HDP grubu adına Şırnak Milletvekili Selma Irmak'ın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Bütçesi üzerine konuşması

29. Birleşim
14 Aralık 2014

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,
Görüşülmekte olan 2015 yılı Bütçe Kanun Tasarısı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bütçesi hakkında, Halkların Demokratik Partisi Grubunun görüş ve önerilerini belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bakanlığın bütçesine geçmeden önce, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığıyla ilgili kısa bir hatırlatma yapmakta fayda görüyorum: Hepimizin bildiği gibi, kadınların uzun ve zorlu mücadelesi sonucu adında Kadın kelimesi bulunan, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı kurulmuştur. Fakat AKP hükümeti 2011 yılında bu bakanlığın adından kadın’ı silmiş, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak yeniden yapılandırılmıştır. Bu değişiklik teknik anlamda bir isim değişikliği değil, bakanlığın yapısı ve işleyişi de büyük ölçüde değişmiştir. Tatmin edici bir yanıt alamadığımız için bu soruyu bir kez daha sormak istiyoruz: kadınlara yönelik cinsel ve fiziksel şiddet başta olmak üzere, her türlü kadın hakları ihlalleri noktasında dünya sıralamasında ilk sıralarda, kadın hak ve özgürlükleri noktasında ise, son sıralarda yer alan Türkiye, gerek kadınlar, gerekse demokrasi açısından zaruri bir ihtiyaç olan Kadın Bakanlığı neden kapatılmıştır. Kadınlar bir ‘Eşitlik Bakanlığı’nın kurulmasını talep ederken, en azından adında kadın kelimesi bulunan bu bakanlık, neden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına dönüşmüştür.

Elbette bunun tek bir açıklaması olabilir; AKP hükümetinin kadını hak ve özgürlük sahibi bir birey olarak değil, kadının kimliğini, bedenini ve iradesini yok sayan, kadına neredeyse yaşam hakkı tanımayan muhafazakâr, baskıcı ve hegemonik erkeklik alanı olan, geleneksel aile yapısını güçlendirme politikası uyguladığını göstermektedir. Hükümet yetkilileri de bunu her fırsata açıkça dile getirmektedir.

Özetle bugün bütçe tasarısını görüştüğümüz Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, kesinlikle bir kadın bakanlığı değildir. Bakanlığın son dört yıllık geçmişine baktığımızda, yapısal bir sorun olan, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, yani kadınların uğradığı cinsiyet ayırımcılığını ortadan kaldıracak, aile kurumunda toplumsal cinsiyetçi rollerin aşılmasını ve gelenekselleşmiş aile yapısının demokratikleşmesini sağlayacak, toplumsal ve kurumsal yapıyı erkek egemen zihniyetten arındıracak, kadın hak ve özgürlüklerini güçlendirecek bir politika izlemekten oldukça uzak olduğunu görüyoruz. Tam tersine gerek bu bakanlığın gerekse bir bütün olarak AKP hükümetinin neoliberal, erkek egemen ve cinsiyetçi politikaları sonucu, kadınların mevcut ayrımcılığa uğrama, ezilme ve sömürülme durumları her geçen gün biraz daha derinleşmiştir.

