Seçim güvenliğinin önündeki en büyük engel Erdoğan

Parti sözcümüz Ayhan Bilgen genel merkezimizde 1 Kasım seçim çalışmalarımıza ilişkin  bir basın toplantısı düzenledi. Bilgen, toplantı sonrası gazetecilerin gündeme dair sorularını da yanıtladı. Ayhan Bilgen'in basın toplantısı ve sorulara verdiği yanıtlar şu şekildedir:

Bizim açımızdan 7 Haziran seçiminde ortaya çıkan iradenin yok sayılmış olması ve uzlaşma çağrısının, ülkeyi birlikte yönetme beklentisinin görmezlikten gelinmesi son derece önemli. Ama özellikle de 7 Haziranın hemen arkasında 10 gün sonra YSK başkanının 'bu seçimler şeffaf ve güvenli biçimde yapıldı' açıklaması sonrasında ciddi hiçbir itiraz ve başvuru AKP’li temsilciler tarafından yapılmadı. Ancak Temmuz ayından itibaren artık koalisyon kurulmayı engellemek kararlılığı netleşince, yeniden 7 Haziran’ı tartışılır kılmak; 7 Haziran sonuçlarını içine sindirememek ve yenilginin, başarısızlığın sebebini bir takım spekülasyonlarla ve partimizi itham eden açıklamalarla geçiştirme hevesi bugünkü tartışmaların sebebidir. 

Çok net biçimde ifade ediyorum bizim yüzde yüz oy aldığımız sandıklardaki toplam oy sayısı 50 bin civarındadır. Yani bütün bu kopan fırtına bütün bu spekülasyon, itham, 7 Haziran seçim sonuçlarıyla ilgili şaibe varmış algısı oluşturmanın ifade ettiği toplam oy 50 bin civarındadır. Ama biz de tersine dönüp soruyoruz, yaklaşık 24 bin sandıkta partimize hiç oy çıkmadı ve sadıkların hepsinde AKP birinci partiydi. 24 bin sandıkta partimize hiç oy çıkmamış olması normal bir durum mu? Biz bu seçimlerde özellikle de bütün duyarlı yurttaşlarımızı, barış ve demokrasi beklentisi olan, seçmenin iradesine saygısı olan ve büyük bedeller ödenerek büyük zorluklarla elde edilmiş her bir oyu korumak için herkesi sandık kurullarında görev almaya sorumluluk göstermeye çağırıyoruz. İlk defa partimiz sandık kurullarında temsil edilecek. Sandık kurulu görevliliği müşahitlik değildir. Sandık kurulu görevlileri sadece izleme yapmazlar, sadece itiraz etmezler sadece şikâyette bulunmazlar sandıklarda aynı zamanda karar verici durumundadırlar. Dolayısıyla 7 Haziran’da yok sayılan iradeyi, ortaya çıkan sonucu sindirememeyi en iyi cevaplama yöntemimiz 1 Kasım’da verilen oylara sahip çıkmaktır. 

1 Kasım’da güven içerisinde, barış içerisinde oy kullanılabileceğine dair inancı umudu yükseltmektir. Bunun da yolu sandıklara sahip çıkmak ve 27’sinde bitecek sandık kurulu görevlisi olma başvurularının daha da yükselmesi çağrımızdır. Bizim sandık kurulu görevlilerimiz sadece partimizin oylarına sahip çıkmayacak. Belki parlamentoda temsil imkânı bulamayan ya da sandıkta görevli bulunduramayan bütün partilerin oylarına sahip çıkacaklar. Çünkü bizim açımızdan hangi tercihi yapmışsa yapsın oyunu kime vermişse versin kendi iradesi saygıya değerdir. Korunmaya değerdir. Dolayısıyla biz bu seçin her halükarda yapılmasına ama özellikle de sağlıklı bir biçimde yapılmasının altını çizmek istiyoruz.

Sandıkların merkezi yerlerde kurulmasına dair girişimler başlamış durumda

Bugün de aldığımız bilgilere göre Diyadin, Antep gibi farklı yerlerde yine girişimleri başlamış. Kimi şehirlerde ulaşım imkânı olmadığı ve yolların güvenli olmadığına dair muhtarlardan dilekçeler toplanmış. Ya da hatta bazı yerlerde o tarihlerde kar yağacağı iddiasıyla; yani şimdiden meteoroloji 1 Kasım’a dair tahminiyle insanların oy kullanamayacağı kaygısıyla sandıkların merkezi yerlerde kurulmasına dair girişimler başlamış durumda. Biz Cumhurbaşkanının muhtarlarla neden bu kadar içli dışlı olduğunu, neden aslında muhtarlar üzerinden fiilen bir seçim kampanyası yürütmeye çalıştığını şimdi daha iyi anlıyoruz.

