Saruhan Oluç: İktidar zayıflamıştır ve gidicidir, bizler ise özgüvenli ve moralliyiz

Grup Başkanvekilimiz Saruhan Oluç'un Bütçe Görüşmelerinin kapanışında yaptığı konuşma:

Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri,

2020 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifinin kapanış konuşmasını yapmak üzere partim adına söz almış bulunmaktayım. Hazırlanmış olan bu bütçeye ‘hayır’ oyu verecek olmamızın bazı nedenlerine değinmek istiyorum.

2019 Bütçesini yine bu Meclis’te tartışırken geçtiğimiz yıl, makroekonomik öngörülerin doğru olmadığına dair eleştirilerde bulunmuştuk. Nitekim şimdi 2020 Bütçesini konuşurken, bütçe açığı, büyüme oranı, işsizlik sayıları ve enflasyon gibi öngörülerin hepsinde ağır sapmaların olduğu açık bir şekilde ortaya çıktı. Büyük ihtimalle gelecek yıl sonunda iktidarın bu ekonomi, iç ve dış politika anlayışıyla devam edilirse, yine ağır öngörü sapmalarının yaşanacağını hep birlikte göreceğiz.

2020 Bütçesi de yoksulluğun, işsizliğin, hayat pahalılığının, zamların, artarak devam edecek olan yolsuzluğun, yeni çatışma ve savaş hamlelerinin habercisidir. Bu alında bir kriz bütçesidir. Yalnızca ekonomik bir krizden söz etmiyorum, siyasal ve toplumsal krizin bir belgesidir bu bütçe aynı zamanda. İktidarın bu bütçesi aslında demokratik meşruiyet yitiminin de bir belgesidir.

Bu bütçe toplum için hem güvenlik sorunu yaratmakta, hem de herkesi iktidarın toplum mühendisliğine maruz bırakmaktadır. Toplum mühendisliği, bildiğiniz gibi sizlerin muktedir olmadan önce ısrarla şikâyetçi olduğunuz, toplumu ve insanları tek bir potada eritme demektir. Herkesi kendinize benzetmek, herkesi kendi istediğiniz kimliğin içerisine hapsetmek, homojen ve aynı yapmaya çalışmak demektir. Tüm toplumu AKP’nin ideolojisi kapsamında düşünmeye ve davranmaya zorlamak demektir.

Ama göreceksiniz, Türkiye, bu toplum mühendisliğinizi kabul etmeyecek. Bu tutum toplumda kesinlikle destek bulmayacak. 

Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri,

Tüm bütçe tartışmaları sırasında, gerek Plan Bütçe Komisyonu’nda gerekse Genel Kurul’da sürdürdüğümüz tartışmaların toplamı bir yandan adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dediğiniz sistemsizliğin ve bunun yarattığı çok katmanlı krizin sonuçlarının eleştirisidir.

Diğer yandan ise demokrasiyi kazanmak için yeni bir toplumsal sözleşme çağrımızdır. Elbette bu çağrı esasen iktidar karşısındaki tüm toplumsal ve siyasal muhalefete yöneliktir. Ama aynı zamanda iktidar blokunu da uyarma hedeflidir.

Şu çok açık ki, tek adam rejimi meşruiyet dairesinin dışına çıkmıştır, demokratik meşruiyeti yoktur.  Toplumsal kutuplaştırma, ayrımcılık, gerginlik, kriz ve baskı, iç ve dış politikada fiyaskolar, savaş ve çatışma hevesi üreten iktidar bloku karşısında; toplumsal uzlaşmayı ve  toplumsal barışı sağlama arzusu ise güçlüdür ve tam bir demokratik meşruiyete sahiptir.