Sayın başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği gibi, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, çağımızın en temel ve en keskin çelişkilerinden biri olan, evrensel bir sorundur. Fakat kapitalist modernitenin erkek egemen zihniyetle eklemlendiği, bunların birbirini karşılıklı beslediği ve kadına yönelik yapısal şiddete dönüştüğü 21. yüzyıl, kadının iradesine, bedenine, emeğine ve kimliğine dönük, en büyük saldırıların gerçekleştiği yüzyıl olmuştur. Özellikle yaşadığımız coğrafyanın cinsiyetçi, baskıcı, otoriter ve muhafazakâr yönetimlerin iktidar sahası haline getirilmesi, birer ölüm ve tecavüz çetesi haline gelen cihatçı çetelerin, halklara, inançlara, farklılıklara ve özellikle de kadınlara yönelik sistematik bir yok etme, köleleştirme ve mutlak bir tahakküm kurma savaşı, kural tanımaz bir hal almıştır. Bu insanlık düşmanı, kadın düşmanı zihniyet, dünyanın farklı yerlerinde ve farklı biçimlerde tezahür etmektedir. Nijerya’da IŞİD benzeri bir örgüt olan Boko Haram’ın kadın ve kız çocuklarını kaçırması, Ukrayna’da yüzlerce kadının tecavüze uğrayarak katledilmesi, İran’da tecavüze karşı direnen Reyhane Cabbari’nin idam edilmesi, Musul, Şengal, Ninova, Rojava ve tüm Ortadoğu’da IŞİD şahsında somutlaşan erkek terörünün; binlerce kadını kaçırarak, karanlık çağlara ait köle pazarlarında satması… Hepsi özünde aynı, sadece kullandıkları yöntem farklı olan cinsiyetçi, iktidarcı, katliamcı ve kadın düşmanı bir zihniyetin ürünü olan erkek terörünün farklı yüzleridir.

Değerli milletvekilleri; ülke olarak, bu erkek teröründen azade olduğumuz düşünülmesin; Bugün Türkiye’de kadınlar, kadınların yaşamı ve kadınların mücadele ile elde ettikleri hakları/ kazanımları söz konusu olduğunda, karşımıza bu erkek terörü çıkmaktadır. AKP’nin neo-liberal, cinsiyetçi, mezhepçi ve muhafazakâr politikaları bu erkek terörünü besleyen en önemli faktördür. Bir toplum mühendisliği örneği olarak, devlet örgütlenmesini ve toplumsal yapıyı muhafazakâr bir ideoloji ile kuşatmak, birincil olarak kadınların mevcut ezilme durumunu derinleştirmektedir. Çünkü muhafazakârlığın en çok muhafaza etmeye çalıştığı şey, kadının iradesini yok sayan, kadını ikincil kılan erkek egemen toplum yapısıdır. Eşitsizlik, sömürü ve tahakküme dayalı bu sistem, kadına, en temel insani hak olan, yaşam hakkını dahi tanımamaktadır. Türkiye’de her gün gerçekleşen ve bir kadın katliamına dönüşen kadın cinayetleri bunun en açık göstergesidir.

Bugün Türkiye’de günde ortalama 5 kadın katledilmekte, bir o kadarı da taciz ve tecavüze uğramaktadır. Sıcak savaşın olduğu bölgelerde bile bu kadar kadın, yaşam hakkı ihlaline uğramamaktadır. Burada kadınlara karşı adı konulmamış bir savaş söz konudur. Bu konuda hepimizin bildiği birkaç veriyi açıklamak istiyorum: Kadınlara yönelik şiddetin çetelesini tutan kadın kurumlarının verilerine göre; 2010 yılında 165, 2011’de 121, 2012’de 139, 2013’de 229 ve 2014’ün ilk 11 ayında ise 260’ı aşkın kadın katledilmiştir. Yine aynı verilere göre 2010 yılında en az 207, 2011' de 161, 2012’de 150, 2013’te 167, 2014’ün ilk 11 ayında ise 200’ü aşkın kadın ve kız çocuğu tecavüze uğramıştır. Yaralanma veya şiddet sonucu sakat kalan, tacize ve hakarete uğrayan binlerce kadının istatistiğini tutmak ise, imkânsız hale gelmiştir. İnsanı dehşete düşüren ve başlı başına bir isyan gerekçesi olan bu korkunç tablo ve rakamlar sadece basına yansımış olanlardır, gerçek durum çok daha korkunç ve vahimdir. Resmi rakamlara göre, kadına yönelik şiddet yüzde bin 400 artmış ve günde ortalama beş kadın katledilmektedir. İlgili bakanlıklara kadına yönelik şiddet verileri hakkında verdiğimiz soru ve araştırma önergeleri ‘‘istatistik tutmadık’’ denilerek yanıtsız bırakılmaktadır. Fakat biz, istatistiklerin tutulduğunu, tutulan istatistiklerin dehşet verici boyutlarda olduğu ve bu yönlü baskıdan kaçınmak için verilerin açıklanmadığını biliyoruz. Kadınların 3’te biri şiddet görüyor ve bun kadınların yüzde sekseni şiddeti ilk elde aile içinde yaşıyor. Öldürülen kadınların yüzde 75 ile 80’ni birinci dereceden akrabaları tarafından katlediliyor.

