Temelli: Kayyımlarla el koyduğunuz binalarda çürüyeceksiniz

Eş Genel Başkanımız Sezai Temelli, Bursa İl Kongremizde yaptığı konuşmada gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Temelli şöyle konuştu:

Bizim kongrelerimiz görev değişikliği kongreleri değildir. Bizim kongrelerimiz büyüme, güçlenme ve kararlılığımızı bir kez daha ifade etme kongreleridir. Bunu Bursa’da dosta düşmana bir kez daha gösteriyoruz. Hep birlikte çok daha güçlü bir örgütlülüğü Bursa’da hayata geçiriyoruz. Çünkü önümüzdeki dönem hem HDP açısından hem mücadelemiz açısından hem de Türkiye açısından çok kritik bir dönemdir. Bu dönemin en önemli sorumluluğu da bizim üzerimizdedir. Bu faşist iktidarı yıkacağız, Türkiye’yi demokratikleştireceğiz. 

Bu faşist iktidarı yıkana kadar yolumuza devam edeceğiz 

Demokrasiye ve hukuka direnenler, adaletsizliği adeta yaşamın normali haline dönüştürmeye çalışanlar, yani bu ceberrut iktidar yine HDP’yi kapatma hayalleri görüyor. Çünkü HDP’den kurtulursa bu ceberrutluğuna çok daha kolay devam edebilecek, işlerini daha rahat sürdürebilecek. İşleri dedikleri savaştır, yolsuzluktur, talandır, kayyımdır. Türkiye’nin gerçek anlamda yegane muhalefet olan bu muhalefetten kurtulmak onların hayalidir. HDP’yi kapatma hayalleri gören bir iktidar var karşımızda. O hayalleri kursaklarında kalacak. HDP bir bina mıdır ki gidip kapatacaksınız? HDP çarşıda bir dükkan mı ki gidip kapatacaksınız? Biz siyaset esnafı mıyız ki bizi kapatınca biz evimize geri döneceğiz. HDP sevdadır, aşktır, on yıllardır süren büyük bir mücadeledir. Hiçbir güç ne HDP’yi kapatabilir ne bu fikri sönümlendirebilir, ne de bu mücadeleye son verebilir. Nerede olursak olalım, bu mücadeleyi büyüterek bu faşist iktidarı yıkana kadar da aynı kararlılıkla yolumuza devam edeceğiz. 

Ülkenin yegane politikası savaştır

Bugün Meclis'te bütçe görüşmeleri devam ediyor. Hakikatin sesini duymaya tahammülü olmayanlar halkın vekillerinin sesini kısmak için her türlü yöntemi deniyorlar ama halkın vekilleri yani HDP vekilleri o Meclis kürsüsünde hakikati dile getirmeye devam ediyor. Kararlılıkla o güçlü sesleriyle bugünkü bütçeye eleştirilerini dile getirirken bugünkü bütçeyi ve arkasındaki zihniyeti teşhir ediyorlar. Bir ülkenin nasıl bir ülke olduğunu anlamak istiyorsanız önce o ülkenin bütçesine bakın. Bugün Türkiye’nin bütçesine baktığımızda aslında Türkiye’nin ne durumda olduğunu çok iyi görüyoruz. Ülkede hukuksuzluk ve şiddet var. Ülkenin yegane politikası savaştır. Yegane iktisadi politikası da betonculuktur. İnşaat sektörünün plansız büyümesi ülkeyi bir beton yığını haline çevirirken bu iktidar ayakta durabilmek için savaş politikalarını her gün büyütmeye devam ediyor. 

