Temelli: Gelin bir erken seçim provası yapalım; Kanal İstanbul Projesini referanduma götürelim

Eş Genel Başkanımız Sezai Temelli, Adana İl Örgütümüzün 3’üncü olağan kongresine katıldı. Tutuklu önceki dönem Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ’ın anne ve babası ile çok sayıda kişinin de katıldığı kongrede güncel gelişmeleri değerlendiren Temelli, şöyle konuştu:

Sevgili Figen Yüksekdağ’ın anne ve babası aramızda. Figen Başkanın şahsında tüm tutsak arkadaşlarımıza sevgi ve saygılarımı gönderiyorum. Onlar özgür kalana kadar bu mücadele yükselerek devam edecek. Onlar tutsak olduğu sürece bizler de özgür olamayız. Bugün de yarın da mücadelemizi sürdüreceğiz.

Adana 3’üncü Olağan İl Kongresinde buluştuk. Cesaretle, umutla örgütlülüğümüzü büyütmeye devam ediyoruz. Halkımızla, dostlarımızla, konuklarımızla ne denli güçlü olduğumuzu bu iktidara gösteriyoruz. Bu ceberut iktidara şu mesajı veriyoruz; asla yılmadık, vazgeçmedik, bu mücadeleye devam ediyoruz. Hepinizi kutluyorum. Geride bıraktığımız 2 yılda büyük emeklerle bu mücadeleyi büyüten Adana il yönetimimize huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Tüm örgütlerimiz gibi Adana İl Örgütümüz de mücadelesini büyüttü güçlendirdi, işte bugün burada bir araya geldik. Bugünden sonra, seçilecek yeni arkadaşlarımızın da aynı kararlılıkla kararlılıkla yollarına devam edeceklerine inanıyorum. Bizim kongrelerimiz bir devir teslim töreni değildir. Öyle mevki makam, makam, sandalye için kongre yapmayız. Biz kongrelerimizde geçmişimizle geleceğimizi buluştururuz, daha da güçleniriz. Kongre sürecinde emeği geçen tüm arkadaşlarımı, kongre komisyonunu kutluyorum.

4 yıl önce iktidar çözümden ve barıştan kaçmak için kıyım ve savaş politikalarıyla saldırdı

Bugün 14 Aralık. Çok değil 4 yıl önce dönemin iktidarı - ki bu iktidar 17 yıldır değişmiyor 17 yıldır aynı istikrarı koruyor, nedir o istikrar; Kürt düşmanlığı. Asla bu istikrardan vazgeçmediler.Geldiklerinde de Kürt düşmanıydılar gittiklerinde de Kürt düşmanı olarak gidecekler. Tarih onları faşist bir iktidar olarak Kürt düşmanı bir iktidar olarak hatırlayacak- tarafından 10 kentte uygulanan ablukalar sonucu yüzlerce insan, masum insan katledildi. 40 yıl geçse de bu hafızalarımızda canlılığını koruyacak. Nedeni neydi? Bu ceberut iktidar barıştan, hukuktan, çözümden kaçmak için savaş ve kıyım politikalarıyla saldırıyordu. Dün olduğu gibi bugün de aynı politikalarda ısrar ediyor. 

Mehmet Tunç’u, Asya Yüksel’i unutmadık; Sur’u Şırnak’ı yıkanları da unutmadık

O ablukalarda yaşananlar hepimizin hafızasında tazeliğini koruyor. Cizre’yi unutmadık yüzlerce insanın, çocuğun, bebeğin katledildiği; 40’tan fazla kadının katledildiği Cizre’yi unutmadık. Cizre bodrumlarında insanların diri diri yakıldığını, Mehmet Tunç’u, Asya Yüksel’i unutmadık. Sur’u  Şırnak’ı yıkanları da unutmadık. Dönüp baktığımızda sanki bunlar yaşanmamış gibi iktidar ve o iktidardan kopanlar konuşuyor. Siyasi makyajlarla sanki geçmiş yokmuş gibi konuşuyorlar. Bu makyaj çok çabuk dökülecek biz biliyoruz. Hepiniz oradaydınız, hepiniz bir arada yargılanacaksınız.

