Sancar: İmralı’ya bağımsız heyetler gitsin

Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar'ın Yeni Yaşam'a verdiği röportaj:

HDP Eş Genel Başkanı Prof. Dr. Mithat Sancar siyasi süreci gazetemize değerlendirdi. İktidar ortakları HDP’ye kapatma davası açılması talimatını açıkça verdiler. Grup toplantılarında, televizyon ekranlarında ve yandaş gazetelerin manşetlerinde bu talimat savcılara iletildi. Savcıların acele ile hazırladığı iddianameler daha muhatapların eline geçmeden boşa çıktı. Gazetemizin sorularını yanıtlayan HDP Eş Genel Başkanı Prof. Mithat Sancar, iddianameleri derme-çatma iddianameler olarak niteliyor ve kapatma davasına karşı halkla birlikte mücadele edeceklerini söylüyor. 

Öte yandan Erdoğan’ın PKK Lideri Abdullah Öcalan ve İmralı ile ilgili söyledikleri, ülke gündeminde önemli bir yer tuttu. Sancar: “AKP Genel Başkanı, Abdullah Öcalan’ın sözüne değer veriyor ve çok önemli görüyorsa, yapılacak şey çok açık ve nettir: İmralı’nın kapıları açılsın, avukatları gitsin veya bağımsız siyasi heyetler aracılığıyla görüşmeler yapılsın” dedi. HDP Eş Genel Başkanı ile ayrıca hasta tutukluları, Sezen Aksu’ya karşı tutumu ve IŞİD’in Kuzeydoğu Suriye’deki saldırılarını konuştuk. Sancar’ın çeşitli konularda gazetemize verdiği yanıtlar şöyle:

Mithat Hocam, söyleşimize partiniz için açılan kapatma davası ile başlamak istiyorum. Deyim yerindeyse partinize iddianame dayanmıyor. İlk iddianame kabul edilmedi. İkincisi kabul edildi ama ek delil bulma derdine düştüler. Kapatma davasının geldiği son durumu değerlendirir misiniz?

Kapatma davasının ilk iddianamesi 17 Mart 2021’de verilmişti. 18 Mart’ta MHP kongresi vardı. Bu tarihlerin bilinçli olarak seçildiğini hep söylüyoruz. Bir kere daha hatırlatmış olalım. Biz bunu Bahçeli’ye verilmiş bir kongre hediyesi olarak değerlendirdik. O iddianame zaten derme- çatmaydı. İçi boştu. Delil olarak sunulan şeylerin hemen hepsi kes-yapıştır yöntemiyle toplanmış haberler, bizler hakkında açılmış dayanaksız soruşturmalar, bunlar zemininde hazırlanmış fezlekelerdi. İddianamenin bütünlüğü yoktu, odağı belli değildi. Bizim hakkımızda da Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne yönelik eylemlerin odağı olduğumuza dair gerekçeye temel olacak hiçbir şey yoktu. Anayasa Mahkemesi (AYM) basiretli davrandı ve o iddianameyi iade etti.

