
Kayyım atanan belediyelerin hukuksuz uygulamalarını derlediğimiz kapsamlı bir rapor yayımladık. Raporun sunumunun yapıldığı toplantıda bir konuşma yapan Eş Genel Başkanımız Sezai Temelli şu ifadeleri kullandı:
Bugün burada, kayyım raporunu tüm Türkiye kamuoyuyla, hatta dünya kamuoyuyla paylaşacağız. Aslında bir utancı teşhir edeceğiz, halklarımıza dayatılan bir utancı teşhir edeceğiz. Kayyım raporuyla bu topraklara, bu kadim halklara yaşatılan utancı sizlerle paylaşacağız. Unutulmasın diye tarihe not düşeceğiz. Kadim halklar her zaman vicdanlarında bu utancı ve bu utancı yaratanları yargılasın diye bu raporu açıklayacağız. Bugün dönüp bu toprakların en kadim halkı Kürt halkına “Kayyımlarla erdemli olmayı öğrettik.” diye hakaret edenler, kadim halkların vicdanında yargılansın diye bu raporu paylaşacağız. Bu topraklardaki bütün halklar erdemlidir.
Erdemsizlik halklara dayatılan kayyımlardadır
Erdemsizlik halklara dayatılan kayyımlarda, baskıda ve zulümdedir. Ama biz buna en kısa zamanda son vereceğiz. 31 Mart’ta hep birlikte bu utançtan bu ülkeyi kurtaracağız.
Kayyım raporunun ayrıntıları sunulacak. Ama önce belki de kayyıma giden sürece giden gelişmeleri anlatmak istiyorum. Mühim bir hukuksuzluktan bahsetmek istiyorum. Türkiye’de Sayın Öcalan 20 yıldır tecrit koşullarındadır. 5 Nisan 2015’ten bugüne kadar da ağırlaştırılmış tecrit koşulları altındadır. Ağırlaştırılmış tecrit koşulları, bu ülkeye dayatılan büyük bir hukuksuzluktur. Bunu görmezden gelmenin Türkiye’yi nerelere sürüklediğini hep birlikte yaşıyoruz. İşte eğer bugün kayyımlar üzerine konuşuyorsak, Türkiye’nin her yerinde kayyımlaşmış bir zihniyetin dayatmaları üzerine konuşuyorsak burada en önemli eşiklerden biri 5 Nisan 2015’tir. Yani ağırlaştırılmış tecrit koşullarının başladığı tarihtir bu hukuksuzluk her yeri sarıp sarmalamıştır. Bu hukuksuzluğa karşı çıkanlar, dile getirenler suçlanmıştır, yargılanmıştır, haksız hukuksuz yere cezaevine konulmuştur.
Cezaevlerinden ve dünyanın her yerinden yükselen bir ses var
Bugün cezaevlerinden yükselen ses vardır. Bugün Türkiye’nin her yerinden yükselen ses vardır. Bu hukuksuzluğa bir kez daha karşı çıkan arkadaşlarımız vardır. En başta da DTK Eşbaşkanımız ve Hakkari milletvekilimiz sevgili Leyla Güven vardır. Leyla Güven bugün açlık grevinin 113'üncü günündedir; cezaevindeki arkadaşlarımız ise açlık grevini 74'üncü günündedir. Strazburg’da 14 arkadaşımız 74'üncü günündedir. Hewler’de açlık grevi yapan Nasır Yağız 100'üncü günündedir. Kandıra’da Selma Irmak ve Sebahat Tuncel açlık grevinin 45’inci günündedir. Dünyanın birçok yerinde arkadaşlarımız açlık grevleriyle bu hukuksuzluğa dikkat çekmektedirler, bedenleriyle bu tecride karşı çıkmaktadırlar. Bize düşen bugün onların bu mücadelesine sahip çıkmak, seslerine ses katmak ve mücadeleyi büyütmektir. Bu sorumluluğu taşımak zorundayız. Bu sorumluluğu herkese taşımak ve anlatmak zorundayız. Tüm duyarsız kalmış kesimleri buradan bir kez daha demokrasi ve barış mücadelesine duyarlı olmaya davet ediyorum.
