HDP grubu adına İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in Su Enstitüsü Başkanlığı Bütçesi üzerine konuşması

31. Birleşim
16 Aralık 2014-Salı

Türkiye Su Enstitüsü kurumu üzerine partimizin görüşlerini belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sesimden dolayı da özür diliyorum şimdiden.

Sevgili arkadaşlar, konuya geçmeden önce birkaç konuya dair görüşlerimi ifade etmek istiyorum. Aslında Grup Başkan Vekilimiz de ifade etti. Bugün Pakistan’ın Peşaver kentinde bir okul baskınında 100’den fazla insan yaşamını yitirdi ve dün de Avustralya’nın Sidney kentinde bir kafece insanlar rehin alındı. Hatırlarsanız biz iki yıldır bu kürsüde özellikle El Kaide’ye bağlı unsurların, IŞİD’in, El Nusra’nın sadece Kürtler açısından, Kürdistan açısından bir tehdit oluşturmadığını başta Türkiye olmak üzere bütün dünya açısından bir tehdit oluşturduğunu hep ifade etmiştik. Türkiye’nin bu konudaki politikalarını da hep eleştirmiştik. Aslında bizim ne kadar haklı olduğumuz bir kez daha ortaya çıktı. Bugün saldırganlar dünyanın çeşitli yerlerinde insanların, sivil insanların yaşam hakkını tehdit altına almış durumda. Ben de bu saldırıları kınıyor, bu saldırılarda yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet ve yaralananlara da acil şifalar diliyorum.
Diğer bir konu sevgili arkadaşlar, yine aslında Türkiye’nin politikasıyla çok alakalı olan ve Orta Doğu’da Kürt sorununun özellikle dört parçada İran, Irak, Suriye ve Türkiye ülkelerinin politikaları nedeniyle Kürt halkının hep direnmek zorunda kaldığı bir konuya ilişkin. Açlık grevleri Türkiye’de de çok gündeme geldi. Hatırlarsınız biz milletvekilleri olarak da o dönemde açlık grevlerine destek için burada da açlık grevleri yaptık. İnsan hakları savunucuları genelde açlık grevlerini bir yöntem olarak çok kullanmazlar; insanın kendisine zarar vermesini doğru bulmazlar ama artık insanın sesini duyuracağı başka bir alan kalmadığında ne yazık ki tek çare kendi bedenini ölüme yatırmaktır. Bugün İran’ın Urmiye Cezaevinde 29 Kürt siyasi tutsak açlık grevinin 27’nci gününde ve bugün bütün dünyanın bu konuda duyarlı olması… Eğer duyarlı olmazsa bu insanların, İran Hükûmeti idam etmeden yaşamlarının tehlikeye girdiğinin altını çizmek istiyoruz. Bu konuda sayın bakanlar aracılığıyla aslında Hükûmete bir çağrımız var. AKP Hükûmetinin İran’la ilişkilerinin, ticari ilişkilerinin, siyasi ilişkilerinin iyi olduğunu biliyoruz. Yaşam hakkı kutsalsa o zaman Hükûmetin bu konuda da adım atması gerekiyor. Mesele çok insani mesele. Gerçekten İran’ın bu idam politikalarından vazgeçmesi kadınlara, siyasi tutsaklara, ya da kendi politikalarına uymadı diye insanları katletmesinden vazgeçmesi aynı zamanda Türkiye’nin ilişki kurduğu, Türkiye’nin siyasi ve ticari ilişkiler kurduğu bir ülke açısından da önemlidir diye düşünüyoruz. Bu konuda da Hükûmetin duyarlı olması ve idamların engellenmesi konusunda çaba içerisinde olması gerekiyor.

