Saruhan Oluç: Enseyi karartacak durum yok. Mücadeleye devam

Parti Sözcümüz Saruhan Oluç’un International Press Agency, IPA’ya verdiği ve 10 Ağustos tarihinde birinci bölümü, 12 Ağustos tarihinde ise ikinci bölümü yayınlanan röportajı:

24 Haziran seçimlerinden sonra Türkiye’de yönetim sistemi değişti ve parlamenter demokrasi modelinden cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine geçildi. Meclis’te siyasi partiler temsil edilse de Cumhurbaşkanı’na tanınan yeni haklar ‘tek adam’ iktidar modelini güçlendirdi. Bu süreçte muhalefetin nasıl politika izleyeceği, etkin muhalefet yapıp yapamayacağını zaman gösterecek.

Türkiye’nin içinden geçtiği süreci, yeni yönetim sistemini, OHAL sonrası yasaları, Dolmabahçe’de devrilen masayı, resmen bitirilen çözüm sürecini, Selahattin Demirtaş’ı, insan hakları ihlallerini, toplumsal barış ve HDP’nin geleceğini HDP Sözcüsü İstanbul Milletvekili Saruhan Oluç, IPA’ya değerlendirdi.

Kurulan yeni sistemi nasıl tanımlıyorsunuz?

“FAŞİZMİN KURUMSALLAŞMASI”

Bizim için bir tek lafla tanımlamaktan daha çok yeni sistemin tarif edilmesi önemli. Biz bu süreci, yani tek kişi yönetimine doğru giden süreci yaklaşık üç yıldır tartışıyoruz. Bütün bu süreci faşizmin kurumsallaşması olarak değerlendirdik. Fakat bir tek tanımla ele aldığımızda, derdimizi tam olarak tanımlayabildiğimizi düşünmüyoruz. O yüzden yaşananı biraz daha net olarak anlatmak gerekiyor. Yaşanılanlara baktığımızda demokratik her türlü işleyişin ve kurumun bertaraf edildiği bir sistemle karşı karşıyayız. Yani kuvvetler ayrılığının yok sayıldığı, yasamanın etkisiz hale getirildiği, her şeyin güçlü bir yürütme oluşturacağız diye bir yürütme etrafında buluşturulduğu, yargının bağımlı ve taraflı hale getirildiği ve esas itibariyle de yürütme gücü, yani Cumhurbaşkanı tarafından belirlenir hale geldiği ve Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile yönetilen bir sistemden söz ediyoruz en kısa haliyle baktığımızda.

“SEÇİMLİ HÜKÜMDAR”

Çeşitli tanımlamalar yapılabilir yeni sistem için. Özellikle Avrupa’da siyaset bilimcilerin, “seçimli otokrasi” dedikleri bir tür “seçimli hükümdarlık” denebilir belki Türkçe’ye çevirdiğimizde. Seçimler üzerinden meşruiyetini sağlamaya çalışan, ama tek kişi yönetiminde olan, demokratik işleyişlerin, kurumların yok sayıldığı, Türkiye’nin imzalamış olduğu uluslararası demokratik sözleşmelerin yok sayıldığı, insan hak ve özgürlüklerinin büyük ölçüde çiğnendiği ve yok sayıldığı bir sistemle karşı karşıyayız. En son çıkarılan kalıcı OHAL yasası da aslında bunu pekiştiren bir şey oldu. Valilere süper yetkiler veren, gözaltı süresini bir hile ile uzatan ve özellikle hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarına, hem de Venedik Komisyonu Kararları’na aykırı bir durum ortaya çıkarıldı. Daha çok sürece ve yapılanlara bakmak gerektiğini düşünüyoruz. Ama kabaca baktığımızda tek kişi yönetiminin bu şekilde tarif edileceği kanaatindeyiz.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, HDP için, “Parlamentoya girsinler diye onlara destek verenler de bunun hesabını verecekler. Nereye gizlenirlerse gizlensinler. Nereye kaçarlarsa kaçsınlar. Sırtlarını kime dayarlarsa dayasınlar. Alçaklardan katliamın hesabın soracağız.” dedi. Kimi ve kimleri hedef aldı? Bunları söyleyerek HDP’ye destek veren kitleye, diğer siyasi partilere yönelik cadı avı mı başlayacak sizce?