7 Haziran’ın rövanşı

Daha sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı yeni bir iddianame hazırladığını belirterek AYM’ye yeni bir belge gönderdi. Onun tarihi de çok ilginçti: 7 Haziran 2021. Yani bu davanın siyasi amaçlı olduğunu, rövanş almak saikiyle hazırlandığını sadece seçilen tarihe bakarak anlayabiliriz. İkinci iddianamenin birinci iddianameden farkı yoktu. Buna rağmen AYM ikinci iddianameyi maalesef kabul etti. Daha sonra biz çok güçlü bir ön savunma yaptık ve zaten bunu kamuoyu ile paylaştık. Ön savunmadan sonra sıra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın esas hakkındaki mütalaasına geldi. Esas hakkındaki mütalaa da geçtiğimiz günlerde bize tebliğ edildi. Şimdi geldiğimiz aşama esas hakkındaki savunmayı hazırlama aşamasıdır. Biz zaten başlattığımız çalışmaları derinleştirerek sürdürüyoruz. Ama burada bir ayrım yapmam gerekiyor. Bu ayrımı sık sık yapıyorum. Çünkü sık sık hatırlatmadıkça hafızaya sağlam bir biçimde yerleşmiyor. Biz savunmayı sadece yazmıyoruz, aynı zamanda yapıyoruz. Yani bir taraftan AYM’de yürüyen dava sürecinde haklarımızı kullanıyor ve hukukçularımızla, destek veren değerli dostlarla bir savunma hazırlıyoruz. Ben de bu sürece katkıda bulunuyorum, zaman buldukça arkadaşlarımla çalışıyorum. Bu kısım, savunmayı “yazma” boyutudur. Fakat biz HDP’yi sadece mahkeme salonlarında savunmakla yetinemeyiz. Biz HDP’yi halkımızla, demokratik güçlerle birlikte alanlarda savunacağız, savunuyoruz da. Kapatma davasında geldiğimiz aşama budur.

Kumpas davası açılmıştır

Sanki bu dava ve diğer davalar bir şekilde iktidarın ayağına mı dolaşmaya başladı? Devlet Bahçeli’ye sahip çıkan kalmadı.

Bu davaların savunulacak hiçbir tarafı yok. Bunlar kumpas davalarıdır. Bir defa Kobanê davası çok açık bir kumpas davasıdır. Bu davaya temel olan Merkez Yürütme Kurulu’nun (MYK) açıklaması veya Twitter’daki mesaj, 6 yıl önce yayınlanmıştı. 6 yıl beklendi, hiçbir şey yapılmadı. Sonra birden bire o dönemki MYK üyelerimize bir operasyon düzenlediler ve Kobanê davasını açtılar. Kapatma davası gibi Kobanê davası da çürük bir davadır, delillerden yoksundur. Bu davalar hukuki gerekçelerle ve perspektifle açıklanamaz. Bu davaların esas amacı HDP’yi siyaseten tasfiye etmek, eğer edemiyorlarsa etkisizleştirmektir. Şunu belirtmem gerekiyor: HDP’ye yönelik gibi görünen bütün bu davalar bir yanıyla Türkiye’de demokrasi mücadelesine yönelik saldırıların bir parçasıdır, barış umudunu ortadan kaldırmaya yönelik hamlelerdir. Diğer yanıyla da HDP’den intikam almaktır. Bakın 17 ve 18 Mart dedim, 7 Haziran’ı örnek verdim, Kobanê davasının içeriğinden söz ettim. Geriye dönüp bakarsanız AKP’nin aldığı yenilgilerin sembollerini görürsünüz. Belli ki AKP, Kobanê’de IŞİD’in ağır yenilgisinin hesabını kapatamamış. Bu çerçevede baktığımızda hem kapatma davasının hem Kobanê davasının siyasi tasfiye amaçlı olduğu daha iyi görülür. Ancak başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye halklarının HDP’nin etrafında kenetlenmesi çok önemlidir. Halk sahip çıktıkça bu davaların boşa çıkması kaçınılmazdır. Halkın güvenini ve desteğini görüyoruz. Ona layık olmaya çalışıyoruz.

Muhalefet samimi davranmalıdır

Bütün anketler Cumhur İttifakı’nın azınlıkta kaldığını gösteriyor. Size göre Millet İttifakı Türkiye’nin sorunlarını çözmeye ne kadar hazır?

Cumhur ittifakı oy kaybediyor. Bu doğru. Fakat pek çok anket ve araştırma gösteriyor ki Cumhur İttifakı’nın kaybettiği oylar doğrudan Millet İttifakı’na yazılmıyor. Cumhur İttifakı’ndan kopan oylar büyük ölçüde olduğu yerde duruyor. Biz de dâhil bütün muhalif güçlerin bu noktada kendilerini sorgulamaları gerekiyor. Cumhur İttifakı’ndan kopan kitleyi neden muhalefete çekemediğimizi kendimize sormalıyız. Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, bu iktidarın sergilediği siyasetin tersidir. Bu iktidarın zihniyeti ayrıştırma, kutuplaştırma ve düşmanlaştırma politikalarını sürekli canlı tutma üzerine kuruludur. Eğer muhalefet bu iktidara alternatif olmak istiyorsa bu zihniyeti reddettiğini açıkça göstermelidir.

