Sancar: HDP Türkiye’de yönetime ortak olma eşiğine gelmiştir

Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar'ın Yeni Yaşam'a verdiği röportaj:

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ile konuştuk. Sancar, HDP’nin 7 Haziran’ı aşan bir adımın eşiğinde olduğunu belirtirken, ileri doğru bir hamleye ihtiyaç olduğunu kaydetti.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) önceki günlerde yeni dönemle ilgili Tutum Belgesi adıyla bir metin yayınlayarak bir toplumsal çağrı yaptı. “Hep birlikte” diye başlayarak 9 maddede özetlenen metnin başlıkları, aslında taleplerden çok topluma, toplumsal kuruluşlara ve muhalefet güçlerine yapılan açık bir müzakere çağrısıydı. Demokrasi ittifakı konusunda öteden beri ısrarlı olan HDP, böylece bir kez daha ön açıcılık rolünü üstleniyor. Eş Genel Başkan Prof. Dr. Mithat Sancar ile hem bu metnin başlıklarını ve anlamını hem de beşinci yılında 7 Haziran 2015 seçimlerinin çağrıştırdıklarını konuştuk. İki bölümlük bir söyleşi ortaya çıktı. İyi okumalar…

Hocam, Haziran ayındayız ve isterseniz 7 Haziran’dan başlayalım. 7 Haziran 2015, Türkiye tarihinde ilk kez, 3’üncü bir seçeneğin çok ciddi bir güç olarak sahneye çıkmasıydı. Daha önce de denemeler yapılmıştı ama bu kez başarılı olundu. Ne oldu bu kez? Toplumsal ihtiyaçla iyi bir fikir çok denk düştü sanki…

HDP’nin parti olarak seçimlere girme kararı şüphesiz o dönemin şartlarında bir toplumsal ihtiyaca karşılık geliyordu. Öte yandan HDP, barış misyonuna sahip bir parti olarak da kuruldu ve çatışmasızlık ortamında ilk kez parlamento seçimine girdi. Bu çok önemliydi; zira siyasetin alanının genişlediği bir döneme denk gelinmişti. Barışın siyaset yoluyla kurulması ihtiyacı, dönemin en önemli olgusuydu. Daha önce seçim ittifakları gibi başka denemeler de yaşanmıştı. Aslında Kürt siyasi geleneğinin takipçisi partiler, çeşitli dönemlerde farklı ittifakları hep denediler. Bunlar, Kürt siyasi geleneği ile Türkiye halklarını buluşturma ya da Türkiye’nin devrimci demokratik siyasi güçleriyle buluşma amaçlıydı. Bağımsız adaylarla girilen seçimlerde başarıya da ulaşıldı. Ancak HDP bunlardan farklı bir fikriyata dayanıyordu. Artık seçim amaçlı ittifaklar değil, bizatihi bu birlikteliği bir parti çatısı altında yaratma amacı hasıl olmuştu ve HDP, bu yapısıyla girdiği 7 Haziran seçimlerinde büyük bir başarı elde etti. Yeni bir parti olmasına, fikriyatının çok kolay bir denkleme dayanmamasına rağmen ciddi bir başarıya ulaştı. O zamanki oy oranı, aslında HDP’nin özgül ağırlığını da tam olarak yansıtmıyordu. Yüzde 13.1, elbette yüksek bir orandır ama bu oranın siyasal ağırlığı, sayısal ağırlığının çok daha ötesindedir. Öte yandan Kürt siyasal geleneği ile Türkiye devrimci demokratik güçlerinin bu seçim başarısı, aynı zamanda sistemin derinliklerinde de büyük bir endişe ve korku yarattı.

Aslında bu zaferi bir ölçüde öngörüp baştan beri planlar yaptıkları sonradan ortaya çıktı. Ve sonraki süreçte, bir siyasi partiye yapılabileceklerin herhalde hepsi yapıldı ama yine de HDP, 7 Haziran’ın bir “acemi şansı” olmadığını gösterdi. Sonuçta ne yapılırsa yapılsın, bitmedi bu parti, bitirilemedi…