Önünde sonunda suçlarınızın hesabını soracağız

Bu iktidar bir yanıyla savaş politikası, bir yanıyla beton politikasıyla ülkeyi adeta uçurumdan aşağı yuvarlıyor. Çıkıp diyorlar ki, uçuyoruz. Bu ülkenin bütün kanatlarını kırmışlar, uçuyoruz diyorlar. O sizin dediğiniz uçmak değil düşmek. Baş aşağı düşüyorsunuz çok yakında da çakılacaksınız. Peşinizden bu ülkeyi sürüklemeye çalışıyorsunuz ama buna izin vermeyeceğiz. Savaş politikalarıyla, beton politikalarıyla ayakta durmaya çalışan bu iktidarın beslendiği yegane düşmanlık da Kürt düşmanlığıdır. Toplumu bölen, halkları ayrıştıran ve birbirine düşman ederek ayakta durmaya çalışan bu zihniyet baş aşağı düşüyor. İktidardan düşecekler. Faşizmi yıkacağız, ülkeyi demokratikleştireceğiz derken işte bunu söylüyoruz.

Buna karşı direniyorlar. Yok HDP’yi kapatmaymış, yok her gün gözaltılar, her gün saldırılar, her gün kayyımlar… Bütün dertleri bu muhalefetten yani halkın muhalefetinden kurtulmak. Bütün dertleri demokrasiden ve hukuktan kaçmaktır. Hiçbir yere kaçamazsınız. Hepiniz bu suçları işlediniz. Hepinizin peşindeyiz. Önünde sonunda bu suçlarınızın hesabını hepinize soracağız. 

Roboski’nin hesabı sorulsaydı Tel Rifat’ta çocuklar ölmeyecekti

Bu bütçe savaş bütçesidir dedik. Bu ülkenin kaynaklarını savaşa ve silahlanmaya ayırıyorlar. Sürekli kendilerine bir savaş arıyorlar. Suriye iç savaşı boyunca Suriye'nin en güvenli bölgesi, halkların bir arada inşa ettiği Suriye Demokratik Meclisi’nin var ettiği huzur ortamına gidip saldırdılar. Önce Afrin’e saldırdılar. IŞİD artığı çetelerle birlikte Afrin'de katliam yaptılar. Yetmedi Rojava’da katliam yaptılar. Tel Rifat'taki çocukların fotoğrafı herkesin gözünün önünde. Gözünün önünde kalmaya da devam edecek. O fotoğrafı görmezden gelmek bu ülkeye ve Ortadoğu’ya yapılan en büyük kötülüktür. Tıpkı Roboski’de olduğu gibi. Roboski'nin hesabı sorulsaydı belki Tel Rıfat bugün o çocuklar ölmeyecekti. İşte adalet ve hukuk bu yüzden gerekiyor. Adaletten ve hukuktan kaçanlar, savaş politikasını dayatanlar o çocukların birinci dereceden sorumlusu ve müsebbibidir. Bunun da hesabını muhakkak soracağız. Savaş politikaları ve düşmanlıkla kendini besleyen bu iktidar her gün suçlarına yeni bir suç ekliyor ve kendisine savaş arıyor.

Meclis’i tezkere meclisine çevirdiler

Bu Meclis’i tezkere meclisine çevirdiler. Onlarca tezkere geçirdiler. Her tezkereden sonra bu ülke çok daha büyük felaketlere sürüklendi. Bu Meclis tezkereleri değil 'barışı inşa ederiz'in gereğini yerine getirmelidir. Oysa bunu yapmadı. Şimdi Libya meselesini gündeme getirdiler. Korkarım yine dördü bir araya gelip aslında Libya halkları için olumsuz sonuçlar doğuracak ama ona bağlı olarak da Türkiye halklarına da olumsuz sonuçlar doğuracak bir kararda birleşebilirler. Diyorlar ya "içimiz yana yana". Ya içiniz yansın, hiç dinmesin Tel Rıfat’taki çocukların fotoğraflarına bakın her gün içiniz yansın. Bu ülkenin en önemli ilkelerinden biri "yurtta sulh cihanda sulh"tur. Bu politikadan kopmak emperyal bir anlayışla Suriye’ye, Irak’a saldırmak ve şimdi de Libya’da olduğu gibi bir savaş politikası hayata geçirmek Türkiye’nin siyaseten tükenmişliğini gösteriyor. Bu güvenlikçi politikalar sadece sınır ötesinde savaş politikası olarak karşımıza çıkmıyor. Bu aynı zamanda içeride şiddet politikası olarak karşımıza çıkıyor. Bugün bütçeye içeride baktığımızda şiddeti dindirebilecek, toplumsal barışı var edecek bir bütçe görmüyorsunuz. Nasıl ki silahlanma yarışı varsa içeride de şiddet yarışı var. Toplumu baskı altına almak bu bütçenin temel anlayışı. 