AGİT’in Türkiye ile ilgili değerlendirmeleri de gösteriyor ki Türkiye’de sağlıklı bir seçimin önündeki en büyük engel bizatihi Cumhurbaşkanının kendisidir.

Cumhurbaşkanının anayasadaki tarafsızlık rolüne sığmayacak, konumuyla bağdaşmayacak yaklaşımları kamplaştırıcı dili; itham edici tarzı, bir partiye doğrudan doğruya oy istemekteki ısrarı seçim güvenliği ve sağlıklı biçimde iradenin parlamentoda temsiline yönelik en ciddi engellerden birisidir.

Partimiz farklı inanç ve kimliklere parlamentoda temsil imkânı sağlamıştır

Partimizde tıpkı 7 Haziran’da olduğu gibi bu seçimde de diğer partilerle kıyas olmayacak ölçüde kadın temsiline imkân oluşturulmuştur. Partimizde yüzde 41.5 kadın aday, yüzde 58.5 erkek aday ve yüzde 14.5 de genç adayların temsili söz konusudur. Yine Êzidî, Süryani, Azeri, Arap, Çerkes ve Roman gibi Türkiye’de yaşayan farklı inanç ve kimliklerin de parlamentoda temsil imkânı bulmasına dair bir özen, bir hassasiyet sergilenmiştir.

Siyasal çözümden vazgeçirmeye dair girişimlere gereken dersi 1 Kasım’da vereceğiz

Listelerin kesinleşmesinden hemen sonra, 2 Ekim’de seçim beyannamemizi hazırlayacağız ve kamuoyuyla paylaşacağız. 10 büyük ilde miting düzenleyeceğiz. 20 civarında şehirde de yine kitlesel etkinlikler organize edeceğiz. Bizim açımızdan bu seçim aslında demokrasinin kurumsallaşması, ya da sinsi darbe alışkanlıklarının meşrulaşması açısından bir yol ayrımıdır. Bizim için 1 Kasımın önemli değeri budur. Dolayısıyla da son derece ciddi bir hazırlık yapacağız. Ciddi bir çalışma yürüteceğiz. Gözdağıyla, korkutmayla, tabelalarımızı indirerek, binalarımızı yakarak bizi demokrasi mücadelesinden, barış mücadelesinde ve siyasal çözümden vazgeçirmeye dair girişimlere, çabalara arayışlara gereken dersi 1 Kasım’da vereceğiz.

Temsili imkânsızlaştıran siyasi kültür Evren’in bıraktığı bir mirastır 

Eğer Türkiye’nin Kürt sorunu yoksa geriye bir tek şey kalıyor Türkiye’nin sorumsuz Cumhurbaşkanı ve yetkisiz başbakan sorunu var. Yersiz konuşmalar ve yersiz açıklamalarla kendi haddini, sınırlarını, anayasanın kendisine çizdiği çerçeveyi tanımayacağını tam bir Kasımpaşa kabadayısı üslubuyla ilan eden ve meydan okuyan tarzın kendisi doğrudan Türkiye’deki barış ve demokrasinin önünde bir engele dönüştürmüştür. Sayın Cumhurbaşkanı galiba İsviçre marka saat meraklısı yerli siyasetçilerden bahsediyor. Hırsızlığın, şaibenin siyasette hiçbir önemi yok olacak ki yerlilik ve millilik vurgusu başka bir şeyi hatırlatıyor bize. Almanya’da demokrasinin tümüyle askıya alındığı

Hitler’in aktör olduğu son seçimlerde de saf kan milletvekillerine oy isteme vardı.