Kaybedecek saatlerimiz bile yok
Geç kalmamalıyız. Kaybedecek saatlerimiz bile yok. Arkadaşlarımızın durumu kritiktir. Bu gidişata son vermek için bir an önce tecride karşı bu hukuksuzluğa karşı, bu mücadeleye güç ve ses katmalıyız. Talepleri meşrudur, haklıdır. Yasalara, hukuka uyulması talep edilmektedir. Ceza İnfaz Kanunu'nda ne yazıyorsa onun gereğini yerine getirin diyoruz. Nasıl ki hükümlüler aileleri ve avukatları ile düzenli görüşme hakkına sahipse Sayın Öcalan’ın da bu haklardan acilen yararlanmasını istiyoruz.
Hukuk ve adalet meselesini siyasete, seçimlere malzeme yapmayın
Açlık grevindeki tüm yoldaşlarımız da bunu dile getiriyorlar. Ben buradan Adalet Bakanı’na, iktidara bir kez daha çağrıda bulunuyorum: Bir an önce hukukun ve yasaların gereğini yapın, Sayın Öcalan avukatları ve ailesi ile görüşmeye başlasın ve bu bir düzene kavuşsun. Bunu siyasete, seçim çalışmalarına alet etmeyin. Nasıl ki bizler hukuku savunarak bugüne kadar geldik ve bunu hiçbir zaman siyaset malzemesi yapmadıysak Türkiye'deki tüm siyasi partilere de aynı çağrıyı yapıyoruz: Hukuk ve adalet meselesini siyasete, seçimlere malzeme etmeyin.
28 Şubat'ta da darbeye karşı çıktık, bugün de karşı çıkıyoruz
Yine bugün Kayyım Raporu açıkladığımız tarihe baktığımızda 28 Şubat bize iki önemli gelişmeyi işaret ediyor. Bunlardan bir tanesi 28 Şubat 1997’de Türkiye’nin yaşamış olduğu postmodern darbedir. Türkiye, 1997 yılının 28 Şubat’ına tank sesleriyle uyandı. O dönemin iktidarına bir postmodern darbeyle bir müdahalede bulunuldu. O gün de bu müdahaleye karşı çıktık, o gün de demokrasiden ve barıştan yana tavrımızı ortaya koyduk. Bugün de darbelerin tümüne karşıyız.
O gün darbeye karşı çıkanlar bugün darbe mekaniğinin çarklarından biri olmuştur
Darbelerin tümüne karşıydık ama darbe mekaniği cumhuriyet tarihi boyunca çalışıyordu, çalışmaya devam ediyordu. O gün bu darbeye karşı çıkanlar, 'bin yıl sürecek' denilen bu darbeye karşı özgürlükten yana konuşanların maalesef bir kısmı bugün iktidardadır. Ve maalesef o darbe mekaniğinin çarklarından oldular ve ülkeye baskıyı, zulmü bizzat kendileri dayatıyorlar.
İnsanlar nasıl istiyorsa öyle giyinebilmeli, öyle yaşayabilmeli
Oysa 1997’yi hatırladığımızda, insanların düşüncelerinden, inançlarından dolayı siyasetten dışlanamayacakları, adaletsizliğe uğramamaları gerektiğini söyleyebiliyorduk. Üniversitelerdeki başörtülü öğrencilerimiz konusunda mücadele verirken yan yana gelebiliyorduk. Çünkü insanlar nasıl inanıyorsa öyle yaşamalı ve inançlarına göre giyinebilmeliler. Özgürlük ve adalet hepimiz içindir.
28 Şubat postmodern darbesine karşı çıkanlar bugün hafızalarını silmiş durumda
O gün 28 Şubat postmodern darbesine karşı çıkanlar bugün hafızalarını silmiş durumdalar. Ve öyle bir silmişler ki 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe Mutabakatı’ndan 5 Nisan 2015’te masayı devirmeye kadar bu hafıza kaybına devam ettiler.
