkıyla dayanışarak, bir savaş karşıtı politikayı büyütmesinden geçiyor. Bu iktidarın bekası uğruna Türkiye halklarının geleceği karanlığa artık daha fazla sürüklenemez. Şimdi bunu durdurmak zorundayız, tam da şimdi durdurmak zorundayız. Savaşa karşı çıkmak zorundayız. nerede bir savaş varsa, onun karşısında barış politikasını yükseltmek zorundayız. Bugün sadece Libya tezkeresinde değil, aynı şekilde Suriye’de de, aynı ilkellikle mücadele etmeliyiz. Bugün Suriye’de sürdürülen vekalet savaşının nereye evrildiğini görüyoruz. Daha da kötü yere gidebilir. Bu anlayış bu politikalarında ısrar ederse, hem Türkiye açısından hem de Orta Doğu açısından içinde bulunduğumuz savaş iklimi giderek kalıcılaşacaktır. Bunun önlenmesinin yegane yolu, Türkiye’de bu iktidardan kurtulmak ve demokrasi mücadelesini yükseltmek, Suriye’de de siyasi ve demokratik çözümün önünü açacak adımların atılmasıdır.

Alt emperyal heveslere karşı Rojava örneğiyle dayanışmalı ve bu siyaseti büyütmeliyiz

Bunu yapabiliriz, başarabiliriz, bunu her şeye rağmen başarabiliriz. Tüm emperyalist güçlere rağmen başarabiliriz. Alt emperyal heveslerle Orta Doğu’da pozisyon alan bu iktidarlara rağmen bu otoriter rejimlere rağmen bunu başarabiliriz. Halklar bunu başardı. Rojava bunu başardı, işte örneği orada. Şimdi bununla dayanışmaya girmenin, bu siyaseti büyütmenin zamanıdır. Halkların öz siyasetini, kendi iradesiyle yönetme hakkını varsaymalıyız. Bunu hayata geçirebilecek bir siyaseti, o siyaseti yok sayanlara karşı büyütmeliyiz, güçlendirmeliyiz.

Libya’da da Irak’ta da Suriye’de de Türkiye’de de çözüm demokrasiden geçiyor

Evet, onurlu bir barış buradan geçiyor, halkların kaderini tayin hakkını tanımaktan geçiyor. Siyasi çözümden, demokratik çözümden, demokratik anayasadan geçiyor. Libya’da da Suriye’de de Irak’ta da Türkiye’de de meselenin çözümü demokrasiden geçiyor. Eşit yurttaşlık temelinde, halkların bir arada yaşama iradesini gözeten, kollayan ve demokratik yerel demokrasiyle güçlendirilmiş demokratik bir parlamenter demokrasiden geçiyor. 

Kasım Süleymani’nin öldürülmesi vekalet savaşının daha üst noktalara taşınması arayışıdır

Dış politikayı iç politika malzemesi yapan bu iktidara karşı, bunu ısrarla, kararlı bir şekilde savunmak zorundayız. İktidarın bu hevesini kursağında bırakmak zorundayız. Yoksa gelecek karanlıktır. Çocuklarımızın, halklarımızın geleceğini kurtarmanın yolu, emperyalizme ve emperyalist heveslerle yatıp kalkan iktidarlara karşı halkların iktidarını savunmaktan geçiyor. Bugün Orta Doğu’da alt emperyalist heveslere sahip olan Türkiye ve İran ile emperyalist Rusya ve ABD Orta Doğu’da sürdürdükleri vekalet savaşını daha üst noktalara taşımak peşinde. Kasım Süleymani’nin öldürülmesi aslında bu hevesi göstermektedir. Bütün bu ülkeler, Orta Doğu’dan ellerini çekmelidirler. Toprak bütünlüğünü savunuyorlar, ne zaman masaya otursalar, Soçi’de, Cenevre’de, Astana’da, hepsinin ağzından ülkelerin toprak bütünlüğünü savunmak çıkıyor. Ama hiçbirinin ülkelerin toprak bütünlüğüne saygısı yok. Hepsi orada; Suriye’de, Irak’ta ve vekalet savaşını yürütecek aparatlarıyla, çeteleriyle, sözde Suriye Milli Ordusu adıyla, ÖSO adıyla orada. Ve orada katliam yapmaya, orayı talan etmeye, orayı istikrarsızlaştırmaya ve kaosu sürdürmeye devam ediyorlar. 

