Oluç: Her kurşun, her bomba vergilerle halka yansıtılacaktır

Grup Başkanvekilimiz Saruhan Oluç, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündemi değerlendirdi. Oluç, şöyle konuştu: 

Bu sabah yeni bir kayyım ataması ile güne başladık. Yüzde 70 ile kazandığımız Mardin Kızıltepe belediyemize kayyım atandı. Böylelikle 15 belediyemize kayyım atanmış oldu. 3 Büyükşehir, bir il ve 11 ilçe. Bunları kısaca hatırlatmak istiyorum. Van, Diyarbakır, Mardin Büyükşehir belediyelerine; Hakkari il belediyesine; Karayazı, Yüksekova, Nusaybin, Kulp, Kayapınar, Kocaköy, Erciş, Bismil, Cizre ve Saray’dan sonra Kızıltepe’ye de kayyım atandı. Toplam 15 belediye. Daha önce de YSK, kazanmış olduğumuz 6 belediyede belediye eşbaşkanlarına KHK'li oldukları gerekçesiyle mazbatalarını vermemişti. 

Bu iktidar irade hırsızıdır, emek hırsızıdır

Çok açık bir biçimde bir kez daha vurgulayalım. Bu iktidar hırsızdır. Bu iktidar irade hırsızıdır. Oy hırsızıdır, emek hırsızıdır. Halk iradesini yok saymaktadır. Sandık hukukunu ve adaletini yok saymaktadır. Türkiye tarihine baktığımızda, bu iktidar ile muhafazakar sağ partilerin önemli bir geleneği yıkılmıştır. Muhafazakar sağ partilerin ‘millet iradesi’ geleneğini bu iktidar yıkmıştır. Artık muhafazakar sağın bir sandık iradesi kararlılığı, ilkesi kesinlikle yoktur. Sandık hukuku ve adaleti kalmamıştır. İktidar sadece belediye eşbaşkanlarımızın görevden uzaklaştırılmasıyla yetinmemiştir; aynı zamanda belediye meclis üyelerimizi de görevden uzaklaştırmaktadır. 3 Kasım’da Van Tuşba’da 4 belediye meclis üyemiz daha görevden alınmıştır. Gerekçe soruşturmalardır. 

Çeteleşmiş bir iktidarın en bariz göstergeleri 

Bir de tutuklama yapmaktadırlar. Son olarak Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanımız Adnan Selçuk Mızraklı, Kayapınar ve Kocaköy Eşbaşkanlarımız Keziban Yılmaz ve Rojda Nazlıer tutuklanmıştır. İktidar tutuklanmış olan belediye eşbaşkanlarımızı Diyarbakır’dan Kayseri Bünyan’a ring aracıyla, 10 saatlik bir yolculukla ve elleri kelepçeli olarak götürmüştür. Bu iktidar zulüm ve eziyet yapmaktadır, hukuksuzlukla yetinmemektedir. Haydutluk yapan, çeteleşmiş bir iktidarın en bariz göstergeleridir bunlar. 

Bu iktidar ‘Kürtsen sana yaşam alanı tanımıyorum’ diyor

Şimdi biz “Kürt düşmanısınız” dediğimizde itiraz ediyorlar, ama Kürt düşmanlığı budur işte. “Kürtsen seçtiğini saymıyoruz. Kürtsen verdiğin oyları saymıyoruz, gasp ediyoruz. Kürtsen senin seçtiğin değil benim atadığım yönetecek” diyor bu iktidar. “Kürtsen nefes alma, yürüme, düşünme, gösteri yapma, fikrini söyleme” diyor bu iktidar. “Kürtsen sana hukuk yok” diyor bu iktidar. “Kürtsen sana hak yok” diyor bu iktidar. Yani, “Kürtsen sana yaşam alanı tanımıyorum” diyor bu iktidar. Bu yapılanların tercümesi budur. 

Sömürge valileri atıyorlar

Adeta sömürge valileri ve kaymakamları atanmaktadır. Öyle bir dönem yaşanmaktadır. 'Kayyım rejimi' derken işte bunu kastediyoruz. Bu kesinlikle kabul edeceğimiz bir şey değildir ve buna karşı mücadeleden bir an bile geri durmayacağız. Çünkü halkın, seçmenin iradesi,  sandık hukuku ve adaleti bu siyasetle kayyımlaştırılmaya çalışılıyor.