Dolmabahçe Mutabakatı bir arada yaşamaya davet ediyordu
Evet bir önemli tarih de 28 Şubat 2015’tir. Yani, 10 maddelik Dolmabahçe Mutabakatı’nın açıklandığı tarihtir. Çok kritik bir tarihtir. 10 maddelik mutabakat aslında Türkiye’yi bir şeye davet ediyordu. Bir arada yaşamaya davet ediyordu, bir toplum sözleşmesine davet ediyordu. 'Eşit yurttaşlık temelinde, çoğulcu, laik, demokratik cumhuriyeti nasıl inşa edebiliriz?' sorusunun yanıtını veren bir manifestoydu.
Barışı kalıcılaştırmanın mutabakatı yok sayıldı
Sadece herhangi bir halkın, herhangi bir kesimin sorunlarını çözmek üzerinden değil; Türkiye ve Orta Doğu halklarının sorunlarının nasıl çözülebileceğine dair çok güçlü bir manifestoydu. Tüm Türkiye halklarının cumhuriyet tarihi boyunca aradığı çözümü, zemini oluşturma gayretindeydi. Peki ne oldu? Barışı kalıcılaştırmanın mutabakatı yok sayıldı. 5 Nisan 2015’te başlayan ağırlaştırılmış mutlak tecrit koşullarıyla, bir daha açılmamak üzere iktidar nezdinde yok sayıldı.
Türkiye mutabakata sahip çıkarak barış konusunda yol kat edebilir
Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan 28 Şubat 2015’te mutabakat açıklandığında bakın ne demiş? "Bu hasretle beklediğimiz bir çağrıdır" demiş. Diyeceksiniz ki 'O zaten dün söylediğini bugün inkar eden birisidir'. Evet, o inkar etmiş olabilir ama Dolmabahçe Mutabakatı bu halkın hafızasına kazınmıştır. Türkiye halkları, başta Kürt halkı olmak üzere, asla Dolmabahçe Mutabakatı’nı inkar etmeyecektir. İnanıyoruz ki Türkiye demokrasi konusunda, barış konusunda yol kat edecekse işte bu mutabakata sahip çıkarak yol kat edecektir.
Tarih farklı akabilseydi bunca acı yaşanır mıydı?
Eğer tarih farklı akabilseydi, Dolmabahçe Mutabakatı'nın imzalandığı 28 Şubat 2015 tarihinden bu yana tarih farklı akabilseydi, bunca acı yaşanır mıydı? Bunca savaş, zulüm yaşanır mıydı? Bunca yitirdiğimiz evladımızı yitirmek zorunda kalır mıydık? Türkiye bu kriz yumağının içine sürüklenir miydi? Türkiye bugün iktisadi krizle, siyasi krizle, toplumsal krizle boğuşuyor. Türkiye'nin boğuşmadığı bir kriz yok. Uluslararası alana bakıyorsunuz yine öyle. Suriye meselesinden Avrupa Birliği meselesine kadar hangi alana bakarsanız Türkiye uluslararası alanda bütün itibarını yitirmiş ve krizlerle boğuşuyor.
Dolmabahçe Mutabakatı'nı reddedenler Türkiye'yi darbe sürecine sürüklemiştir
Evet, Türkiye bugün yerel seçimlere gidiyor ama tarihinde hiç olmadığı kadar büyük bir çöküntü içinde bu seçimlere gidiyor. Bakın 28 Şubat 2015 Dolmabahçe Mutabakatı aslında Türkiye’nin makus talihi olan darbe mekaniklerinden kurtulması için önemli bir eşikti. Bunu elinin tersiyle reddedenler, Türkiye'yi bir darbe sürecine daha sürüklemiştir. Bunca kriz varsa bunun müsebbibi de tabii ki bu iktidardır.