Farklılıklarımızdan güç alarak birlikte siyaset yapma zamanıdır

Sevgili arkadaşlarım, bütün bunlar tabii ki emperyalist sistemin, kapitalist dünya düzeninin yansımasından başka bir şey değil. Bir başka dünya mümkün diyorsak, o zaman topyekün bu emperyalist saldırıya, bu alt emperyal heveslere, bu ittihatçı maceraya karşı çıkmalıyız. Enerji politikaları, petrol politikaları Doğu Akdeniz doğalgaz politikaları gibi bütün hesapları çıkar üzerine dayanan ve bölge halklarının çıkarlarını yok sayan bu anlayışa topyekun karşı çıkmalıyız. Bütün bu ülkelerde otoriter rejimlerin olması tesadüf değildir. Halkların bir arada yaşama iradesine rağmen, kendi otoriter rejimlerini ayakta tutmak uğruna Orta Doğu halklarına savaştan, zulümden başka bir şey vermiyorlar. Bu kanı durdurabiliriz. Bu kanı durdurmanın yolu halkların bir araya gelmesidir, Türküyle, Kürdüyle, Türkmeniyle, Ermenisiyle, Süryanisiyle  bütün yurtseverlerin toprağına, yurduna sahip çıkmasıyla bu saldırıları durdurabiliriz. Bu kan deryasına son verebiliriz. Bu mümkündür bunu gerçekleştirecek olan irade de işte sizlersiniz, HDP’dir, bu ülkenin demokratları, solcuları, sosyalistleridir, bu ülkenin kadim halkı Kürt halkıdır. Farklılıklarımızı koruyalım. Siyaseten farklılıklar hepimizi zenginleştirir ama bir araya gelmek için birlik için artık adım atalım. Artık yan yana gelelim, farklılıklarımızdan güç alalım. Şimdi farklılıklarımızın üzerinden siyaset yapma zamanı değildir. Siyaset zamanı ama birlikte siyaset yapma zamanıdır. Yan yana durarak bu azgın saldırılara karşı ancak böyle karşı durabiliriz. Birlik çalışmalarına, ulusal birlik çalışmalarına olanca gücüyle herkes katkı sunmalıdır. 

Bütçe halkın ihtiyaçlarını karşılamaktan o denli uzak ki toplumun bütün sorunları yarın daha da derinleşecek  

Savaş yıkım politikaları devam ediyor. Savaş ve yıkım politikaları her yerde. Özellikle iktisadi yıkım da buna ekleniyor. Ülkede ne siyasi, ne toplumsal ne de iktisadi barış var. Adeta barışı yok etmeyi önüne hedef olarak koymuş bir kabine, bir iktidar var. Siyasetiyle, ekonomisiyle aslında bu iktidarın yaptıkları karşısında büyük bir baskı altında. İşte iktisadi duruma bakın. Meclis’te bir bütçe geçti. Bütçe halkın ihtiyaçlarını karşılamaktan o denli uzak ki toplumun bütün sorunları yarın daha da derinleşecek. Çünkü bu bütçenin iki karakteri var. Bir savaş bütçesi. Yani kaynakları silahlanmaya ve savaşa ayıran bir bütçe. Hep diyor ya AKP Genel Başkanı ‘bir mermi kaç para siz biliyor musunuz’ diye. Yani size sunacağı tek hizmet mermidir, kurşundur, ölümdür. Bu bütçenin diğer karakteri de müteahhit bütçesidir, beton bütçesidir. Kendi yandaş müteahhitlerini koruyan, kollayan zengin eden haksız zenginliği artıran bir bütçedir. O yüzden de sabah akşam ülkenin kaynaklarını betona gömmeye devam ediyorlar. 

Ödediğiniz faturaların yüzde 50’si savaşa gidiyor

Bir yandan mermi bir yandan beton. Sonra çıkıp bunları halka hizmetmiş gibi anlatıyorlar. İşte Mardin, yoksulluğun girdabında kıvranan bir kent. Mardin çiftçisi, Mardin halkı, Mardin esnafı mağdur. Mardin her geçen gün yoksullaşıyor, her geçen gün çok daha zor koşullarda yaşıyor. Mardin’in ekilebilir arazilerinin büyük bir kısmı artık ekilemiyor, arazilerinizi ekemezseniz orada yoksulluk baki olur. Arazileri niye ekemiyorsunuz? Çünkü bunlar bütün kaynakları çarçur edip daha sulama projelerini bitiremedikleri için arazilerin büyük bir kısmı tuzlandı. Arazinizi sulamaya kalktığınızda elektrik faturalarını ödeyemiyorsunuz. O elektrik faturalarını ödemeyince de haciz geliyor. Ve yoksulluk pekişmeye devam ediyor. Peki o elektrik faturalarını incelediğinizde elektrik maliyetlerini mi yansıtıyor yoksa savaşı mı, yoksa müteahhitleri mi finanse ediyor? Ödediğiniz her 100 liralık faturanın 50 lirası müteahhitlere ve silah tüccarlarına gidiyor. İşte bütçe anlayışı budur. Halkı soyan, zamlarla halkı yoksullaştıran çiftçiyi, esnafı perişan eden bir zihniyettir. 

