Saray’ın bacasına manda yuva mı yaptı?
Savaş olanca hızıyla sürüyor.

Ölümler birbirini kovalıyor.

Yani TSK HPG’lileri, HPG’liler TSK’yı vuruyor. İddialar muhtelif. Ancak devlet güçlerinin çok ağır kayıplar verdiğine dair bölgeden gelen haberler hiç de yabana atılır cinsten değil.

Böyle olunca, savaş alanında bazı tuhaf görüntüler ortaya çıkıyor.

Bir takım badem bıyıklı, beyaz gömlekli, kravatsız erkekler, askerlerin toprağı kaplayan kanlarının üzerine, ellerindeki kalemlerle bir şeyler yazıyor.

“Bahoz Erdal’ı öldürdük.”

Zavallıların övündükleri işe bakın. Tel Hamis adlı bir terör örgütünün iddiasını manşetlerine geçiriyorlar, sonra da “biz öldürdük” diye bayram ediyorlar. Bu hallere düştüler.

Onlar bağırıp çağıra dursunlar, ben Cumhurbaşkanı’nı büyük bir dikkatle izliyorum. Kendileri şu sıralar NATO toplantısını yeni icra ettiler. Medya ile de buluştular.

Ancak...

Beklenen olmadı. Ne “PYD de PKK gibi bir terör örgütüdür” demesine omuz silken NATO başlarına, “ey NATO’nun soğan başları” lafları duyuldu. Ne de “üst akla” salvo atışlarından bir eser var.

Başbakan durup durup “içeride de barışalım” derken, Saray “Ne barışı ya, inlerine gireceğiz, dağları devirip ova yapacağız” demiyor.

Hepimiz ağzımız bir karış açık, devletin tepesindeki “muktedir” adama hayretle bakıyoruz. Rusya’nın uçağını düşüren, İsrail’e “one minute” diyen, Mavi Marmara’yı donatan, “Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımam” diyen bu adam mıydı? Hayret yani. Hiç benzemiyor. Ne oluyor, neler oluyor; Anayasa Erdoğan’a uyacaktı, Erdoğan mı Anayasa’ya uyuyor? Kim kimi uyduruyor? “Üst akıl” mı? Erdoğan neden Erdoğan gibi devam edemiyor?

Neden?

Çünkü Rojava Devrimi karşısında yenildi. Devrimin güçleri Minbiç’i kuşatmış. Kırmızı çizgi sararmış. Efrin ile Kobane “ha birleşmiş, ha birleşecekmiş”.

Güney Federe Kürdistan’ında işler sarpa sarmaya başlamış. Barzani sallanıyormuş. YNK-Goran birleşmiş. Süleymani’de “biji Serok Apo” sloganları yükselmeye başlamış. Musul’un kurtarılmasında HPG güçlerinin katkısı tartışılıyormuş.

Ya Kuzey?

AKP şehir savaşlarında yıktığı şehirlerin enkazının altında kalmış. Her yıkılan ev ve o evde can veren her Kürt, AKP iktidarına karşı birer öfke anıtına dönüşmüş. Beklenen olmamış. Halkı özgürlük hareketine karşı kışkırtma denemeleri hüsranla sonuçlanmış. HDP’nin düşürme niyeti iflas etmiş. PKK’ye karşı savaşta dünyanın desteğini alan iktidar, işlediği suçların ortaya çıkmasıyla uluslararası kamuoyunun ağır suçlamalarıyla yüz yüze gelmiş. Ve daha da önemlisi, IŞİD’in işgal ettiği her yerde, savaş sonrasında hegemonya hayali gören, Kerkük, Musul petrollerine el koyma planları yapan, Ortadoğu’da İsrail ve İran’a karşı, Sünni Müslüman kuşağına liderlik yapmaya kalkışan, Esad’ı devirip Emevi Camii’nde abdestsiz namaz kılmaya yeltenen, Mısır’da, Tunus’ta, Yemen’de Müslüman Kardeşler’le birlikte zafer peşinde koşan AKP ve Saray, bu savaşta yenilmiş.

Peş peşe teslim anlaşmaları imzalamaya başlamış. Umudunu Kürdistan’da ve Ortadoğu’da “kazanılacak zaferlere” değil, Rusya’dan yeniden gelecek turistlere bağlamış... Ve bütün bunlar olup bittikten sonra, şimdi AKP ve Saray, sinsi sinsi zemin kokluyor. “Dışarıda düşmanları azaltma” lafı, “baş düşman PKK’yi izole etme” anlamına geliyor. “İçeride düşmanları azaltma” lafları ise şu sıralar sıkça duyuluyor. AKP krizde. İzolasyondan çıkmaya ve özgürlük hareketini, HDP’yi, DBP’yi izole etmeye çalışıyor.

Geçmiş olsun.

Allahın çöllerindeki savaşı kaybeden Saray, Kürdistan dağlarında yolunu çoktan kaybetti...

Buradan çıkış yok...

Ben işte burada duvara yazıyorum:

Yarın “masa” yeniden kurulduğunda, o masanın başında Sayın Öcalan yerini alacak, ama masada AKP olmayacak...

Bir fıkra anlatılıyor: Sayın Öcalan’a sormuşlar; “Siz daha önce masanın baş köşesinde oturuyordunuz, ne oldu?”

PKK Önderi yanıt vermiş: “Yine baş köşede oturuyorum.” Soran şaşırmış, “Nasıl olur siz şu anda tecrittesiniz...” Apo gülmüş: “Ben nerede olursam olayım, o yer, zaten baş köşedir...”


Filiz Koçali

Halkların Demokratik Partisi
Seçim İşlerinden Sorumlu
Eş Genel Başkan Yardımcısı

12 Temmuz 2016