İçişleri Bakanı şiddetten besleniyor 

İçişleri Bakanlığı bütçesine bakın. Kadın, emekçi, işçi cinayetlerine, şiddet vakalarına bakın, bunların arkasındaki neden Türkiye'nin toplumsal barışının yıkılmış olmasıdır. İçişleri Bakanı denen bu bakan sürekli toplumsal barışı dinamitleyen bir akla sahip, belki de bir akıl yoksunu demek lazım. Sürekli toplumsal barışı yıkıyor, şiddetten besleniyor. Bunu yaparken de pervasızca Kürt düşmanlığı ile HDP’yi hedef haline getirerek Türkiye’de kendi meşruiyetini sağlamak istiyor. Ne bu bakanın ne de diğerlerinin, bu kabinenin artık meşruiyeti kalmamıştır. O yüzden de bir an önce Türkiye yapmasını gerekeni yapmalı. Toplumsal barış konusunda atılması gereken adımları atmalıdır. Toplumsal barışın önünde engel olanlar görevden alınmalıdır. Her şeyden önce atanmışların meclis hukuku üstünde vesayet oluşturması karşısında meclisi göreve çağırıyoruz.

Neoliberalizmin şampiyonluğunu bu iktidara verdiler 

Halkın temsilcileri, bir meclis hukukunu var etmekle sorumlu olanlar atanmışların bu vesayetine alkış tutamaz. Tam tersine halkların hukukuna sahip çıkmak zorundadır. Buna sahip çıkmayana da milletvekili denemez. Bu bütçe aynı zamanda yoksulluk, yolsuzluk, talan bütçesidir. Bütçeye bakınca hakların nasıl gasp edildiğini görürsünüz. Tam 17 yıldır aynı zihniyet iktidarda, kapitalizmin her türlü hak gasbının hayata geçtiği bir laboratuvar haline gelmiş bir ülkede yaşıyoruz. Neoliberalizmin şampiyonluğunu bu iktidara verdiler. Her türlü sömürü ve hak gasbı bu iktidar ile hayata geçti. Bu bütçeye baktığınızda emekçilerin haklarının nasıl sömürüldüğünü görürsünüz. Tıpkı kendinden önceki 17 bütçede olduğu gibi. 

Cumhurbaşkanı bilgisayar oyunu oynar gibi nerede bir rant varsa oraya çörekleniyor

Bu iktidar çok istikrarlı; sömürü, savaş şiddet konusunda çok istikrarlı. Ama toplumda istikrar yok. Toplum her gün bir felaketten diğerine sürükleniyor. Her gün bir hak gasbı tartışılıyor. Özellikle de kentsel haklar konusunda bir hak gasbı var. Cumhurbaşkanı adeta bilgisayar oyunu oynar gibi nerede bir rant varsa oraya çörekleniyor yanındaki müteahhitlerle. Yaptıkları o projelerin halka bir yararı yok hiçbirinin. 