“HDP’NİN SİYASETTEN TASFİYESİ HEDEFLENMEKTEDİR”

İktidarın ve birlikte olduğu koalisyonunun -ki bu koalisyon ırkçı ve faşist bir koalisyondur, MHP ve Ergenekon ittifakıdır-  HDP’yi demokratik siyaset alanından tasfiye etme hedefi vardır. Son 3 yıla baktığımızda bunu görebiliyoruz. 7 Haziran 2015’te HDP’nin aldığı sonuç bu koalisyon için son derece ürkütücü olmuştur. Aslında bu sonucun Türkiye demokrasisi açısından ne kadar ileri bir adım olabileceğini düşünmek yerine, onlar geleneksel anlayışlarına ve tezlerine sarılarak HDP’yi tasfiye edip bu gücü ortadan kaldırmayı kendilerince daha akıllıca görmüşlerdir. Şimdi de bu durumla karşı karşıyayız.

“ANAYASA’YI TEK BAŞINA DEĞİŞTİREBİLMESİ İÇİN HDP’NİN MECLİS’TE OLMAMASI GEREKİR”

Çünkü Erdoğan’ın Anayasa’yı tek başına değiştirebilecek sayıya sahip olabilmesi için HDP’nin Meclis’te olmaması gerekir. 401 vekile ihtiyacı var. HDP Meclis’te olduğu sürece de bu 401 vekile ulaşamıyor. AKP-MHP Koalisyonu da ulaşamıyor. Bu nedenle HDP’yi hedef gösteriyor. Aslından Erdoğan’ın ve bu koalisyonun yapmak istediklerinin önündeki en büyük engeldir HDP.  

Herkesin cevabını merak ettiği bir soru: Demirtaş ve diğer siyasetçiler yaka paça gece yarısı evlerinden alınıp hapse atılırken Kürtlerin siyasetçilerine yeterince sahip çıkmadığına dair bir kanaat var. Seçim de geçtiğine göre Demirtaş Edirne Cezaevi’nde unutulacak mı?

“ÇOK SERT DEVLET MÜDAHALESİ İLE KARŞILAŞTIK”

Niye unutulsun? Ben böyle tarif edilmesinin doğru olmadığı kanaatindeyim. Çünkü sadece Kürt seçmen değil HDP’ye oy vermiş olan seçmenlerin de bir tepkileri söz konusu oldu. Ama bu tepki yeterli olmamış olabilir. Hem Selahattin Demirtaş’ın hem diğer vekillerin rehin alınması sırasında tepkiler oldu. Çok sert devlet müdahalesiyle karşılaştık. Diyarbakır’da da oldu, İstanbul’da da oldu. Sert müdahale ile karşılaşıldı. Dolayısıyla insanların tepki göstermediği doğru değil, ama gösterilen tepkiler karşısında çok ağır bir saldırıyla karşı karşıya kalındığı doğrudur. Belki bu gözden kaçırılıyor. Ancak sert muameleye maruz kalanlar hissedebiliyor, ama basında bu çıkmıyor, toplum bunu tartışmıyor.

“DEVLETİN SERT MÜDAHALESİ TOPLUMDA ELEŞTİRİLMEDİ”

Devletin çok sert tepkisi toplumun çeşitli kesimleri tarafından yeterince eleştirilmemiştir mesela. Böyle de bir gerçeklik var. Meselenin sahiplenmeme diye bir mesele olduğunu doğrusu düşünmüyorum. Ardından gelen süreçte de duruşmalar sahiplenildi. İnsanlar duruşmalara gidip izlemek istediler, yine engellendiler. En son seçimlerde alınan tutum ortadaydı. Bütün baskılara ve yasaklara rağmen, cezaevinden bir kampanya yürütülmesine rağmen, sayın Selahattin Demirtaş çok önemli bir sonuç aldı aslında. Ve HDP’nin de Meclis’e taşınmasında önemli bir katkısı oldu. Burada bir suskunluk ya da unutma hadisesi olduğunu doğrusu ben düşünmüyorum. Seçim zamanında yapılacaklarla seçimden sonra yapılacaklar arasında tabii ki bir fark var. O zaman Demirtaş ve HDP bir kampanya yürütüyordu. Seçim dönemlerinde o koşullarda mümkün olduğu kadar çok fazla sesini duyurmaya çalışıyordu haklı olarak. Sosyal medyada ve başka mecralarda. O zaman yapılanlarla seçim sonrası yapılanları eşitlemek mümkün değil. Ama bundan dolayı bir unutma söz konusu değil.

