HDP grubu adına İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bütçesi üzerine konuşması

32. Birleşim
17 Aralık 2014-Çarşamba

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bütçeleri üzerine grubum adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Grip nedeniyle sesimden dolayı özür diliyorum hepinizden, iki gündür böyle bir sorun var.

Değerli arkadaşlar, bugün İnsan Hakları Haftası’nın son günü. Konu hakkında görüşlerime geçmeden önce, ne yazık ki bugün bir yaşam hakkı daha ihlal edildi. Diyarbakır’da 17 yaşında “Kadir Çakmak” adında bir çocuk polis kurşunuyla katledildi. Biz, bu kürsüde de insan hakları ve özgürlükleri konusunda, özellikle polisin yetkisinin güçlendirilmesi konusunda çok itirazlarımızı ifade ettik. Ama, ne yazık ki bu itirazlarımız dikkate alınmadı, hatta son dönem çıkarılan yasayla birlikte, bu, polisin “vur” emri ya da polisin makul şüphe gerekçesiyle insanları engelleme adına katliama yol açtı. Ben bir kez daha bu saldırıyı kınıyor, Kadir Çakmak’ın ailesine başsağlığı ve sabır, kendisine de rahmet diliyorum.

Sevgili arkadaşlar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kurulduğu gün bu kürsüde, yine ben bir konuşma yapmıştım. Bizler, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının doğru olmadığını, kanun hükmünde kararnameyle kurulan bu Bakanlığın aslında ciddi anlamda sorunlara neden olacağını, şehir ve çevrenin yan yana durmasının mümkün olmadığını, bunun şehirlerimizi ranta açmak açısından bir politika olduğunu ve bundan vazgeçilmesi gerektiğini hep ifade etmiştik. Ama ne yazık ki AKP iktidarı, çevre ve şehirciliği bir araya getirdi, kentleri, şehirleri, bütün alanları ranta açtı ve bu anlamda çok ciddi sorunlar yaşandı. Şimdi bu konuda bazı değerlendirmeler yapacağım ama bundan önce...

Biliyorsunuz, bundan önceki Çevre ve Şehircilik Bakanı, bugün 17 Aralık nedeniyle, üzerinden bir yıl geçen yolsuzluk davasında da ismi geçenlerden birisi. Bu ciddi anlamda sorun. Aslında Türkiye’de yolsuzluk davası, özellikle iktidar tarafından bir komplo olarak değerlendirildi. Bu konuda kendilerine bir komplo yapıldığını, bunun gerçek olmadığını ifade etti ama Türkiye kamuoyu, genel olarak bunun doğru olduğunu, özellikle AKP Hükûmetinin bu konuda hesap vermesi gerektiğini söyledi. Yargı aracılığıyla bu süreçte takipsizlik kararları verildi. Mecliste bir komisyon var, bu komisyonun ne yapacağı belli değil. Ama şunun altını çizmek istiyoruz: Yolsuzluk meselesi tabii ki sadece Türkiye'nin meselesi değil. Yolsuzluk, rüşvet, ciddi anlamda, aslında demokrasisi az gelişmiş ülkelerde çok ciddi bir sorun olarak karşımızda duruyor. Türkiye'nin bununla yüzleşmesi gerekir. AKP Hükûmeti bununla yüzleşmek yerine bunu yok saydı, bu konuda hesap vermek yerine bunu yok saydığı için, aslında bugün, AKP iktidarının bütün milletvekilleri benzer bir şeyle karşı karşıya kaldı ve burada da iki gündür tanık oluyorsunuz, aslında cevap vermek zorunda kalıyor. Bunun nedeni de gerçek anlamda yolsuzlukla mücadele, bu gerçeklerin ortaya çıkması konusunda doğru çabanın sahibi olmamakla alakalı bir durum. Oysa yapılması gereken şey, varsa yolsuzluk, kim yapmış olursa olsun, iktidarın, kabinenin üyeleri de olabilir, bunun açığa çıkartılmasıydı. Bu, Türkiye demokrasisi açısından da önemliydi ama bunu yapmak yerine bu sistem devam ettirildi çünkü bu sistemi devam ettirmek AKP iktidarının bir şekilde politik yaklaşımı olarak tarihe geçti. Biz bir kez daha bu kürsüden 17 ve 25 Aralıkta ortaya çıkan durumun, yolsuzluk operasyonunun Türkiye’de demokrasi açısından çok ciddi bir sorun olduğunun, bunun mutlaka açığa çıkartılması gerektiğinin, AKP Hükûmetinin de bunun açığa çıkartılması için -üzerinin gizlenmesi, yolsuzluğun üzerinin gizlenmesi için değil, açığa çıkartılması için- mücadele etmesi gerektiğinin altını çiziyoruz ama şimdiye kadar yapılan uygulamalar ne yazık ki tersi yönde ortaya çıktı. Bugün bütün her yerde bu mesele tartışılırken bir kez daha bu kürsüde de ifade etmek istedik.