Buradan, iki sözünden biri ‘‘ kamu düzeni’’ olan, muhalefete her gün ahkâm kesip, tehditler yağdıran sayın başbakana sormak istiyoruz: Her gün 5 kadının katledildiğinden, bu ülkenin bir kadın mezarlığına dönüştüğünden haberiniz var mı? Bu katliama neden dur demiyorsunuz? Neden bir kere de çıkıp; katledilen kadınların hesabını soracağız demiyorsunuz? Bu cinayetleri meşru mu görüyorsunuz? Her gün beş kadının katledildiği bir yerde kamu düzeninden bahsedebiliyor musunuz? Bu durumda kamu kimdir, düzen nedir?

Değerli milletvekilleri; kadına yönelik her türlü cinsel ve fiziksel şiddet, özellikle de katliam boyutuna ulaşmış kadın cinayetleri, ne toplumdaki birkaç patolojik vaka, ne de basit anlamda aile içi şiddet olarak açıklanabilir. Kadının mevcut ezilme durumunu derinleştirmek ve kadının iradeleşme, özgürleşme mücadelesini kırmak için, toplum, devlet ve sistem tarafından sürekli başvurulan en eski ve en barbar sindirme yöntemdir. Bu açıdan kadına yönelik şiddet politiktir, ideolojiktir. Direnen başka kesimlerin mücadelesini ve iradesini kırmaya yönelik kullanılan baskı, şiddet ve katliamlar ne kadar politik ise, kadınlara yönelik şiddet, kadın cinayetleri/kadın katliamları da o kadar politiktir.

Yine aynı şekilde, bu sistematik şiddete uğrayan kesimlerden biri de LGBTİ bireylerdir. LGBTİ bireylerin maruz kaldıkları homofobi ve transfobi temelli ayrımcılık, şiddet ve nefret cinayetleri de kadına yönelik şiddet gibi, son derece politiktir. Günde 5 kadın ve 1 trans birey erkek terörüyle katledilmektedir.

Kadına yönelik her türlü cinsel ve fiziksel şiddet konusunda bu kadar vahim bir tablo ile karşı karşıya iken, herkesin başta da bu konudaki asıl sorumluluk sahibi olan iktidarın durup düşünmesi gerekir. Öncelikle cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri tarafından her fırsatta dile getirilen “kadınlar kahkaha atmasın”, “kadın erkek eşit değildir“, “eşitlik fıtrata terstir” gibi cinsiyetçi söylem ve politikalarla, kadına yönelik her türlü şiddetin meşrulaştırıldığının görülmesi gerekir. AKP iktidarına buradan sesleniyoruz; kadın erkek eşitliği fıtrata ters değil, fıtratınızdaki ataerkillik ve kadın düşmanlığı demokrasiye terstir.
Kadına yönelik şiddetin artmasındaki bir diğer önemli husus ise, kadına yönelik şiddetin, özellikle de kadın cinayetlerinin cezasız bırakılmasıdır. Kadın hareketinin, katil erkeklerin ceza alması için verdikleri mücadele sonucu, bu konuda kısmen gelişme sağlanmış ise de, kadın katilleri hala ya çok düşük cezalarla ya da hiç ceza almadan, cezasızlıkla ödüllendirilmektedir. Bu gün kadın katliamlarının bu noktaya varmasındaki en önemli etken, yargı mekanizmasının cinsiyetçi ve kadın düşmanı kararlar almasıdır.