Diğer bir konu sevgili arkadaşlar -Türkiye’yle alakalı bir durum- biliyorsunuz, bugün, Gezi direnişi nedeniyle, İstanbul’da bir dava yürüyor; “çarşı davası.” Çarşı davasının gündemi, darbe yapmak. Gerçek anlamda, AKP Hükûmeti, nerede bir toplumsal muhalefet var, nerede insanlar sokağa çıkıyor, bütün bunları kendisine “darbe” olarak nitelendiriyor. Türkiye, gerçekten bir darbeyle karşı karşıya kaldığında kimse inanmayacak çünkü darbe niteliği olmayan şeyleri darbeyle değerlendiren bir noktada. Çarşının yalnız olmadığını, bugün orada, mahkemede olan insanlar hep ifade etti ama şunun altını bir kez daha çizmek istiyorum: Çarşı, aslında, bu ülkede futbolun her zaman için bir milliyetçi dalga için kullanıldığı bir dönemde ilk kez çarşı tarafları sokağa çıkarak ekolojik mücadelenin yanında oldular, halkın yanında oldular, bu mücadeleyi sahiplendiler. O açıdan, çarşı davası şahsında, aslında toplumsal muhalefet yargılanıyor, orada insanların ekolojik mücadelesi yargılanıyor. Buna karşı olduğumuzu bir kez daha ifade etmek istiyorum. İstanbul Vekili olarak, Gezi direnişinin başından sonuna kadar hep içinde yer almış birisi olarak da bunun altını çizmek istiyorum. Gerçekten, AKP Hükûmetinin, toplumsal muhalefeti bastırma yaklaşımından, artık, bu yöntemlerinden, yargıyı bir baskı aracı olarak kullanmasından vazgeçmesi gerektiğinin, Türkiye’yi demokratikleştirmediğinin, aksine, giderek otoriter, faşizan bir yönetim hâline getirdiğinin, bütün dünyanın da bu noktada Türkiye’yi eleştirdiğinin altını çizmek isterim.

Sevgili arkadaşlar, konuya ilişkin sözlerimize gelirken, Türkiye Su Enstitüsü 2011 yılında kuruldu. Özel bütçeli bir komisyon bu. Bu, önemli bir konu ama. Su her şeydir, yaşamın kaynağının kendisidir. Bugün uluslararası gündemin üst sıralarında aslında su yatıyor ve Türkiye’nin su politikasına baktığımızda, Türkiye’deki su kaynaklarına, suya nasıl yaklaştığını bir kez daha görürüz. Uluslararası gündemin üst sıralarında yer alan su konusuna dünya kamuoyunun ilgisinin giderek arttığını herkes biliyor. Bunun başlıca nedenleri olarak, iktidar şöyle tanımlıyor: Nüfus artışı, hızlı şehirleşme ve sanayileşmenin yol açtığı su ihtiyacı ve iklim değişikliği olarak ifade ediyor. Önümüzdeki yirmi-yirmi beş yıl içerisinde Orta Doğu’nun, sadece Orta Doğu değil, bütün dünyanın temel gündemlerinden biri, sevgili arkadaşlar, su olacak, hatta petrolden de önemli bir kaynak hâline gelecek.

Türkiye su kaynakları politikasını oluştururken şöyle bir perspektifle bakıyor; “Ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınmasını, su ve gıda güvenliği açısından öncelikleri, Avrupa Birliğiyle yürütülen üyelik ve müzakere süreci, bölgesel gelişmeler ışığında ele alıyoruz.” diye ifade ediyorlar. Yine, Türkiye’nin yenilenebilir, ucuz ve çevre dostu olan hidroenerji potansiyelinden ve su kaynaklarımızın sağladığı diğer ekonomik ve sosyal faydalardan verimli ve sürdürülebilir biçimde yararlanması amacıyla gerekli projeler hayata geçirilecektir. Aslında AKP Hükûmetinin bütün doğa tahribatının, yaşanan sorunların temel nedeni, ekolojik perspektiften yoksun olmasının temel nedeni bu cümlede geçiyor. Çünkü AKP Hükûmeti her şeye kalkınma, her şeye fayda-yarar olarak bakıyor. Kimin faydası, kimin yararı? Halkın değil, insanların değil; bu fayda ve yarar sadece ve sadece AKP iktidarının faydası anlamına geliyor.