Hep söylüyoruz, AKP iktidarı döneminde Türkiye ağır bir demokrasi krizi içine girmiştir. Kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı ve kuvvetlerin tek kişide birleştirildiği, denge denetlemenin işlemediği, yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı, her türlü kararın tek kişi tarafından verildiği, iktidara yönelik yolsuzluk iddialarının soruşturulmadığı, basın özgürlüğünün bulunmadığı, tüm muhalif seslerin bastırıldığı, eğitimin bilimden koparıldığı, üniversitelerin iktidarın emrine sokulduğu, her özerk olması gereken kurumun yürütmeye bağlandığı, devletin partileştiği, kadın-erkek eşitliğinin bulunmadığı, özgürlüklerin ise sadece siyasal iktidardan yana olanlar için kullanıldığı bir ülkenin demokrasi ile yönetildiği ileri sürülemez.

Bu bir mutlak iktidar yaratma durumudur. Yurttaşın sadece seçmen ve vergi ödeyen olarak görüldüğü bir devlet anlayışıdır bu. Bu anlayış, korku imparatorluğu ve kötülük üretmektedir. Bu anlayış resmi ideolojiye karşı “yaşasın mazlumların dayanışması” diyerek yola çıkıp zalimleşen, muktedirleşen, firavunlaşan bir koltuk sevdasına kapılmıştır. Türkiye’nin otoriterleşmesinin açık görünümü yürütmenin her düzlemde aşırı güçlenmesidir. Otoriterleşmenin engellenmesi ve demokratikleşmenin sağlanması için yürütmenin kısıtlanması kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Türkiye’nin bu demokrasi krizinden çıkması için, umut uyandıracak ve güven verecek bir demokrasi mücadelesi ve projesi topluma sunulmalıdır. İnsanların kendilerini içinde hissedecekleri ve benimseyebilecekleri bir demokrasi hamlesi bu baskı rejiminin önünü kesebilir ve demokratik değişimi yaratabilir.

AKP, iktidarını sürdürmek için toplumu kutuplaştırmakta, hamasetçi bir milliyetçilik söylemiyle, toplumda iç ve dış düşmanlarla çevrili olunduğu ve bunların ancak otoriter bir liderin önderliğinde verilecek savaşla yenilebileceği gibi gerçek olmayan bir algı dünyası yaratmaktadır.

İktidara statükoyu değiştirme iddiasıyla geldiniz. Siz yeni bir statüko yarattınız, eski sisteme benzediniz. Bugünkü durum bu. Hatırlatalım size, 28 Şubat döneminde taşra kebapçıları bile iç düşman gibi değerlendiriliyordu. Siz ise patates, soğan ve ekonomi teröristlerini icat ettiniz. Tüm muhalifler iç düşman gibi algılanmaya ve anlatılmaya başlandı.

Savaş ve çatışma çıkarmadan, gerginlik ve kutuplaştırma yaratmadan ayakta duramayan bir iktidar sürecini yaşıyoruz. Afrin, Kuzey Doğu Suriye, şimdi de Doğu Akdeniz. Denizden sonra sıra herhalde imkânınız olsa uzaya gelecek!

İçişleri içeriyi karıştırmaktadır. Dışişleri dışarıyı karıştırmaktadır. Hazine ve Maliye ekonomiyi karıştırmaktadır. Olmuşsunuz Ayrıştırma ve Karıştırma Partisi.

Devlet partileşti. O nedenle iktidara muhalefet etmek devlet düşmanlığı olarak kabul edilmekte ve muhalif olanlara gayri hukuki yaptırımlar uygulanması haklı görülmektedir. Valilerin AKP il başkanı, yargıçların AKP hukuk bürosu elemanı gibi çalıştığı, ihalelerin adrese teslim ticari bir oligarşiye dönüştüğü bir dönemi yaşıyoruz.  Türkiye’de siyasetin bu eksenden çıkarılarak barış ve çoğulculuk eksenine oturtulması önde gelen bir amaç olmalıdır.

Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri;

Gerçekleri konuşmamız sizi rahatsız ediyor. Ama bizim üzerinde durduğumuz sorunlar kişisel sorunlarımız değil. Her biri toplumsal sorunlar. Canınızı acıtsa bile dinlemek durumundasınız. Dinleyin ve tefekkür edin diyoruz. Bugün bizim söylediklerimizi artık sizin mahalledekiler de söylüyor. Ama duymak istemiyorsunuz. Telaşınız ve öfkeniz tek adam rejimini sürdürme imkânının daraldığını görmenizden ve toplumsal siyasal muhalefetin moral ve özgüveninde yükseliş yaşıyor olmasındandır.

Tek adam rejimi karşısında demokratik bir duruşu olan toplumsal ve siyasal muhalefetin başarısı ancak ve ancak demokrasiyi yeniden kazanma yönünde olursa anlamlı bir sonuca ulaşacaktır.

İktidarın demokratik meşruiyeti ortadan kaldıran bir çizgide inat ediyor oluşu, ele geçirdiği tüm devlet aygıtlarını ve kurumlarını kendi çıkarları için kullanmaktaki kararlı tutumu, evrensel demokrasi ve hukuk ilkeleri zemininde bir araya gelen toplumsal ve siyasal muhalefetin önemini büyütmektedir.

Tek adam rejiminin değiştirilip dönüştürülmesi, ancak toplumsal adaleti esas alan gerçek bir demokrasiyle mümkündür. Yani çoğulcu, hukukun üstünlüğüne dayanan, insan hak ve özgürlüklerini temel alan, vatandaşın haklarını ve demokratik katılımını esas alan, yerel yönetimler üzerindeki merkezi vesayeti kaldıran, yargı bağımsızlığı ve basın özgürlüğüyle demokrasiyi güçlendiren ve güvenceye alan bir demokratik cumhuriyet seçeneğinin ve hedefinin temayüz etmesi bugünün temel ihtiyacıdır.

Gerçek bir demokrasi için katılımcı bir demokrasiye ihtiyaç vardır. Katılımcı demokrasinin öznesi halktır. Halk beş yılda bir oy veren, ondan sonra siyaset sahnesinde olup bitenleri seyreden pasif bir seyirci olmaktan çıkarak siyasetin ana aktörü olmalıdır.

Barışa, demokrasiye, adalete kanal açılmalıdır. Kanal deyince aklınıza Kanal İstanbul gelmesin. Sözünü ettiğim kanal, İstanbul halkının 31 Mart ve 23 Haziran’da açtığı kanaldır. Demokrasi ve adalet kanalıdır. Bunun unsurlarına 9 maddede kısaca değinmek istiyorum

1. Ekonomik krizin aşılması için iktisadi adalete ve barışa ihtiyaç vardır

Bugün bütün kamuoyu araştırmaları da göstermektedir ki, halkın birinci ve ikinci sorunu hayat pahalılığı ve işsizliktir. İktidar kabul etmese de yaşanmakta olan ekonomik krizin aşılması en temel beklentidir. Ülkeyi ve halkı yoksullaştıran bu ekonomik krizden çıkış, iktidarın yaptığı gibi dar gelirlilere, ücretli çalışanlara, emekçilere, işçilere, esnafa, küçük üreticiye, çiftçiye, yeni dolaylı vergilerle yüklenmekle ve sermayenin çıkarlarını eksen alan bir yerden olamaz. Yapılması gereken, üretimi artırıcı bir planlama ve toplumsal adaleti, adil bir bölüşümü sağlayacak düzenlemelerdir.

Tek adam rejiminin ülke kaynaklarını kendi çıkarları için yağmalaması ve yayılmacı hayallerle gerçekleştirilen silahlanma ve savaş harcamaları, askeri sınai kompleks üzerinde geliştirilmeye çalışılan ekonomi karşısında toplumsal barış politikaları çıkış yoludur.