Değerli milletvekilleri; sürekli vurguladığımız üzere, kadın sorunu partiler üstü bir sorundur, başta temel bir demokrasi sorunudur. Buradan öncelikle, her ne kadar bir kadın bakanlığı olmasa da, kadınların muhatap alacağı başka bir bakanlık olmadığı için, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanına seslenmek istiyorum, ki hatırlayacaksınız 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Gününde, kendisine soru sormak isteyen genç bir kadının, korumalar tarafından şiddete maruz kalmasına ve ağzı kapatılarak, yaka-paça dışarı atılmasına seyirci kalan bir kadın bakandır:

Erkek egemen sistem toplumun her alanında kök salmış sistematik bir egemenlik biçimi olarak; kadının bedenini, kimliğini, iradesini denetlemek ve kadınlar üzerinde erkeğin mutlak tahakkümünü kurmak için kadınlara karşı sistematik bir şekilde yürüttüğü şiddetin, uygulanmayan ve sadece kağıt üzerinde kalan yasalarla önlenemeyeceği açıktır. Kadınların koruma altında dahi katledilmesi bunu açıkça göstermektedir. Dolayısıyla kadına yönelik şiddeti önlemek konusunda çıkarılan koruma kararlarını ve mevcut düzenlemeleri aşan, bütünlüklü bir politika ile soruna acil olarak eğilinmesi gerekmektedir. Bu konudaki yetki ve sorumluluğundan kaçan TBMM, HDP’nin kararlı çalışmaları ve mücadelesi sonucu, nihayet ‘‘Kadına Yönelik Şiddetin Araştırılması ve Gereken Önlemlerin Alınması Amacıyla Bir Meclis Araştırma Komisyonun Kurulması’’ nı kabul etmiştir. Parti olarak içinde yer aldığımız bu komisyonun, imzalanan diğer sözleşmeler gibi kâğıt üzerinde kalmaması için çok yakından takip edeceğiz. Başta kadın örgütleri, sivil toplum kuruluşları ve muhalefet partileri olmak üzere herkesin bu komisyonun çalışmalarını denetlemesi ve işlerlik kazanması için yakından takip etmesi gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de bugün, kadınların söz konusu olduğu hangi konuya değinilirse değinilsin, ne yazık ki oradan kadına yönelik şiddet, ayrımcılık ve eşitsizlik ortaya çıkmaktadır. Bakın, Dünya Ekonomi Forumu 2014 raporuna göre, Türkiye cinsiyet eşitliğinde 142 ülke arasında 125. sırada yer almaktadır. Bu yılki tablo Türkiye için son beş yılın en kötü tablosu niteliğindedir. Geçen sene 136 ülke arasında 120.sırada olan Türkiye bu sene küresel cinsiyet uçurumu raporunda 5 sıra daha gerileyerek 125.sıraya düşmüştür. İçinde yer aldığı Avrupa ve Orta Asya bölgesi ülkeleri arasında ise en sonlarda yer almaktadır. Rapora göre Türkiye son 10 yılda ise 20 basamak gerilemiştir.

Bu cinsiyet eşitsizliğinin en belirgin görüldüğü alanlardan biri istihdam alanıdır. İşsizlik Türkiye’de ciddi bir sorundur, fakat kadın işsizliği oranları kadınların bu yönlü ciddi ayrımcılığa uğradığını göstermektedir. Erkeklerde işgücüne katılma oranı % 70.9, iken kadınlarda bu oran % 29.5’tir. Bu rakamlar kadınların istihdam alanından yani çalışma yaşamından dışlandığını göstermektedir. Bunun en önemli nedenlerinden biri, kadınların yok sayılan- görünmeyen emeğidir yani, kadınların ‘asli görevi’ olarak görülen ev işleri ve çocuk bakımıdır. 12 milyonun üzerinde kadın, tüm zamanını herhangi bir ücret almaksızın ev içindeki işleri yaparak geçirmekte, ücret karşılığında bir işte çalışamamaktadır. Yine Kadınların çalışma koşulları, aldıkları düşük ücretler, güvencesiz çalışmanın yaygınlığı, çocuk bakım hizmetlerinin yüksek ücretlerle sunulması gibi nedenler de çalışma yaşamına katılmak isteyen kadınları bu alanın dışına itmektedir. AKP 13 yıla yakın iktidarı boyunca, kadınların kendi ayakları üzerinde duracak, yaşamlarını idame ettirecek, kamusal alanda sosyal güvencesi olan iş alanları sağlamak yerine, tersine, kadınları çocuk doğurmaya ve eve hapsetmeye yönelik politikalarla kadınları kamusal alandan ve dolayısıyla çalışma yaşamından dışlamaktadır.