Osmangazi Köprüsü’nden geçmeyenler geçenlerden daha çok para ödüyor 

Bursa’ya gelirken Osmangazi Köprüsü’nden geçiyorsunuz. Bu projeyi ballandıra ballandıra anlatıyor. Bu köprüden geçmeyenler geçenlerden daha çok para ödüyor. Van halkı, Amed halkı, Trabzon halkı ödüyor. Çünkü bir kamu hizmeti nasıl yapılır aklından yoksun bir iktidar var. Kamu hizmeti yapılırken halkın yararı gözetilir, toplumsal ihtiyaçlara bakılır. Yapılabilecek en düşük maliyetle hayata geçirilir. Çünkü halkın kaynağıyla yaparsınız. Öyle mi yapıyorlar? Aile servetleri, sarayın müteahhitlerinin, dünürlerinin, çevresindekilerin yararları öncelikli. Daha vahimi doğmamış çocuklarımız bile borçlandı. O köprünün yapılması gerekebilirdi. Ama öncelik miydi? Atatürk Havalimanı yenilenebilirken neden Türkiye'yi 20 yıl borçlandırıp yeni bir havaalanı yaptınız? Kuzey ormanlarını, doğayı katlettiniz.  

Kanal İstanbul'a karşı halkın hakkını savunmak lazım

Şimdi de karşımıza Kanal İstanbul’u çıkardılar. Kent hakkının gasbının ayrı bir yöntemi. Bu projeye karşı çıkmak lazım, bu aslında tüm Türkiye’nin sorumluluğu. Burayı yaptıklarında 40 yıl Türkiye’yi borçlandıracaklar. 40 yıl boyunca insanlar bedelini ödeyecektir. Buna karşı çıkmak lazım. Bu sadece finansal boyutuyla da sınırlı değil. O kent hakkının gasbına bağlı olarak Türkiye’nin birçok ili iktisadi ve sosyal olarak çoraklaşacak. Daha ötesi büyük bir iklim krizinin nedeni olacak. Diyorlar ki 200 bilim insanı çalışıyor. Bilim insanı muhalif olur sipariş ile çalışmaz. Doğanın hakkını, emekçinin hakkını savunur. Hükümetten gelen talimatla rapor yazmaz. O raporların hiçbir hükmü yok. Bu projeye karşı karşı halkın hakkını ve toplumu savunma zamanı. 

Dağ başına hastane yapıyor, sağlık hakkını gasp ediyorlar

Bakın sağlık hakkı yok. Bursa Şehir Hastanesi yapıldı. Hasta garantili şehir hastanesi yapılıyor. Sağlık hakkının gasbına bakın! Toplum sağlık hakkının gasbı, hasta garantili şehir hastanesi. 25 yıl boyunca ya vergilerinizle finanse edeceksiniz ya da hasta olarak finanse edeceksiniz. Benim buradan Bursalılara çağrımdır; Bursa Şehir Hastanesi'ne gidene kadar vefat edebilirsiniz, Yalova Devlet Hastanesi daha yakın oraya gidin. Almış, dağ başında koca bir hastane yapmış, hasta garantisi vermiş ama aslında orada sağlık hakkı gasp edilmiş. 

Sanki dünyanın en refah içinde yaşayan ülkesi Türkiye 

Böyle bir anlayıştan yoksun oldukları için hak gasbı devam ediyor. O denli bir hak gasbı var ki sadece hakları gasp etmekle kalmıyor, bütün bu gasbın projelendirdiği şeyleri de halka ödetiyor. 3.5 milyon insan yılbaşından bu yana elektrik faturasını ödeyememiş. Çünkü elektriğe yapılan zamlar dramatik. İnsanlar ödeyemiyor. Neden ödeyemiyor? Çünkü faturaların yarısından fazlası vergi. Neden bu kadar vergi alıyorlar? O projeleri finanse etmek için. İnsanlar elektrik faturalarını ödeyemiyorlar .Oysa ekonomi konusunda konuşan bakanlar, ekonomi konusunda konuşan Cumhurbaşkanı öyle bir pembe tablo çiziyor ki sanki dünyanın en refah içinde yaşayan ülkesi Türkiye. Oysa Türkiye'de insanlar elektrik faturalarını ödeyemiyorlar, doğal gaz faturalarını ödeyemiyorlar. İnsanlar bir yerden bir yere gidemiyorlar. Yoksulluk her yerde. Çiftçiler yoksul, esnaf yoksul, işçiler açlık sınırının altında ücretle yaşamak zorundalar. Asgari ücret görüşmeleri söz konusu. Asgari ücret ne olacak tartışmaları söz konusu. "Enflasyon düşüyor" diyorlar. Ne zaman asgari ücret görüşmeleri olsa, ne zaman kamu emekçilerine zam gündeme gelse, enflasyon düşer asgari ücret hep açlık sınırının altında kalır. Bu iktidarın bir istihdam politikası yok. Emekten yana, kadından yana, doğadan yana, işsizliğe çare olacak bir istihdam politikası yok. Bu nedenden dolayı da işsizleri terörist olarak görüyorlar. İş arayan diye bir grup varmış, işsizlik ondan varmış diyor. Bu denli bir akıl tutulması ile yaşıyoruz. Herkes terörist.