Çözüm masasını devirenler Orta Doğu’ya, Türkiye’ye acıdan başka birşey getirmedi

Cizre ablukalarına giden süreç aslında bir yıl önce Çöktürme Planıyla başladı. O sırada Türkiye halkları barışa, çözüm sürecine inanıyor, müzakerelere inanıyordu. Halkı aldatanlar ise çöktürme planları hazırlıyordu. Oysa o masanın ne kadar değerli olduğunu bütün dünya biliyor. O masa Türkiye’de onurlu bir barış demektir, Orta Doğu’da barış demektir. O masayı devirenler ve Kürt’e düşmanlık yapanlar, Orta Doğu’ya, Türkiye’ye acıdan başka birşey getirmedi. Masa vardı, masanın muhatabı vardı, bir çözüm aklı vardı. O çözüm aklını yok sayanlara karşı HDP olarak o gün olduğu gibi bugün de bütün samimiyetimizle barışa, demokrasiye sahip çıkmaya devam ediyoruz. Demokratik çözüm adına biz üzerimize düşen sorumluluğu dün olduğu gibi bugün de aynı kararlılıkla üstlenmeye devam ediyoruz. Buradan şunu söylüyoruz: Öyle boş boş konuşmayın, yok mesafe şöyle olsun böyle olsun diye konuşmayın. Mesafe masa mesafesidir. O masa kurulacak. O masanın muhatabı Sayın Öcalan ile birlikte demokratik çözüm bu coğrafyada Türkiye halklarıyla, Kürt halkıyla, emekçilerle, kadınlarla bütün halklarımızla birlikte bu ceberut iktidara karşı mutlaka var edilecektir. 

Türkiye’de insan hakları tablosu vahimdir, bu utancın müsebbibi bu iktidardır

10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günüydü. 71 yıl önce kabul edilen İnsan Hakları Bildirgesinin yıldönümü. ‘Bir daha asla’ diyerek yazılmış, bütün dünya milletleri tarafından kabul edilmiş bir insan hakları bildirgesinden bahsediyorum. Her 10 Aralık’ta bir insan hakları karnesi yayınlanıyor Türkiye’de. Bizim de hazırladığımız İHD’nin hazırladığı, çeşitli insan hakları derneklerinin hazırladığı raporlara baktığımızda dünyada en fazla insan hakları ihlali yapılan 10 ülke arasında Türkiye’nin adı geçiyor. Bu utancın müsebbibi bu iktidar, Türkiye’yi insan hakları konusunda böyle bir yere sürükleyen işte bu iktidardır. Bu iktidar sabah akşam insan hakları ihlali ve savaş politikalarıyla kendisini var ediyor. Bu otoriter baskıcı zihniyetle kendisini var ediyor. 70 yıl önce, o yıkılmış faşizmin sonrasında hazırlanmış bildirge ile bugün Türkiye’nin yaşadıklarını yan yana koyduğumuzda tablo vahimdir. Karşı karşıya olduğumuz insan hakları ihlalleri vahimdir. Her ne kadar iktidar bunun üstünü örtmeye çalışsa da dönüp baktığımızda insan hakları karnesinde övünebileceğimiz birşey yok. 

Tecride karşı çıkmak hukuk devletine sahip çıkmaktır

Bugün herşeyden önce bu ülkede bir mutlak tecrit vardır. Tecridin olduğu yerde hukuk devletinden, anayasal devletten bahsedemezsiniz. Tecridin olduğu yerde hukuk askıya alınmıştır. Tecrit hukukuyla ayakta durmaya çabalamalarının nedeni demokratik çözüm süreçlerini tıkamaktır, barışın önünü tıkamaktır. Tecrit hukuku sadece İmralı’da değildir bugün artık. Tam 21 yıldır süren bu tecride karşı hep şunu dile getirdik: Tecride karşı çıkmak hukuk devletine sahip çıkmaktır. Buna karşı çıkmazsanız bu tecrit gelir sizi de sarıp sarmalar. Öyle de oldu. Bugün hukuksuzluk her yerde, adaletsizlik her yerde, koca ülke açık cezaevine çevrilmiş durumda. Bütün adaletsizliklerin birbiriyle yarıştığı bir ülkeye dönmüşsek bunun sebebi tecrit hukukudur. İnsan hakları karnesine baktığımızda neden bu kadar ihlal var diyorsanız dönüp o tecrit hukukuna bakmak zorundasınız. Bugün Türkiye açık cezaevidir ama cezaevlerinde de 280 bin tutsak vardır. Bugün cezaevleri kötü koşulların ötesinde adeta birer işkence yuvasına dönüşmüştür. Osmaniye Cezaevinde açlık grevi yapan insanlar bunu bedenleriyle bir kez daha haykırmaktır. Cezaevinde yaşanan hak ihlalleri son bulsun, işkence son bulsun diye. İktidar cezaevleri üzerinden bütün topluma şu mesajları veriyor; ben otoriter rejimi inşa etmek için bütün hakları gasp etmeye devam edeceğim. Biz de buradan diyoruz ki “Biz buna izin vermeyeceğiz”. 