Biliyorsunuz, bu su politikası Türkiye’nin Avrupa Birliği ilerleme sürecinde de temel başlıklardan biri. O konuda AKP Hükûmetinin hâlâ imzalamadığı ya da yükümlülüklerini yerine getirmediği mevzuatlar var. Özellikle bu konuda, bunun başında Avrupa Birliği Su Çerçeve Direktifi’ni -Avrupa Birliği toprakları üzerinde yüzey sularının, kıyı sularının ve yer altı sularının kirlenmesinin önlenmesine dair yasayı- imzalamamış durumda. Yine, sınır aşan sular, özellikle Fırat ve Dicle konusunda, sınır aşan suların geleceği konusunda çekince koymuş durumda, bunu imzalamamış durumda çünkü Avrupa Birliği sınır aşan suları da içeren su ve çerçeve mevzuatının temelini Avrupa Birliği Su Çerçeve Direktifi, Sınıraşan Suyolları ve Uluslararası Göllerin Korunması ve Kullanılması Sözleşmesi –bu “Helsinki Sözleşmesi” olarak biliniyor- Sınıraşan Boyutta Çevresel Etki Değerlendirilmesi Sözleşmesi –Espoo Sözleşmesi yani- ve Çevresel Konularda Bilgiye Erişim, Karar Alma Sürecine Halkın Katılımı ve Yargıya Başvuru Sözleşmesi –Aarhus Sözleşmesi- oluşturmaktadır ve AKP Hükûmeti aslında bunu imzalamamıştır. Dikkat ederseniz burada yargıya başvurma, halkın katılımını sağlama çok temel ve esaslı bir konudur.
İki temel konu var: Bir; suların kirlenmesi, kirlenmesini engellemek. İkincisi de, bu konuda halkın katılımıyla birlikte mahkeme süreçlerine itiraz etme süreçlerini işletmek. İktidar bunu tam müzakere sağlandıktan sonra gerçekleştirebileceğini ifade etmiştir. Bu, ciddi anlamda bir sorun.

Sevgili arkadaşlar, endüstriyel kullanımı sonucunda su ve su havzaları kirlenmekte. Aynı zamanda, üretimde kullanılan suyun yer altı akiferlerinde de ya da yüzey sularının aşırı çekilmesi sonucunda yüzey birikintileri ve yer altı akiferleri de kurumaktadır. Bu, ciddi anlamda kuraklığa neden oluyor.

Dereleri idare tarafından atık kanal olarak kabul eden ve bu nedenle derelerine sanayi ve evsel atık su deşarjı yapılmasına izin veren Türkiye, Küçükçekmece Lagünü, Trakya’daki sanayi atıklarıyla kirlenen Ergene Nehri, Konya kent atık suyunun sularına boşaltıldığı ve bu nedenle kirlenen Tuz Gölü, Kâğıthane Arıtma Tesisi atık su ve çamurları, çevresindeki yerleşim ve sanayi atık sularıyla kirlenen Alibeyköy Barajı kirletme saldırısıyla baş edemeyen sürdürülebilir kalkınma stratejisi ve bu stratejiyi hayata geçirme yaklaşımı…
Dikkat ederseniz, aslında su politikası sadece suyun kullanımı değil, her gün kendi yaşamımızı birebir etkileyen noktalardan birisidir.