“VEKİL OLARAK CEZAEVLERİNİ ZİYARETİMİZ ENGELLENİYOR”

Tutuklu vekillerimizin her tür hukuki ihtiyaçlarına cevap veriyoruz. Bu yeni dönemde de insanlarla görüşmek için talepte bulunduk. Vekil olan insanların cezaevini ziyaret etmesi haktır. Biz hala çeşitli başvurular karşısında olumlu cevap alabilmiş değiliz. Geçmiş dönemde de böyleydi şimdi de böyle. Arkadaşlarımızla görüşmemiz engelleniyor. Sohbet etmemiz engelleniyor. Ama biz elimizden gelen katkıyı, çabayı gösteriyoruz. Elbette ki arkadaşlarımızı özgürleştirmek için hukuk mücadelesini de sürdürüyoruz aynı zamanda. Ama Türkiye’de bugün yargının bağımlı ve taraflı halini gördüğünüz zaman, hukuk mücadelesinin de sınırları olduğunu bilmek gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile Çözüm Süreci’nin hukukî zemini olan kanun kaldırıldı. Çözüm sürecinin açılmamak üzere kapandığı anlamına mı geliyor bu?

“4 NİSAN 2015’TE DEVİRDİLER MASAYI”

Bütün dönemler geçicidir, ama içinde bulunduğumuz dönemde kapalı olduğunu düşünüyoruz. Sadece Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile değil. Geriye dönüp baktığımızda 2015 Nisan ayından bu yana yapılanlara baktığımızda zaten bunu görüyoruz. ‘Donduruyoruz, askıya alıyoruz, buzdolabına koyuyoruz’ dediler arkasından masayı devirdiler. İmralı’da tecrit Sayın Öcalan’a 4 Nisan 2015’ten beri sürmektedir. Aslında son derece ağır bir tecrittir. Hiç görüşme yapılmamaktadır. Zaten 4 Nisan’da devirdiler masayı. Bu kararname ile attıkları adım da bunun yasal alandaki sonucunu yaratmaktır. Ama demek değildir ki, Türkiye’de asla barış konuşulmayacak. Biz öyle inanıyoruz ki, Türkiye’de toplumsal barış ciddi bir ihtiyaçtır. Bunun konuşulacağı zamanlar elbette gelecektir. Ama muhatapları kim olacaktır, nasıl olacaktır bunu tabii ki zaman gösterecektir.

“BU BİR SAVAŞ İKTİDARIDIR”

Biz şu andaki iktidarın herhangi bir şekilde bir çözümden, barıştan yana olduğu kanaatinde değiliz. Bu bir savaş iktidarıdır. Koalisyonu da savaş koalisyonudur zaten. Sadece içeride değil dışarıda da savaş koalisyonudur. Savaşın adımlarını atmaktadırlar. Sözünü ettiğimiz kararnamenin kaldırılması da sürpriz olmadı bizim için. Zaten işlemeyen bir şeyi ortadan kaldırmış oldular. Kendilerinden beklediğimiz de buydu doğru söylemek gerekirse. Bizi şaşırtan bir şey olmadı.

Dolmabahçe Mutâbakatı’nda yer alan isimlerin çoğu ya cezaevinde ya da siyasette geri plana itildi. Sizce bu tasfiyeye karar veren o irade kim ya da kimlerden oluşuyor?

“AKP-MHP KOALİSYONU İÇİN MASANIN DEVRİLMESİ ŞARTTI”

Şu andaki iktidar ve devlet yapısı ve AKP-MHP Kounalisyonu’n kurulmasının yolu masanın devrilmiş olmasıydı. Yoksa AKP-MHP- Ergenekon ittifakının kurulması mümkün olmazdı.