Sevgili arkadaşlar, aslında bütün bunların nedeni Türkiye’de sistemsel bir sorunla alakalı bir durum, yani Türkiye’de her şey AKP iktidarının politik duruşu nedeniyle, daha çok rant, daha çok kâr adına yaptığı politikaların yansıması olarak ortaya çıkıyor. O yüzden her türlü hukuksuzluk, her türlü hak ihlali bir şekilde kural hâline geliyor. AKP iktidarı bugüne kadar bütün kuralsızlıklarını kural hâline getirdi, kendi istediği için yasalar çıkarttı. Bütün yasaları, bütün bakanlıkları ilgilendiren konularda işini kolaylaştırmak, özellikle kendi politikalarını hayata geçirmek için HSYK’dan tutalım Çevre ve Şehircilik Bakanlığına, Orman Bakanlığına, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına kadar her alanda, her yerde aslında 76 milyonun geleceğini ilgilendiren değil, daha çok bir grubun geleceğini ilgilendiren politikalar yürüttü. Bugün, aslında Türkiye bunun sancılarını yaşıyor ve yaşamaya devam edecek.

Değerli arkadaşlar, ekolojik mesele de bir sistem meselesi. Bu anlamda -bütün bu süreçlere bakarken- Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, daha çok aslında şehirleri yeniden düzenleme, buralardan, kentlerden nasıl rant elde edebilirim adına siyaset yapıyor. Dikkat ederseniz, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının en temel şeyi kentsel dönüşüm projeleri. Kentsel dönüşüm projeleriyle kenti yeniden düzenleme, yeniden dizayn etme çalışmaları içerisine giriyor.

Değerli arkadaşlar, bakın, kentleri daha iyi yapabiliriz, insanların insanca yaşayabileceği, sosyal, ekonomik, kültürel olarak daha rahat yaşayabileceği bir yer hâline getirebiliriz, doğru ama bunu yaparken halka rağmen, orada yaşayan insanlara rağmen bunu yapamazsınız. AKP’nin bütün politikalarına baktığınızda, halka rağmen bütün politikalar geliştirilmiştir. Merkezde toplum mühendisliği yapılmış, merkezde projeler geliştirilmiş, bu, halka dayatılmıştır. Bakın, bütün kentsel dönüşüm projelerinde halka rağmen kentsel dönüşüm yapılmıştır, halkın haberi yoktur. Halk ancak belediye görevlileri evlerini yıkmaya geldiğinde haberdar olmuştur ve bu konuda aslında çok ciddi toplumsal muhalefetle de karşı karşıya kaldığı ortada.

Burada temel sorun, AKP Hükûmetinin katılımcılığı esas almaması ya da katılımcılık dediğimizde biz her defasında, kendisine yandaş ya da kendi çevresinden, bu politikalara itiraz etmeyecek, muhalefeti yok sayan yaklaşımlarla bu projeleri geliştirmiştir. Dikkat edin, bütçe hazırlanış sürecinde de benzerdir. AKP Hükûmeti katılımcı bir bütçe yapmamaktadır. Oysa bütçeyi hazırlarken bu bütçe nereye kullanılıyor, nasıl kullanılıyor, gerçekten amacına göre kullanılıyor mu, kullanılmıyor mu, bu konuda, toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçeleme var mı, kadın, genç, yaşlı gerçek anlamda bu bütçeden ne kadar faydalanıyor, yine, çevre ne kadar zarar görüyor, bu bütçe politikaları hayata geçirilirken nasıl uygulanıyor konusunda hiçbir çalışma yok.