İktidar ve yandaşları kara deliği büyütüyor

Haklarımızı istiyoruz; bütçemizi istiyoruz, bu zenginlik bizim, bu zenginlik ortak zenginliğimiz. Ortak zenginliğimizin gasp edilmesini istemiyoruz, hakça ve adaletçe paylaşılmasını istiyoruz. Eken bizsek, üreten bizsek, yöneten de biz olmak istiyoruz. İşte o yüzden saldırıyor. Yönetme hakkımıza saldırmasının, kayyım atamasının nedeni o zenginlikleri bizden çalıp götürmesidir. O yüzden yoksulluğa bizi mahkum ediyor. Yoksulluk kaderimiz değildir; bu iktidardan kurtulup, halkın iktidarını var edince bu yoksulluk da bu yoksunluk da son bulacak. Emekliye zamlar açıklandı dün akşam. En düşük emekli maaşı 1260. 1260 lira ile emeklinin geçinmesi bekleniyor. Bu ülkede açlık sınırı 2120 lira. Açlık sınırının neredeyse yarısı maaş alan emekliler var. Maaş alamayanlar var. Sosyal yardım olarak verilen para, açlık sınırının altında. O sosyal yardımdan yararlanan insanlar her geçen gün yoksullaşmaya devam ediyorlar. Yoksullaşıyorlar, siyasi hakları da gasp ediliyor ve adeta sosyal yardımlar bir tehdit aracına dönüşüyor. Enflasyon açıklamış yüzde 12’nin altında kaldı diyor. Yalan söylüyor. Bu ülkede halkın enflasyonu yüzde 20’lerde. Bu yüzde 12’nin altında uydurması tamamen bir manipülasyon. Bu ülkede eğer enflasyon düşüyor olsa, halk toplum nefes alırdı. Oysa toplum boğuluyor. Bağkurlu borcu 5 milyona ulaşmış. Haciz işlemleri başlatmış. Diyor ki sağlık hizmetlerinden yararlanamazsınız. Neden? Çünkü kara delik büyüyor. Kim büyütüyor o kara deliği, vatandaş mı esnaf mı, çiftçiler mi, Bağkurlu mu? Hayır kara deliği büyütenler şehir hastanesini yapanlar, lüzumsuz yere yol otoban köprü yapanlar. Toplumun ihtiyaçlarına kaynak ayırmayıp o kara deliği büyütürseniz eğer o 5 milyon insanı da sağlık hakkından yoksun bırakırsınız. Şehir hastanelerine şu garantiyi veriyor hiç utanmadan sıkılmadan: Hasta garantisi. Yani sizlerin hasta olması onlar için bir gelir kapısı. Bir yandan bütçe hakkınızı gasp ediyor öbür yandan sizin hasta olmanızı sağlayacak ve sizi aslında müşterileştirecek bir sistemin içine itmeye devam ediyor.  

Kanal İstanbul dahil bu projeleri siyasetlerini finanse etmek için yapıyorlar

Kanal İstanbul. İstanbul’a kanal açacakmış. Tıpkı Osmangazi Köprüsü gibi, bütün kaynakları alacak Mardin'den, Şırnak'tan Van’dan, götürecek oraya gömecek ondan sonra niye Mardin niye Şırnak yoksul? Bu akıl dışı projeleri hayata geçirerek o çarkı çevirmeye devam etmek istiyor, o saadet zincirini sürdürmek istiyor. Kanal İstanbul külliyen yanlış bir politika, yanlış bir projedir. Bunu bütün bilim insanları söylüyor. Diyor ki biz de araştırma yaptırdık. 200 bilim insanı var onlar bu projenin olacağını söylüyor. Bu 200 bilim insanı kim? Kimse bilmiyor. Bir kaç tane televizyona çıkıp bilim insanı kisvesi altında konuşanlar var. Onun dışında bilmiyoruz. Gerçek bilim insanı zaten başından bu projeye karşı çıkar. Çünkü iklim krizini derinleştirecek, kentsel yıkımı büyütecek, ülkenin bütün kaynaklarını oraya gömecek bir projeye zaten karşı çıkar. İstanbullular istemiyor, Türkiye’nin hiçbir yerinde isteyen kimse de yok. Neden Cumhurbaşkanı istiyor, çünkü kendi siyasetini finanse etmenin yolu işte bu projeler. Yeni bir proje daha buldu size pilli araba. Ben bunu söyleyince çok alınmışlar. Sabah akşam yine bize saldırmaya devam ediyorlar. Vay arabaya nasıl pilli araba dermişim. Öyle, pilli araba. Pil ya 15 bin dolara üretilecekmiş ya 90 bin dolara. Hadi ortalamasını alalım. 50 bin dolar olsun. Sadece pili 50 bin dolar. Yahu bu ülkede 20 bin dolara araba var. Neden insanlar sadece pile 50 bin dolar versinler. Araba zaten 500 kilometre gidiyor, yani Ankara’dan Mardin’e Van’a gelmeye kalksanız 3 günde gelirsiniz Evliya Çelebi olursunuz. Bu arabayı üretecek, bunu da proje olarak satacak. Bu artık bir akıl yitimidir. O denli akıl yitimi içindeler ki bir söyledikleri bir söylediklerini tutmuyor. Libya’ya asker gönderiyor, ertesi gün Kasım Süleymani öldürülüyor, Cumhurbaşkanı çıkıp diyor ki diplomasi şart. Ekonomi de de siyasette de diplomasi de böyle. Bir gün söylediğinin tam tersini ertesi gün söylüyor. Cumhurbaşkanın 2 konuşmasını yan yana koyun sanırsınız ki 3 kişi tartışmaya girmiş. Bu denli tutarsız bu denli siyasetten yoksun bir yönetim anlayışı var.  