Değerli milletvekilleri, cinsiyet eşitsizliği, ayrımcılığın en keskin ve en yaygın biçimi olduğundan, siyasal alanın demokratikleşmesinin ve demokratik siyasetin temel koşulu, kadınların temsil ve karar mekanizmalarına eşit katılımıdır. Bugün parlamentoda yer alan kadın sayısı, cumhuriyet tarihinin en yüksek oranlarından birine sahip olmasına rağmen, 550 milletvekilinden sadece 79’u kadındır. Yerel yönetimlerde ise kadın temsiliyeti çok daha düşük, % 1 civarındadır. Devlet, siyasetin tüm süreçlerine kadınların eşit ve aktif katılımını sağlamak ve bunun önündeki engellerle mücadele etmek durumundadır. Kadınların karar alma ve uygulama süreçlerinde temsiliyetlerini sınırlayan koşulların ortadan kaldırılması için siyasette eşit temsiliyet ilkesinin benimsenmesi şarttır. Seçimlerin ve siyasal sistemin demokratikleşmesi için Seçim Yasası’nda değişikliğe gidilerek, parti genel başkanlıklarında olduğu gibi, yerel yönetimlerde de, yani belediye başkanlıklarında da Eş Başkanlık sisteminin yasal ve zorunlu hale getirilmesi ve bu konuda partimizin dünyada bir ilk olarak gerçekleştirdiği belediye eş başkanlığına yönelik saldırılara son verilmesi gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, pek çok hak ihlallerinin yaşanmakta olduğu cezaevleri de, kadınlar ve LGBTİ bireyleri açısından ayrımcılığın yoğunlaştığı, baskı ve zulmün arttığı mekânlardır. Zorla çıplak arama uygulaması, cinsel taciz ve şiddet bu alanda en çok karşımıza çıkan uygulamalardır. Yapılan fiziksel ve psikolojik şiddete kadın tutsaklar tarafından direnç gösterildiğinde ise hücre cezası verilmekte ya da tutsakların ceza süreleri uzatılmaktadır. Çıplak arama uluslararası sözleşmelerce insan onuruna aykırı olarak tanımlandığı hâlde, Türkiye cezaevlerinde bu uygulama hâlen sürmektedir.

Türkiye’nin hapishane zihniyetinin ve sisteminin, en fazla hak ihlaline maruz bıraktığı ve suçsuz olduğu hâlde cezaevlerinde tutulan yüzlerce Kürt çocuklarıdır. Pozantı Cezaevi, bu konuda hepimizin ilk aklına gelen yer olmakla beraber, Şakran’da, Sincan’da ve daha pek çok cezaevinde uygulanan tecrit ve işkence, küçücük çocukların bedenlerinde ve ruhlarında iyileşmesi imkânsız yaralar açmaktadır. Gündem Çocuk Derneğinin “Türkiye’de Çocuğun Yaşam hakkı Raporu”na göre, sadece 2013 yıllında 633 çocuk yaşam hakkı ihlalline uğramıştır. Bunlardan 33’ü doğrudan devlet eliyle ortaya çıkan yaşam hakkı ihlalleri sonucu yaşamını yitirirken, geri kalan 600’ü ise devletin gerekli önlemleri almadığı için yaşamını yitirmiştir. Yani özcesi Türkiye, tutuklanan ve katledilen çocukların ülkesidir. Berkin’lerin, Ceylanların, Ali İsmail’lerin, Rojhat’ların katledildiği ülkenin cumhurbaşkanı, dünya kamuoyuna “çocukların katledildiği bir dünyada kimse masum değildir” diye seslenirken, bu konuda dünyada masum olabilecek en son insan olduğunu, bizim kadar kendisi de biliyordur elbette.