Hukuksuzluk ve adaletsizlik çok yakında son bulacak

Sadece cezaevlerinde yaşananlar değil hergün her yerde gözaltılar var. Çünkü iktidarda kalabilmek için bir düşmanlığa ihtiyaç var. Faşizm düşmanlıktan beslenir, düşmanlıkla kendisini var eder. Kürt düşmanlığı bir yandan HDP düşmanlığı bir yandan. Sabah akşam HDP düşmanlığı dışında hiçbir şey yapmıyorlar. Bir çok arkadaşımız gözaltına alındı, tutuklandı binlerce HDP’li cezaevinde. Bir suçları yok, bir tek suç delili yok; iftiralar, gizli tanıklar, şişirilmiş dosyalar, savcıların hukuk tanımaz iddianameleri var. Bütün dosyalar şöyle başlıyor “terör örgütü üyesi olmamakla birlikte noktalı virgül” ve sonrasında savcı keyfine göre iddianame hazırlıyor. O keyfiyeti ona veren de kolluk güçlerinin uygulamış olduğu şiddet politikasından başka bir şey değil. Bunu en çok yaşayan illerden biri de Adana. Adana İl Eşbaşkanlarımız başta olmak üzere birçok arkadaşımız gözaltına alındı, suçları mı vardı? Demokrasi ve barış sevdasından başka bir duygusu olmayan bütün ömrünü mücadeleye adamış insanları suçlu göstermek için uydurmadıkları bir şey kalmadı. Adanalılar hatırlıyor. Sizin kozmik odanız varmış bize de haber vermediniz bu arada. Bu denli ipe sapa gelmez, şirazesinden çıkmış bir iktidar anlayışı ile karşı karşıyayız. Bunun filmini izlesiniz ne başarılı bir kara mizah derseniz. Oysa biz bunu hergün hergün yaşıyoruz. Bir başka ilçemizde gözaltına alınan arkadaşlarımızla ilgili hazırlanan fezlekede ne yazıyordu biliyor musunuz? Bu arkadaşlarımızın nükleer silahı varmış. Bu denli bir aymazlıkla karşı karşıyayız. Ve bunun adı hukuk, bunun adı idare, bunun adı hükümet, iktidar. Hayır bunun adı pespayeliktir, hukuk ve adalet tanımazlıktır. Bu hukuksuzluk ve adaletsizlik çok yakında son bulacak.

JİTEM Davasındaki beraat kararı bu ülkenin yargı tarihine kara leke olarak işlenmiştir

Bakın bugün cezaevlerinde resmi rakamlara göre 139 gazeteci vardır. Bir de resmi olmayan rakamlar var. Çünkü bazı gazetecileri gazeteci olarak kabul etmiyor Saray. Onun gazeteci olarak tanımladıkları TVlerde her akşam Saray güzellemesi yapanlar, bordrolu gazeteciler. Ama özgür basın adına çalışan hiçbir gazeteciyi gazeteci olarak kabul etmiyor. Basın örgütlüğü bu ülkede kabul etmiyor. Yargı bağımsızlığı yok,  talimatlı bir yargı var. Çok uzağa gitmeyin daha dün bir karar verildi Ankara’da. 17 bin faili meçhulun yaşandığı bu ülkede 17 sanık hakkında 17 ayrı berat verildi. Türk yargı sistemine bir utanç kararı daha eklendi. Bu ülkede 17 bin faili meçhul var. O failli meçhullerde babasını, eşini kaybedenler, her hafta Cumartesi Anneleri haykırıyor. Bu sesi duymayan yargı ise talimatla hareket ederek beraat kararı veriyor. İşte insan haklarının geldiği durum, yargının sürüklendi yer budur. Bu kabul edilemez, bu yargısızlık, bu hukuksuzluk, bu adaletsizlik kabul edilemez. Bugün artık siyaset yapmak insan haklarına sahip çıkmaktır. İnsan hakları, hukuk ve demokrasi mücadelesidir. 