Dikkat edin, bu ekoloji meselesi sevgili arkadaşlar, sadece bir çevre meselesi, çevre duyarlılığı meselesi değildir. Bu ekoloji meselesi yaşamın ta kendisidir, politik bir meseledir, buradan bakmak gerekiyor. Özellikle kapitalizm, 16’ncı yüzyılda sanayileşmeyle birlikte başka sorunları ortaya çıkardı. Yani aşırı kâr hırsı, sanayileşme, pozitif bir değerlendirme olarak değerlendirilse de endüstriyalizmin ortaya çıkardığı, sanayileşmenin ortaya çıkardığı başka sorunlarla insanlık yüz yüze geldi, bu da çevre felaketi. Bugün dünyanın temel gündemlerinden birisinin iklim değişikliği olmasının temel nedeni, yine, çevre sorunlarının, ekolojik sorunların bu kadar birinci derecede gündem olmasının temel nedeni bu. Endüstriyalizm politikalarıyla artık insanların, ciddi anlamda, üzerinde yaşayacakları bir doğası, çevresi bile olmayacak. O yüzden, bütün uluslararası güçler, kapitalistlerin kendileri yaşanabilir bir çevre iddiasını ortaya koymaktadır.

Bakın, Türkiye birçok uluslararası sözleşmeye imza atmıştır. Avrupa Birliği sürecinde de -dün de bu kürsüden söyledik- en temel kriter çevre kriteridir, çevre başlığıdır ve bu konuda Türkiye'nin verdiği yükümlülükler vardır. Ama ne yazık ki yerine getirmiyor yani bu konuda ciddi anlamda sorunlar yaşanıyor. AKP Hükûmetinin diyelim ki çevre etki değerlendirme yaklaşımından tutalım aslında yaptığı bütün uygulamaların toplumdaki karşılığı nedir, yaşamdaki karşılığı nedir, çevreye ne kadar zarar veriyor konusunda hiçbir değerlendirmesinin olmadığı ortada.

Sevgili arkadaşlar, işte bunlar felakete neden oluyor. Bunu herkes kabul etmiyor. Bu konuda çok ciddi toplumsal muhalefet var. Bakın, Kocaeli, Yalova, Çanakkale, Bursa, Manisa, İzmir, Aydın, Uşak, Burdur, Muğla, Antalya, Mersin, Karaman, Erzincan, Kayseri, Şırnak, Van, Hatay, Adana, Mardin, Batman gibi yerlerde AKP’nin bu politikaları nedeniyle çok ciddi itirazlar var. Kimi termik santraller için bu itirazlarını gündeme getiriyor, kimi HES’ler için bu itirazlarını gündeme getiriyor, kimisi derelerinin korunması açısından bu itirazlarını dile getiriyor, kimisi de maden ocakları, kendilerine yapılan maden ocakları veya altın arama politikaları nedeniyle bütün bunları gündeme getiriyor. İktidarın bunu dikkate alması gerekir. Bunu hep kendisine karşı bir muhalefetmiş gibi, hep burada sayın bakanların ifade ettiği gibi “Muhalefet bizim bir şey yapmamızı istemiyor, halka hizmet etmemizi istemiyor.” lafına sığınarak bu sorumluluktan kurtulamaz. Siz yapacaklarınızı insan yaşamına saygı çerçevesinde yapmak durumundasınız. Gerçekten insanca bir yaşam mı savunuyorsunuz? O zaman herkesin yaşamını pozitif etkileyecek işler yapacaksınız.