Meclisten geçen son OHAL sonrası yasa ile Sıkıyönetim Kanunu lağvedildi. Sıkıyönetim lağvedilirken “Savaş ve seferberlik halinde bölgedeki komutana istediği kişiyi yargılatma ve istediği kişiyi kovuşturma yetkisi verildi. Bu ne demek? Ülke savaşa mı hazırlanıyor?

Biz kalıcı OHAL derken bunları kastettik. İsim olarak OHAL sona ermiş oldu. Çünkü uluslararası ilişkiler açısından da, sermaye ile ilişkiler açısından da OHAL adı daha fazla taşınabilir bir şey değildi iktidar için. Ama OHAL dönemindeki bütün işleyişleri yasa haline getirdiler. OHAL artık Türkiye’de sürekli hale gelmiştir. Bu sözünü ettiğiniz de bunun bir parçasıdır. OHAL koşulları altında yapılabileceklerin OHAL olmadan da yapılabildiğini gösteren düzenlemelerdir.

“Faşizmin kurumsallaştığı” devlet yapılanmasında HDP’nin izleyeceği yol nasıl olacak? Nasıl bir politik hat belirlediniz?

Birincisi, bu süreç karşısında mümkün olduğu kadar geniş bir demokrasi cephesinin oluşması ve ortak mücadelenin gelişmesi gerekiyor. Bu çok önemli. Çünkü, bu tür bir yapının sadece bir parti tarafından engellenmesi, durdurulması söz konusu olmaz. Ülkedeki bütün demokrasi ve emek güçlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların, yurttaş girişimlerinin, siyasi partilerin bir ortak mücadele zeminine ihtiyacı vardır bu kurulan sistem karşısında.  

“ORTAK MÜCADELE ZEMİNLERİ GELİŞTİRMEK”

Bunun hangi fikirler etrafında oluşması gerektiğine baktığımızda, aslında çok basit, asgari demokrasi taleplerinde, demokratik hak ve özgürlükler, hukuk zemininde buluşulması mümkündür diye düşünüyoruz. Biz uzun süredir ortak mücadeleden söz ediyoruz. Bunun gerçekleşmesi için de adımlar atıyoruz.

Önümüzdeki döneme de böyle bakıyoruz. Mümkün olduğu kadar geniş bir mücadele cephesine, sadece merkezde değil yerellerde de ayakları olan, yerel, toplumsal muhalefet odaklarını güçlendiren bir anlayışla herkesi bir araya getiren mücadele ortaklığına ihtiyaç var. Önümüzdeki dönemde de ortak mücadele hattının gerçekleşmesi için mücadelemizi sürdüreceğiz.

“YEREL SEÇİMLERDE TARİH DEĞİŞİKLİĞİ İÇİN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ŞART”

İkincisi, yerel seçimlere yaklaşılıyor. Tarihte herhangi bir değişiklik olmazsa, ki bunun için Anayasa değişikliğine ihtiyaç var, 30 Mart 2019 tarihinde yapılacak yerel seçimler. Bu yerel seçimler önemlidir. Bir kez daha merkezi iktidarın karşısında yerelin gücünü gösterecek, yerel toplumsal muhalefetin gücünü gösterecek bir adım olacaktır. Çünkü bugünkü iktidar, tek kişi yönetimi dediğimiz şey aslında Türkiye’deki idari yapıyı mümkün olduğu kadar merkezileştiren, tek bir yere toplayan bir anlayışa sahiptir.

“ADEM-Î MERKEZİYETÇİ BİR ANLAYIŞA SAHİBİZ”

Bizim ise merkezi iktidar anlayışına karşı sistem alternatifimiz, cevabımız adem-i merkezi bir sisteme dayanmaktadır. Bizim anlayışımız, iktidarın bütün alanlarının merkezileşerek tek bir kişide, tek bir odakta toplanması değil, tam tersine merkezi yetkilerin mümkün olduğu kadar yerellere dağıtılmasıdır. Adem-i merkeziyetçi sistem şu açıdan önemlidir: Hem Türkiye gibi büyük bir coğrafi alanda bu dönemde her şeyi bir merkezde toplamak gerçekçi ve mümkün değildir, nitekim göreceğiz önümüzdeki günlerde. Hem de bu demokratik değildir. Yerellerde insanların karar süreçlerine katılması, yönetim süreçlerine katılması çok daha mümkündür ve yerel demokrasi geliştikçe ülkedeki demokraside gelişme sağlanır. Eğer bir ülkede yerel demokrasi yoksa merkezde de demokrasi yoktur.