İktidar vesayet rejimini çok daha katı bir hale getirmiştir

Normal ülkelerde siyasi partiler birbiriyle yarışırken bunu hukuk, insanları hakları ve demokrasi zeminini kabul ederek yaparlar. Ama bugün Türkiye’de siyaset yapacak zemin yoktur. Bu zemini bir an önce hep birlikte var etmeliyiz. Bu zemin anayasal devlet zemini, hukuk zeminidir. Demokrasi ittifakı zeminidir. Demokrasi konusunda bir konsensüs sağlayamazsak bu türden hak ihlalleri ve yargısız infazlarla çok karşı karşıya kalacağız. Bu rejim vesayet rejimini doruklara taşımıştır. Geçmişin vesayet rejimine karşı mücadele ederken, biz özellikle Türkiye demokrasisi önünde en büyük engeli oluşturan idari ve mali vesayetin aşılması gerektiğini savunurken, iktidar bırakın bunları aşmaya vesayet rejimini çok daha katı bir hale getirmiştir.  

Kayyımlara karşı çıkmıyorsanız bilin ki bu rejime tutsak oldunuz

Nedir o; kayyım rejimi. Evet bugün yaşadığımız rejimin adı kayyım rejimidir. Bugüne kadar 33 belediyemiz YSK ve iktidar marifetiyle kayyım atanarak gasp edilmiştir. Gasp edilen sadece belediye binaları değildir, o binalarda kayyımlar çürüsün, çürüyorlar da zaten. Gasp edilen esas esas şey halkın özellikle Kürt halkının seçme ve seçilme hakkıdır, iradesidir. Türkiye’de eğer bir demokrasi zemini var edeceksek, o zemini var etmenin birinci yolu seçme ve seçilme hakkına sahip çıkmak, Kürt halkının iradesine, tüm Türkiye halklarının iradesine sahip çıkmaktır. Bu konuda duyarlı değilseniz bütün dostlarımıza, tüm Türkiye halklarına, hatta HDP’ye ters bakanlara, şaşı bakanlara da sesleniyorum, bu rejim sizin de kapınızı çalar. Eğer bugün kayyımlara karşı çıkmıyorsanız bu halkın mücadelesinin yanında yer almıyorsanız bilin ki bu rejime tutsak oldunuz. Çok yakında bu rejim kapınızı çalar. Demokrasi mücadelesi topyekun bir mücadeledir. Kayyım rejimine karşı çıkmak hepimizin öncelikli sorunu olmak zorundadır. Türküyle, Kürdüyle, Türkiye’de yaşayan 72 millet o kimliği ile demokrasi mücadelesine sahip çıkmalıdır. Eğer çıkmazsak rejim şiddetini her yere yayacaktır. Bir şiddet girdabından yaşıyoruz. Ablukalardan yaşananlardan Cizre’de yaşananlardan bahsettim. 4 yıldır yaşanan şiddet her yere sirayet ediyor. Taybet Ana hala o sokakta, bizler bununla yüzleşmeden, Taybet Ana’nın cenazesini onurlu bir şekilde kaldırmadan, Taybet Ana bize seslenmeye devam edecektir. Bu şiddete karşı çıkmayanlara, mücadele etmeyenlere, seslenmeye devam edecektir. Cemile hala bizlere seslenmeye devam edecektir, cenazesi hala o buzdolabındadır. Onu oradan çıkartmak şiddete karşı mücadele etmekten, onun anısına sahip çıkmaktan geçiyor. Eğer sahip çıkmazsak hergün o şiddet kapımızı çalacak. 

Kadın cinayeti olarak kapımızı çalacak. Yılda en az 400 kadın katlediliyor bu ülkede. Resmi rakamlar, ya gayri resmisi... Kadına yönelik şiddet her geçen gün yükseliyor. Neden, çünkü faşizm kadına tahammül edemez. Kadını yaşamdan, çalışma yaşamından dışlar. Erkek egemen siyaset o ceberutluğunu kadının bedeni, kimliği, düşüncesi ve mücadelesi üzerinden hergün yeniden tesis eder. 