AKP Hükûmeti dikkat ederseniz, bütün politikalarını sevgili arkadaşlar, rant üzerine kurmuştur. Yani biz doğadan nasıl rant elde edebiliriz, doğa kaynaklarını nasıl kullanabiliriz? Bu konuda insan hakları, özgürlükler, çevre hakkı hiçbir zaman dikkate alınmıyor, doğanın bir hak öznesi olarak ele alınması meselesi kesinlikle yok.
Bu Parlamentoda, iki dönemdir biz de bu Parlamentodayız, kendi şahsım adına söylüyorum çıkartılan yasalara baktığınızda, bütün doğal kaynaklardan nasıl rant elde edebiliriz üzerinden… Şu an Türkiye’de bir Su Yasa Tasarısı bekliyor, henüz çıkmadı. Bu yasa tasarısı da aslında su kaynaklarını nasıl metalaştırabiliriz, nasıl ticarileştirebiliriz meselesi üzerindedir. AKP Hükûmeti bütün uygulamalarında -bakın birkaç başlık size ifade edeyim - yasa ve yönetmeliklerin hepsini buna göre değiştirdi. Kamu kurumlarıyla ilgili yasalarda özellikle “Hizmetleri yapar veya yaptırır.” Bu yerel yönetimler yasasını, sevgili arkadaşlar, değiştirerek aslında kamunun yapması gereken şeyi özel sektöre devretti. Böylece belediyelerin yetki alanı içerisinde olan su kaynaklarını bile ticari bir alana açtı. Bu çok ciddi bir sorun. Yani AKP Hükûmeti şimdi hangi ilde isterse, eğer kendi belediyesi de varsa, kendi su politikası çerçevesinde oradaki suyu ya özel şirketin, özel sermayenin denetimine sunacak ya da bir yerden alıp başka yere taşıyacak. Bu çok ciddi bir sorun.

Yine Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak Üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması imzalandı. Bu da sevgili arkadaşlar, bu yönetmelik kapsamında da su havzaları, suyun aktığı tüm alanı; vadileri, kıyıları, yeraltı şirketlerinin kullanımına açtı. Yani aslında insanın hakkı olan, 76 milyon insanın hakkı olan su kaynakları onlara sorulmadan, onlara “Sizin ihtiyacınız var mı yok mu?” diye danışılmadan, Hükûmet tarafından alınan kararlarla birlikte başka işler için kullanılıyor.

Yine Maden Yasası’nda değişiklikler yapılarak maden aranacak alanlar için izin sınırları kaldırıldı. Enerji Yasası’nda değişiklik yapılarak lisansı dağıtılan HES’lerin yerel imar planlarına işletilmesi yasallaştırıldı. Yine Orman Kanunu’nda değişiklik yapılarak HES yapımı ve maden aramaları için doğal alanların kamulaştırılması ve üçüncü şahıslara devri kolaylaştırıldı. Köy Kanunu’nda yapılan değişikliklerle meralar ortak alan olmaktan çıkartıldı, üçüncü şahıslara devrinin önü açıldı. Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı hazırlanarak su havzalarının ve doğal alanların sit ve millî park alanı olmaktan çıkarttı ve bütün bunları ranta açtı.

Sevgili arkadaşlar, dikkat ederseniz AKP Hükûmeti bütün bakanlıklarda kanunlar değiştirmiş ve bunların hepsi daha çok sermayenin hizmetine, özel sektörün hizmetine… Doğa hakkını ihlal eden, insan hakkını ihlal eden, yaşam hakkını ihlal eden kararları oldu. Bakın, bugün derelerin hepsinde AKP Hükûmeti HES yapıyor. Hidroelektrik santralleri Türkiye enerjisinin -Sayın Bakan burada- en fazla yüzde 10’unu gideriyor sevgili arkadaşlar. Yüzde 10’luk bir şey için bütün derelerimizi, bütün yaşam alanlarımızı elimizden aldınız ve sadece mesele oraya HES yapmak değil, HES’ten sonra orası başka alanlara açılacak, bu çok net. Şimdi, derelerin üzerine yapılan her HES’e ya da nehirlerin üzerine yapılan HES’lere insanların karşı çıkmasının nedeni sadece oraya hidroelektrik santrali yapıldığı için değil, bu nedenle insanlar yaşam alanından uzaklaşıyor, canlılara zarar veriyor. Bu çok ciddi bir sorun. Yine, çevre nizam planlarıyla su havzalarının doğal alanlarını kullanıma açma…