“MERKEZİ İKTİDARI YERELLER İLE KUŞATMALIYIZ”

Dolayısıyla biz yerel seçimlere giderken de yerel demokrasi anlayışını güçlendirecek, yerel toplumsal muhalefet odaklarını güçlendirecek bir anlayışın öne çıkması gerektiğini düşünüyoruz. Merkezi iktidarı yereller ile birlikte kuşatmak gerektiğini düşünüyoruz. Böyle bir imkân vardır. Mücadelenin bu aşamasında yerel seçimlere giderken, yerelleri güçlendirmek mümkündür. Bunun için çalışmalarımızı yoğunlaştırdık.

Yerelleri güçlendirmek nasıl mümkün olacak?

Birincisi, yerel yönetimlerin merkezi iktidardan alınması önemlidir. Elbette hepsini alıp sıfırlamak mümkün değildir, ama özellikle metropoller açısından baktığımızda, ki İstanbul başta olmak üzere birçok metropolde bu mümkündür. Batı metropollerinde merkezi iktidardan yerel yönetimlerin alınması mümkündür. 24 Haziran seçimlerinin sonuçları da doğru adaylarla, doğru politikayla ve doğru ittifaklarla aslından bunun yapılabileceğini göstermiştir.

“KAYYIM ATANAN BELEDİYELERİ GERİ ALMALIYIZ”

İkinci olarak, Kürt illeri açısından bakarsak, özellikle kayyımların atandığı ve henüz atanmamış olduğu yerler de dahil olmak üzere, Kürt illerindeki yerel yönetimlerin alınması ve yerel demokrasinin geliştirilmesi adımlarının atılması mümkündür. 24 Haziran sonuçları bize bunu göstermiştir. Dolayısıyla Batı’da ve Kürt illerinde bunlar gerçekleştirilirse merkezi iktidarın gücünün zayıflaması söz konusu olacaktır.

“AKP YEREL SEÇİMLERDE HEP OY KAYBETTİ”

Yerel seçimlere baktığımız zaman AKP her zaman merkezi seçimlerden daha düşük oy almıştır. 24 Haziran seçimlerinde belki insanlar çok farkına varmadı, ama AKP önemli bir oy kaybetti. Yaklaşık yüzde 7,5 bir kaybı var. Yerel seçimlerde bu kayıp artacaktır. Özellikle ekonomi alanında yaşanmakta olanları göz önünde bulundurursak, bu kayıp daha da artacaktır. Dolayısıyla AKP’yi biraz daha geriletmek, iktidarı biraz daha kuşatmak, sıkıştırmak mümkün hale gelecektir.

Kayyım atanan belediye sayınız nedir?

Şu an bizim bileşenimizin yönetimde olduğu 94 belediyeye kayyım atandı. 102 belediye vardı. 94’üne kayyım atandı.

HDP, yeni sistemi federasyon modeline götüren bir süreç olarak görüyor mu?

Böyle bir tartışmamız yok. Böyle bir tartışmanın varlığından da haberdar değiliz açıkçası. Bir ülkede iktidar merkezileştikçe demokrasi imkanları ortadan kalkar. Ne kadar çok merkezi olursa o kadar çok antidemokratik olur. Bu kadar merkezileşen bir iktidarda federasyon, özerklik ya da eyalet tartışması mümkün değildir.

“BU İKTİDARIN RUHUNDA DEMOKRASİ YOK”

Bu iktidarın ruhunda bir kere demokrasi yoktur. İktidarın ruhunda demokrasi yoksa, demokrasi zihniyetine sahip değilse bu tartışmaları niye yapsın bu iktidar. Böyle bir tartışma olduğunu zannetmiyorum. Yapanlar da büyük ihtimalle kendi küçük odaklarında yapıyorlardır. Türkiye’nin geniş toplumsal kesimleri açısından böyle bir tartışmanın olduğunu düşünmüyorum.

