
Grup Başkanvekilimiz Saruhan Oluç, Meclis’te basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Oluç, şunları söyledi:
Birkaç konuya değinmek istiyorum bugünkü basın toplantısında. Anayasa tartışmaları yeniden gündemde. Bu konuda çeşitli görüşler ifade ediliyor. Muhalefet partileri, "yeni anayasa bir ihtiyaçtır" dedi. Biz de yeni anayasa konusundaki tutumumuzu seçimlerden çok önce dile getirdik, "Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı vardır" dedik. 24 Haziran’dan itibaren de yeni anayasa girişimlerinin adım adım geliştirilmesi gerektiğini söyledik.
Anayasa'da revizyonun ötesinde köklü bir değişikliğe ihtiyaç var
Bunun iki temel nedeni var. Birincisi, Türkiye’de şu anda var olan Anayasa, 1980 askeri darbesinden kalma bir anayasadır. Demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi bir anayasaya toplumun ihtiyacı var. Bu kadar eklektik ve yamalı bir bohçaya dönüşmüş Anayasa’nın değişmesi gerekmektedir. Bir nedeni bu.
Bir de güncel nedeni var bu tartışmanın. Biliyorsunuz 24 Haziran 2018’den bu yana Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında çeşitli uygulamalar yapıldı. Şimdi bunun üzerine tartışmalar başladı. Hatta AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan da, "bir revizyon ihtiyacı varsa yapılır" dedi. Böyle bir mesele revizyona sıkıştırılamaz. Hemen söyleyelim, revizyonun ötesinde bir köklü değişikliğe ihtiyaç vardır.
Türkiye KHK’ler ile yönetilen bir parti devleti haline gelmiştir
Son 1 yıldır çıkarılan Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine ve kanunlara baktığımızda tablo şu: 39 Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, 34 kanun çıkarılmıştır. Maddeler açısından baktığımızda, CB Kararnamelerinde 1900 civarında madde, kanunlarda ise 600 civarında madde vardır.
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin alanı çok gelişmiştir ve Meclis’te ise bu kararnameleri denetleme ve izleme mekanizması yoktur. Yani denge denetleme mekanizması yoktur. Kuvvetler ayrılığı kalmamıştır. Bunun sonucunda Türkiye adeta CB Kararnameleri ile yönetilen bir parti devleti haline gelmiştir.
Milletvekilleri etkisiz kalsın diye kuruldu bu sistem
Basında okuyoruz, AKP’den bazı milletvekilleri ve yöneticiler bazı eleştiriler dile getiriyorlar, var olan sistemde Cumhurbaşkanı’na, bakanlara ulaşamadıklarını, her şeyin önlerine hazır geldiğini söylüyorlar.
Ulaşamazsınız, çünkü kurulmak istenen sistem buydu ve biz bu sisteme yönelik eleştirilerimizi anlatmıştık, sunmuştuk. "Kuvvetler ayrılığının işletilmediği, denge denetlemenin olmadığı demokrasi olmaz" demiştik. Onun için ulaşamıyorsunuz.
Gücün merkezileşmesi, tek kişide toplanması amacı vardı. Mutlak iktidar, anglosaksonların deyimiyle “absolute power” amacı vardı. Bu istendiği için bu sistem kuruldu. Zaten siz ulaşamayın, zaten siz etkisiz kalın, yürütme yasamanın üzerinde olsun diye bu sistem kuruldu. Dolayısıyla kararnamelerle yönetilen bir parti devletini kabul ettiğiniz andan itibaren zaten ulaşamayacaktınız. Ancak uyum gösterebilirsiniz artık. Mesele de bu zaten.
Bu nedenle de yapısal bir ihtiyaç haline geldi yeni bir anayasa tartışması. Bu tartışmanın demokratik ve özgürlükçü, eşitlikçi bir anlayışla yapılması ihtiyaç haline gelmiştir.
Sistemde yapısal değişikliklere ihtiyaç var
Bakın torba yasalarda da aynı sorun var. Saray bürokrasisinin hazırladığı torba yasalar AKP Grubu’na gelmektedir ve herhangi bir değişiklik yapılmadan Saray’dan gelen taslaklar Meclis’e getirilmektedir. Oy çoğunluğu ile, demokratik bir müzakere yapılamadan bu teklifler virgülüne dokunmadan yasalaşmaktadır. Orada da denge denetleme mekanizması işlememektedir. Bu sistemi siz de düşünmeye, tartışmaya başladıysanız, söyleyelim ki, bunun çözümü yapısal değişikliklerdir. Bu tartışmaları toplumun en geniş kesimleri ile yapmak acil ihtiyaçtır.