15 Temmuz önlemez darbe sürecinin bir yansımasıdır
15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe kalkışması önlemez darbe mekaniklerinin bir yansımasıdır. Ve sonrasında, 20 temmuz 2016’da karşımıza çıkan OHAL darbesi de aynı zihniyetin başka bir tezahürüdür. Bugün Türkiye çok uzun süre OHAL ile yönetilmiştir ve hala da öyle yönetmek isteyen bir zihniyete tutsaktır. Bakın OHAL uygulamaları Türkiye'yi çok ağır bedeller ödemek zorunda bırakmıştır. Belki de bu bedellerin en ağırını Kürt halkı ödemiştir. Kayyımlar ile ödemiştir, demokratik siyasetin tasfiyesine yönelik bugün cezaevinde tutulan arkadaşlarımızla ödemiştir. Ve yine katlamış olduğu şiddet ve baskı ile ödemiştir, ödemeye de devam etmektedir.
Savaştan, şiddetten zulümden beslenen, Kürt düşmanlığıyla toplumu ayrıştıran, bölen bir iktidar var karşımızda. Bakın, dün bu ülkenin Cumhurbaşkanı, hepimizin aklında zaten bir soru var “bu ülkenin bir Cumhurbaşkanı var mı” sorusu var. Çünkü karşı karşıya olduğumuz bu cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi aslında bu ülkede cumhurbaşkanlığının olamayacağını söylüyor.
'HDP teröristtir, bölücüdür' diyor ama ülkeyi tam ortadan ikiye bölüyor
Düşünün, bu ülkenin Cumhurbaşkanı sosyal medya hesabından ülkeyi tam ortadan bölen bir paylaşımda bulundu. 'HDP teröristtir, bölücüdür' diyor ama ülkeyi tam ortadan ikiye bölüyor. Hayır biz bölücü falan değiliz. HDP suçlu bir parti değil. HDP bir arada yaşamanın demokratik cumhuriyetin teminatıdır. İşte o teminatın belgesidir Dolmabahçe Mutabakatı.
Cumhurbaşkanı bu ülkeyi tam ikiye bölme peşindedir
Cumhurbaşkanı bu ülkeyi tam ikiye bölme peşindedir. Bir ülkeyi bölmek istiyorsanız önce toplumu, halkları, insanları bölersiniz. Öyle de yapmaktadır, insanları düşmanlaştırmaktadır. Kürt düşmanlığı üzerinden toplumu bölmeye çalışmaktadır. Buna izin vermemek için bütün enerjimiz ve gücümüzle direniyoruz ve inanıyoruz ki 31 Mart’ta yerel seçimlerde çok güçlü bir adım atarak bu gidişata son vereceğiz. Bu da bizim sorumluluğumuzdur.
Darbe suçu işliyorsunuz
Bugün 28 şubat 2019 tarihinde Kayyım Raporunu herkesle paylaşıyoruz. Çok kapsamlı bir çalışma, önemli bir çalışma. Başta Yerel Yönetimler Komisyonumuz ve DBP Yerel Yönetimler Komisyonu olmak üzere birçok arkadaşımızın emeği var. Ben buradan emeği geçen bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Tabii bu raporu biz sunduğumuzda, ayrıntılarında göreceksiniz, çok ciddi hukuksuzlukların ve yolsuzlukların olduğunu göreceksiniz. Evet, belgeleriyle ortaya konulmuş yolsuzluk ve hırsızlıklar bu raporda var. Ama bunlardan öte aslında bugün en büyük suç, halkın iradesinin gasp edilmesidir. Bu bir darbe suçudur. Siz halkın siyasi iradesini yok sayıyorsanız, o iradeye kayyım atıyorsanız, aslında bir darbe suçu işliyorsunuz. Demokrasilerde halkın iradesidir aslolan. Halkın iradesini yok saymak, antidemokratik bir uygulamadır.
Ülkenin yüzde 50’sinden fazlasının iradesi gasp edilmiştir
Bu iktidar, eline geçirdiği medya ile psikolojik savaş yöntemleri ile tüm antidemokratik uygulamalarını olağan bir uygulamaymış gibi her gün halka dayatmaktadır. Bu ülkenin çok büyük bir kısmı kayyımlarla yönetilmektedir. Ülkenin neredeyse nüfusunun yarısından fazlası kayyımlarla yönetilmektedir. Yani, ülkenin yarısından fazlasının iradesi gasp edilmiştir. Ülkenin aslında yüzde 50’sinden fazlasının iradesi gasp edilmiştir. Şimdi çıkıp devletin bekasından bahsediyorlar. Ülkenin bekasını konuşmaya başlarsak önce ülkenin bekasına saldıran bir iktidar ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Çünkü ülkenin bekasını var eden o ülkenin halklarıdır. O ülkenin siyasi iradesini var eden halklarıdır. Halklar bir kere bunu beyan ettikten sonra siz bunu yok sayıyorsanız, o ülkenin geleceğini karanlığa sürüklüyorsunuz demektir.