Yine, Türkiye’deki adalet mekanizmasının büyük oranda pay sahibi olduğu, en yoğun hak ihlallerinden birisi, çocuklara yönelik cinsel şiddet ve çocuk istismarıdır. Her yıl binlerce çocuk, önemli kısmı birinci dereceden yakın akrabası tarafından olmak üzere, cinsel istismara uğramaktadır. AKP iktidarı çocuk istismarcıları için “gönlümüzden geçen idamdır” gibi üst perdeden konuşarak ve insanlık dışı bir suçu başka bir insanlık dışı suçla cezalandırmak gibi popülist ve akıl dışı söylemler dışında, istismarları önleyecek somut ve etkin politikalar geliştirmekten hala çok uzaktır. Özellikle Kürdistan coğrafyasında, bizzat devletin kolluk güçleri ve memurları tarafından çocuklara yönelik cinsel istismarlara karşı sessiz kalınması, bu ülkenin karanlık tarihi ve utancı olmaya devam etmektedir.
Çocukların sosyal politika alanında deneyimledikleri en önemli sıkıntılardan biri de çocuk işçiliğidir. Ne yazık ki, Türkiye, okul çağında olan ve normalde okullarında olması gereken çocukların, çocuk işçi olarak en fazla çalıştırıldığı ülkeler arasındadır. Mevsimlik tarım işçiliğinde fazlasıyla öne çıkan çocuk emeği sömürüsüne Bakanlığın acil olarak adım atması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, Bakanlığın görev alanına giren engelli bireylerin sorunları da çözüm beklemektedir. Dezavantajlı gruplar arasında yer alan engelli vatandaşların bedensel ve zihinsel engellilik durumları, toplum içinde ayrımcılığa uğramalarına neden olmaktadır. Türkiye’de şu anda yaklaşık 8,5 milyon engelli birey bulunmaktadır. Engelli bireylerimizin toplumla bütünleşmelerinin önünde büyük engeller yaşamaktadır. Bunların başında yoksulluk gelmekle birlikte, yoksulluğun daha da imkânsız kıldığı eğitim, istihdam, ulaşım, fiziksel çevre, konut ve sağlık olanaklarından yararlanamamaktadır. Devletin engelli politikası ise, sosyal haklar perspektifine değil, engellileri muhtaç, kendisini de hayırsever olarak konumlayan bir bakış açısına dayandığını görmekteyiz.
Sayın Başkan, Değerli milletvekilleri, görüldüğü üzere, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının çalışma alanına giren, kadın, çocuk, engelli, yaşlı, aile vs. neredeyse tüm alanlar acil çözüm bekleyen, kronik sorunların olduğu alanlardır. Bu bakımdan görüşülmekte olan bakanlığın bütçe tasarısı önem arz etmektedir. Fakat 2015 senesi için hazırlanan bütçe tasarısının bu ülkenin kronikleşen sorunlarından hiçbirine çözüm bulma anlayışı olmadığı gibi sorunları daha da derinleştirmeye hizmet edecektir. Özellikle kadınların ekonomik, sosyal ve siyasal alanda karşılaştıkları ayrımcılıkla mücadele etmek bir yana; kadın emeğinin daha fazla sömürülmesi, kadınların aile içerisine kapatılması ve kamu hizmetlerinin daha fazla azaltılarak özel sektörün önceliklerine göre harcamaların yapılması hedeflenmektedir.