2. Yeni-Osmanlıcı anlayıştan vazgeçilmelidir

İktidarın Suriye’ye ve Libya’ya askeri müdahalesi ve Doğu Akdeniz’deki maceracı politikalar, yayılmacı bir dış politikanın unsurlarıdır ve Türkiye’yi ağır bir mülteci sorunuyla, uluslararası gerilimlerle, ağır silahlanma ve savaş harcamalarıyla yüz yüze bırakmaktadır. Bu politikalar, ‘Emevi camiinde namaz kılacağız’ anlayışı, stratejik derinlik zırvalığının tarihsel sığlığa dönüşmüş olması, komşularımızla sıfır sorun derken sıfır komşuya varılmış olması, komşularımızda yaşanan felaketlerden nemalanma anlayışı ülke için büyük sorunlar yaratmaktadır. İktidar, dış politika için “artık oyun kuran bir Türkiye var” diyor. Doğrusu şudur: Oyun kuran değil, kurduğu oyuna kendisi düşen, içinden çıkamayan ve küresel güçlerin kurduğu oyunların uygulayıcısı durumuna gelmiş bir Türkiye vardır.

İktidar asıl oyunu bu ülkenin yurttaşına kurmaktadır. Yanlış dış politikanın yarattığı ağır maliyeti karşılayabilmek için zamlarla, vergilerle, seçmen iradesinin gaspıyla, halkın vergilerini yandaşlara peşkeş çekmeyle, doğayı tahrip etmekle asıl bu ülkenin yurttaşlarına karşı oyun kuruyorsunuz. Yurtta ve cihanda savaş, yurtta ve cihanda kutuplaşma ve yurtta ve cihanda gerginlik anlayışı bir an önce terk edilmelidir.

Türkiye, bölgesindeki komşularına ancak güçlü bir demokrasi ve ekonomi ile örnek olabilir. Güçlü ve sağlıklı ilişkilerin temeli budur ve bu olmalıdır. Askeri güç ve tehdit politikaları değil. Güçlü demokrasi, evrensel demokrasi ve hukuk ilkelerine sahip çıkmakla olur. Avrupa ile güçlü, istikrarlı ve sağlıklı ilişkiler demokrasinin güçlenmesini sağlayabilir.   

3. Kürt sorununun çözümü için eşit ve özgür yurttaşlık, güçlü yerel demokrasi temelinde adım atılmalıdır

Kültürü, anadili, varlığı yok sayılan, inkâr edilen, asimilasyona tabi tutulan Kürt halkı yüzyıllık bir mücadele ile kendisine bir yer açmaktadır. 'Buradayım' demektedir. 'Biz varız' demektedir. 'Eşit koşullarda, demokratik bir ortamda birlikte yaşayalım' demektedir.

'Varlığımı ve kültürümü yok saymadan, üstünlük taslamadan ortak bir geleceği ortak vatanda kuralım' demektedir. Bu, kendisine büyük bedeller ödeyerek açtığı yeri yok etmeye, kapatmaya çalışan zihniyete ve yapılara karşı da direneceğini göstermektedir. Milyonlarca Kürt yurttaşın hakkını, hukukunu, varlığını, iradesini, anadilini çiğnemeye, gasp etmeye hakkınız yok demektedir.  

Bu tutum ve çağrı çok açıktır. Bu aynı zamanda eşitlik ve demokrasi teklifidir. Kürt sorunu görmezden gelinerek Türkiye’nin yönetilmesi de, kalkınması da, demokratikleşmesi de mümkün değildir. Cumhuriyet tarihinin de gösterdiği gibi bastırma yöntemleri sorunu ortadan kaldırmamakta, aksine tüm ülkeyi ve ilişkileri çürütmekte ve bölmektedir. Evrensel hukukun gereği olarak Kürt sorununun, müzakereler yoluyla, kültür, anadil ve kimliğin saygı görmesi, eşit yurttaşlık ve yerel demokrasinin güçlendirmesi temelinde çözüm adımları hem mümkün hem de zorunludur.