Ne mutlu bize ki HDP bir kadın partisidir

İşte eşbaşkanlık sistemine karşı çıkmalarında bunu açık seçik görmemiz mümkün. Neden eşbaşkanlığa karşı çıkıyorlar? Çünkü kadınlarla iktidarı paylaşmak istemiyorlar. Neden eşbaşkanlığa karşı çıkıyorlar, biliyorlar ki bu faşizmi yıkacak şey kadın mücadelesidir. O yüzden de ne mutlu bize ki HDP bir kadın partisidir. 

Ve şiddet fabrikalarda, tersanelerde, işçiler, emekçiler üzerinde... Tarlalarda işçi cinayetleri. Günde ortalama 5 işçi resmi rakamlara göre hayatını kaybediyor. Resmi olmayanını varın siz düşünün. Emekçiler için bir cehenneme dönüşmüş, emeğin haklarının tümden gasp edildiği bir rejimdir kayyım rejimi. Emeğin haklarını savunmak şiddete karşı çıkmaktır. Emeğin haklarını savunmak; kadın cinayetlerine karşı çıkmaktır, tüm toplumsal emeğin bir arada mücadelesini yükseltmektir.

Suriye dediğimizde son 10 yılda aklımıza gelen tek iyi şey Rojava’dır

Bu iktidar şiddetini sadece Türkiye sınırları içinde yaygınlaştırmıyor, bir savaş politikası olarak Türkiye sınırları dışına da taşırıyor. Bugün Suriye dediğimizde akla gelen tek iyi şey tek olumlu şey aslında Rojava’dır. Suriye iç savaşı boyunca huzur içinde yaşanacak bir siyasal iklim yaratıldığı, halkların Türkmeniyle, Arabıyla, Ermenisiyle, Kürdüyle, Süryanisiyle, Orta Doğu’da yarattıkları bir vahadan bahsediyorum. SDG ve bütün bu halkların bir arada oluşturdukları şey hem Suriye meselesi için önemli çözüm adresi hem de Orta Doğu açısından önemli bir modeldir. Türkiye ne yapmıştır, buraya saldırmıştır. Çünkü bu iktidar nerede demokrasini filizlendiğini, nerede eşit özgür bir yaşamın filizlendiğini görse oraya saldırıyor. Afrin’e de Rojava’ya saldırdı. Bu bir savaştır dedik, savaş demeyin dediler. Sen demişsin. Bütçeden olabildiğince çok kaynak; örtülü ödenek, ek bütçe akla gelebilecek her türlü yöntemle bu halkın kaynakları savaşa aktarılmış. Neden çünkü Kürt’e düşman, neden çünkü Suriye’de hayalleri var. Çünkü orada ele geçirdiği bölgelerde inşaat yapacak. Ele geçirdiği bölgelerde demografik yapıyı değiştirerek, oraya Suriyeli mültecileri yerleştirerek kendi nüfus politikasını dayatacak. Kime karşı Kürt halkına karşı.  

Bu iktidara bakarsanız IŞİD artıkları dışında herkes terörist 

Suriye rejiminin geçmişte Arap kuşağı olarak yapmaya çalıştığını bugün bir çete kuşağı olarak bu iktidar yapmaya çalışıyor. Zaman zaman ÖSO, şimdi de SMO diyorlar ama bunlar çete. Bu çete orada katliam yapıyor. Tel Rifat’ta yaşanan katliam tüm dünyanın gözü önünde oldu. Tıpkı roboski gibi o çocukların bedeni tüm dünyanın vicdanları üzerine oturdu. Bu vicdan yükünden kimse kurtulamaz. Herkes bununla yüzleşmek durumundadır.  Bu savaş politikalarına karşı çıkmak zorundadır. Çocuk, kadın katliamlarını normalleştirmiştir bu çete. Bu çete terörist bir çetedir. Ancak bu iktidara baksanız bu çetelerin dışında herkes terörist. Basın açıklaması mı yaptın teröristsin, hakkını mı aradın teröristsin, kadınlar şarkı mı söylediniz teröristsiniz, emekçiler grev mi istiyorsunuz teröristsiniz. Yahu bu ülkede soğan patates terörist, herkes terörist bir bu IŞİD artıkları terörist değil. Bağdadi 5 km ötede ikamet ediyor, torun torbaya karışacak neredeyse bunların haberi yok! Bakan’a soruyorlar vallah diyor benim haberim olmadı. O 5 km ötede oturandan haberi olmayan bu iktidar terörle mücadele ediyormuş. 