Bir defa, HDP’nin 7 Haziran sürecindeki kampanyasına bakarsak, çok büyük bir heyecan yarattığını görürüz. Ben de o zaman sahadaydım ve bu başarıyı şöyle tanımlamıştım: Bu iki ay, hayatımın en güzel zamanları arasında yer alıyor. Çok büyük bir umut vardı; farklılıkların eşdeğer ve eşit birlikteliği, sahada çok heyecan verici durumlar yaratıyordu. Mesela ben Mardin’deydim; orada özellikle Arap halkı ile Kürt halkının buluşmasından doğan çok etkileyici sahneler yaşanıyordu. Bir tür “bahar” diyebileceğimiz havaydı bu. Bilirsiniz, çeşitli “bahar”lardan söz edilir; ben orada “Türkiye halklarının baharı”nı izlemiştim. Kısa da sürse izleri silinmeyecek, etkileri ortadan kalkmayacak bir ortam doğmuştu. Başka Kürt illerinde ve Batı’da da umut ve heyecan vardı. 7 Haziran’da sandıktan çıkan oylar, aslında gönüllerdeki oyların küçük bir kısmıdır bence. Dolayısıyla, bunun egemenler, muktedirler tarafından öyle seyredilerek karşılanması beklenemezdi. Çünkü bu durum, dengelerin sadece siyasal tabloda farklılaşması anlamına gelmiyordu; bir toplumsal dönüşüme işaret ediyordu. Tekçi yönetim tasavvuru, 7 Haziran’da ciddi bir sarsıntı yaşadı. Halklar arasına düşmanlık ve önyargı duvarları örmek, bir tür iktidar ve tahakküm tekniği olarak kullanılıyordu ve o teknik, o yönetim metodu, birden bire büyük bir meydan okumayla karşı karşıya kaldı. Bu, daha köklü bir değişim isteğini de canlandırıyordu. Böyle bir dönüşüm, kendini devletin sahibi ve sistemin belirleyici gücü olarak gören çevrelerin hepsini gerçekten korkuttu.

Sonuçta şu çıktı ortaya: HDP yok edilemeyen, ortadan kaldırılamayan bir olgu. Her bitirdik dediklerinde tersi oldu. Peki ama bu “yok edilememe” hali, artık siyasi yelpazenin statik bir parçası olma durumu, HDP’ye yeter mi? Bunu en son açıkladığınız “Tutum Belgesi” bağlamında soruyorum. HDP artık bir başka düzleme mi geçmek istiyor?

Önce şunu görmek lazım. HDP neden yok edilemedi, bu kadar baskıya, zorbalığa rağmen 5 yıldır nasıl ayakta durdu? Bunun birkaç nedeni var: Birincisi, seçmenimizin çok büyük bölümü Kürt halkından oluşuyor ve partimiz esasen Kürt siyasal geleneğinden doğmuş bir parti. HDP’ye oy veren Kürt halkı HDP’nin yok edilmesini kendi yenilgisi olarak görüyor ve bunu sadece bir partinin oy kaybetmesi değil, bir halkın umutlarının kırılması olarak algılıyor. HDP’ye diz çöktürülmesini, kendisine boyun eğdirilmesi olarak değerlendiriyor. O nedenle partisini sahiplenme konusundaki ısrar ve kararlılık, Kürt halkı açısından bir haysiyet mücadelesidir. HDP’nin yanında, arkasında, içinde olmak, Kürtler için bir onur meselesidir. Burada sadece kaba siyasal bir duruş değil, onun ötesine geçen toplumsal/tarihsel bir anlam var. İkincisi, Kürt halkının büyük bir çoğunluğu, Kürt sorununun demokratik zeminde, siyasal yöntemlerle çözülmesini istiyor. HDP bu talebin somutlaşmış adresidir. Dolayısıyla Kürt halkının HDP’de gördüğü şey, siyasal çözüm umududur. Kürt halkı bu umudu kaybetmek istemiyor. O nedenle de var gücüyle HDP’ye sahip çıkıyor. Yani biz, “HDP barış partisidir” derken hamaset yapmıyoruz. HDP gerçekten Kürt halkının barış mücadelesinin, barış beklentisinin en dinamik simgesidir.

Bu ikisinin yanı sıra HDP, Türkiye’nin Batı’sından da destek görmeye devam ediyor. Bence bu da “yeni yaşam” beklentisiyle bir şekilde ilişkili. Batı’dan aldığımız oylar toplam oylarımız içinde çok yüksek olmayabilir. Ama parti içinde bu birlikteliğin devam etmesi, farklı siyasal geleneklerden, farklı kimliklerden ve inançlardan insanların burada bir arada olması hali, belki henüz nicelik olarak değil ama nitelik olarak değerli bir karşılık buluyor. Bu kadar düşmanlaştırma siyasetine ve her türlü olumsuz propagandaya maruz bırakılan bir partinin Batı’dan hiç oy alamaması, hiç çalışma yapamaması beklenirdi; ama HDP, Karadeniz’den Trakya’ya ve Ege’ye kadar her yerde var ve faaliyet yürütüyor. Bunun gösterdiği şey şudur: Birlikte yaşamın yeni temellere oturtulması arzusu ve beklentisi, Batı’da da devam ediyor. HDP’ye düşen, bunu sayısal olarak da daha ileri boyutlara taşımaktır.