Bu sistemde AKP’nin topluma yönelik bir vaadi olabilir mi?

Şu ana kadar vaat ettiği, bizim konuştuğumuz sıralarda Türk Lirası’nın dolar karşısında değer kaybetmesidir. Şu an konuştuğumuzda belki 5,40 civarındadır, siz röportajı yayınladığınızda daha da yukarılara çıkmış olabilir. Bu ekonominin kötüye gidiş ifadelerinden bir tanesidir.

AKP’nin önümüzdeki dönemde Türkiye toplumuna vaat ettiği ekonomik olarak bir durgunluğun ve ağır işsizlik oranın olduğu, hayat pahalılığının gittikçe arttığı, toplumun emeği ile geçinen kesimleri için, emekçileri, işçileri, yoksulları için dayanılmaz hale gelen bir hayat pahalılığıyla, bir enflasyonla karşı karşıya kalınmasıdır. AKP’nin vaadi budur Türkiye’ye.

“TEK ADAMLIK ‘ŞAHANE’ BİR YÖNETİM DEĞİLDİR ASLINDA”

“Dolar niye bu kadar yükseliyor?” ya da “Türk Lirası niçin bu kadar çok değer kaybediyor?” diye tartışırken bakılması gereken yer sadece ekonomik ilişkiler değil, siyasi ilişkilerdir. Sizin tek adam yönetiminiz dünyanın hiçbir yerinde güven uyandıran ve ‘çok güzel, şahane bir yönetim’ değildir esas itibarıyla. Tek adam yönetimi arttıkça ve derinleştikçe Türkiye’deki güvensizlik, istikrarsızlık, ekonomik sıkıntılar artacaktır.

“HASTA TUTUKLU MESELESİNİ TBMM’DE GÜNDEME GETİRİYORUZ”

İHD’nin raporuna göre 75 yaşındaki Sisê nine gibi bin 154 hasta tutuklu cezaevinde. Ağır insan hakkı ihlaline giren bu uygulama karşısında TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun inisiyatif almamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bizim arkadaşlarımız komisyonda dile getiriyorlar. Bu konuda adım atılması için mücadele ediyorlar. Yeni de değil. Geçen dönem de aynı mücadeleyi sürdürdüler. Hasta tutsaklar meselesi çok uzun zamandır gündemde olan bir konu. 2013-2015 arasında Sayın Abdullah Öcalan’la görüşmelerin devam ettiği dönemlerde de gündemde olan bir konudur.

“CEZAEVLERİNİN AĞIR ŞARTLARINDA ÇOK İNSAN ÖLDÜ”

Çok sayıda hasta tutsak vardır ve insani bir taleptir bu aslında. İnsanların, ağır hastaların özellikle hayatlarının son dönemlerini ailelerinin yanında geçirmesinin çok insani bir şey olduğunu düşünüyoruz. Bunu 2013-2015 döneminden beri her fırsatta dile getirdik ve mücadelesini verdik. Maalesef çok az sayıda kişiyi tutsaklıktan çıkartabildik. Cezaevlerinde ağır şartlar altında birçok insan hayatını kaybetti maalesef.

“BU İKTİDAR İNSANİ TALEBİ KARŞILAYABİLECEK DEMOKRATİK KÜLTÜRE SAHİP DEĞİL”

Bir siyasi pazarlık konusu değildir kesinlikle. Ama bu iktidar herhangi bir insani talebi karşılayabilecek demokratik kültüre, demokratik değere sahip bir iktidar değildir ne yazık ki. Keşke böyle olmasa da hasta olan tutuklular ailelerinin yanına gidebilseler. Çok önemli bir adım atılmış olur. Ama bu iktidar bu adımı atacak durumda değil.