Bu zihniyeti sonlandırmak için onları Kayyım Raporu ile teşhir ediyoruz
Tarihte de böyle olmuştur. Ülkelerini karanlığa sürükleyenler vardır. Bunlar tarihte diktatör olarak anılmaktadır. Bugün de diktatör hevesliler vardır ülkemizde. Faşizmi kurumsallaştırma peşinde olanlar vardır. İşte buna izin vermeyeceğiz, bu zihniyeti sonlandırmak için onları Kayyım Raporu ile teşhir ediyoruz.
Kürt meselesi çözülmeden hiçbir mesele çözülemez
Bu ülkenin tarihinde ne zaman ki Kürt meselesi konuşulmaya başlanılsa -ki bu meseleye Kürt meselesi denmesi bile 60-70 yıllık bir mücadeleyi gerektirmiştir- adına doğu sorunu kalkınma sorunu denilmiştir. Aslında sorun nettir: Kürt meselesi. Kürt meselesi çözülmeden bu ülkede hiçbir meselenin çözülmeyeceği bellidir. Kürt meselesi, bu ülkenin tüm meselelerinin kavşağındadır. Kürt meselesini çözmeden hiçbir sorunu çözmek mümkün değildir. Bu meseleyi çözmemek üzerinden oluşturulmuş bir devlet aklı ile karşı karşıyayız.
Kayyımlar Zilan ve Dersim katliamlarını hatırlatıyor
Gün gelmiş karşımıza Şark Islahat Planıyla çıkmış. 1925 Şark Islahat planından bu günlere geldiğimizde devlet aklının Kürt düşmanlığıyla hareket ettiğini ve meseleyi çözümsüz bıraktığını görüyoruz. Aslında bugün karşı karşıya olduğumuz bu kayyımlar, Zilan ve Dersim katliamlarını bize hatırlatıyor. Kürt halkını yok etmek için hayata geçirilen umumi müfettişlikleri ve onların zulmünü bize hatırlatıyor. Ve devlet de bu aklın devamını AKP’nin temsil ettiğini görüyoruz. Tam da o çözüm sürecinin olduğu demokratik süreç içinde AKP’nin yarattığı çöktürme planı dediğimiz meseleyi bize hatırlatıyor.
Kayyım sadece Kürt düşmanı değil, yaşamın da düşmanıdır
Kayyım sadece Kürt düşmanı değil, yaşamın da düşmanıdır. Kayyımların halk iradesini gasp ettiği günden beri yaşamın hedef alındığını görüyoruz. Halka ait iradeyi gasp etmekle yetinmemiş, aynı zamanda halkın malına, mülküne, aşına, işine de göz koymuştur, geçimini hedef almıştır. Kayyımlarla beraber binlerce emekçi, belediyede çalışan binlerce insan, işinden aşından olmuştur. Bununla da yetinilmemiş, onların geçimini sağlayacak şekilde çalışma hakları çeşitli yöntemlerle ellerinden alınmıştır. Adeta bir düşman hukuku uygulanmıştır, intikam aklı ile hareket edilmiştir. Yolsuzluk, o denli ciddi yolsuzluklar vardır ki, bunu ancak ve ancak organize bir suç örgütü yapabilir. İhale yolsuzlukları, belediyelerin, yerel yönetimlerimizin sahip olduğu mülklerin yandaşlara satılması. İşte bunu birçok belge ile açıkladık raporumuzda da var. Sayıştay raporlarında da var. Örneğin Silopi’de, Van’da birçok kentimizde değerinin çok çok altında taşınmazlar yandaşlara satılmış durumdadır. Baktığınızda bunun bu şekilde olabilmesinin nasıl bir zihniyet ve anlayışla karşı karşıya olduğumuzu göstermesi açısından kritiktir.