Sevgili arkadaşlar, bakın, bu iktidar örneğin, nükleer konusunda çok ısrarlı. Hatta, Sayın Davutoğlu diyor ki: “Biz yüzde 100 kendi imalatımız olan nükleer santraller imal edeceğiz.” Oysa nükleer santraller ciddi anlamda insan yaşamını tehdit eden uygulamalar. Bugün nükleer santraller yoluyla elektrik elde edilmesi bütün diğer enerji elde etme teknolojileri ve yatırımları gibi teknolojisi ve yer seçiminden tutun da normal çalışma koşullarında ve kazası hâlinde sağlık ve çevre etkileri, beklenen fiyat artışlarına rağmen süreklilik arz eden, tamamen dışa bağımlı yakıt desteği gereksinimi, savaş hâlinde koruma zorluğu, radyasyonlu atıkların yok edilmesi, ekonomik ömür sonu santral sökümü ve bütün bunların maliyet hesaplarına değin bilimin bütün dallarını ve toplumun bütün çıkar gruplarını ilgilendiren bir konuyla karşı karşıyayız. Bakın, dikkat edin, aslında bu Japonya’da Fukuşima Nükleer Santral kazasından sonra biliyorsunuz bütün dünya bu konuda nükleer enerjiden vazgeçti hatta o zaman Japonya 54 nükleer santralden 52’sini kapattı. Yine, Almanya nükleer santrallerini 2020’ye kadar tamamen devre dışı çıkartılması için politika geliştiriyor. İsviçre “2034’e kadar 5 reaktör kapatılacak.” dedi. Belçika yine 2016-2025 arasında nükleer programı tamamen ortadan kaldırırken Türkiye nükleer yapımı konusunda ısrarlı ve hatta bu konuda yüzde 100 kendi nükleerimizi yapacak iddiasıyla karşımıza çıkıyor. Oysa insanların bu konuda yaşamlarını ciddi anlamda tehlikeye sokacak bir uygulamaya karşı çıkması gerekirken ya da bu konuda gerçekten bütün tedbirlerin nasıl alınacağı konusunda bir karar alması gerekirken aksine bu konuda ısrar etmektedir. Bu ciddi bir sorundur sevgili arkadaşlar yani işte AKP Hükûmeti diyor ki: “Peki, biz ne yapacağız? Termik santral yapmayacağız, nükleer enerji yapmayacağız, bütün bunları kullanmayacağız, biz ne yapacağız?” diye bütün bunları pekâlâ bu alanda çalışan insanlarla, sivil toplum örgütüyle, halkı kendisiyle bir araya getirerek tartışma yürütebilirsiniz. Bu ciddi bir sorun sevgili arkadaşlar, bunların altını çizmek istiyoruz. O açıdan bu nükleere karşı olmamız sadece politik bir mesele değil, AKP Hükûmetini yıpratmak üzerinden değil, geleceğimizin yıpranmaması için bugün bu politikalara karşıyız. Yaşam hakkımızın, sağlık hakkımızın elimizden alınmaması için bu politikalara ısrarla karşı olduğumuzu ifade ediyoruz ve bu konuda sadece HDP’nin değil, aslında çok ciddi kesimlerin, sosyal kesimlerin de itirazının olduğunun altını çizmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmetinin yaptığı çok iyi bir iş var, bu da aslında inşaat. Daha önce bir tanım yapmıştım, AKP inşaat partisine dönmüş durumda hatta müteahhitlik yapıyor yani bugün Başbakanlığa bağlı TOKİ diye bir kurum var. Bu TOKİ, aslında AKP’nin nasıl bir perspektifle şey yaptığının çok göstergesi. Her yerde kentsel dönüşüm adı altında zaten bu rekabeti ortadan kaldırıyor, devletin tüm olanaklarını kendileri kullanıyorlar. İşte acele kamulaştırma -dün de bahsetmiştik- ki acele kamulaştırma savaş döneminde arkadaşlar, dikkatinizi çekmek isterim, İkinci Dünya Savaşı öncesi Türkiye’nin savaşa girme olasılığı nedeniyle 1939’da çıkartılmış bu acele kamulaştırma ve o zaman acil askerî ihtiyaçların karşılanması için Bakanlar Kuruluna ve yurt savunması gerekçeleriyle ihtiyaç duyulan taşınmazların el konulması olarak değerlendirilmiş ama AKP bu olağanüstü savaş hâli kuralını şimdi olağan bir hâle getirmiş durumda ve şimdi her yerde aceleyi