Özsoy: "Muhammed’in ordusu” diye gönderilen çetelerin saldırdığı çocuğun adı Muhammed

Dış İlişkilerden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcımız ve Diyarbakır Milletvekilimiz Hişyar Özsoy Meclis’te devam eden bütçe görüşmelerinde Dışişleri Bakanlığı bütçesi üzerine söz aldı. Özsoy, şöyle konuştu:

ABD’yle olan ilişkilerde damatlar diplomasisi var

Türkiye’de kurumsal dış politikadan ikili ilişkilere dayalı dış politikaya doğru bir geçiş var. Gerçekten artık alay konusu olmaya başladı. Mesela, bir damatlar diplomasisi var ABD’yle olan ilişkilerde. Berat Bey ile Trump’ın damadı.

Şahısların ön plana geçtiği bir dış politika geleneği oluşuyor

Uluslararası kamuoyu bunları çok ciddi şekilde tartışıyor. Yani kurumsal bir perspektiften yoksun, lobicilikle, şahsi ilişkilerle ya da telefon görüşmeleriyle iş kotarmaya çalışan bir dış politika... Yani hasbelkader Trump’a veyahut da damadına bir şey olursa Amerika Birleşik Devletleri’yle politika üretebileceğiniz zemin kalmayacak neredeyse. Senato yok, Temsilciler Meclisi yok. Şahısların ön plana geçtiği bir dış politika geleneği oluşuyor.

AKP geçmişi olan 16 büyükelçi var

Siyasetten dökülen ne kadar insan varsa elçi diye atanıyor. Yani en son Egemen Bağış herkesin gözünün içine sokula sokula Prag Büyükelçiliğine atandı. İlginç bir durum; AKP’de milletvekilliği yapmış, danışmanlık yapmış ya da iktidara yakın kurumlarda çalışmış ama dış politika geçmişi olmayan en az 16 büyükelçi var. Kurumsal anlamda bir yozlaşmaya çok ciddi kapı açılmış durumda.

Tamamen bir diplomatik yalnızlık, kuşatılmışlık söz konusu

Sayın Bakan uluslararası platformlarda çok ciddi anlamda destek alındığını, Türkiye'nin çok fazla itibar kazandığını söylüyor da, birkaç tane örnek vereyim; Temsilciler Meclisi'nde Türkiye aleyhine geçen yasalar; bu kadar lobi çalışmasının yapıldığı, bu kadar paranın akıtıldığı, bu kadar bire bir görüşmelerin yapıldığı bir noktada düşünülmesi gereken bir şey. Başka bir örnek vereyim: Avrupa Parlamentosu'nun bu seneki raporunu biliyorsunuz; 370’e 108-109 oyla geçti; Türkiye’nin üyeliğinin askıya alınması, müzakerelerin durdurulması gibi birçok yaptırımı öngören bir rapordu. Avrupa’daki algı tamamen değişmiş; 10 yıl önce böyle bir durum yoktu, oylamalar bunun tersineydi. Geçen gün Parlamentolararası Birlik’te bu Suriye meselesiyle ilgili Türk delegasyonunun da bir önergesi oldu, Fransa’nın karşı önergesine karşı olarak. Oylama yapıldı, sayılar: 670’e 77. “Bunlar çok önemli değil, bunlar yok hükmünde” diyebilirsiniz ama değil. Uluslararası kamuoyu, uluslararası algı meselesidir. Tamamen bir diplomatik yalnızlık, kuşatılmışlık söz konusu.

30 kilometre güvenli bölge isteniyor, Bağdadi 5 kilometre ötede öldürülüyor

Biliyorsunuz, bu “güvenli bölge” tartışmasında sürekli olarak “Suriye’de 30 kilometre talep ediyoruz, bütün sınırlardan 30 kilometre uzak tutacağız” deniyor. Suriye Demokratik Güçlerinin sınırın 30 kilometre ötesine çekilmesi talep ediliyor. Hoş, 30 kilometre çekildikleri zaman sanki komşu olmuyorlar, başka bir şey oluyorlar. 30 kilometrelik alan istiyorsunuz; Bağdadi Türkiye’ye 5 kilometre mesafede öldürülüyor, IŞİD’in 2 numarası Cerablus’ta öldürülüyor yani hemen Türkiye sınırının dibinde. 2017’den bu yana Türkiye’nin hâkimiyetinde, denetiminde, istihbaratının gözetiminde olan bölgelerde bu tür meseleler oluyor. Ya istihbarat işini yapmıyor, bilmiyor veyahut da biliyorlar, göz yumuyorlar.

