Taşdemir: Kent ablukalarıyla kadınları yıldırmak istemişlerdi, kadınlar direnişi yükseltti

Kadın Meclisi Sözcümüz Dilan Dirayet Taşdemir, genel merkezimizde basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Taşdemir, şöyle konuştu: 

Bugün Ayşe Şan’ın ölüm yıldönümü. Ayşe Şan’ın ömrü bir mücadele kesiti. Hep mücadele etti hiç mücadeleden vazgeçmedi. Bir taraftan erkek egemen sisteme, bir taraftan asimilasyona karşı mücadele etti. Geride pek çok eser bıraktı. Aramızdan ayrılışının 23’üncü yıldönümü. Bir kez daha kendisini saygı ile anıyorum. Cardin ez wê bi rêzdarî bibîrtinim. Li ser zimanê kurdî jî wî gelek êş kişand. Hunera xwe bi kurdî kir, me xwest bi zimane Eyşa şan wi bibirbinin. Em cardin di kaseyetiya Eyşa Şan de em wan bibîr tinin.  

Üzerinden yüzlerce yıl geçse de insanlığa karşı suçlar yargılanmaktan kurtulamaz

Bugün ayrıca il ve ilçelerin uzun süre ablukalarda kaldığı, sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği tarihin yıl dönümü. 16 Ağustos 2015’te Muş Varto’da Ekin Wan’in infaz edilmesiyle başlayan, 4 yıldır kesintisiz bir şekilde süren  sokağa çıkma yasaklarının yıl dönümü. Bir çok il ilçe ablukaya alındı, ağır silahlarla tam bir vahşet ve hukuksuzluk yaşandı. 3 aylık bebekten 80 yaşındaki insana kadar ayrım gözetmeksizin yüzlerce insan katledildi. Siviller keskin nişancılar tarafından hedef alınarak öldürüldü. Yüzbinlerce insan evini, sokağını, kentini terk etmek zorunda kaldı. Aileler halen hayatını kaybeden yakınlarının cenazelerini arıyorlar. Bu büyük barbarlığa hep birlikte o süreçte tanıklık ettik. Bütün dünyanın gözü önünde yaşanan bu vahşet ve katliamların belgeleri, tanıklıkları ve her birimizin hafızasında capcanlı duran görüntüleri başta Birleşmiş Milletler olmak üzere birçok uluslararası kurumda beklemeye devam ediyor. Nasıl ki Guernica, Srebrenitsa ve Darfur katliamları insanlık hafızasında lanetlenmiş ve üzerinden uzun zaman geçse de failleri yargılanmaktan kurtulamamışsa, Şırnak, Sur, Cizre, Gever, Nisêbîn’de yaşanan insanlığa karşı suçlarda er veya geç yargılanacaktır. 

Müşerref yargılanacağını söyleyenlere gülerdi

Pakistan’ın eski Cumhurbaşkanı Pervez Müşerref 2007 yılında anayasayı ihlal ederek pek çok hukuksuzluğa imza attığı için yargılanmaya başlandı. O gün kendisinin yargılanacağını söyleyenlere gülüp geçiyordu. Unutulmasın ki insanlığa karşı suçlarda zaman aşımı yoktur. Tıpkı bizim gibi, onlar da bir gün bu katliamlardan, bu suçlardan yargılanacaklarını bildikleri için bunların açığa çıkmasını, irdelenmesini, hatırlatılmasını önlemek için yasakçı, baskı ve şiddet politikalarıyla toplumu, muhalefeti susturmaya çalışıyor.  Bizler bu dönemin sorumluların açığa çıkması için kadınlar olarak ayrıca bir mücadele içinde olacağımızı da belirtmek isteriz. 

Öncelikle bu sürecin neden ve nasıl yaşandığı, hükümetin bununla neyi amaçladığını ve bugüne yansımasını çok kısa olarak hatırlamak istiyorum. Çünkü su sürecin açığa çıkışı iktidarın ısrarla saklamaya, ters yüz etmeye çalıştığı hakikatlerdir. Bu sürece ilişkin algı operasyonları, kara propaganda yürütüldü. Hakikat, AKP tarafından ters yüz edildi. 