kendi rant alanları için; işte bir yerde HES mi yapacak, bir yerde dereleri imara mı açacak, bir yerde kentsel dönüşüm mü yapacak, bu konuda toplumsal itiraz mı var, halka bile sormadan acele kamulaştırma yasasıyla toplumun şeylerine el koymaktadır. Bu çok ciddi bir sorun. Yani, kentsel dönüşüm projelerinde de benzer bir şeyle karşı karşıya olduğumuzun altını çizmek istiyoruz. Oysa ki TOKİ’nin bile şimdi değerlendirmesi gerekir: TOKİ gerçekten kâr ediyor mu etmiyor mu, zarar mı getiriyor? TOKİ’nin bu 774 milyon liralık zarar ettiğine dair bilgiler konusunda AKP Hükûmeti ne diyor? Yani, bu konuda TOKİ, 2003 yılı itibarıyla söz konusu hedefler doğrultusunda... Yani, bir de şöyle bir şey var: Tabii, kat karşılığı arsa alan insanları da bu meseleye ortak ediyor ama daha sonra bunların gereklerini yerine getirmediği için çok ciddi sorunlar yaşanıyor. Yani, bu konuda sevgili arkadaşlar, 2003 yılında TOKİ’nin kendi hasılat payının yüzde 30 seviyelerinde oluşturduğu belirtilen Yapı Denetim Kurulunun raporuna göre, 2003 yılında gerçekleştirilen 3 ihale, 2004 yılında gerçekleştirilen 4 ihale sonucunda TOKİ 774 milyon liralık bir zarara uğratılmıştır. Ve yine ihalelerde ciddi sorunlar var. İhaleler veriliyor ama kapsamı belli değil. Neye göre veriliyor? Bu konuda gerçekten saydamlık yok, eşit muamele yok. Bazı projeleri yürütülürken durum net değil. Maliyeti hesaplama ve yaklaşık maliyete esas fiyat ve rayiç değer tespitinin nasıl yapılacağına ilişkin bilgilendirmeler yok. Yani, netice itibarıyla bu TOKİ üstelik alt gruplara, sözde daha yoksullara yönelik iş yapacağım TOKİ projeleriyle yoksul insanların, emekçilerin, daha alttakilerin yaşam alanlarına el konuluyor, oraya lüks yerler yapılıyor ve insanlar aslında şehir dışlarına itiliyor. Bu, aynı zamanda bir sınıf meselesidir de. AKP, daha çok zenginlerini daha çok zengin etmek, onlara daha iyi yaşam koşulları sağlamak adına yoksulları, emekçileri, Kürtleri, Romanları, toplumun ötekilerini şehirlerin dışına itiyor ve yoksulluğa mahkûm ediyor. Bu ülkede sokakta yaşamaya mahkûm edilen insanlar varken ya da hâlâ evleri olmayan binlerce, milyonlarca evsiz varken AKP Hükûmeti bu TOKİ aracılığıyla zenginlere kendisini… Doğal olarak aslında, hangi sınıfın temsilcisiyseniz o sınıfa hizmet edersiniz, ben bu konuda bir yadırgama görmüyorum; AKP Hükûmeti sonuçta zenginlerin, elit sınıfın temsilcisi. O yüzden, durmadan “Ekonomide dünyanın 17’ncisiyiz.” diyor. O yüzden, sadece zenginlerle ve bu sermayedarlarla ilişkileri var. Oysa, bu ülkenin yoksullarıyla, gerçekten bir parça ekmeğe muhtaç olanlarıyla ilişkisi olmadığı için, onları da “sosyal yardım” adı altında kendisine bağlayan bir perspektifte ele alıyor. Bunlar çok ciddi sorunlar sevgili arkadaşlar.
Biz buradan Sayın Bakana birkaç soru sormak istiyoruz doğrusu. Yani, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ortaya çıkardığı bu sorun ciddi anlamda, çevresel anlamda ciddi krizleri… Yani bu yönetim tarzı, bu yönetim anlayışı ekolojik dengeyi altüst ederken, ciddi anlamda çevresel sorunlarla bizi karşı karşıya getirirken “Bunun tedbirini nasıl alacak?” sorusu hiç gündemde yok. Ama, bütün politikalarına baktığınızda, “Biz aslında çevre dostuyuz, biz bu konuda çalışmalar yürütüyoruz, uluslararası anlaşmalara, iklim değişikliği konferanslarına katılıyoruz, Kyoto Protokolü’nü imzaladık.” diyor. Ama, bu konuda hiçbir adım da atılmıyor. Yani, Türkiye, karbon salımı en çok artan ülkelerden birisi, hiçbir tedbir alınmıyor.

