
Partili Cumhurbaşkanlığı deyip geçmeyin! Cumhurbaşkanının partili olması, dahası bir partinin genel başkanı olması, Kemalist tek parti diktatörlüğünün başlıca dayanağıydı.
1920’de kurulan Büyük Millet Meclisi; a) Yerel meclislerin üzerinde yükseliyordu. b) Hükümet üyelerini teker teker kendisi seçiyordu. Başbakan, bu hükümet üyeleri arasından seçiliyordu. Yasama ve yürütme yetkileri Meclis’in elinde yoğunlaşmıştı. 1924 Anayasası’yla bu ters yüz edildi. Yerel meclisler tümüyle lağvedildiği gibi, “Büyük” Millet Meclisi de yürütmenin basit bir uzantısı haline getirildi. Cumhurbaşkanı Başbakanı; Başbakan da hükümeti atamaya başladı. Cumhurbaşkanı aynı zamanda parti üyesi de olabiliyordu. Dahası, Mustafa Kemal ve İsmet İnönü cumhurbaşkanı oldukları dönemlerde aynı zamanda CHP “Ebedi Genel Başkanı” idiler. Her ikisi de istedikleri zaman Başbakanı görevden alabiliyor, hükümeti devirebiliyor, bütün milletvekillerini onlar atıyordu.
Partili Cumhurbaşkanı uygulamasını hafifleten, 1950’de Celal Bayar olmuştur. Her ne kadar Bayar, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra parti üyesi kalsa da, DP Genel Başkanlığından istifa etti. DP Genel Başkanı ve Başbakan olan Adnan Menderes öne çıktı. Başbakanlığın öne çıkışı DP dönemindedir. Ancak Celal Bayar’ın parti mitinglerine katıldığı, dahası stratejik kararlar sözkonusu olduğunda partinin gerçek lideri olmaya devam ettiği unutulmamalıdır.
1960 Anayasası, 1950’de başlayan süreci ilerleterek “cumhurbaşkanının partiden istifası zorunluluğunu” getirdi. Bu, pratikte asker cumhurbaşkanları döneminin başlangıcı oldu. Turgut Özal’a kadar devleti hep genelkurmay kökenli cumhurbaşkanları yönetti. (Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk, Kenan Evren.)
Ardından gelen “partili” cumhurbaşkanları (Özal ve Demirel) partileriyle sorun yaşadılar ve her ikisinin de partisi (ANAP, DYP) dağıldı. Erdoğan’ın partili cumhurbaşkanlığını elde etmesi, pratikte tek parti diktatörlüğünün hayata geçirilmesi anlamına gelir. AKP kongresi bunun startı olmuştur. Erdoğan Türkiye’yi 1930’ların tek parti devletine doğru sürüklemektedir.
Şimdi bu darbeci “fiili” sürece anayasal bir kılıf geçirilmek isteniyor. Anayasanın 101. Maddesindeki “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer” ifadesinin çıkartılmasıyla bu gediğin açılacağı varsayılıyor. Ne var ki, bu tıpkı dokunulumazlıklar meselesinde olduğu gibi anayasanın bypass edilmesi anlamına gelecektir. Çünkü anayasada tarif edilen; “tarafsız, partisiz ve sorumsuz” bir Cumhurbaşkanlığıdır. Erdoğan bunu fiilen tam tersine dönüştürmüştür. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı yetkileri ve mutlak dokunulmazlığı dahil, bir bütün tartışılmadan, sadece 101. maddenin tartışılması fiili bir tek adam diktatörlüğünün inşası anlamına gelecektir. Böyle bir “partili cumhurbaşkanı”, gerçekte “başkanlıktan” bile daha geniş yetkilere sahip, bütün devlet erklerini ellerinde toplamış bir diktatör olacaktır.
Alp Altınörs
Halkların Demokratik Partisi
Genişlemeden Sorumlu
Eş Genel Başkan Yardımcısı