Terörle mücadele etmiyor, bizatihi bu çeteler eliyle Orta Doğu coğrafyasını terörize ediyor. Çünkü faşizm toplumları terörize ederek, karşı karşıya getirerek ayakta durmaya çalışır. Yaptıkları budur. Hız kesmiyorlar öyle bir savaş politikası anlayışları var ki, şimdi de bir Libya meselesi çıktı karşımıza. Akdeniz’de Libya ile bir anlaşma yaptık diyor. Hangi Libya? Sen bir Libya’ya bak bakalım o senin anlaşma yaptığın gerçekten Libya mı yoksa Müslüman Kardeşlerden İhvan’dan başlayıp gelen o hikayenin sonucu oraya sıkışmış bir Trablus hükümeti mi? Onlar da sona yaklaşıyor, meşruiyeti sorgulanıyor. Bu ülkenin dış politikasında Suriye’de Suriye Milli Ordusu, Libya’da ise İhvancılar var. İşte Türkiye’nin içine sürüklendiği acz budur. Acze düşmüş bir dış politika var. Neden bu acze düşmüş bu dış politika? Bu iktidar varlığını sürdürmek için gasp ve savaş politikalarına devam ediyor. 

İktidarda bu yalanlar olduğu sürece enflasyon 3 ayda negatif bile olur!

Bu politikaların bir diğer yüzü yolsuzluk ve talan ekonomisidir. Kayyımlar bir yandan halkın iradesini gasp ederken diğer yandan halkın kaynağını, emeğini talan etmektedir. Belgeleriyle ortaya koyduk ama siyasetten anladıkları budur. Sadece kayyımlar değil, bugün Meclis’te bütçe görüşmeleri var ve halkın vekilleri yani HDP vekilleri onların yüzlerine hakikati haykırdıkça şaşkına dönüyorlar. Onlara anlattığımız aslında bu yolsuzluk bu talan ekonomisidir. Savaş politikaları dayattıkları için bütçenin çok büyük kalemleri silahlanmaya gidiyor. Yok İHA’lar, SİHA’lar, kirpiler... Bunların üretimine gidiyor. Bunları kim üretiyor ya dünürü üretiyor ya da kendisine aşık olmuş iş adamları üretiyor. İşte bu denli ihale yolsuzluğu, militarist bir akıl bütçe hakkımızı gasp ediyor. Bütçe hakkına sahip çıkmalıyız. Bütçe bizimdir, bizim kaynaklarımızla var ediliyor. O yüzden yapılacak kamu harcamaları ve yatırımlar halka dair olmalıdır. Halkın eğitim, sağlık, barınma hakkını var etmelidir, emekçinin hakkını korumalıdır, toplumsal cinsiyete dayalı bir bütçe olmalıdır. Kadın-erkek eşitliği temelinde kaynakların dağılımını sağlamalıdır. Bu bütçe böyle mi? Hayır, tam tersine bütçe kaynaklarının bir kısmı silah tüccarlarına bir kısmı müteahhitlere dağıtılıyor, halkı daha da yoksullaştırıyor. Bir Hazine, Maliye Bakanı var bunu öyle bir anlatıyor ki şaşkın olduğu konuşmalarından belli. Diyor ki “Enflasyonu düşürdük, Enflasyon 10.56, yakında tek haneli duruma düşecek”. Ben inanıyorum ki sizde bu yalanlar olduğu sürece enflasyon 3 ayda negatif bile olur. Öyle hızlı bir 15 puan düşürdünüz ki sanırsınız ki herkesin satın alma gücü arttı. Bu ülkede bir kişi çıkıp diyebilir mi 3 ay öncesine göre ben çok daha iyi yaşıyorum, pazarda fileyi daha rahat doldurabiliyorum diyebilir mi? Diyemez. Çünkü gıda enflasyonu yüzde 39’dur. Yeniden değerlenme oranı bu ülkede 22.58’dir.  