Mesela İYİ Partili yetkililerin fezlekeler konusundaki tutumuna bakalım. Dediler ki ‘Biz evet diyeceğiz.’ Fezlekeler, esas olarak siyasi bir mesele olmakla birlikte tabiatıyla hukuki bir zemindir de. Partiler, özellikle de muhalefet partileri hiç olmazsa şeklen hukuki gerekliliklere saygılı davranmalıdır. Nedir hukuki gereklilik? Örneğin bir parti ‘Dosyayı göreceğiz, eğer dosya dokunulmazlığın kaldırılmasını gerektiren hukuki niteliklere sahipse evet diyeceğiz’ gibi bir açıklamada bulunsaydı, iyi kötü bir anlamı olurdu. Fakat dosyayı görmeden, savunmayı dinlemeden ‘Biz evet diyeceğiz’ demek esasen iktidarın fezlekeci zihniyetini ve fezlekelerle tehdit-şantaj politikasını cesaretlendirme tavrıdır, hatta buna destek vermektir.

Kapatma davası bir ölçüttür

İYİ Parti’nin tutumuna gelince: Her alanda özgürlükleri ortadan kaldıran bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu iktidarın yargıyı kontrol altında tutmak amacıyla elinden geleni yaptığını ve bunda büyük ölçüde başarılı olduğunu biliyoruz, bunu İYİ Parti yetkilileri de her gün söylüyor. Konu HDP olunca mı yargı birdenbire adil, tarafsız oluyor? ‘HDP kapatılmalıdır’ diyen bir muhalefet partisinin bu topluma siyasi faaliyet hürriyeti konusunda sunacağı bir vizyonu olabilir mi? Biz buna rağmen diyoruz ki bütün muhalefet güçleri gelecek için demokrasi istiyorsa, özgürlüklerin kullanılacağı yeni bir düzenin yolunu açmak istiyorsa o zaman bu iktidarla aralarındaki farkı ortaya koysunlar.

HDP, gücünü halkların ortak iradesinden ve halkların ortak partisi olmasından alıyor. Öte yandan Kürt halkını sosyolojik olarak en güçlü şekilde temsil eden partidir de. Şimdi siz HDP ile aranıza mesafe koydukça Kürt halkının siyasi özne olma hakkını ve meşruiyetini de bir nevi gölgelemiş oluyorsunuz. Oysa HDP’nin siyasi gücü ve dayandığı sosyolojik temel olmadan Türkiye’de demokrasiye giden yolu inşa etmek imkânsızdır. Barışa giden yolu samimi bir şekilde açmak imkânsızdır. Eşit ortak yaşamı inandırıcı şekilde tesis etmek imkânsızdır. O nedenle 1. Gerçek ve güçlü bir demokrasi için; 2. Gerçek bir barış için; 3. Eşit ortak yaşam için, HDP mutlaka temel bir aktör olarak görülmelidir. Ve bu konuda iktidarın yarattığı baskıyı muhalefetin bertaraf etmesi, söz konusu baskıyı aşarak yeni bir tutum geliştirmesi şarttır.

Biz HDP olarak demokrasi, barış, eşit ve ortak yaşam konusunda üzerimize düşen her türlü görevi ve sorumluluğu yerine getirmeye hazır olduğumuzu söylüyoruz. Türkiye’de yapıcı ve gelecek için kurucu rol oynamak isteğindeyiz, kararındayız ve bu iradeye sahibiz. Topluma ve geleceğe yönelik sorumluluk gerektiren tüm konularda üzerimize düşeni yapmaya hazırız. Partim adına bu sözü sizin aracılığınızla bir kez daha vermiş olayım. Ama kimse HDP’yi hoş tutalım, boş tutalım gibi bir anlayışla da hareket etmesin. Yani ‘HDP, iyi- güzel tamam ama hele şurada dursun’ falan diyerek ne seçimi kazanma konusunda topluma bir güven verilebilir ne de seçim kazanılsa bile yeni bir başlangıç için toplum ikna edilebilir.