Aziz Oruç terörist değil, gazetecidir

İş arayanlar, kadınlar terörist. Erkek egemen siyasete, erkek şiddetine karşı çıkıyorlar diye, bunun eylemini yapıyorlar diye, kadınlara terörist diyen bir zihniyet var. Ekonomi kötü mü dediniz teröristsiniz, gazeteci misiniz, teröristsiniz. Buradan söylüyorum; Aziz Oruç terörist değildir, gazetecidir. 

Herkes terörist IŞİD değil

Herkes terörist. Aziz Oruc'a terörist diyecek. Kadın Meclisi Sözcümüz Dilan Dirayet Taşdemir'i aklınca iftira ile suçlayacak, susturacak. Hayır. Aziz Oruç gazetecidir. Bugün cezaevinde tutulan tüm gazeteciler basın özgürlüğüne sahip çıktıkları için cezaevindedir. Bu ülkede terörist olmayan kalmadı. HDP'liler terörist, Kürtler terörist. Kim ki hakkını arıyor terörist. Aleviler terörist. Patates terörist, soğan terörist. Peki kim terörist değil? IŞİD terörist değil. Onlar öfkeli çocuklar. O öfkeli çocukların hamisi Bağdadi 5 km ötede yakalandı, öldürüldü. Milli Savunma Bakanı, "haberim yoktu" diyor. Yahu 5 kilometre ötede, tedaviye gidip geliyormuş. Sağlık kontrollerini yaptırıyor, check up yaptırıyor. Kendine iyi bakan bir terörist. Kim terörist değil? ÖSO terörist değil. Suriye Milli Ordusu değil. İçlerine baktığınızda hepsi IŞİD artığı, El Nusra artığı. Afrin'de, Tel Rifat'ta katliam yapanlar, kadınları, çocukları öldürenler, kadınları pazarlarda satanlar; onlar terörist değil. Ama bu ülkede haklarını isteyenler, savunanlar terörist. 

Bir devlet yasa tanımaz bir yere geçmişse ona 'zorba devlet' denir 

Hayır, kimse terörist değil bu ülkede. Ama şiddetiyle, baskısıyla, insanlara uyguladığı zulümle ülkeyi terörize eden bir iktidar var. Çünkü bu ülkede hukuksuzluk var. Bu ülkede hukuk devleti yok, anayasal devlet yok. Hukukun olmadığı yerde zorbalık vardır. Bir devlet kendi yasalarını uygulamıyorsa, bir devlet yasa tanımaz bir yere geçmişse ona 'zorba devlet' denir. Orada zorbalık vardır. Biz bu zorbalığa son vermek zorundayız. Bir hukuk devleti var etmek zorundayız. Anayasal devleti var etmek zorundayız. Anasayal devletin, hukukun önünde hangi engel varsa birlikte kaldırmalıyız. 