Yunanistan’dan dün seçim yapıldı ve 3 Türk milletvekili temsil imkânı bulacak. Buradaki milletvekilleri Yunanistan’da hain konumunda mı? Ya da Almanya’da Türk Kürt ya da farklı halklardan milletvekilleri hem yerel parlamentolarda hem de federal parlamentolarda temsil imkânı buluyor. Burada herkesin ağzından çıkanı kulağının duyması gerekir. Bu ülkede yaşayan herkesin bu ülkede temsil imkânı var ve bu temsili imkânsızlaştıran siyasi kültür Kenan Evren’in Türkiye’ye bıraktığı bir mirastır. 2002 ruhuna dönme iddiasında bulunanlar aslında 1982 ruhuna sığınıyorlar.

Cenaze törenlerinde bile yalanlarına inanacak kimse kalmamış 

Başbakan çok açık biçimde kardeşlik vurgusu yapıyor. Eğer gerçekten kardeşlik konusunda samimiyseniz “Türkiye Kürtlere mezar olacak” deyip sokaklarda günlerce slogan atanlarda kaçını yakaladınız? Kaçını yargıladınız? Bunlara göz yuman, bunlara fırsat verenlerle ilgili hangi yetkili idari soruşturma süreçlerini başlattı? Hangi yargılama süreçlerinde hangi noktalara gelindi? Bunları açıklayın, yani bize hamaset yapmayın. Şairin dediği gibi “vatan için ne yapmadık ki kimimiz öldük, kimimiz nutuk attık”. AKP bir süredir bu nutuk atma yolu ile hamaset yolu ile Cumhurbaşkanı, meclis başkanı, başbakanı birlikte boy gösterisi yapmayı tercih ediyorlar. Çünkü artık cenaze törenleri dâhil hiçbir yerde yalanlarına inanacak kimse kalmamış durumda.

Bizim baraj gibi bir riskimiz yok 

Bizim baraj gibi bir riskimizin olmadığını çok net bir şekilde ifade etmek istiyorum. Elbette ki bizim baraj altında kalkmamıza yönelik çağrı yapanlar, baraj ayıbının hesabını vermek yerine; bunu bir koz olarak kullanmak gibi apoletli siyasetçi alışkanlığını devam ettirseler de, halkın gereken cevabı gayet net biçimde 7 Haziran’da verdiğini herkese hatırlamak istiyoruz. Biz ülkeyi yönetebileceğimiz, yönetme sorumluluğundan kaçmayacağımızı da geçici seçim hükümetine yönelik tavrımızı da çok net biçiminde ortaya koyduk. Birlikte yaşadığımız ülkede birlikte yönetmenin mümkün ve zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Yine net biçimde altını çiziyorum ki muhalefet boşluğu oluşturarak iktidarın ekmeğine yağ süren alışkanlıklarla siyaset yapmayacağız. Bugün eğer AKP iktidarı bu kadar keyfi, bu kadar tek taraflı ve sanki iktidar onun tekelindeymiş gibi, onun lütfüyle paylaşılacak, onun egemenlik kendisindeymiş gibi davranıyorsa, bunda muhalefetin de ciddi bir payı ve sorumluluğu olduğunu düşünüyoruz. Mesela Suriye tezkeresi göstermiştir ki Türkiye’de bölgesel barıştan yana diyalog yoluyla çözümden yana olan tek parti HDP’dir. Bizim ülkeyi yönetebileceğimize dair, potansiyelimizin ve kapasitemizin olduğunu 1 Kasım’da sandıktan çıkacak irade de, teveccüh de açıkça gösterecektir.

Köy boşaltma girişimleri var

Sandıkların merkezi yerlerde kurulmasına dair başvurularının bir kısmının doğrudan jandarmadan geldiğini dair bilgiler var. Muhtarların da bu yönde, çabalara ortak edilmesi son derece anlaşılır bir durum. Bu durumlarda dünyanın her yerinde, seçimlerle ilgili kaygı duyulan, şüphe taşıyan ortamlarda, iç mekanizmalar vardır. Birincisi; uluslararası gözlemcilerin izlemesidir. İkincisi ise sivil inisiyatiflerin sandıkta izleme yapma imkânına sahip olmasıdır. Sandıklarla ilgili şüphesi olan, kaygısı olanların tam da partimizin en başarılı olduğu yerlerde, güvenli bölge gibi gerekçelerle oy kullanılmasına engellemeye dönük çabaları çok net korkuları ortaya koyuyor. Biz bunu söylüyoruz; AKP’nin bütün oyları aldığı kimi sandıklar Urfa’da, Bingöl’de var. Burada neden AKP bütün oyları aldı? Böyle bir soru sormuyoruz. Ama şüphesi olanlar varsa bizim kamera kurulsun yönündeki girişimlerimizi kamuoyu biliyor. Şuanda köy boşaltma girişimleri var.Örneğin, Kağızman da, 7 köyün boşaltılması gerektiği yönünde girişimler ve çalışmalar başladı. Başka yerlerde de benzer girişimler söz konusudur. 1 Kasım sabahı burada oy imkânın yok diyerek, aslında tümüyle oy kullanmayı imkânsızlaştıracak yerlere sandıkları taşıma girişimleri var. Bu toplum, çok partili hayata geçirilene kadar, kararlığını çok net biçimde ortaya koydu. 