Muhalif belediyeler üzerinde 'gölge belediyeler' yaratmaya çalışıyorlar

Bakın sadece bizim belediyelerimize kayyım atamakla kalmıyorlar. Aynı zamanda kaybettikleri bütün belediyeleri, özellikle “Büyükşehirleri nasıl yaparız da yönettirmeyiz” diye düşünüyorlar. Geçtiğimiz günlerde bu tartışmalar sürdü. Özellikle İstanbul Boğaziçi üzerinde sürdü bu tartışmalar. Bir tür gölge belediyeler yaratmaya çalışıyorlar. 

İktidar Boğaziçi’ne kayyım atamayı tartışıyor

Saray'dan yönetilecek belediyeler yaratmaya çalışıyorlar. Hedef büyükşehirlerin yetkilerini tekrar merkeze, yani Saray'a almaktır. O nedenle de siyaseti kayyımlaştırmaya çalışmaktadır bu iktidar. Kendilerinde olmayan, sandıkta kazanamadıkları belediyeleri ya gasp etmektedirler bizim örneklerimizde olduğu gibi, ya da çalıştırmamak için yetkilerini gasp etmeye çalışmaktadırlar. Boğaziçi Kayyım Yasa Teklifi var mı, yok mu belli değil. Çünkü tartışmalar sürüyor. Kimin arasında sürüyor tartışma? Muhalefetle iktidar arasında değil, iktidarın kendi içinde sürüyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı mı bu yetkileri alacak, İçişleri Bakanlığı mı, yoksa bu yetkiler Saray'da mı toplanacak? Bu tartışma sürüyor. Çünkü İstanbul Boğaziçi’nde rant çok büyük. Kaybettiklerini yeniden elde edebilmek için, yolsuzluğu yeniden başlatabilmek için bu adımları atmaya çalışıyorlar. 

Kayyımlara ses çıkarmazsanız, yarın sıra size geldiğinde kimse sesini çıkaramayacak 

Bu açıdan bir kez daha muhalefeti uyarıyoruz. Muhalefete sesleniyoruz. Diyoruz ki, bizim belediyelerimize kayyım atanıyor, sesinizi çıkarmıyorsunuz. Olağanmış gibi düşünüyor ve davranıyorsunuz. Bu olağan değil olağanüstü. Kayyım rejimi kurumsallaşıyor. Eğer buna sesinizi daha fazla çıkarmazsanız, buna itirazınızı daha köklü yükseltmezseniz, yarın sizin elinizdeki büyükşehirlerin yetkileri kısılırken kılınızı bile kıpırdatamazsınız. Bir kere demokrasi ilkelerinden, bir kere hukuktan taviz verirseniz, aman sesimizi çıkarmayalım bize dokunmasınlar diye düşünürseniz, emin olun ki yarın size dokunduklarında kimse ses çıkaramaz hale gelecektir. Dolayısıyla muhalefet partilerine, bir kez daha sesinizi yükseltin, kayyımlar karşısında suskunluğunuza son verin, bu durumu kabullenmeyin diyoruz. 

Kendinize güveniyorsanız kayyım atadığınız yerlere sandık koyun

Biz kabullenmeyeceğiz, buna karşı mücadeleyi her biçimde yükselteceğiz. Demokratik siyasete sahip çıkarak bu konudaki tepkilerimizi dile getireceğiz. Kendinize o kadar güveniyorsanız, koyun bakalım önümüzdeki hafta sandıkları Diyarbakır’a, Van’a, Mardin’e, kayyım atadığınız 15 belediyeye. Hatta kayyım atama hazırlığında olduğunuz diğer belediyelere de koyun sandıkları, alın cevabınızı halktan. Halk iradesinin bu şekilde gasp edilmesini  asla kabullenmiyor, bunun cevabını, mutlaka politik olarak da size verecektir. 