Merkezi bütçeler toplumsal barışın ve eşitliğin sağlanması için kullanılabilecek en etkili yöntemlerden biri olmasına rağmen hükümetlerin rantçı ve vurguncu karakterleri sonucu, eşitsizlikleri derinleştirmeye hizmet etmektedir. 2015 yılı için hazırlanan merkezi bütçe tasarısı tam da bu nedenle toplumsal cinsiyet eşitsizliğini azaltma perspektifinden uzaktır.
Değerli milletvekilleri, öncellikle cinsiyet eşitliğinin sağlanması için sadece Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığınca değil, bir bütün olarak kalkınma planlarının temel ilkesi olarak toplumsal cinsiyete duyarlı bütçelemenin benimsenmesi gerekmektedir. 2003 yılında 12 Avrupa ülkesi toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme politikalarını kabul ederek harekete geçmiştir. Türkiye’de ise sadece kısıtlı oranda projeler dışında bir gelişme olmadığı apaçık ortadadır. Fakat bir an önce, bütçe tasarlanırken, cinsiyet eşitliğinin sağlanması için bir politika izlenmeli, bunun için bütçeye özel önlem kalemleri eklenmelidir. Tüm bunların yapılması için hükümetçe bir siyasi kararlılığın sergilenmesi başattır. Ancak bu şekilde toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçeleme yapılabilir.

Hükümetinin kadın istihdamının arttırılması, özellikle kadınların görünmeyen emeğinin görünür kılınması, kadınların eğitim haklarının sağlanması gibi konularda somut stratejik planlar çıkarması gerekmektedir. Bu şekilde kapsamlı bir yaklaşım sergilenmediği sürece cinsiyet temelli bir bütçelemeden bahsetmek imkânsız olacaktır. Toplumun kolektif ihtiyaçlarını karşılamak için planlanan merkezi bütçenin, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik sistemi, istihdam, ulaşım başta olmak üzere tüm alanlarda cinsiyetler arası eşitsizliği ortadan kaldıracak biçimde planlanmadığı takdirde kadına yönelik ayrımcılığın önüne geçmek mümkün olmayacaktır, değerli milletvekilleri. Merkezi bütçe tasarısı özel olarak kadın özgürlüğü ve eşitliği için bir kalem barındırmadığı gibi bütün maddeleriyle eşitsizlik vaat etmektedir. Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçe (TCDB) anlayışı hem gelir hem de harcamalar kategorisinde cinsiyet eşitliği perspektifini sunmaktadır. Ne yazık ki 2015 merkezi bütçesinin bu haliyle kabul edilmesi halinde ‘Toplumsal Cinsiyete Duyarsız Bütçe’ olarak tarihe geçecektir.

AKP’nin “kutsal aile” politikası Bakanlığın tüm çalışmalarına yansımaktadır. Ailenin kutsallaştırılması ve kadının aile üzerinden tanınması elbette ki ilk değil, her hükümetin benimsediği bir durumdur. Ancak AKP’nin üç çocuk yapma, kürtaj yasağı gibi ailenin devam ettirilmesi yönündeki müdahale edici tavırları göstermektedir ki artık sadece bu düşünceye sahip olmakta kalmayıp, hükümet bu yönlü politikalar yürütmektedir. Sosyal yardımların kadın üzerinden yapılması bunun en çarpıcı örneğidir.

Bir diğer önemli husus ise sığınma evleridir. Belediyelerin açtığı sığınmaevlerine bakanlıktan kaynak aktarılmıyor, belediyelerin kendi bütçelerinden çözmeleri gerekiyor. Bu durumda da birçok belediye sığınmaevlerini açmıyor. 6284 sayılı yasaya göre, kadınlar başvurdukları andan itibaren koruma, tedbir kararları çıkartılıyor, kadınlar istiyorlarsa hemen İlk adım merkezlerine oradan da belediyeler dahil boş yeri olan sığınmaevlerine gönderiliyorlar. İlk adım merkezlerinde kadınlar istif şeklinde yerlerde yatıyorlar. Arama gibi, telefonların dahi yasaklandığı, hele ilk adım merkezlerinde 15 gün dışarı bile çıkışları yasak, Kadınların erkek çocukları 12 yaşından büyükse çocuklarından ayrılmak zorunda bırakılıyor. Halbuki yasada erkek çocuk 12 yaşından büyükse kadına ayrı bir ev açılması öngörülüyor. Fakat bu uygulamada maalesef yok. sadece kağıt üstünde. Bu durumda bir çok kadın sığınma evinde kalmak istemiyor doğal olarak. Bakanlık sadece ŞÖNİM”lerle belediyelerin de açmış olduğu sığınmaevlerini denetim altına almak dışında bir iş yapmıyor..