Türkiye, Hafız Esad’ın tam olarak gerçekleştiremediği politikayı yürütmeye çalışıyor

Baba Esad’ın, Hafız Esad’ın Arap Kemeri politikasını biliyorsunuz. Cumhurbaşkanının Birleşmiş Milletlerde gösterdiği bir harita var. İkisi arasında ciddi, tuhaf bir benzerlik söz konusu. Hakkını yemeyelim, Hafız Esad “30 kilometre” dememiş, 10-15 kilometreyle yetinmiş, “440 kilometre değil, işte, 350 kilometrede tutalım” demiş. Hafız Esad’ın Arap Kemeri politikası: “Kürtleri sınır bölgelerinden uzaklaştıralım ama oraya değişik yerlerden Arapları getirelim, yerleştirelim.” Bir etnik mühendislik, bir savaş suçu, bir demografik mühendislik meselesi. Arap milliyetçiliğinin bir projesi olarak bunu uygulamışlar. Şimdi, 50 yıl sonra Türkiye, Hafız Esad’ın tam olarak gerçekleştiremediği politikayı yürütmeye çalışıyor.

Kimse terör gerekçesine inanmıyor

3 – 4 yıldır ne yaparsanız yapın, hangi saldırganlık olursa olsun sürekli, “Biz terörle mücadele ediyoruz” gerekçesi sunuluyor. İnanın hiç kimse inanmıyor buna. Türkiye'nin güvenlik kaygıları yok mu? Var. Orta Doğu’da Libya’dan tutun Irak’a kadar hiçbir yer istikrar bulamıyor. Orta Doğu’daki bu çalkantılar, bu altüst oluşlar bu ülke için de çok ciddi güvenlik sıkıntıları ortaya çıkaracaktır. Fakat bizim ayrıştığımız temel nokta ‘biz bunları nasıl çözeceğiz’, bu konuda taban tabana zıt gidiyoruz.

Sizin kastettiğiniz milli kavramının içinde asla yer almayacağız

Türkiye'nin Suriye’de iki yönlü politikası vardı, Esad gidecekti ve Kürtler herhangi bir siyasal statü almayacaktı. Suriye’de savaştan arta kalan ne kadar çeteci, çapulcu insan varsa Milli Suriye Ordusu olarak örgütlendirildi. “Milli” kavramından kastettiğiniz eğer buysa biz HDP olarak hiçbir zaman o “milli” kavramının içinde yer almayacağız.

Fetih’le gittiniz Tevbe Suresiyle geleceksiniz

Savaş olduğu zaman insanlar ölür, sivil de ölür. Bomba sormuyor ki, yerleşim yerlerinde savaş oluyor. Bakın, bir işgal girişimi oldu, hala devam ediyor. Bunun ismine “fetih” dediler. Fetih Suresi okundu camilerde. Fetih’le gittiniz Tevbe Suresiyle geleceksiniz.

Muhammed’in ordusu” diye gönderilen çetelerin saldırdığı çocuğun adı Muhammed

“Muhammed’in ordusu kafirlere karşı mücadeleye gitti" dendi değil mi? Bakın, Serekaniye’den gelen görüntüler var. Orada gidip o evleri yağmalayanlar, yakanlar aynen şöyle diyorlar: “Domuzlara, kafirlere ölüm”. Böyle girip evleri, malları yağmalıyorlar. Yalnız, ilginç bir şey var, bu çocuğun resmini boşuna göstermedim. Şu an tedavi altına alınmış bu çocuk. “Muhammed’in ordusu” diye gönderilen o çetelerin saldırdığı bu çocuğun adı Muhammed.

O kadar inkâr edilen Kürt meselesi ilk defa bölgesel ve küresel bir karakter kazanmış durumda. Kürtler sizin tahmin edemediğiniz kadar birleşmiş durumda. Artık Orta Doğu’da kocaman bir Kürt meselesi var, Türkiye bunun parçası. Uluslararası ve bölgesel aktörlerin hepsi Kürt meselesinin içerisine müdahil olduğu için her geçen gün daha çözülmez bir hâle geliyor. Artık Kürt meselesini çözmek için Amerika, Rusya, Fransa, Suud, Körfez, herkesle ilgilenmek durumundasınız. Biz şunu söylüyoruz; meseleyi Suriye’de ya da Moskova’da ya da Washington’da çözemeyeceksiniz. Türkiye'nin kaçamayacağı çok yakıcı, çok büyük bir sorunu var, yüz yıllık bir sorun, adı Kürt meselesi.

Kürtlerle kavga eden bir Türkiye'nin Orta Doğu’da istikrarlı olması mümkün değildir

Rusya’yla olan ilişkilerin temel belirleyeni Kürt meselesidir. Biz ilk günden beri şunu söylüyoruz: Siz Suriye’deki 2 - 3 milyon Kürt’le kavga edeceğinize Türkiye'de 20 milyon Kürt var, bu insanlarla oturup sorunları demokratik bir şekilde müzakere edip çözerseniz, kayyım atamaktan ziyade o belediye başkanlarıyla görüşürseniz, Selahattin Demirtaş’ı hapsetmek yerine onlarla görüşüp bu meseleleri çözerseniz, Türkiye’nin dışarıya müdahale etmesinin çok bir gerekçesi kalmaz. Kürtlerle kavga eden bir Türkiye'nin Orta Doğu’da istikrarlı olması, ilerlemesi mümkün değildir.

18 Kasım 2019