Tek dertleri hazine arazileri ve düşük kredilerle müteahhitleri beslemek

Devletin vergi alırken uyguladığı oran 22,58 ama emekçiye zam yapmaya geldiğinde, asgari ücreti tespit etmeye geldiğinde enflasyon 10.56. Ve daha da düşecek. Ocak ayına geldiğimizde enflasyon tek haneye düşecek. Neden biliyor musunuz çünkü kamu emekçilerine verilecek olan enflasyon farkı çalınsın diye. Emekçinin hakkı gasp edilsin diye. Çıkmış diyor ki sosyal konut projesi başlatıyorum. Sosyal konut kampanyası filan başlatmıyor, müteahhitleri kurtarıyor. Bu ülkede yeni konut ihtiyacı yok çünkü bu ülkede konut arz fazlası var. Ama bu ülkede evsizler, kiracılar var. Eğer senin bir sosyal konut aklın olsaydı son 10 yılda inşaat sektöründe çok düzgün planlama yapardın kiracılar artmaz azalırdı. Senin tek derdin hazine arazileri ve ucuz kredilerle müteahhitleri beslemek. Bunu da kamu kaynaklarıyla yapıyorsun. 

Gelin bir erken seçim provası yapalım; Kanal İstanbul Projesini referanduma götürelim

Şimdi de karşımıza Kanal İstanbul Projesi ile geliyorlar. Kanal İstanbul iklim krizini büyütür, bu ülkenin gelecek 40 yılını mali olarak, finansal olarak ipotek altına alır. Yani bu ülkenin daha doğmamış çocuklarını borçlandırır. Borçsuz olan kimse var mı? Herkesi borçlandırıyor. Sahte bir saadet yaratarak bugünü kurtarmaya çalışıyorlar. Ekonominin hali bu denli vahimdir. Buradan diyorum ki Kanal İstanbul istemiyoruz. Bak Osman Gazi Köprüsü yaptın, ama daha çok geçmeyenlerden parasını alıyorsun. Adanalılar siz belki Osman Gazi köprüsünü hiç görmediniz, hiç geçmediniz ama geçenlerden daha çok para ödüyorsunuz. Şehir hastanesi yapıyor şehir hastanelerine hasta garantisi veriyor. Önümüzdeki 25 yıl boyunca şehir hastanelerinin faturasını bu halk ya cebinden ödeyecek ya da hasta olup bedeniyle ödeyecek. Soygun böyle bir soygun. Talan bu denli büyük bir talan. Ama biz de diyoruz ki ne yaparsanız yapın elimizden kaçamazsınız. Size hodri meydan dedik erken seçim dedik. Enin sonunda o sandık önünüze konacak. Bu halka yaptığınız zulmün bedelini o sandıkta size ödeteceğiz. Size buradan bir teklifim var. İsterseniz bir erken seçim provası yapalım gelin Kanal İstanbul Projesini İstanbul halkına referanduma götürelim. Var mısınız? Nerede sizde o cesaret! Biz 31 Mart’ta, 23 Haziran’da nasıl sizi sandıkta yendiysek ilk sandıkta çok daha güçlü bir şekilde yeneceğiz. Gelin bakalım İstanbul halkı ne diyecek. Erken seçime yönelik bir kanal mı açacağız yoksa İstanbul kanalı mı açılacak onu hep birlikte çok iyi görebiliriz.  

Biliyorum çok sorun var, çok dert var. Bu iktidar sorundan, dertten başka bir şey üretmedi, hayatı bize zehir etmeye çalıştı. Çaldığıyla, vurduğuyla her türlü şiddetle. Ama hiçbir zaman umudumuzu kaybetmeyeceğiz, cesaretimizi büyüteceğiz. Dünden çok daha fazla ve kararlı bir şekilde örgütleneceğiz. Yan yana geleceğiz, meclislerimizi var edeceğiz. İl-ilçe teşkilatlarımızla, mahale örgütlerimizle radikal demokrasi mücadelesini mahallelerden, sokaklardan büyüteceğiz. Emek mücadelesiyle ve kadın mücadelesiyle bu ülkeyi demokratikleştireceğiz. Ben bu duygular ve umutla yeni seçilen yönetimimize çalışmalarında, mücadelelerinde başarılar diliyorum. 

14 Aralık 2019