Sevgili arkadaşlar, mesela, Mersin Akkuyu’da nükleer santral alanında inşaat devam ediyor ancak Orman ve Su İşleri Bakanlığı diyor ki: “Bu inşaat nükleer santrale ilişkin bir inşaat değildir.” O zaman, peki, nedir burada yapılan? “Maden arama”ymış., “Maden arama amacıyla yapılıyor.” diyor. Hangi maden aranıyor Mersin’de, bu inşaat niye devam ediyor; bunun sorusunu sormak zorunda.

Yine, Akkuyu’da ÇED muafiyet anlaşması yapıldığı ve bu anlaşmanın kamuoyundan gizlendiği iddiaları vardır. Bu iddialar doğru mu? Kaldı ki Türkiye’de, ÇED dikkat ederseniz özel şirketlere veriliyor. Aslında şirketler ÇED’e, çevre etki değerlendirmesine uyması gerekirken, çevre etki değerlendirmesi şirketlere uyduruluyor; bu da ciddi anlamda çevre tahribatına neden oluyor.

Yine -biraz önce söylediğim- nükleer santral konusunda “Yüzde 100 santral yapacağız.” diyor. Soma’da, Ermenek’te onlarca işçinin hayatını kaybetmesine sebep olan kazalar olmuşken ve sorumlu, denetleme ve ruhsatlandırma açısından Hükûmetin kendisiyken böyle bir riski nasıl göze alabiliyor sorusu bizim açımızdan elzemdir.

Yine, İzmir Gaziemir’de Türkiye’ye girişi yasak olan ve nükleer santrallerde kullanılan yakıt çubuklarında ortaya çıkan “Europium 152” adlı radyoaktif madde Türkiye’ye nasıl girdi, girişi nasıl oldu? Bu konuda kamuoyunun bilgilenmeye ihtiyacı var.

Yine, bütün baraj veya santral işlerinde çevresel etki değerlendirme olumlu raporu alması gerekmektedir. Ancak bunun olmazsa olmazı da halkın katılımıyla olacak. Başta da belirttik, halkın katılımı olmadan çevre etki değerlendirmesi raporlarına nasıl güvenebiliriz? Bu konuda Hükûmetin politikası nedir gerçekten halkı katmak için? Birçok HES veya kentsel dönüşüm projesine idare mahkemesi tarafından verilen yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen devam etmektedir. Bu çok ciddi bir sorun sevgili arkadaşlar dikkat ederseniz aslında yasalara bile uymuyor. Dün bu kürsüde ifade ettik yani yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen, hukuki olarak gerekli sorumluluğu yerine getirmemelerine rağmen HES yapımları devam ediyor. Bunun çok ciddi bir sorun hâline geldiğinin altını çizelim.