Bu amaçla bu parlamentoya ve parlamentodaki partilere çağrımız ve teklifimiz açıktır. Gelin bu tarihsel sorunun çözümü doğrultusunda adımlar atabilmek için bütün partilerin eşit olarak katılacağı bir komisyon kuralım. Birlikte tartışalım, müzakere edelim, hangi adımların atılacağına dair konuşalım. Toplumsal barış ve toplumsal uzlaşma için adım atalım. Meclis çatısı altında demokratik bir cumhuriyetin inşası için çalışmalar yapalım.

Konuşmak, müzakere etmek, diyalogu geliştirmek bir çıkış yoludur. Konuşarak çözemeyeceğimiz sorunumuz yoktur ve olmamalıdır. Barış içinde yaşama hakkı temel bir insan hakkıdır. Barış tüm insan haklarının gerçekleşmesinin ön koşuludur. Barışın ve barışmanın sağlanmadığı bir toplumda ve ülkede, başta yaşam hakkı olmak üzere hiçbir insan hakkı güvence altında değildir. Barış, toplum içinde diyaloga, karşılıklı anlayışa, müzakereye dayanan bir kültürdür aynı zamanda. Türkiye’de çatışma kültürüne son vererek barış kültürünü yeşertecek, savaş politikalarını sona erdirecek, toplumsal uzlaşıyı sağlayacak bir ortama ihtiyaç vardır. Yurttaşların devletten barışın sağlanmasını talep etme hakkı vardır ve biz bu hakkı kullanmakta kararlıyız.

Barış, aynı zamanda savaş ve çatışma nedenlerinin de ortadan kalkması demektir. Birlikte yaşam iradesini güçlendirecek demokratik ve adil bir düzenin kurulması ancak eşitler arasında ve özgür bir diyalogla olur.

4. Çoğulculuk demokrasiyi yok eden çoğunlukçuluğun panzehridir

Çoğulculuk ilkesi demokrasinin en temel unsurudur. Çoğulculuk farklı kimlik ve kültürlerin tanınması, kamusal alanda farklılıklara yer açılması ve bireylerin farklılıklarıyla birlikte eşit olarak yaşayabilmesi olanağını sağlar. Çoğulcu bir toplumdaki eşitlik anlayışı, farklılıkları görmezlikten gelen değil, farklılıkları kabul eden bir eşitlik anlayışıdır. Farklılıkların tanınması ve anayasal güvence altına alınması gerekir. Birlik, bütün farklı kimlikleri asimile eden tek bir kimlikle sağlanamaz. Farklı kimliklere saygı gösterilmesi gönüllü birliği sağlar ve güçlendirir. Farklı kimliklere sahip toplumların birlikte yaşaması aralarında güçlü iletişim sağlanması ile mümkün hale gelir. İletişimin amacı, birbirini zorla değiştirmek değil, birbirini tanımak ve kabul etmektir.

Yürütmeyi dengelemek için katılımcılık, demokratik bir toplum için vazgeçilmezdir. Bizler katılımcılık derken sizler kayyım diyorsunuz. Yerel iradeyi ve seçmen iradesini çiğniyorsunuz. Katılımcı bir demokrasinin gerçekleşmesi için Türkiye’de bir ademi merkeziyetçilik reformuna gidilmesi, merkez-yerel ilişkisinin yeniden tanımlanmasına gerek vardır. Bizler, hizmet yerindelik ilkesi uyarınca daha etkin bir biçimde verilmeli, halk karar alma sürecine katılmalı derken, siz merkezden vali ve kaymakamları kayyım olarak atıyorsunuz. Merkezin baskıcı vesayetini artırıyorsunuz.