Yasadışı yollarla Türkiye’den çıkmak isterken Meriç’te, Ege’de boğulan insanlar hakkında sosyal medyada ve hükümete yakın gazetelerde, “vatan haini, terörist, iyi oldu geberdiler” gibi ağır hakaretleri siz nasıl yorumluyorsunuz? Yaşananlar karşısında toplumun ağzını bıçak açmıyor. Ne oldu, insanlık vicdanını mı kaybetti?

İnsanlar yaşanılan hak ihlallerine gereken tepkiyi göstermiyorlar. Bu vahim bir durum; ama bu iktidar öyle bir toplumsal ve siyasal iklim yarattı ki, büyük bir kutuplaşma çıktı ortaya. Büyük bir gerilim çıktı. Toplum neredeyse parçalara ayrılmış vaziyette ve bu parçaların her biri bir diğerinden çok uç noktada olsa da, bu lafla ifade edeyim ‘nefret ediyor’, birbirini sevmiyor. Verdiğiniz örnekte bebekler hayatını yitirdi.

“BEBEKLERE BİLE TERÖRİST DİYEBİLİYORLAR”

Oranın kaymakamı “orada ölenler Fetö’cüydü, teröristti” diyebiliyor. Hiç olmazsa iki bebek var de. Bebeklere bile terörist diyebiliyor bu kaymakam. Bu toplumun aynası bir taraftan baktığımızda. Halbuki bu kaymakam bunu dediği zaman, toplumun önemli bir kısmının kalkıp demesi lazım ki, ‘insani değerler var, bir ortak kültürümüz var. Bu konuşulacak laf değil’. Hakikaten bebeğin ne teröristi olacak. İşte böyle bir duruma getirdiler toplumu.

Bu iktidarın yaptığı bir şeydir esas itibarıyla. Ama ben bu kutuplaşmanın ebediyen böyle gideceği kanaatinde değilim. Bu tür iktidarların dünyanın başka yerlerinde de olduğu zamanlar biliniyor. Tarihsel örnekler de var bu konuda. Evet, akıl tutulmasının yaşandığı, birtakım insanlık değerlerinin, ortak kültürün yok sayıldığı dönemler kimi toplumlarda yaşanmış.

“BU AKIL TUTULMASI GEÇİCİDİR”

Ama bu geçicidir. Bu akıl tutulması geçtiği zaman, insanlar yeniden birbirlerini anlamaya başladıkları zaman aslında demokrasi de gelişmeye başlamış olur. Bizim de mücadelemiz böyle bir mücadeledir.

İnsanların birbirlerini anladığı, dinlediği, konuştuğu, müzakere ettiği, diyalogu sürdürdüğü, insani değerlere sahip çıktığı bir toplum hedefidir. Şu ana baktığımızda durum moral bozucu gibi gelebiliyor, ama bir taraftan da daha fazla insanın bu durumu fark etmeye, görmeye ve konuşmaya başladığını  görüyoruz.

Son olarak söylemek istedikleriniz…

Ben hep şunu vurgulamak istiyorum; son 24 Haziran seçimleri de gösterdi ki, AKP yüzde 7,5 civarında oy kaybına uğramıştır. İyi bir algı yönetimi yaptılar ve toplumun bunu görmesini engellediler. Öyle düşünüyorum ki, önümüzdeki yerel seçimlerde bu kayıp artacaktır. Dolayısıyla iktidar değişmez değildir. Hem 16 Nisan referandumunda hem de 24 Haziran seçimlerinde meşru olmayan yollarla iktidarı sürdürme imkanına sahip olmuşlardır.

“ENSEYİ KARARTACAK DURUM YOK, MÜCADELEYE DEVAM”

Ama her geçen gün bir aşınma yaşamaktadırlar. Dolayısıyla enseyi karartacak bir şey yoktur. Ve toplumun en az yarısının şu andaki iktidarın icraatlarının ve anlayışının karşısında olduğunu görmek düşünmek gerekir.

Toplumun yarısı büyüdükçe, güçlendikçe bu iktidarın değişmesi de gündeme gelecektir. Er ya da geç bir değişim yaşanacaktır. Bu şekilde Türkiye’nin devam etmesi mümkün değildir. Enseyi karartacak bir durum yok. Mücadeleye devam ediyoruz.

14 Ağustos 2018