Dikkat ederseniz, her şey -AKP Hükûmetinin- bütün dünyada uygulanan neoliberal politikaların bir parçası olarak Türkiye’ye olduğu gibi uygulanıyor. Buna insanlar itiraz ettiğinde de bunlar darbeci oluyor, bunlar bölücü oluyor, bunlar zaten AKP Hükûmetini devirmek istiyor. Oysa, insanlar yaşam alanlarında yaşamak istiyorlar, yaşanabilir bir toplumda. AKP sürdürülebilir bir enerjiden bahsediyor. Yaşam, sadece kendi iktidarlarının sürdürülebilir olmasıdır. Bakın, bu konuda, acele el koyma yasasını ortaya çıkarttılar. “Acele kamulaştırma” diye bir yasa burada… Gerçekten, şahıs arazilerine ve taşınmazlarına HES, termik santral, nükleer santral, maden çıkarma ve işletme tesisi, kentsel dönüşüm, enerji nakil hattı geçirmek için ve benzeri işlemler için “acele kamulaştırma” adı altında 2942 sayılı Kanun’u geçirdiler. Peki size soruyorum, sevgili milletvekili arkadaşlar: Bu kimin ihtiyacı? Halkın ihtiyacı mı, toplumun ihtiyacı mı? Kim bundan faydalanıyor? AKP Hükûmeti. Bu ülkede en yoksulla en zengin arasındaki fark -8,5 kat- azalmıyor, giderek artıyor. Bu ülkede zenginler daha zengin, yoksullar daha yoksul oluyor. Üstelik, hukuksuzluklar da devam ediyor. Bakın, AKP Hükûmeti bütün alanlara, bütün hukuksuzluğu, hukuku kendine göre uygulayan…

Şimdi, Cumhurbaşkanı, eski Başbakan ne diyordu: “Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü.” Ama, şimdi, AKP’nin hukuku. Ciddi anlamda sorun. Örneğin, Dersim Peri Suyu’nda, Limak-Bilgin ortaklığı olan Darenhes Elektrik Anonim Şirketi tarafından Elazığ Karakoçan ilçesi Akkuş köyü-Pamuklu köyü sınırlarında yapılan Pembelik HES Barajı mevzuata aykırı ve yasal izinleri olmaksızın devam ediyor. Bazı konularda acele kamulaştırma yasası nedeniyle şeyler çözülmeden, yasal altyapısı hazırlanmadan birçok yerde çalışmalar yürütülüyor; bu, çok ciddi anlamda bir sorun. Yani, AKP Hükûmetinin su politikası, aslında kendisinin Türkiye’yi nasıl yönettiğiyle de alakalı bir durum. Yarın burada Çevre Komisyonu hakkında da konuşacağız. Aslında ekoloji meselesi sadece bir çevre meselesi değildir, yaşamın kendisidir. Eğer su yoksa hayat da yok. O zaman, siz, suyu alıp kendi çıkarınız için kullanamazsınız, kendi çıkarınız için başka yerlere taşıyamazsınız, bu çok ciddi bir sorun ve buna karşı mücadele etmek bizim tabii ki görevimiz.

Sevgili arkadaşlar, yeni yapılacak tasarıda, bakın, yüzeysel ve yer atı sularının sermaye tarafından kullanımı; su havzalarının kamu özel ortaklığında yönetimi; suyun metalaştırılması; su havzalarının şirketlere, kullanıcıya tahsisinin yasallaştırılması; suyun ticarileştirilmesi; su havzalarının bütünleşik kullanım yöntemleri; tahsislerde, satışta ve yöntemde tek yetkili kurum olarak Orman ve Su İşleri Bakanlığının yetkilendirilmesi yasallaştırılmaya çalışmaktadır. Yani, Hükûmet de aslında bütün bu alanları tek bir kalemde toplayarak işi kolaylaştırmak istemektedir. Herhangi bir pürüz çıkmasın, herhangi bir sorun çıkmasın, biz bu konuda istediğimiz şeyleri yapalım.