Hepimizi, doğacak çocukları borçlandırıyorsunuz bu ekonomi politikanızla
Bu sistemi kurarken dile getirilen ikinci hedef ise hızlı büyüme ve ekonomide başarı hamlesini gerçekleştirmekti. Bu şekilde ifade ediliyordu. Peki bu oldu mu? Hayır, bu da olmadı.
Bakın ekonomi krizde. Dış borçlar ve işsizlik rekor kırdı. Yüzde 20’lerde enflasyon; yüzde 15’e varan resmi işsizlik oranı, gayri resmi daha yüksek; yüzde 30 civarında Türk Lirası’nın değer kaybı son bir yılda.
2019 ilk çeyreğinde yüzde 2.6 küçülme yaşandı, tahminen ikinci çeyrek de küçülme ile kapanmıştır. Yani arka arkaya 4 çeyrekte küçülme yaşanıyor. Kriz, durgunluk, resesyon çok açık ortada.
Bakıyoruz son 3 yılda 40 milyar dolar artmış dış borç. 453 milyar dolara gelmiş dış borç. Bunun yüzde 66’sı özel kesimin. Kamunun borç payı 3 yıl önce yüzde 30, şimdi çıkmış yüzde 34’e. Dış borcun milli gelire oranı yüzde 61’e çıkmış, yani gerçekten Cumhuriyet tarihinin rekoru kırılmış, son 3 yılda 12 puan kötüleşme yaşanmış.
Yani ülke ve toplum boğazına kadar borca batmış durumda. Hepimizi, doğacak çocukları, gelecek kuşakları borçlandırıyorsunuz bu ekonomi politikanızla. Türkiye daha önce de dış borçlanma sorunları yaşadı, ama böylesini ilk kez yaşıyor. 2002’de her doğan çocuk 1963 dolar borçla doğuyordu. 2018 sonunda her çocuk 5513 dolar borçla doğuyor. Toplumun geleceğini ipotek altına aldınız.
Bütçe açığını düşürmenin yolu yedek akçeye el koymak değil israfı düşürmektir
Bütün bunlar yaşanırken, hayal dünyasında dolaşan bir Hazine ve Maliye Bakanı var. Damat Albayrak. Zaten bu yılın başında bir yasal düzenleme ile Merkez Bankası’nın karındaki Hazine payının Nisan’da değil, Ocak ayında alınması düzenlemesi yapıldı. Seçim öncesi rahatlamayı umdu iktidar.
Şimdi de Merkez Bankası’nın yedek akçelerinin bütçe açığının düşürülmesi ile Hazine’ye aktarılması planlanıyor. Bunun para basmaktan hiçbir farkı yoktur. Ciddi bir bütçe açığı var. Bu tür palyatif önlemlerle bütçe açığını düşürmeniz mümkün değildir. Bütçe açığını düşürmenin yolu, kontrolsüz hale gelen kamu harcamalarını, yani israfı düşürmektir. Kamu harcamaları yatırımlar olarak, istihdam alanı yaratmak için karşımıza çıkmıyor. Sonuç olarak baktığımızda 150 yıllık demokrasi mücadelesi tarihi olan Türkiye’yi bu uygulamalarınızla Zimbabve, Gana, Malavi seviyesine düşürdünüz.
Yargı Reformu Strateji Paketi bile anayasa tartışmasının ne kadar elzem olduğunu gösteriyor
Yargıda da çok büyük bir sorun yaşanıyor. Yargı Reformu Strateji belgesine baktığımızda bunu görebiliyoruz. Hem kuvvetler ayrılığı açısından yargıda büyük bir sorun yaşanıyor; hem yargının kalitesi yerlerde sürünüyor, tamamen bağımlı ve taraflı, yürütmenin emrinde hareket eden bir yargı ile karşı karşıyayız. Bu da çok ciddi sorun. Bu reform strateji paketi bile anayasa tartışmasının ne kadar elzem olduğunu hepimize gösteriyor.