3 yıl önce demokratik siyasete karşı siyasi bir darbe yapıldı

Bu iktidarın siyasi darbeciliği bununla sınırlı değil. Bugün 4 Kasım. 4 Kasım bize neyi hatırlatıyor? 3 yıl öncesini. 2016’da 4 Kasım’da bu iktidar bir siyasi darbe yaptı. Ve o gün bizim 15 vekilimizi aynı anda çeşitli illerde önce gözaltına aldırdı, sonra tutuklama kararı vererek cezaevine attı. Siyasi bir darbeydi.

Bu yol nasıl döşendi? AKP Genel Başkanı Erdoğan, 28 Temmuz 2015’te bir konuşma yaptı. O konuşmasında parlamentoya açık çağrıda bulundu ve dokunulmazlıkların kaldırılmasını talep etti. O tarihten itibaren HDP'nin yöneticilerine, üyelerine dönük operasyonlar düzenlenmeye başlandı. 10 binden fazla kişi gözaltına alındı, 3 binden fazla kişi tutuklandı. 1 Kasım 2015’te HDP yeniden Meclis'e girdi ve bu tartışma devam etti.

Mayıs 2016’da yapılan, Anayasa'ya ve Türkiye’nin imzaladığı uluslararası demokratik sözleşmelere açıkça aykırı olan dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla birlikte sürecin yeni bir aşamasına gelindi. Bütün bu tarihlere baktığımızda; Erdoğan'ın 28 Temmuz 2015 konuşmasından sonra Meclis'e adeta vekillerimiz için fezlekeler yağdığını tespit ettik. Onlarca fezleke büyük bir hızla Meclis'e yağdırıldı. Hele dokunulmazlıkların kaldırılmasından bir hafta önce gelen fezlekelerin sayısı gerçekten şaşırtıcıydı. 

Cemaat savcılarının verdiği kararlarla arkadaşlarımız rehin tutuluyor

Şimdi bu dokunulmazlıkların kaldırılmasından sonra Anayasa'ya ve uluslararası sözleşmelere aykırı bir şekilde 4 Kasım günü vekillerimiz önce gözaltına alındı, ardından tutuklandı. Aslında bu çok yeni bir şey de değil. Bu siyasi darbe mantığı 2009 yılında da Kürt siyasetçilere yönelik işletilmişti. O zaman Cemaat savcıları ve hakimleri aracılığıyla başlatılmıştı ve devam ettirilmişti.

İşte 2016’daki 4 Kasım Darbesi de o darbenin devamıdır. Yine FETÖ savcılarının düzenlediği fezlekeler ve iddianameler gündeme geldi. FETÖ hakimlerinin verdiği kararlar gündeme geldi. Bugün cezaevlerinde siyasi rehin tutulan arkadaşlarımız, geçmiş dönem eş genel başkanlarımız, vekillerimiz ve tüm seçilmişlerimiz aslında FETÖ hakim ve savcılarının verdiği kararlarla rehin tutulmaktadır. 

Konu Kürtler ve HDP’liler olunca iktidar Cemaat’in yaptıklarını meşru sayıyor 

Konu Kürtler ve HDP’liler olunca, HDP’li yöneticiler ve seçmenler olunca FETÖ savcı ve hakimlerinin yaptıkları meşru sayılıyor ve hemen iktidar onların arkasına geçiyor, onların verdiği kararları destekliyor.

Bir kez daha söyleyelim, 4 Kasım’daki bu darbeci anlayışla bu iktidarın varabileceği bir yer yoktur. 28 Şubat’ta darbeye karşı çıkanlar 4 Kasım’da siyasi darbeyi gerçekleştirmişlerdir. Dolayısıyla darbeye karşı duruşlarının ilkesel olmadığı, demokratik bir anlayışla olmadığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Onların dertleri kendilerine karşı bir darbe yapılıyorsa buna karşı çıkmaktır. Yoksa ilkesel olarak darbeye karşı çıkmak gibi bir dertleri yoktur. Çünkü demokratik politik kültürden zerre kadar nasiplerini almamışlardır. Maalesef böyle bir iktidar tarafından bu ülke yönetilmektedir. 