Esas hedefimiz geniş bir ittifaktır

Burada ittifaklara gelmek istiyorum. Partinizin çağrısı ile 8 parti ve oluşum bir araya geldi. Demokratik ittifakı veya 3. yol konusunda ne kadar mesafe alındı? Engeller ve olanaklar ne?

Bizim esas hedefimiz geniş demokrasi ittifakıdır. Bunu son kongremizin kararı olarak zaten belirlemiştik. Demokrasi ittifakını sadece seçimlere yönelik bir siyaset olarak değil, bir mücadele ortaklığı olarak ele alıyoruz. Bu çağrılarımızı iki yıldır sürdürüyoruz. Türkiye’nin çok ağır şartlar altında bu baskıcı ve despotik yönetimden, soyguncu-talancı rejimden ve savaşçı zihniyetten kurtulabilmesi için geniş bir demokrasi ittifakına ihtiyaç var. Bu demokrasi ittifakını biz birkaç boyutta ele alıyoruz. Ana eksenini ortak mücadele olarak belirliyoruz. Seçimleri kapsayan bir perspektife sahip olduğumuzu da söylemeliyim. Ancak bu sadece seçimlere yönelik ya da seçimleri esas alan bir çalışma değildir. Sol ve sosyalist güçlerle yaptığımız görüşmeler, geniş demokratik ittifakının bir parçasıdır.

Biz bunun dışında, 2019 yerel seçimlerinde Kürdî partilerle de bir ittifak kurduk. Bu ittifak yerli yerinde duruyor. Bunu daha da genişletmek için görüşmelerimiz sürüyor. Türkiye’de çeşitli inanç grupları ile ortak mücadele birlikteliği için de görüşmeler yürütüyoruz. Bütün ezilenleri, mağdurları kapsayan bir birliktelik hedefliyoruz. Bu birliktelikte kadın hareketinin, emek hareketinin çok özel birer yeri var. Eğer başarabilirsek demokrasi ittifakını bu en geniş mücadele birlikteliği üzerinde kurup seçimlerde uygulanacak politikayı ortaklaşa oluşturmak düşüncesindeyiz. Sol-sosyalist partilerle yaptığımız toplantı dostaneydi, verimliydi ve sürdürülmesi konusunda da bir mutabakatla sonuçlandı.

Hocam, Erdoğan’ın PKK Lideri Öcalan ile ilgili yaptığı açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu konuda Eş Genel Başkanlar olarak bizler açıklamalarda bulunduk. Diğer arkadaşlarımız da gereken değerlendirmeleri yaptılar. Mesele aslında hiç karmaşık değil. Erdoğan’ın böyle davranmakla hedeflediği birkaç şey var. Bir kafa karışıklığı, zihin bulanıklığı yaratmak. Bu hem HDP içine dönük bir hamle gibi düşünülebilir hem de HDP ile muhalefet arasında ve Kürt seçmenin içinde bir karmaşa yaratma isteği olarak yorumlanabilir. Bu hesabın tutması mümkün değil. Yani Erdoğan’ın bu konuda harcadığı çabaların bir karşılığı olmayacaktır.