Dün basına da yansıdı: Kayapınar Belediyemizde 13 Eğitim Destek Evi, spor kompleksi 100 milyon değerindeki kütüphane inşaatı, çocuk merkezi başta olmak üzere, yani belediyeye ait bir çok yeri nasıl yandaşların mülkiyetine geçirildiği ve mülkiyet hakkının nasıl gasp edildiği gösterdi.
Soygun ve talan düzenini deşifre ediyoruz
Örneğin Van Büyükşehir Belediyemizin 382 milyon lira borcu varmış. Bu borcun nedeni Van’da yaşanan deprem. Peki kayyım ne yapmış? Bugün itibariyle borç 1 milyar 389 milyona çıkmış, İlave 1 milyar TL borç edinilmiş. Bunun Van’a bir hayrı olmuş mu? İşte bu soygun düzenidir, talan düzenidir. Bunu deşifre ediyoruz. Buna son vermek için Türkiye’de her yerinde çalışmalarımızı sürdürüyoruz, bütün kayyımlara karşı bu zihniyete karşı 31 Mart’ta gereken cevabı hep birlikte vereceğiz. 31 Mart yerel yönetim seçimleri kritik seçimlerdir. Bu kritik seçimleri başarıyla sona erdireceğimizden kuşkumuz yok.
Yerelde iktidara geleceğiz
Bizler sadece 31 Mart’ta belediyelerimizi geri almakla kalmayacağız. Biraz önce sinevizyonda gördünüz. Belediyeler zaten belediyelere benzemiyordu. Önünde TOMA'lar, güvenlik duvarlarıyla, silahlı güçlerin engellemeleriyle birer karakola benziyordu. Bunları yeniden kentimizin belediye binalarına çevireceğiz. Ama sadece 96 belediyeyi geri almakla kalmayacağız, çok daha ötesinde belediyelerde yerel yönetimlerde iktidara geleceğiz.
İktidara gelmek bir yanıyla kayyımları ve bugünkü iktidarın enkazını kaldırmaktır. Bir yanıyla yeniden yerel yönetim anlayışımızla yerel kamu hizmetleri üretmektir. Bir yanıyla yerelin yeniden ayağa kalkmasıdır, ama diğer yanıyla da yerel demokrasinin inşasıdır. Kentimiz de kendimizi de biz yöneteceğiz demiştik 2014’te, işte bu iradeyi yeniden iktidara taşımaktır.
Demokrasi güçlerinin iktidara gelmesi için üzerimize düşen görevi yaptık
Yerel demokrasi, bugün Türkiye’nin acil ihtiyacıdır. Türkiye’nin bugünkü rejiminin ülkeyi içinden çıkılmaz bir yere sürüklediğini ifade ettim. Buna son vermenin yolunun, öncelikle yerellerde demokrasi, yerellerde halkın iktidara gelmesiyle mümkün olduğunu söylüyoruz. Üreten biziz, yöneten de biz olacağız. Sadece Kürt illerinde değil Türkiye’nin her yerinde bu iktidara karşı demokrasi güçlerinin yerellerde iktidara gelmesi için üzerimize düşen görevi yaptık, yapmaya da devam edeceğiz. Türkiye yerellerde bu iktidardan kurtulduğunda, bu rejimi daha fazla taşımayacağını da ortaya koyacaktır. Eşit yurttaşlık temelinde demokratik cumhuriyet konusunda Türkiye’nin önü açılacak ve bu sayede güçlü adımlar atabileceğiz. Güçlü bir yerel seçim kampanyası sürdüreceğiz; kayyımlara, kayyımcı zihniyete karşı, faşizme karşı. Bu güçlü seçim kampanyamızı sürdürürken, tecridi kırmak için de mücadelemizi büyüteceğiz. Bu güçlü seçim kampanyamızı yürütürken savaşa karşı politikamızı da sürdüreceğiz. Demokrasiden, barıştan yana yerel yönetimleri ve Türkiye’yi bizler var edeceğiz.
28 Şubat 2019