Sivil inisiyatifler gözlem yapmalı

Önümüzdeki seçimler için uluslararası heyetler de gelmek için çalışmalara başladılar. Biz özellikle de sivil inisiyatiflerin bizim ve başka partilerin de hiçbir oy almadığı sandıklarla ilgi gözlem yapmasını istiyoruz. Örneğin 24 bin sandıkta bize hiçbir oy çıkmamış olması, ciddi bir endişe ve kaygıdır. Bize doğrudan ulaşan, seçmen ‘oy verdim’, demiş olmasına rağmen, o sandıktan oy çıkmadı. Buralara da sivil inisiyatif istemenin ve uluslararası heyet istemenin son derece önemli olduğunu düşünüyoruz. 1 Kasım seçimleri ile ilgili yaratılan şaibe, şüphe ve tedirginliğin kendisi aslında seçim kampanyasının parçasıdır. Bunu da görmemiz gerekiyor. Bu çaba seçimleri ya yaptırmamak, ya da yapılacaksa da, sandığa gitmeyi zorlaştıracak yaklaşımlar içerisinde girmektir. Bu da kabul edilecek bir yaklaşım değildir.

PYD kongresini önemli bir dönüm noktasıdır

Ortadoğu’daki son gelişmeler, tüm hakların kendi iç demokratikleşme süreçlerinde çoğulcu farklılıklarıyla birlikte yönetme becerilerini geliştirmeyi zorunlu kılıyor. Bu gelişmeler aynı zamanda bölgede yüzyıl önce kurulan otoriter rejimler, inkârcı yönetimler ve tek tipleştiren siyaset tarzıyla hesaplaşmayı zorunlu kılıyor. PYD Kongresi aslında bir taraftan IŞİD üzerinde bölgede bir egemenlik kurma çabası bir taraftan da hâlâ ülkeleri iç savaşa sokarak oradan siyasi çıkar elde etme hesabına verilmiş bir dersin kongreleşmesidir. Biz asla bölgede herhangi bir halkı ve inancı yok sayarak bölgede halkların huzur ve güven içerisinde yönetilemeyeceği gerçeğinin Suriye, Irak, Türkiye ve bölgedeki başka devletlerin de kabul etmesi gerektiğini söylüyoruz. Kürtlerin kendi içerisinde farklılıkları olabilir. Tartışırlar, yarışırlar bunlar son derece doğaldır. Kimse bölgedeki devletlerin farlılıklarını çatışmaya sürerek, kendi çıkarlarını koruma hevesine kurban etmemelidir. PYD kongresini önemli bir dönüm noktası olarak görüyoruz. PYD, sadece kendi yönettiği bölgede değil, bütün Suriye’de önümüzdeki günlerde barışın ve huzurun sağlanması için etkili bir geçiş yönetimine sahip olması önemlidir.

Çözüm süreci savaşın sebebi değildir 

Savaşın başlamasının sebebi çözüm süreci değil, tam tersine çözüm sürecinin iyi yönetilememesidir. Gerekenlerin yerine getirilememesi ve çözüm sürecinden vazgeçilmesidir.

Eğer çözüm sürecini savaşın sebebi gibi yorumlarsanız, geriye askeri çözüm söyleminden başka bir şey kalmaz.