Fakat çok daha temel bir şey var. AKP Genel Başkanı, Abdullah Öcalan’ın sözüne değer veriyor ve çok önemli görüyorsa, yapılacak şey çok açık ve nettir: İmralı’nın kapıları açılsın, avukatları gitsin veya bağımsız siyasi heyetler aracılığıyla görüşmeler yapılsın. En azından avukatlarıyla konuşma imkânı bulsun, mesajını kamuoyuna açıkça bizatihi kendisi iletsin. Televizyon programında soruluyor, ‘Öcalan’ın bu konuda görüşleri nedir?’ deniliyor. ‘Ona sorun’ diyor. Ağzından mı kaçırdı bilemiyorum fakat ona sorun diyorsan nasıl soracağımızı da söylemelisin. Açın kapıyı, bu mutlak tecridi kaldırın ki avukatlar gitsin ve Öcalan avukatlara kendi görüşlerini doğrudan iletsin, tartışma bunun üzerinden yürüsün. Yoksa Erdoğan farklı konumları olan isimleri karşı karşıya getirerek bir yere varabileceğini düşünüyorsa gerçekten yanılıyor. İşin doğrusu, hukuken de siyaseten de ahlaken de yapılması gerekeni yapmaktır. Bunun tek yolu vardır: Mutlak tecridi kaldırmak, Öcalan’ın görüşlerini kamuoyuna doğrudan kendisinin iletmesini sağlamak. Bunun dışında söylenecek sözlerin bir anlamı yok.

Rejimin aynası cezaevleridir

Hasta tutuklar ve Aysel Tuğluk’un durumuna gelmek istiyorum. Hasta mahpuslara karşı tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında ortada büyük bir insanlık dramı var, bunun yanı sıra korkunç bir hukuk tanımazlık ve vicdansızlık da mevcut. Cezaevlerinde hasta tutuklu ya da mahpusların durumu Çözüm Süreci’nde de çok konuşuldu. Serbest bırakılmaları Kürt tarafının açık talebiydi, bu durum çokça gündeme geldi ve gerekli düzenlemelerin yapılması istendi. Bunlar tutanaklarda ve İmralı notlarında kayıtlı, açık bir biçimde yer alıyor. İktidar her seferinde “tamam” dedi ama hiçbir şey yapılmadı. Cezaevinde kalması hayati tehlike yaratan insanları cezaevinde tutmak, fiili bir idam cezası niteliğindedir.

Aysel Tuğluk arkadaşımız bugün cezaevinde kalabilecek durumda değildir. Bu konuda hazırlanmış doktor raporları var, fakat Adli Tıp Kurumu bir türlü aşılamıyor. Bu kurum iktidarın güdümündedir. Sıkça ifade ediyoruz: Bir rejimin niteliğini okumak, karakterini görmek için önce cezaevlerinde uyguladığı politikalara bakılmalıdır. 12 Eylül’ü anlamak için pek çok şeyi değerlendirmek mümkün, fakat 12 Eylül rejiminin özü Diyarbakır, Mamak, Metris Cezaevlerindedir. Dolayısıyla bugünkü rejim de cezaevlerindeki politikalarıyla ceberutluğunu, vicdansızlığını, hukuk tanımazlığını ortaya koyuyor. Buna karşı yapılması gereken nedir? En geniş dayanışmayı sağlamak, en büyük demokrasi ittifakını ve ortak mücadele hattını hayata geçirmektir. Bu hukuksuzluğu ve vicdansızlığı ancak böyle durdurabiliriz.

IŞİD’e desteğin amaçları ne?