Tecrit demek savaş politikalarında ısrar demektir

İlk olarak da en önemli hukuksuzluk yaratan mekanizmayı, tecridi kaldırmalıyız. Tecride son vermeliyiz. Bugün İmralı tecridi nedeni ile bu ülkede tecrit, hukuksuzluk yaygınlaştı. Hukuka dair ne varsa askıya alındı. İktidarın şiddetini besleyen başka bir hukuk yaratıldı. O yüzden de tecrit son bulmalıdır. Biz bunu anlattığımızda sırtını dönenler, duymazdan gelenler hukuksuzluktan bahsediyorlar. Hukuksuzluğun nedeni tecrittir. Tecrit demek savaş politikalarında ısrar demektir. Bugün Sayın Öcalan'a uygulanan tecridin nedeni içinde yaşadığımız politikalarda kendini teşhir etmektedir. Oysa çözüm kolaydı. Türkiye toplumu aslında büyük umutla beklentisini yükseltmişti. Tüm bu umuda karşı çöktürme planını hayata geçirenler, tecridi mutlak tecride çevirenler tüm demokratik siyaseti öldürmeye çalıştılar. Bugün onlarca, binlerce HDP'li cezaevindeyse bu tecrit uygulamasından başka bir şey değildir. Yargı bağımsızlığı ortadan kalkmışsa, kuvvetler ayrılığı ortadan kalktıysa bunun nedeni iktidarın yaygınlaştırdığı hukuksuzluktur, zorbalıktır. Bugün demokratik anayasadan söz edilemiyorsa bunun nedeni bu iktidarın uyguladığı hukuksuzluktur, zorbalıktır. 

Kayyım rejimine karşı çıkmıyorsanız bilin ki kayyım size de atanmıştır  

Bütün bunlara son verebilmek için bir hukuk ve adalet mücadelesini büyütmek zorundayız. Çünkü bu iktidar toplumsal barışı yıkmıştır, dinamitlemiştir. Bu iktidar siyasi barışı yok etmiştir, iktisadi barışı yok etmiştir. Bunun en önemli örneği de kayyım rejimidir. Kayyımlara baktığınızda ülkede toplumsal barış nasıl yıkılır, onun örneğini bu kayyımcı anlayışta görürsünüz. Seçme ve seçilme hakkını yok sayan anlayışı görürsünüz. Kürt halkına dayatılan bu zulüm bütün Türkiye'ye dayatılmıştır. Kayyım rejimine karşı çıkmıyorsanız bilin ki kayyım size de atanmıştır. Seçme ve seçilme hakkı adına söyleyecek sözünüz kalmamıştır. 

Kayyımlarla el koyduğunuz binalarda korku içinde çürüyeceksiniz

İlk günden beri bunu söyledik. Önce YSK marifetiyle sonra İçişleri Bakanlığı'nın yaptığı şiddetle belediyelerimize el konuldu. El koyduğunuz şey bina. O binanın etrafını beton duvarlarla çevirip, korku içinde çürüyeceksiniz ama sokaklar mahalleler kentler bizimdir. Biz o sokaklarda yeni yaşamı inşa edeceğiz, hayata geçireceğiz. Nasıl ki 31 Mart'ta o kayyımları süpürüp attık yine süpürüp atacağız. O kayyımların hiçbir hükmü yoktur. Talancıdır bunlar, yolsuzluk onların yegane politikasıdır. O yolsuzlukları da belgelenmiştir. 