Suyun, su havzalarının kullanıma açılmasını, sermaye birikimine sokulmasını, müdahale edilebilir olması -yani su kaynaklarına- restorasyonu, ticarileştirilmesi, kıyı suları dâhil olmak üzere bütün alanlarda bu kararın alınması ciddi bir sorun. Bu yasa tasarısı gelirken biz tabii ki bu konudaki eleştirilerimizi her düzeyde ifade edeceğiz. Ama burada bir şeyin altını çizmek istiyoruz: AKP Hükûmeti hangi perspektiften, hangi bakış açısından yasa yapıyor? Bu ciddi bir sorun.

Biliyorsunuz sevgili arkadaşlar, aslında -bütün- Dünya Su Forumu’nda, en son iklim konferansında bazı kararlar alındı. Türkiye, 5’inci Dünya Su Forumu’na da ev sahipliği yaptı. 5’inci ve 6’ncı Dünya Su Forumu’nda bazı kararlar alındı. Biz, bu konuda özellikle eleştirilerimizi, özellikle su hakkı platformlarının yaptığı itirazları hep ifade ettik. Yani, bu, kapitalistlerin kendi ihtiyaçları doğrultusunda bütün insanlığın hakkı olan su haklarını kullanmaları, başka alanlara taşımaları ciddi bir sorun. Özellikle, sevgili arkadaşlar, sınır aşan sular açısından da durum çok ciddi. Dicle ve Fırat’ın geleceği konusunda, biliyorsunuz, bu Hükûmet yine 644 ve 648 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Teşkilat ve Görevlerini Belirleyen Kanun Hükmünde Kararname’yle Dicle ve Fırat Havzası’nı sit alanı olmaktan çıkardı. Bu çok ciddi bir sorun. Aslında Dicle ve Fırat sınır aşan sular olması açısından, Orta Doğu halklarını, Orta Doğu’yu çok ilgilendiren bir konu ama AKP Hükûmeti böylece Dicle ve Fırat’ın her tarafına işlem yapabilecek. O yüzden Ilısu Barajı karşı çıkanlara karşı da bu Hükûmet çok sert tavır aldı. Şu an “Hasankeyf’i taşıyabilir miyiz?” diye tartışıyor. Bu konuda çok ciddi sorunlar var. Yine, bu konuda, su kaynaklarının yeterince olmaması ya da kendi ihtiyaçları için kullanılması ciddi anlamda doğayı da tehdit altına alıyor. Özellikle, UNESCO’nun dünya kültür mirası listesine aday olan Diyarbakır’ın Hevsel Bahçeleri de, sevgili arkadaşlar, AKP Hükûmetinin saldırısı, bu politikaların saldırısı altındadır. Çünkü, kendi su kaynaklarını başka alanlarda kullandıkları için, su yetişmediği için o alanı talan etmek istemektedir. Dikkat edin, AKP Hükûmetinin, yani daha doğrusu bütün iktidarların GAP Projesi vardı, şimdiye kadar hiç hayata geçmedi. Çünkü, AKP Hükûmeti de dâhil, herkes kendi istediği gibi bu alanları kullandı ve halkın ihtiyacı olan işlere değil, kendi çıkarları olan politikalar için enerjisini harcadı.
Sevgili arkadaşlar, bitirirken şunu ifade etmek istiyorum: “Su” dediğiniz şey herhangi bir şey değildir. Su, bizim yaşam kaynağımızın kendisidir. Ticarileştirilemez, meta hâline getirilemez, satılamaz ve bizim haklarımızı… Hele hele, insanların haberi olmadan sular bir yerden bir yere taşınamaz, insanların haberleri olmadan sular kirletilemez ve kirletiyorsa Hükûmet bunu temizlemekle sorumludur ve su kaynaklarını hunharca kullanamaz. Bunun için ne gerekiyorsa biz Halkların Demokratik Partisi olarak bu mücadeleyi devam ettireceğiz ve AKP Hükûmetini de bu politikalarından vazgeçmeye; insan için, halk için, doğa için politika geliştirmeye davet ediyoruz.