Kuzey Doğu Suriye’nin Hesekê kentinden IŞİD büyük bir saldırıya girişti ve yenilgiye uğratıldı. Yapılan açıklamalarda bu saldırının bölge devletleri tarafından desteklendiği söylendi. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu saldırı son derece ciddi ve önemlidir. Bu konu, Türkiye kamuoyunda başta biz olmak üzere belli çevreler dışında gündeme getirilmedi, bilerek yok sayıldı. Oysa o kampta binlerce IŞİD’li var ve bunların kurtarılmasına yönelik bir operasyonun yaratacağı sonuçlar gerçekten vahim olur. Kuzey Doğu Suriye yönetimi fedakârlıkla, çok ciddi kayıplar da vererek bu saldırıyı engelledi. Koalisyon da buna destek verdi ve sonuçta durum kontrol altına alındı. Fakat tehlike büyüktür. IŞİD’in bu operasyonuna bölge devletlerinin herhangi bir şekilde destek verdiği iddiasının üstüne mutlaka ciddiyetle gitmek gerekiyor. Çünkü böyle bir iddia aydınlığa kavuşturulmadan IŞİD’in hangi roller biçilerek, hangi amaçlarla kullanıldığı ve kullanılacağı meselesi hep muğlak kalacaktır. O nedenle IŞİD gibi bütün bölge için savaş ve yıkım demek olan bir örgütle ilgili hakikatlerin ortaya konması lazım. Kim gerçekten buna karşı mücadele ediyor, kim gerçekten doğrudan ya da dolaylı destek veriyor? Bu desteğin amaçları ne? Bütün bu soruların aydınlatılmasının şart olduğunu bir kez daha vurgulayayım ve bizim de bu iddiaların aydınlatılması için elimizden gelen her türlü çabayı harcamaya devam edeceğimizi belirteyim.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çamlıca Camii’nde Sezen Aksu’yu tehdit etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ve buna bağlı olarak son dönemde basına ve gazetecilere yönelik baskının da artmasını birlikte değerlendirir misiniz?

Ben zaten Sezen Aksu’ya yönelik sözler konusunda hemen o gün bir söyleşide görüşlerimi aktarmıştım. Sezen Aksu bu ülkenin vicdanıdır. Sadece çok özel bir sanatçı değildir, aynı zamanda vicdanı temsil eden bir insandır; geçmişiyle, sanatıyla, duruşuyla. Şimdi Sezen Aksu’ya hangi sebeplerle saldırıldığına bakarsanız amacı daha iyi görürsünüz. Burada bir fay hattının kaşınmak istendiği açıktır. Sezen Aksu’ya saldırıyı, gerilim, kutuplaştırma, düşmanlaştırma ve nefret ortamını yerleştirme politikalarına bir araç, bir malzeme olarak kullanmak istediler. Fakat saldırı, güçlü dayanışma karşısında geri tepti. Sezen Aksu da onurlu, çok dik bir duruş sergiledi; aynı zamanda asil ve kararlı bir tavır ortaya koydu.

Bu duruş, ruh asaletiyle vicdanı birleştiren kararlılığı ortaya koyan bir duruştu. İşte bunun yarattığı birliktelik ve ortaya çıkan büyük dayanışma, Cumhurbaşkanı’na geri adım attırdı. Bu tür gerilim ve düşmanlaştırma, nefret ve kutuplaştırma politikalarına karşı en etkili yol, bütün farklılıklarımızla temel ilkeler ve değerler etrafında bir araya gelebilmeyi başarmaktır. Gazetecilere yönelik saldırılar da bunun bir parçasıdır. Ama şunu da söylemek zorundayım: Biz yıllardır “herkes için adalet” diyoruz. Adalet herkes için talep edilirse gerçek ve samimi bir adalet mücadelesi ortaya çıkar. Başkalarına, kendinizden görmediğiniz veya sevmediğiniz kişilere adaletsizlik yapıldığında başınızı çevirir, gözünüzü yumarsanız adaletsizliğin yaygınlaşmasına da ortak olursunuz. Sözünü ettiğimiz örnekler, bize bu dersi bir kez daha hatırlatmış olmalıdır. Kime yapılırsa yapılsın, adaletsizliğe birlikte karşı çıkmak lazım. Zira adaletsizlik kime yapıldığına göre ölçülmez. Adaletsizlik kimin yaptığına ve ne yaptığına bakılarak değerlendirilir. Kim bu adaletsizlikten mağdur olursa olsun bizim tavrımız onunla birlikte olmaktır, ona yönelik haksızlığa, adaletsizliğe karşı çıkmaktır. Eğer bu adalet anlayışı temelinde ortak ve geniş bir mücadele, dayanışma gücü ortaya çıkarsa Türkiye’de geleceği barış, demokrasi ve özgürlük üzerine kurmak çok daha kolay olacaktır.

Röportaj: Hüseyin Kalkan

1 Şubat 2022