Tapu kanunu ile yeni felaketler hazırlanmaktadır
Bu hafta Meclis’e 2 konu gelecek. Bunlardan bir tanesi Tapu Kanunu teklifi. Kanun teklifinin getiriliş biçimine baktığımızda da birçok eleştirimiz var, ama bunları Genel Kurul’da dile getireceğiz. Çok ciddi tapu sorunları var Türkiye’de yaşanmakta olan; Osmanlı İmparatorluğu’ndan bugüne gelen tapu sorunları var. Bunları bu kadar gayri ciddi ele almak doğru değildir.
Ama biz anlıyoruz ki, mesele köklü sorunları çözmek değil. Mesele, "acaba bu kanun değişikliği ile ekonomik krizden çıkacak imkanlar yaratmak mümkün olur mu" çabasıdır. “İstanbul’a, Karadeniz’in yaylalarına ihanet ettik” diyenler, şimdi bu Tapu Kanunu Teklifi ile yeni ihanetlere hazırlanmaktadır.
Plansız imara, plansız kentleşmeye ve yeni rant alanları açılmasına yol verecek bir paketle karşı karşıyayız. Arasında vatandaşın bürokratik işlemlerini azaltacak bazı olumlu maddeler olsa da, esas dert, yaşanan ekonomik krizin daha da ağırlaşmasını önleyecek gelir getirici bazı adımlar atılabilir mi, buna kafa yormaktır. Bu kanun teklifi hazırlanırken hiçbir şekilde şehir plancılarıyla, mimar odalarıyla, çevre mühendisleriyle, kentsel dönüşümle ilgili çalışan sivil toplum kuruluşlarıyla, bu konudalarda çalışan diğer STK’larla hiçbir tartışma da yapılmamıştır. Yine bir paket Saray’ın bürokratları tarafından hazırlanarak önümüze gelmiştir.
Sporda şiddetin azalmasını istiyorsak nefret dilini ortadan kaldırmalıyız
Diğer paket ise Sporda Şiddet ile ilgili kanun teklifidir. Gerçekten çok önemli bir konu. Sporda şiddetin yaşanması elbette sporun kalitesi ve amacı açısından büyük sorun çıkaran bir durum.
Ama kanun teklifine baktık, sanki spor alanlarında yaşanan şiddet sadece bir taraftar sorunuymuş gibi gösteriliyor. Hatta taraftarlar suça eğilimli kişiler olarak değerlendiriliyor. Taraftarların arasında suça eğilimli kişiler olabilir, ama tüm taraftarları bu örneklerden yola çıkarak suça eğilimli toplum kesimi olarak değerlendirmek doğru değildir.
İkincisi ve daha önemlisi, eğer toplumda nefret söylemi, cinsiyetçi söylem bu kadar körükleniyorsa, ayrımcılık iktidar mensuplarından başlayarak, en tepeden başlayarak körükleniyorsa, ötekileştirme ve toplumda kutuplaştırma bu kadar teşvik ediliyorsa, sporda şiddet meselesini bütün bu yaşananlardan ayrı değerlendiremeyiz.
Dolayısıyla sporda şiddetin azalmasını istiyorsak, önce toplumdaki şiddet ve nefret dilini, özellikle iktidar siyasileri tarafından kullanılan ve beslenen nefret dilini azaltmak, ortadan kaldırmak gerekiyor. Yoksa sporda şiddeti azaltacağız diyerek polis devleti uygulamalarını artırmak ve taraftarları bir suç merkezi olarak değerlendirmek doğru değildir. Bu konudaki önerilerimizi Genel Kurul’da dile getireceğiz.
Bu iktidar adeta mıknatıs gibi belayı çekiyor
Son değinmek istediğim konu Libya’da yaşananlarla ilgili. Orada yurttaşlarımızın rehin alınması, yurttaşlarımıza kötü davranılması kabul edilemez. Mutlaka bu konunun, yani rehin alma meselesinin barışçıl bir şekilde çözülmesi ve kimseye zarar verilmemesi gerekir.
Ama bunları konuşurken, şu gerçeği de unutmadan konuşacağız. Yanlış bir dış politika, yanlış bir Libya politikası bizi bu duruma getirmiştir. Hükümet, eli çok temizmiş gibi davranamaz. Bugün Libya’da yurttaşlarımızın başına bir şeyler geliyorsa, bunun hükümetin yanlış politikalarıyla doğrudan doğruya ilgisi vardır.