Ben şu anda böyle bir eşikte olduğumuzu düşünüyorum. HDP 1 Kasım 2015 seçimlerine çok ağır şartlarda girdi ama baraj altında kalmadı. Sonraki seçimlerde aldığı oy da bütün o hilelere ve amansız devlet baskısına, sandıklarda bizzat gözlemlediğim tehdit operasyonlarına rağmen yüzde 12’ye yaklaştı. Aslında bu, böylesi zor şartlar altında ciddi bir orandır. Ama bu oy oranlarına bakıp avunmak elbette doğru olmaz. HDP gibi çok güçlü bir fikriyata sahip iddialı bir partinin “bütün baskılara rağmen yine de iyi oy aldım” diyerek kendisini avutma hakkı ve lüksü yoktur. HDP, Türkiye’de toplumsal dönüşümün siyasal değişimle birlikte gerçekleşebileceğine dayalı en güçlü fikriyattır ve artık HDP’nin bu hedeflerine ve bu iddialarına daha fazla hakkını verme aşamasına gelmiş durumdayız. Sadece baskılara boyun eğmemek, sadece direnerek kendini korumak, yeterli bir siyasal başarı öyküsü olarak görülemez. Elbette çok değerlidir ve hiçbirimizin buna gölge düşürecek tek bir söz kurma hakkı yoktur. Ama bununla avunmaya da hakkımız olmadığını kabul edelim.

Bir şeyi de günümüzün tartışmaları açısından belki netleştirmek gerekiyor. 7 Haziran ve sonrası aritmetik bir yoldan açıklanabilir mi? Yani şu gruplar şu bileşenler bir araya geldi, şunun şu kadar oyu var, bunun bu kadar. 7 Haziran’da bunların ötesinde bir enerji çıktı sanki…

Elbette, ben de onu söylüyorum zaten. Bu anlattığım tam da o hikâyedir. Aldığımız oyun çok somut bir ölçek olduğu açık ve bu oy, bizim bulduğumuz karşılığı somut olarak tespit etmemizi sağlıyor. Yüzde 5’lerde, 6’larda kalsaydık bu tartışmayı zaten yapma imkânımız da olmayacaktı; HDP’yi bu kadar konuşuyor da olmayacaktık. Benim anlattığım zaten o fikriyatın gücü, o fikriyatın zihinlerde yarattığı etkidir. Sayısal veriler elbette önemli bir ölçek sunuyor ama aslolan, meselenin siyasal boyutudur. HDP, sayısal yeterliliği sağladığı için siyasal boyutu da çok daha görünür kılmıştır.

Bu yeni eşik dediğim şey de şu: HDP’nin Türkiye’de yönetime ortak olma eşiğine geldiğini düşünüyorum. Türkiye’de demokrasi güçleri veya muhalefet güçleriyle birlikte yönetimde yer almayı istiyor ve hedefliyoruz. Yönetimde yer almak, HDP’nin hedeflerini tüketen bir nokta asla değildir. Ama siyasal değişim ve toplumsal dönüşüm hedeflerini güçlendirmek bakımından yönetimde yer almak, ciddi bir aşama olacaktır. Şartlar buna izin verir ya da vermez, diğer muhalefet güçleri gelecek seçimde nasıl bir tavır takınır, seçimleri muhalefet kazanabilir mi; tüm bunlar ayrıca tartışılabilir. Fakat HDP’nin -seçimler bağlamında- en önemli hedefinin bu olması gerektiğini düşünüyorum.

Ama aynı zamanda, bizim toplumsal mücadele dediğimiz, demokrasiyi toplumun içinden kurma, yerelde demokrasiyi yerleştirme çalışmamızın, bizim ontolojik mecburiyetimiz olduğu gerçeğini unutmamamız gerekiyor. Söylediklerimden sadece yönetimde yer almayı hedefleyen bir parti olduğumuz anlamı çıkarılmamalı. HDP, esas olarak, taban demokrasisi, toplumsal demokrasi ve yerel demokrasi hedeflerini zaten ancak sahada çalışarak gerçekleştirebilir. Bu nedenle ev ev, sokak sokak, atölyelerde, fabrikalarda ve başka alanlarda çalışmak gerekiyor. Bu, öyle tükenebilecek bir hedef değildir; aksine, sonsuz bir diyalektik süreçtir. Öte yandan parlamento ve seçim diye bir realite var ve HDP, seçimlere katılmak üzere de kurulmuş bir partidir. Seçim, bizim önemli bir faaliyet alanımız olmaya devam ediyor. Seçimlerde ise büyüme hedefini, yönetime ortak olma şeklinde somutlaştırma ve açıkça ifade etme aşamasındayız artık.

Röportaj: Ender Öndeş

8 Haziran 2020