Kayyım, “başkasına ait bir işi görmek için tayin edilen kimse”dir. Yani iradeye el koyan, ipotek koyan, gasp eden bir anlayıştır. Kayyım atadığınız yerlerde Kürt halkının iradesi yok sayılmaktadır. Belediye binalarına el koyabilirsiniz. Halkın kaynaklarını talan edebilirsiniz. İhale şampiyonları yaratabilirsiniz. Yetimin, yoksulun hakkını çereze, kadayıfa, tespihe hediyelere verebilirsiniz. Evet. Ama asla kalıcı olamazsınız. Asla bir halkın iradesine el koymayı başaramayacaksınız. Bu tutumla Kürt halkının gönlüne giremeyecek, Kürt halkının onayını alamayacaksınız. Bu çok net.

Güçlü yerel demokrasi üzerinde yükselen güçlü parlamenter sistem, yürütme gücünün paylaşılmasına yol açar. Sizin yarattığınız sistemde böyle bir olanak yoktur.

5. Demokrasinin vazgeçilemez ilkesi olarak din ve vicdan özgürlüğü ile laikliğin güçlendirilmesidir

Yurttaşların farklı inançlarından dolayı ayrımcılık yaşaması, kendilerini güven ve huzur içinde hissetmemeleri ciddi bir toplumsal sorundur. Alevi toplumu da Hırıstiyanlar da son derece kaygılıdır ve haklıdırlar. Devlet, tüm inançsal kimlikler karşısında eşit mesafede durarak, eşitliği sağlayarak farklı inanç ve kültürlere anayasal güvencenin uygulayıcısı olmalıdır. İnançlardan birine özel destekler sunmak, ki bugün Diyanet’in durumu budur, inanç özgürlüğünün güvencesini ortadan kaldırır.

Türkiye’nin inançlar ve halklar çeşitliliği, iktidar politikaları sebebiyle aşınmakta ve halklar arasındaki ayrışma yaşanmaktadır. Toplumsal barışın sağlanabilmesi için ilk elden atılması gereken adım inanç, ibadet, dil ve kültür alanlarında eşitliğin ve özgürlüğün sağlanmasıdır. Bu kapsamda tüm inanç merkezleri gecikmeden yasal statüye kavuşturulmalıdır.

6. Kadına yönelik ayrımcılık ve şiddet son bulmalı

Toplumsal cinsiyete yönelik ayrımcılık ortadan kaldırılmalı, toplumsal cinsiyet eşitliği her alanda sağlanmalıdır. Yani kadınlar ve erkekler eşit haklara sahip olmalı. Kadına yönelik şiddetin son bulması için Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi ile ilgili yükümlülükler yerine getirilmelidir.

Eşbaşkanlığa ve eşit temsiliyete ideolojik karşıt yaklaşım kadınlar üzerinde erkek egemenliğinin devam edebilmesi için kullanılmaktadır. Eşbaşkanlık sistemi toplumun yarısını oluşturan kadınların eşit temsili demektir. Kotalarla değil, eşit temsille kadınlar kendi sorunlarına sahip çıkabilir ve erkeklerin egemenlik kurmasını engelleyebilir.

7. Hukuk devleti yeniden yapılandırılmalı, yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığı sağlanmalı

Adalete inancın sarsıldığı ve toplumda adalete güvenin inanılmaz azaldığı günümüz Türkiye’sinde, adil yargılanma ve savunma hakkının sağlanması son derece acil bir ihtiyaçtır. Adaletin temeli olan hukuk, Türkiye’de her zaman sorunluydu. Ancak askeri müdahaleler ve nihayet tek adam rejimi, hukuku tümüyle işlevsizleştirdi. Yargı tümüyle bağımlı, taraflı ve siyasal bir hale geldi, evrensel hukukla bağlarını kopardı. Hukukun üstünlüğü yerini üstünlerin hukukuna bıraktı.

Bakın 'paralel yapı' diye adlandırdığınız dönemde yaşanan hukuk skandalları sonucunda 10 bin gözaltı ve tutuklu vardı. Sona erdirildiği söylenen bu dönemde, yaklaşık 5 bin hakim ve savcının görevden ihraç edildiği son 4 yılda, yine yaklaşık 10-15 bin partilimiz gözaltına alındı yaklaşık 10 bini yakını tutuklandı. Paralel yapıyı kuranların usulleri kalıcı oldu. Hazin bir durum.