Değerli milletvekilleri, Kadınlar için ilçeler bazında özel Kadın Çalışma Destek/Danışma Merkezleri oluşturulmalı ve kadın dostu kentler, işyerleri ve fabrikaların yaratılması, kadın girişimciliğinin ve bunun için alternatif modellerin (kadın kooperatifleri) desteklenmesi gerekmektedir. Eş Başkanlık sisteminin gerek siyasi parti içindeki mekanizmalarda, gerek yerel yönetimlerde gerekse de tüm kurum ve kuruluşlarda yasal ve zorunlu bir zemine oturtulması gerekmektedir. Meclis’teki Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, fırsatta, süreçte ve sonuçta eşitlik için Kadın Erkek Eşitliği Komisyonu olarak değiştirilmesi ve bu komisyona işlerlik kazandırılması gerekmektedir.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği içeren eğitim müfredatı değiştirilmeli demokratik, eşitlikçi bir içerik kazandırılmalıdır. Bunun yanında AKP yetkililerinin sürekli kadın düşmanlığı üreten söylemlerden kaçınması ve bu zihniyetin okul müfredatlarına yansımasına son verilmelidir.

Değerli milletvekilleri, Ortadoğu’da yaşanan savaşlardan dolayı iki milyonu aşkın mülteci/göçmenin Türkiye geldiği bilinmektedir. Gelen göçmenler arasında özellikle kadın ve çocukların burada yaşadığı sorunlar geldikleri savaş ortamından daha kötü bir yaşamı dayatmaktadır. Kadın ve çocuklar yaşanan onca ağır sorunların yanında sürekli taciz ve tecavüz tehlikesi altında yaşamaktadır. Devletin özellikle Şengal ve Kobane’den gelen Kürtlere yönelik ayrımcı tutumundan bir an önce vazgeçmesi ve Bakanlık bünyesinde kadın göçmenlerin sorunlarıyla ilgilenecek özel bir birim ve özel bir bütçe ile kadınların yaşadığı sorunların giderilmesi için acil bir çalışması başlatması gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, yine AKP hükümetinin çok övündüğü Sosyal Politika; yoksulluğu ve devlete bağımlığı önlemek bir yana bunu besleyen, sadaka kültürünün ‘‘sosyal yardımlar’’ adı altında tekrar canlandırılarak, yoksulluğu devam ettirme ve yönetme politikasıdır. Bu politikayla yurttaşlar sürekli devlete bağımlı-muhtaç ve ancak oradan gelecek yardımlarla yaşamlarını idame edebildikleri için sürekli potansiyel oy deposu olarak kullanılmaktadır.
Sonuç olarak devlet üstlendiği hayırsever-yardımsever devlet misyonu ile ucuz, esnek ve güvencesiz istihdama yönelen neoliberal politikalarını, birincil olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesinde işletmektedir. Dolayısıyla bu bakanlık bir kadın bakanlığı olmaktan son derece uzak olduğu gibi, bütçesi de toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçeleme değildir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri AKP hükümetinin 2015 yılı için tasarı halinde sunduğu merkezi bütçe sadece kadın düşmanı değil aynı zamanda ekoloji, emek, demokrasi ve barış düşmanıdır. Adil olmayan vergilerle insan hayatını daha fazla zorlaştıracak olan hükümet için harcamalarında temel kıstas özelleştirme, ticarileştirme ve eşitsizliklerdir. Toplumsal adaleti kadınları görmezden gelerek sağlamaya yönelik her çaba daha fazla savaş, cinayet ve şiddet getirecektir. Merkezi bütçenin oluşturulmasında hiçbir söz hakkı olmayan kadınlar; bütçe tasarısının geri çekilmesi ve yeniden demokratik şekilde oluşturulmasını talep etmektedir. Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçe anlayışı her alanda eşitliği göz önüne alan tek yaklaşımdır diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.