Bu yol denenmiştir. Türkiye yeterince ağır fatura ve bedel ödemiştir. Yeniden başka eller ve yüzlerle, bu yöntemi denemeye kalkmanın ne akılcı, ne de insani bir tarafı vardır. Dolayısıyla, biz nasıl olması gerektiğine dair çözüm sürecine yönelik eleştiriler yapıyoruz. Uluslararası deneyimlerden bilgi aktarım ve paylaşımları yapıyoruz. ‘Aynı yanlışı yapmayın’, ‘geçmiş siyasetçilerin bu süreçteki başarısızlıklarını tekrarlamayın’ diyoruz. Bizim uyarılarımız, eleştirilerimiz asla çatışma hevesi, savaş beklentisi ve askeri çözüm hesaplarıyla yanı şekilde ele alınamaz. Biz tam tersine çözüm süreci iyi yönetilseydi, gereği yapılsaydı, risk alma alışkanlığı ve ahlaki siyasete egemen olsaydı, diyoruz. Aynı şekilde küçük hesaplarla ‘ne kadar oy kaybederim’, ‘ ne kadar oy kazanırım hesabıyla hareket edilmeseydi’ bu savaş olmazdı diyoruz.

Ortak bir akıl ve siyaset geliştirilmeli

Bu konuda ortak bir akıl ve siyaset geliştirseydi. Bugün kaybettiğimiz insanları kaybetmeyeceğimizi tüm siyasi partilere hatırlatmak isteriz. Burada ‘çözüm süreci hiç başlamasaydı’ gibi yaklaşım ve yorumlar bu sorunu hiç bilmemekten kaynaklanıyor. Bu sorunu hiç anlamamaktan kaynaklanıyor. Bizi yalan söylemekle itham edenler tek bir şey hatırlatmak istiyorum, kursağında haram lokma bulunan, sırtında haram hırka bulunanların kimseye yalan konusunda ders vermeye hakkı ve haddi olmaz. 

Turizm bakanlığı, ‘turizm gelirlerimiz zarar görmedi’ diye başlayan cümleler kuruyor ve terör uzmanlığı yapıyor. Kendisine hatırlatmak istiyorum, eski genel başkanının nasıl ölüme terk edildiğine baksın! Devletin parmağının, devlet adına güç kullananların nasıl işlere karıştığına dair bir çalışma yapmak istiyorsa,  Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin düştüğü yerle, bulunduğu yer arasında mesafe bile, azıcık aklı ve vicdanı olan, Eşref Bitlisi gibi isimlerin de yaşadıklarını düşündüğünde bile, terör kavramında ne kadar kirli ellerin ve parmakların olduğunu bilir. Eğer Sayın Akdoğan, güvenlikle ilgili, barışla ilgili, birlikte yaşama ve demokrasi kültürüne dair bir şey paylaşmak istiyorsa, bıraksın bizimle ilgi olan kısmı, mesela paralelle bir ittifak gibi ithamlarını, onlara bir açıklık getirsin. Siz 10 yıl boyunca birlikte yürüdüğünüz insanları eğer, tanımayacak, anlamayacak kadar akıldan ve izahtan yoksunsanız söyleyecek bir şey yok. Sizde ya akıl yok, ya vefa duygusu yok. 10 yıl boyunca birlikte olacaksınız, sonra da dönüp gazetelerini ve kurumlarını basacaksınız. 

Seçmenin iradesini ipotek etmeyin

Partimize yönelik söylemlerden, bu dilden ve bu siyaset tarzından Cumhurbaşkanı başta olmak üzere herkesin vazgeçilmesi gerekiyor. Eğer bir siyasi partinin, parlamentoda temsilini tehdit olarak görüyorsanız ve onları parlamento dışında kalmasına  medet umanlar ve böyle bir hesap içerisine girmişseniz, sizin kriterleriniz, sizin ölçünüz artık demokrasi olmaktan çıkmıştır. Şimdi soruyorum; 1 Ekim’de, Cumhurbaşkanı, fiilen ortadan kalktığını idea ettiği parlamentoda gelip ne konuşacak? Ne yüzle konuşacak? Eğer bu rejimi ve bu yönetim modelini bitirdiyseniz rahat bırakın. Daha fazla gövde gösterisiyle, hegemonya kurarak, seçmenin iradesini ipotek etmeye kalkmayın.

Hepimiz biliyoruz ki, dünyada tüm parlamentolar halkın iradesine önem biçtikleri ölçüde değerlidir, saygındır.

Fakat bu kurumları kendi arka bahçesi gibi görenler, kendi iradelerine uygun kararlar çıktığında alkışlayıp, hoşlarına gitmeyen işler çıktığında yok sayan aslında demokrasi değil sadece kendi güçlerine inanırlar. sadece kendi iktidarlarına tapıyorlar.

21 Eylül 2015