‘Eğer bir ülkede adalet yozlaşırsa, o memleketin dibi oyulmuş demektir. Adaleti çökmüş bir milleti hiç kimse kurtaramaz’ der Yaşar Kemal. Attığınız adımlarla yargı, yasama ve yürütme işlemlerini denetleyebilecek bir kurum olmaktan çıktı. Adalet dağıtmak için yargı tarafsız ve bağımsız olmalı; Hakim ve Savcılar Kurulu’nun yapısı değişmeli; siyasal iktidarın baskı ve yönlendirmelerine karşı güvenceye kavuşturulmalı, atamalarda sadece liyakat ölçüt olmalıdır.

8. Yönetim biçiminin demokratik ve parlamenter bir hale getirilmesi şarttır

Demokrasi, iktidarın, yasama ve yargı gibi farklı kuvvetlerin tek elde ve kişide toplanması kesinlikle değildir.  Mutlak iktidarcı, tüm iktidarı tek elde toplayan ve denetlenmeyi imkansız kılan, denge denetleme mekanizmalarını işlevsiz kılan mevcut ucube sistem, Türkiye’nin sorunlarını arttırmaktadır. Halkın özgürce bilgilenme, kısıtlanmadan seçme, seçilme ve iktidarı denetleyebilme hakkının, her türden vesayet kurumundan kurtarılmasının sağlanması gerekir. Güç yoğunlaşmasını önlemek, gücün paylaşılmasını sağlamak çoğulcu demokrasi için elzemdir. Toplumsal uzlaşıyı sağlayacak bir tutum ancak böyle gelişebilir.

Parlamenter demokrasinin yerinden yönetim ilkesiyle güçlendirilmesi bugünün ihtiyacıdır. 

9. Geniş tabanlı bir toplumsal sözleşme yapılmalıdır

Tüm bu temel sorunların çözümü, tek adam rejimi inşası sürecinde daha da ağırlaşmış olan anayasa sorunuyla doğrudan bağlıdır. Türkiye’nin, hukukun üstünlüğüne dayalı, katılımcı ve çoğulcu parlamenter demokrasiyi, kuvvetler ayrılığını, denge ve denetleme mekanizmalarını, demokratik yerel yönetimleri güvenceye alacak yeni bir anayasaya ihtiyacı vardır.

Yeni bir demokrasi projesinin aracı yeni bir anayasadır. Yeni bir anayasa yapılmadan demokratik bir Türkiye’yi hayata geçirmek imkansızdır. Bunlar için ilk adımda bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç vardır. Bütün siyasi partilerin ve sivil toplumun katkısıyla, tüm toplum kesimlerinin katılabileceği bir süreç, demokratikleşmenin önünü açacaktır. Yeni bir anayasa öncesinde bir geçiş dönemi için bir ilkeler bildirisi üzerinde uzlaşı sağlanması önemlidir.

Yeni anayasa, herkesin farklı kimliği, kültürü, anadili ile eşit yurttaşlık haklarına kavuşacağı, eğitim, sağlık ve iş güvenliğine sahip olduğu, devletin herkesin inancına ve yaşam tarzına, siyasi düşüncesine karşı tarafsız ve saygılı olduğu, kadına yönelik şiddetin son bulduğu, tarihi ve doğal varlıkların, diğer canlıların yaşam alanlarının ve kentlerin korunduğu bir yaşamı, hukukun üstünlüğünü, evrensel hukuku ve sosyal devleti güvenceye almalıdır.

Halklarımıza bir kez daha çağrı yapıyoruz: Bugünkü sistemin halklarımıza demokrasi ve özgürlük getirmediği ve getirmeyeceği kesindir. Demokratik siyaset, dayanışma, toplumsal ve siyasal muhalefetin birlikte hareket etmesi bu cendereden çıkışın yoludur. Emekten, demokrasiden özgürlüklerden, adaletten, eşitlikten yana olan tüm kesimlere çağrımızdır. Hep beraber demokrasi ve adalet için mücadele edelim.