Hepimizin bildiği ve artık hükümetin de inkâr edemediği gibi 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısında “Çöktürme Planı” adı altında bir plan hazırlandı. Yani aslında bir yandan çözüm ve müzakere süreci devam ederken, diğer yandan AKP Kürtlere dönük tavsiye ve yok etme hazırlığı yapmıştır. Ablukalar ile  Kürtlerin Özgürlük Mücadelesini tasfiye etme, Kürt halkının direncini kırma, Kürtlere yönelik bir kez daha asimilasyon, inkar ve imha siyaseti devreye konulmuştur. Devletin yüzyıllık inkar siyaseti AKP ile yeni bir aşamaya taşındı. İçeride ve dışarıda Kürtlük adına her şeye savaş ilan edildi. 

Bu süreci vahşet ve insanlığa karşı suçlar dönemi olarak görüyoruz

Özellikle 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra iktidardan düşen AKP, savaş, şiddet ve baskı ile iktidarda tutunmaya çalıştı. Kürt düşmanlığı ile milliyetçi histerileri büyüterek tek adam rejiminin inşası gerçekleşti. Gazeteciler, emekçiler, aydınlar, kadınlar ve demokratik siyasete bu vesile ile darbe yapıldı. Halkın iradesi gasp edildi. Bu süreci bir vahşet ve insanlığa karşı işlenen suçlar dönemi olarak görüyoruz.

Cenazeler sokakta çürümeye terk edildi, gömülme hakkı yerle bir edildi

16 Ağustos 2015 ile günümüze kadar toplam 11 şehir ve 51 ilçede resmi olarak tespit edilebilen en az 351 sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin hazırladığı raporlarda da teyit ettiği gibi,  108‟i çocuk, 107‟si kadın olmak üzere toplamda 2 bin 425 kişi yaşamını yitirmiştir. Bu yurttaşlarımızdan 177’si Cizre’de ki vahşet bodrumlarında katledilmiştir. Yine 2 bin 583 kişi de yaralanmıştır. Bunların yanı sıra her anlamda ciddi insan hakları ihlali yaşanmış, öldürülen sivillerin cenazelerinin alınması engellenmiş, cenazeler sokakta, evlerde çürümeye bırakılmış ve kadim hak olan gömülme hakkı dahi yerle bir edilmiştir. 

Bu travmanın etkileri günümüze kadar sürüyor

Bu dönem boyunca işkence ve kötü muamele iddiasıyla 807 kişi TİHV’e başvuruda bulunmuş; İHD‟nin tespit ettiği işkence ve kötü muamele sayısı ise 6 bin 167 olmuştur. Yine 2 milyonu aşkın insan sokağa çıkma yasaklarından doğrudan etkilenmiştir, 1 milyonu aşkın insan da yaşam alanlarını terk ederek göç etmek zorunda kalmıştır. Ayrıca milyonlarca insan en temel insani hakların tümünden yoksun bırakılmıştır. Bu hak ihlallerinin yarattığı travmalar ve etkileri günümüze kadar devam etmektedir, çünkü bunların telafi edilmesi yönünde herhangi bir adım atmak bir yana, bunlar inkâr edilerek üstü örtülmeye devam etmektedir. 

Ablukalarda cinsiyetçi faşizm bir devlet politikası olarak uygulandı

Bugünkü toplantıda, ablukalar döneminde neler yaşandığını kadınların yaşadıkları boyutuyla ele almak istiyorum. Kadınlar bu vahşet ve trajediyi en derinden yaşayanların başında geldi. Kent ablukalarında halkımızla, kadınlarla dayanışarak bu sürecin içinde yer aldık. Bu dönemin hafızasını oluşturmak için Kadın Meclisi olarak ciddi çalışmalar yürüttük, yürütmeye devam ediyoruz. Sokağa çıkma yasakları sürecinde, kadın bedeninin cinsiyetçi politikalarla nasıl hedef alındığı ortaya çıktı. Kadınlar güçlü bir direniş sergilediler. Bu kentlerde cinsiyetçi-faşizm bir devlet politikası olarak yürütüldü. 