Türkiye neredeyse aleni bir şekilde Libya’daki iç savaşın tarafı ve parçası olmuştur. Tuhafsınız, bu iktidar adeta mıknatıs gibi belayı kendisine çekiyor, kendisine çekmekle kalmıyor bütün ülkeye de bu belayı yaşatıyor. Bakın Birleşmiş Milletler’in Libya’daki silah ambargosunu denetleme komitesi, 5 Eylül 2018’de Güvenlik Konseyi’ne bir rapor sunmuştur. O raporda Türkiye’den silah sevkiyatının belgelendiği, limanlarımızdan gemi yüklemeleri yapıldığı açıkça ortaya konmuştur. Dolayısıyla Libya meselesini tartışırken, bu iktidarın yanlış dış politikasını ve Libya politikasını da tartışmak gerekiyor.
Soru: S-400 ve F-35 krizi artık bitmiştir dedi Sayın Erdoğan Trump’la görüşmeden sonra. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz, Trump'ın tavrı ile birlikte ele alarak, gerçekten sona erdi mi kriz?
Biz bu krizin sona erdiği kanaatinde değiliz. Mesele sadece Trump’ın söyledikleri değil. Amerika’da Temsilciler Meclisi’nin, Kongre’nin de alacağı tutumla ilgili bir konudur. Orada sadece Demokrat Partililer değil Trump’ın Cumhuriyetçi Partisi’nin de aldığı eleştirel bir tutum vardır. Dolayısıyla bu konu bir kriz konusu olmaya devam edecektir.
Daha önce de söyledik, Türkiye bu kadar ağır bir ekonomik krizden geçerken, kaynaklarını, bütçesini silahlanmaya, silah yatırımlarına ayıracak lükse sahip değildir. S-400 ve F-35 gibi meseleler bizim için çok daha temel meselelerdir. Hangisi iyidir tartışmasında biz diyoruz ki, her ikisi de Türkiye’nin bugünkü ekonomik krizine baktığımızda yanlış kararlardır. Bu yanlış kararların uygulanmaması gerekir.
Trump’la ilgili de iki cümle daha söylemek istiyorum. Yapılan görüşmenin çevirileri medyaya da yansıdı. Bizler de okuduk. Trump’ın sarf ettiği bazı sözler var ki, tarihe bu şekilde geçmiş olması bugünkü iktidar açısından son derece utanç vericidir. Trump, “... Herkesin bildiği gibi Kürtlerle büyük problemi var” dedi Erdoğan’ı kastederek. “Bize IŞİD’le mücadelede yardımcı olan Kürtleri yok edecekti ve kendisini aradım bunu yapmamasını istedim. Sanırım Kürtler onun ya da Türkiye’nin doğal düşmanları ve bunu yapmaktan vazgeçti.”
Bakın bu cümleler uluslararası bir toplantıda tarihe geçti. Amerikan Başkanı’nın Türkiye’nin iktidarı ile ilgili sarf ettiği cümleler bunlar. “IŞİD’le mücadele eden Kürtleri yok edeceklerdi, ben engel oldum", "Kürtler onun doğal düşmanı, sadece onun değil Türkiye’nin doğal düşmanı” diyor Trump. Trump’a şunu da söyleyelim; Suriye’de yaşayan Kürtlerin akrabaları, dostları, kardeşleri Türkiye’de de yaşamaktadır.
Trump'ın G20'deki sözleri iktidar açısından utanç verici
Devletlerin ve uluslararası kamuoyunun hafızasına ve belgelerine Türkiye’deki iktidarın bu şekilde yansımış olması gerçekten utanç vericidir. Biz hep söyledik ve söylemeye devam ediyoruz.
Türkiye Ortadoğu’da büyük bir devlet, ekonomisi ve demokrasisiyle büyük bir devlet olabilecek potansiyele sahiptir. Bunu gerçekleştirmenin yolu hem içeride hem dışarıda, Ortadoğu’da yaşayan milyonlarca Kürtle, Kürt halkıyla ittifakını sağlamlaştırması, demokrasisini bu ittifak üzerine geliştirmesidir.
Aksi takdirde Türkiye ne içeride ne de dışarıda arzu ettiği güce ulaşamaz, Türkiye’de yaşayan herkesin layık olduğu bir huzur ve barış ortamına ulaşamaz.
Tekrar söyleyeyim, Trump’ın bu şekilde konuşmasını iktidar adına utanç verici bir durum olarak tespit ediyoruz. Umarız Türkiye’yi yönetenler de aynı utancı duyarlar ve kendi politikalarında, hem iç hem de dış politikalarında, Kürt halkına yönelik politikalarında olumlu yönde bir değişikliği yaparlar.
1 Temmuz 2019