Bu iktidarın tekçi ve düşman yaratıcı siyasetinin bir şekilde mağdur ettiği kesimler olarak çok kalabalığız ve bizler her geçen gün daha da güçleniyoruz. Çağrımız, bu güçlenerek büyüyen BİZLER’edir:

Emeği sömürülen işçiye, ürününün karşılığını alamayan çiftçiye, siftah bile yapamadan dükkânını kapatan esnafa, hiç durmadan eriyen asgari ücretle yaşam mücadelesi veren, borçlanmak zorunda kalan, kötü beslenmeye mecbur olan, işsizlik belasıyla boğuşan halklarımıza nefes aldırmak için,

Adil bir vergi sistemi ve israfları bitirerek oluşturacağımız kaynaklarla yoksulların gelirini artırmak için,

İş cinayetlerine son vermek, işsizlik ve kayıt dışı çalışmayı önlemek, tüm güvencesiz çalışma biçimlerini kaldırmak için,

Savaşın, israfın ve yönetememenin yol açtığı ekonomik krizin ağır yükünün halklar üzerine yıkılmasını engellemek, ekmeğimizi adaletli bölüşmek için,

Erkek egemen zihniyetle hayatın her alanında mücadele etmek için,

Kadınların bedenine, söz ve yaşam hakkına sahip çıkabilmeleri için,

Eşit işe eşit ücret için,

Kadınların eşit temsiliyetini güvence altına almak, eşbaşkanlığı her yerde var etmek için,

Ev içindeki emeği görünür kılmak için,

Düşüncelerini özgürce ifade edebilen nesiller yaratabilmek için,

Gençlerin geleceğe daha güvenle ve umutla bakabilmeleri için,

Aktif, düşünen, üreten, eleştiren ve topluma dair tasarıları olan bir gençlik için,

Her bir çocuğun mutlu ve barış ortamı içinde yaşayabilmesi için,

Anadilinde, bilimsel ve insan haklarına dayalı bir eğitim sistemi için,

Çocuğa yönelik cinsel şiddet suçlarını önleyecek, politikalar geliştirebilmek için,

Kürt sorununda onurlu ve kalıcı barışı sağlamak, demokrasi ve diyalogla örülen bir toplumsal uzlaşma ve toplumsal barış yolu için,

Geçmiş ile yüzleşmek ve geleceği sağlam kurabilmek için,

Savaştan, işgalden ve şiddetten yana politikaları bitirmek için,

Demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir yönetim anlayışını geliştirmek ve uygulamak için,

Ezilen ve dışlanan tüm kimlik, inanç, kültür gruplarının ve cinsiyet kimliğinin üzerindeki baskıların bitmesi için,

Ormanları, kıyıları, meraları, tarım arazilerini, sit alanlarını, doğal, kültürel ve tarihsel zenginliklerimizi korumak için,

Doğa hakkını savunmak ve kaynakları tahrip eden israf projelerini durdurmak için,

Bu ülkenin bütün ezilenlerine, yok sayılanlarına, görmezden gelinenlerine, mağdurlarına ve mazlumlarına sesleniyoruz. Bu çağrımız sizedir. Bu sistemin değişmesi için yan yana gelelim. İktidar zayıflamıştır ve gidicidir. Bizler ise özgüvenli ve moralliyiz. 

Halklarımızla her yerde yan yana, omuz omuza olmakta ve demokratik siyaset mücadelemizi büyütmekte, barış, eşitlik, adalet mücadelemizi sürdürmekte kararlıyız. Bu şekilde de devam edeceğiz. Biz ne kadar güçlü ve birlikte olursak, hep birlikte mücadelemizi ortaklaştırırsak bu iktidar da o kadar hızlı değişecektir.