Bu saldırganlık ve yok etme politikası ile öncü-politik kadınlar infaz edildi, bedenleri teşhir edildi. Kadınların kıyafetleri bile  ifşa edildi, ırkçı cinsiyetçi duvar yazılamaları ve söylemler ile kadınlar üzerinden topluma mesaj verildi. Esedullah Timi denen çeteler kadınları hedefleyen saldırı ve öldürmelerin yanında duvarlara yazılan, kentlerde anons edilen cinsiyetçi, ırkçı ve faşist söylemlerle kadınları hedef haline geldi. Duvarlara yazılan “IŞİD biziz” yazılamaları bu zihniyetin beslendiği durumu özetlemektedir. 

Sadece politik kadınlar değil, yaşam alanlarında yaşayan, sokağına sahip çıkan bütün kadınlar hedef alındı. Evinin önünde keskin nişancılar tarafından vurulan ve cenazesi 7 gün sokak ortasında bekletilen Taybet Ana, cenazesi bozulmasın diye günlerce buzdolabında bekletilen 13 yaşındaki Cemile, 3 aylıkken vurulup öldürülen Miray bebek, Nusaybin’de kapısının önünde vurulan ve geride boy boy küçük çocukları kalan Selamet, Sur'daki evinde kahvaltı sofrasında atılan tank mermisi sonucu feci şekilde yaşamını yitiren Melek ablukalar sürecinde kadınların yaşadıklarının simgesi oldu.  

Katledilenlerin ailelerine acı yaşatılıyor

Bu süreçte, her zaman olduğu gibi Kürt kadın siyasetçiler de birçok yerde öncelikli hedef haline getirilmiş ve Silopi’de Demokratik Bölgeler Partisi, Parti Meclis Üyesi Seve Demir, Silopi Halk Meclisi Eşbaşkanı Pakize Nayır, KJA-Özgür Kadın Kongresi aktivisti Fatma Uyar, Cizre Halk Meclisi Eşbaşkanı Asya Yüksel ve HDP Milas eski İlçe Başkanı Derya Koç gibi kadın siyasetçiler de hedef alınarak katledildi. Bunlar kadın siyasetçilere dönük suikast ve cinayetler olarak tarihe geçti. Bunun üzerinden katledilenlerin ailelerine de değişik acılar yaşatıldı. Katledilen PM üyemiz Mehmet Yavuzer’in annesi Hanım Yavuzer tutuklandı ve halen cezaevindedir. Sur’da 17 yaşında katledilen Rozerin Çukur ’un ailesi ve daha nice aile günlerce çocuklarının cenazesini alamamıştır. Yine halen Cizre’de 14 kişinin cenazesine ulaşılamamıştır. 

Bu vahşet karşısında mücadeleyi yükselten bir kadın gerçekliği var

Kadınlar aynı zamanda bu cinsiyetçi politikalarla mücadele etmek zorunda kaldılar. Kadınlar bu cinsiyetçi politikalara karşı durmaktan ve mücadele etmekten asla geri durmadı. Fetih ve talan politikaları ile hareket eden bu zihniyetin Ekin Wan’ın bedeni üzerinden hangi politikaları teşhir edildiğini biliyoruz. Kadınlara bir mesaj verildi ancak kadınlar buna “Kadınlar direnişi giyinir” diyerek cevap verdiler. Kadınlar 4 yıldır sokakta, her yerde erkek iktidarla mücadelesini sürdürüyor. O sürece ilişkin anlatılacak çok şey var, biriken çok travmalara neden olan bir süreç yaşadık. Bütün bu vahşet karşısında mücadele eden, direnişi yükselten yılmayan bir kadın gerçekliği var. 

AKP kadınların mücadelesinden kaygı ve korku duyuyor

Kadınların bu durumundan AKP’nin kaygı ve korku duyduğunu görüyoruz. Son dönemlerde dans eden kadınlardan, değişik alanlarda mücadele eden kadınlara karşı iktidarın saldırılarını görüyoruz. Kadınların gücünü gelişen özgürlük mücadelesinden aldığı bilinmelidir. Bu dönemi, bir vahşet dönemi olmasının yanı sıra kadınlar açısından bir var olma ve direnme mücadelesi olarak tarihe not düşmek gerekir. O dönemde annelerimiz çokça “dünya böyle zulüm görmüş mü” diye feryat ederken 21’inci yüzyılın en büyük acılarına tanıklık ettik. Tüm yurttaşlarımızı saygı ile anıyor bu katliamların bir gün siyaset ve uluslararası alan nezdinde sorulacağını belirtmek istiyoruz.