Yol açılmıştır, yolcu yoldadır ve bundan dönüş yoktur: O yüzden erken seçim, hodri meydan diyoruz

Ne yapmalı? Bu kaderimiz değilse, bunu değiştirecek gücümüz varsa o zaman bunu değiştirme zamanıdır. Bunun nasıl değişeceğini 31 Mart’ta gösterdik. Dedik gelin demokrasiden yana olanlar hakkının peşinde koşanlar, emekçiler, kadınlar, halklarımız hangi inançtan olursanız olun nerede yaşarsanız yaşayın gelin bir yol açalım. Açtık mı açtık. Buna 3’üncü yol dedik. Kutuplaşmış Türkiye siyasetine karşı yeni bir seçenek yarattık. 31 Mart’ta bunu hayata geçirdik. Bu köhnemiş iktidar elindeki tüm şiddet araçlarıyla hala bu yolu kapatmaya, bu siyaseti tasfiye etmeye çalışıyor. Tecridi yaygınlaştırmaya, kayyımı kalıcılaştırmaya çalışıyor. Ama yol açılmıştır, yolcu yoldadır bundan dönüş yoktur. Demokratik bir anayasa için demokratik bir cumhuriyet için Türkiye’yi değiştirme zamanıdır. O yüzden diyoruz ki erken seçim, o yüzden diyoruz ki hodri meydan. Erken seçim kaçınılmazdır. Seçime kadar yapacaklarımız seçimden sonra yapacaklarımız var. Artık HDP, iktidarı hedefine koymuştur. Halkların iktidar hedefidir bu; emekçilerin, yerel demokrasi demokrasi ile güçlendirilmiş bir parlamenter sistemi hayata geçirme iddiasında olanların iktidar hedefidir bu. İşte bu HDP’nin hedefidir. HDP bu hedefine ulaşmak için her yerde 7/24 çalışmaya devam edecektir. Erken seçime kadar demokrasi ittifakı çatısı altında bir toplumsal mutabakatı hep birlikte var etmeliyiz. 

Türkiye artık faşizmle yol alamaz   

Tüm halklarımız yan yana gelerek ve eşit yurttaşlık temelinde bir demokratik anayasa yapma iradesine sahip çıkarak bu mutabakatı sağlamalı ve erken seçimde de bu iktidarı yıkmalıdır. Türkiye artık faşizmle yol alamaz. Türkiye artık faşizmi yıkmaya mecburdur. Bunu yaratacak güç halkların demokrasi ittifakında buluşacağı ve yol açacağı güçtür. Bunu başarabiliriz. Erken seçimden sonra demokratik anayasa için o mutabakat  zemininde söz verenler bunun gereğini yerine getirecektir. HDP bunun öncülüğünü de yapmaya devam edecektir. İhtiyacımız olan bu. Bir arada yaşama irademizi hayata geçirecek yegane sistem de bu. İşte radikal demokrasi anlayışımızla bu süreci ilmek ilmek, sokak sokak, iş yeri iş yeri birlikte öreceğiz. Yan yana geleceğiz, meclislerimizi hayata geçireceğiz, toplumu kendimizi örgütleyeceğiz, büyüyeceğiz, güçleneceğiz faşizmi yıkacağız, Türkiye’yi demokratikleştireceğiz. 

Şimdi büyük kongreye gidiyoruz, önce büyük konferansı yapacağız. Önümüzdeki 2 yılı hep birlikte konuşacağız. Neler yapmalıyız, ne yapmalıyız hep birlikte konuşacağız. Sonra kongremizde o güçlü adımı hep birlikte atacağız. İnanıyorum ki Mardin’de, Van’da, Diyarbakır’da, Edirne’de, Kandıra’da, Trabzon'da, Kandıra’da, Sincan’da her yerde bu mücadeleyi hep birlikte örmeye devam edeceğiz. 

4 Ocak 2020