Yine, İklim Değişikliği Daire Başkanlığı kapatılmıştır. Türkiye’de, dünyada iklim değişikliği bu kadar önemli bir konuyken neden bu ortadan kaldırılıyor? Bu, çok ciddi bir sorun.
Yine, sevgili arkadaşlar, yani bu konuda Çevre ve Şehircilik Bakanlığına dair çok ciddi itirazlarımız ve eleştirilerimiz olduğunu hep ifade ettik. İstanbul’dan bile bakarsanız, İstanbul’da 3’üncü köprü, 3’üncü havaalanı, yine kentsel dönüşüm projeleri aslında insanlığın yaşamını nasıl etkilediğini, bu konuda ne kadar olumsuz bir yaklaşım olduğunun altını çizdik. O yüzden burada bir önerimiz Çevre ve Şehircilik Bakanlığına: Bu kentsel dönüşüm projelerini halka rağmen değil, halkla birlikte yapınız. Gerçekten ekoloji meselesi sadece sıradan bir mesele değildir. Aslında sevgili arkadaşlar, toplumsal muhalefetin bu kadar önde olması, bunun bu kadar siyasallaşmasının nedeni gelecek perspektifimizin ekolojik bir perspektif olmasıyla alakalı bir durumdur yani ekolojik mesele toplumsal sorunlardan ayrı ele alınamaz. Ekolojinin kendisi bugün toplumsal sorunların temel nedenidir. Dikkat edin, Gezi direnişinin başlaması, Yırca’daki köylülerin direnişi, HES’lere karşı direniş tam da ekolojik mücadelenin bir direnişidir. Buradan bakınca durumun ne kadar ciddi olduğunu anlamış olmanız gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğüne ilişkin de birkaç şey ifade etmek istiyorum. Doğrusu, bu Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü, 2005 yılında 3402 sayılı Kanun’da yapılan değişiklikle yeni rant alanları oluşturdu, şirketlerin astronomik fiyatlarda kâr sağlamasına neden oldu. Bu ilginç bir durum. Mesela, bir şirket alıyor bu şeyi, yarı fiyatına başkasına devrediyor. Aslında, pekâlâ, üçte 1’ine mal edilebilecekken birinci şirket çok fazla para alıyor ve bu çok ciddi sorun. Oysa burada ortaya çıkacak kâr tapu kadastro müdürlüğüne verilirse buradan çok daha iyi işler yapılacak. Bu ciddi bir sorun.
İkinci sorun alanı tapu kadastro konusunda bölgesel özellikler dikkate alınmıyor, özellikle Kürdistan’da ya da diyelim ki daha şey… Sonuçta, Türkiye çok kimlikli, çok kültürlü bir yapı. Trakya’da birçok alanda oranın sosyokültürel, ekonomik boyutları dikkate alınmadan kadastro işlemleri yapılıyor. Örneğin, Dersim meselesinde Dersim katliama uğramış, bunun şeyleri değiştirilmiş, arkasından 90’lı yıllarda Kürdistan’da zorunlu göç olmuş, köyler boşaltılmış, insanlar yerlerinden yurtlarından edilmiş. Şimdi, yine diyelim ki bu konuda tapu şeyi olunca, mülkiyet sahiplerinin üç temel şeyi oluyor yani, bir, zaten bu dönemde, eskiden bu coğrafyada yaşayanlar hak talep ediyor, 90’lı yıllarda savaş nedeniyle göç etmek zorunda kalanlar hak talep ediyor, yirmi yıl bir mülkiyet üzerinde zilyetliğe dayanan hak talep ediyor. Üçü de doğru talep aslında ama bu konuda çok ciddi bir sorun yok çünkü tapu kadastro müdürlüğü de ciddi anlamda dağınık çalışıyor. İşte 7 tane bakanlığın alanını giriyor ama 7 bakanlık ayrı ayrı kararlar veriyor. İşte Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ayrı karar veriyor, Orman ve Su Bakanlığı ayrı karar veriyor, Millî Savunma ayrı, İçişleri ayrı. Oysa bunların, Tapu Kadastronun özerk bir hâle gelmesi, bütün bunların ortak bir perspektiften ele alınması ve toplumsal özelliklere göre sosyokültürel, ekonomik, inançsal, kültürel değerlerine göre ele alınması gerekiyor. Bunlar olmadığı sürece Türkiye’de çok ciddi bir sorun ortaya çıkacaktır yani iktidarın kendi şeyini düşünürken toplumu düşünmemesi ciddi bir sorundur değerli arkadaşlar. O açıdan bizim görevimiz, tabii ki muhalefet etmek, kendi görüşlerimizi bu kürsüde ifade etmektir. Ne kadar dikkate alınıyor; o ayrı bir şey. Aslında bütçe hazırlanışı sırasında da sadece muhalefet şerhimizi kamuoyu duyuyor ama buna rağmen biz bunların, bu itirazlarımızın önemli olduğunun altını çizmek istiyoruz.

Bitirirken sevgili arkadaşlar şunun altını bir kez daha çizmek istiyorum: Ekoloji mücadelesi yürütenler bu ülkenin daha iyi bir gelecekte yaşamasını istiyorlar. Bu ülkedeki yatırımlara, bu ülkedeki insanların daha iyi koşullarda yaşamasına karşı değiller, aksine sürdürülebilir bir çevrede, gerçekten ekolojik olarak kendi geleceklerinin sağlandığı bir çevrede yaşamak istiyorlar. Doğa hakkı temel bir haktır ve güvence altına alınmasını istiyorlar. Ev yaparken, kentsel dönüşüm yaparken, HES yaparken önce doğanın hakkını koruyacaksınız. “Doğanın hakkını güvence altına almadan yeni bir yaptırım yapmayacaksınız.” diyor; bu, çok insani ve doğru bir talep, bunun doğru değerlendirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde yapılan bütün usulsüzlükler, denetime açık olmayan, şeffaf olmayan -aslında bugün Türkiye’nin temel sorunu da bu- hukuksuzluğu hukuk hâline getiren durum Türkiye’yi yaşanmaz bir ülke hâline, ölümler ülkesi hâline getiriyor; bunu Türkiye’nin hak etmediğini düşünüyoruz. Yolsuzlukların, ölümlerin, zulümlerin olmadığı bir Türkiye istiyorsak önce demokratikleşeceğiz, önce doğru bir hukuk oluşturacağız diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.