Çöktürme planı bugün kayyım olarak ilerliyor

Çökertme politikası 2015 yılından beri devrede ve bir konsept olarak ilerletiliyor. Bugün bu planın bir ayağı da belediyelerimize yönelik kayyım olarak ilerletiyor. Tıpkı Kuzey ve Doğu Suriye işgalinde de görüldüğü ve yine siyasi soykırım uygulamalarında olduğu gibi çökertme planının tam hız devrede olduğunu söyleyebiliriz. AKP kendisine karşı muhalefet eden, direnişi yükselten Kürtlere ve kadınlara karşı bu politikayı yükseltiyor. 5 yıldır hedefledikleri siyaset gerçekleşmedi. Çünkü beklentileri bütünüyle demokratik siyaseti yok etmek, Kürtleri teslim almak, kadın muhalefetini susturmaktı. Ama gelinen aşamada ne teslim olan ne yok olan tasfiye edilen ne de bastırılan bir kadın muhalefeti var. Bütün bu zor ve faşizm koşullarında mücadeleyi yükselten bir kadın ve halk gerçekliği var. AKP bu siyaset karşısında bir yenilgi almıştır ve bu yenilgisini örtmek için anayasayı ihlal ederek, suç işleyerek bir konsept izliyor.  

Kayyım yeni sömürgeciliğin adıdır

Bunun adı da kayyımdır. Yani yeni sömürgeciliğin adı Kayyım Rejimidir. İkinci kayyım darbesinden sonra bugüne kadar - dün 28 diye not aldım ama bu sabah bu sayı 31 oldu- 31 belediyemiz gasp edildi. Dün de Varto, Bulanık ve Erentepe belediyelerimiz gasp edildi. Belediye Eşbaşkanlarımız gözaltına alındı ve belediyelerimize kayyım atandı. Daha önce onlarca defa dile getirdiğimiz gibi kayyım bir yok etme siyasetidir. Kürt halkının seçme ve seçilme hakkını inkar siyasetidir. Yeni bir sömürge siyasetinin AKP tarafından yürütülme adıdır. Bu siyaset elbette sadece Kürtlerle ve HDP ile sınırlı değil. Bugün ülkenin tümü bir kayyım rejimi tarafından yönetiliyor. Rant, kayırmacılık, yolsuzluk, talan almış başını gidiyor. Bu siyaset merkezde olduğu gibi yerelde de hayata geçirilmiş durumda. Bu rant alanlarını yandaşlarla paylaşmak için bu kadar yönelim geliştiriliyor. 

Kayyım’ın sadece HDP ile sınırlı kalmayacağını Urla örneği ile gördük

Türkiye’deki muhalefetin ve demokrasi güçlerinin şunu çok iyi bilmesi gerekiyor. Bu gasp ve talan etme yaklaşımı sadece HDP ile sınırlı kalmayacağın dünkü Urla örneğinde gördük. Kayyım bir yönetme biçimidir. AKP demokratik yollarla, seçimle, sandıkla gerçekleştiremediğini; baskıyla yalanla, ele geçirdiği hukuk ile tamamlamak istiyor.  Talimatlı yargı ile bu süreci bitirmek istiyor. Bugün asıl büyük tehlike AKP’nin yaratmak istediği kayyım rejimidir. Bütün kurumlar aynı tehlike ile karşı karşıyadır. AKP yürüttüğü siyaset ile ülkeyi çökertme, çürütme siyaseti izliyor. Halkın gündemine baktığımızda temel gündem yolsuzluk, kayırmacılık, yoksulluk, yolsuzluktur, talan ve israftır. Bunun görünür kılınması açısından HDP siyaseti de tehlike olarak görülüyor. Bu kayyımcı siyaset toplumun temel dinamiklerini aşındırıyor, devlet olma gerçekliğini bozuyor. Dolayısıyla bu ülkenin en büyük belası AKP iktidarının kendisidir. AKP  iktidarının uygulamaları son bulmadığı sürece ülkenin gelişmesi, demokratikleşmesi mümkün değildir. Bütün demokratik muhalefetin rol alarak buna dur demesi gerektiğini ifade etmek istiyorum. 

18 Aralık 2019