Çocuklarımızın geleceği için bu iktidardan kurtulmalıyız

Bütün bunların arkasında yatan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'dir. Tekçi bir sistemdir. Uydurulmuş bir sistem olduğu için de sürekli sorun yaratmaktadır. Uydurulmuş bir sistem olduğu için de Türkiye'nin hiçbir sorununa çözüm üretememektedir. Hiçbir soruna çözüm üretememektedir. Bu ikitidarın sözcüleri dediler ki, 'MR çekeceğiz'. MR’da gördükleri şey büyük bir hastalık. Evet 2020 bütçesi aslında bu iktidar anlayışının, bu sistemin MR'dır. Bu MR şunu gösteriyor ki bu hastalık tedavi edilemez aşamadadır. Terminal dönemindedir. Hep birlikte bu hastalıktan kurtulacağız. Bu hastalıktan kurtulmanın yolu bu iktidardan kurtulmaktır, bu iktidardan kurtulmanın yolu da erken seçimdir. Böyle yola devam etmemiz mümkün değil. Her gün yeni bir savaş, yeni bir yolsuzluk senaryosu ile yola devam edemeyiz. Çocuklarımızın geleceğini kurtarmamız için, doğaya sahip çıkmak için halkların, kadim halkların ve inançların bir arada yaşama iradesine sahip çıkmak için bir an önce bu iktidardan kurtulmalıyız.   

Gelin demokrasi ittifakında buluşalım hep birlikte mücadele edelim 

Peki ne yapmalı? Demokratik bir anayasa yapmalıyız. Toplumun bütün kesimleri, emekçiler, kadınlar, gençler bütün halklar bütün inançlar bir araya gelebilecek, buluşabilecek Türkiye'de eşit yurttaşlık temelinde, demokratik siyasi iktisadi hakları koruyan hukuk devleti temelinde bir demokratik anayasa sürecini mutlaka başlatmalıdır. Bu mutabakat ekseninde bir erken seçim mutlaka hayata geçmelidir. Erken seçim sonrası o meclis bir kurucu iradeyle demokratik bir anayasa yapım süreci başlatarak topluma öncülük etmelidir. Bunu hayata geçirebilirsek birikmiş olan bütün dertlerimizin çözümü adına büyük bir adım atmış olacağız. Bu yüzden demokrasi ittifakına çağrı yapıyoruz: Gelin demokrasi ittifakında buluşalım, hep birlikte mücadele edelim. 

HDP öncülük edecek, asla geri adım atmayacak

HDP bu konuda öncülük yapacak, sorumluluk alacak. Her yerde bu hakikatin sesini yükselterek Türkiye'nin önünü açmak için, Ortadoğu'ya barışı getirmek için üzerine düşen görevi layıkıyla yapacaktır. Bu konuda asla geri adım atmayacağız. Onlarca yıldır gelen mücadelemizi bugünden yarına taşıyacağız. Erken seçim tek başına çözüm değildir. Nasıl seçime gireceğiz, nasıl seçimden çıkacağız nasıl yeni bir yaşam inşa edeceğiz, tüm bunları şimdi kurma zamanıdır. Tüm bunları yaparken, tabi ki özellikle Türkiye'yi demokratikleştirirken yerel demokrasi ile güçlendirilmiş bir parlamenter sistem için çalışacağız. Çoğulcu, laik, demokratik bir sistem için çalışacağız. Demokratik toplum, demokratik ulus anlayışımızla bir demokratik cumhuriyet inşa edeceğiz. Radikal demokrasi anlayışımızı hep birlikte örgütleyeceğiz. Bugün burada 3. Olağan İl Kongremizde, Büyük Konferansa ve Büyük Kongreye giderken bu fikriyatı örgütlemek bizim öncelikli görevimiz. Bu fikriyatı mahallelerde, iş yerlerinde sokaklarda hatta ev ev örgütleyeceğiz. Bu inancı örgütlemek için herkese ulaşacağız. Bize karşı olana, bize düşman olana, bize şaşı bakan kim varsa herkesin kolundan tutacağız. Herkesle yan yana geleceğiz Şimdi bu fikriyatı örgütleme zamanıdır. HDP zamanıdır. Bu fikriyatı hayata geçirme zamanıdır. Türkiye'nin her yerinde bunu hayata geçireceğiz. Ortadoğu halklarının beklediği onurlu barışı hep birlikte var edeceğiz.

15 Aralık 2019

Etiketler: #sezai temelli