Yeni paketle vergi adaletsizliği daha da artırılacak

Üçüncü konumuz, Meclis'in gündemine gelmiş olan yeni vergilerle ilgilidir. Plan Bütçe Komisyonu’nda bir yasa teklifi kabul edildi. Önümüzdeki günlerde Genel Kurul'a gelecek. Bir torba yasa teklifi olarak.

Bu teklife baktığımıza büyük bir vergi adaletsizliğinin bir kez daha gündeme getirildiğini görüyoruz. Gelişmiş ülkelere baktığımızda dolaylı vergilerin oranı yüzde 40 civarındadır. Türkiye’de halktan toplanan, yani dolaylı vergilerin oranı yüzde 65 oranındadır. Bu getirilen yeni paketle beraber vergi adaletsizliği daha da artırılacaktır. Dolaylı şekilde işçiden, yoksuldan, ücretli çalışandan, işsizden, çiftçiden, esnaftan, yani toplumun emekçilerinden yeni vergiler kesilecektir. 

Her kurşun, her bomba vergilerle halka yansıtılmaktadır

Bu bir alışkanlık haline geldi. Bunun çok açık iki nedeni var: Birincisi, seçim kazanmak için AKP seçim yatırımları yaptı ve bu yaptıkları harcamaların kamuda yarattığı ciddi sıkıntılar var. İkincisi ise bugünkü güncel politikayla alakalıdır. Kuzey doğu Suriye’de sıkılan her kurşun, atılan her bomba işte bu vergilerle topluma yansıtılmaktadır. Hani söylüyorlar ya 'siz merminin, bombanın fiyatını biliyor musunuz' diye... İşte şimdi halk o atılan bombaların,  sıkılan kurşunların bedelini vergilerle ödeyecektir.

Türkiye’de vergi konusu çok ciddi bir reform ihtiyacını içinde barındırmaktadır, ama bu getirilen teklif kesinlikle bu anlayışta değildir. Nasıl olur da bütçe açığını daha hızlı kapatabiliriz arayışındadır. 

Bütçenin 2020 hedefi de gayri ciddi olarak saptanmış bir hedeftir

Şimdi bütçe teklifi de geldi Meclis’e. Plan Bütçe Komisyonu’nda bu hafta tartışılmaya başlanacak, Aralık ayında da Genel Kurul'a gelecek. Bütçe açığının 2019 hedefi 80.6 milyar TL idi. İlk dokuz ayda 86 milyar TL oldu. Şimdi tahmin ediliyor ki, 120 milyar TL’ye kadar varacak 2019 bütçe açığı. Yeni gelmiş olan bütçe teklifinde ise 2020 bütçe açık hedefi 139 milyar TL gösterilmiş. Şaka gibi. Bunun da tutturulmayacağı çok açık. Nasıl 2019 hedefi en az yüzde 50 oranında geçildiyse, 2020 hedefi de gayri ciddi olarak saptanmış bir hedeftir. 

Hem vergi adaletsizliğini artırma hem borçlanma paketi 

Bu vergi paketiyle 6 milyar liralık bir gelir elde edilmesi hedefleniyor. Bu paketin ciddi olarak tartışılması gereken bir maddesi var. 40. madde. Bütçe hakkına aykırı bir şekilde Cumhurbaşkanı'na 70 milyar TL borçlanma yetkisi veriyor. Yani bu paket sadece vergi adaletsizliğini artırma paketi değil, aynı zamanda bir borçlanma paketi. Bunu da görmek gerekiyor. Bunu tartışacağız önümüzdeki günlerde, Genel Kurul'da da görüşlerimizi daha detaylı anlatacağız. 

AKP’nin ciddi bir oy kaybı var

Gelinmiş olan noktada yapılan kamuoyu araştırmaları var. Bazılarını iktidar yaptırıp ortalığa saçıyor. Ama ciddi kurumların yaptırdığı araştırmalarda AKP’nin geleneksel oy tabanında ciddi bir erime vardır. Ev kadınlarında ciddi bir oy kaybı yaşanmaktadır Çünkü file dolmamaktadır. Ev kadınları, yaşanan hayat pahalılığının en somut olarak nasıl gerçekleştiğini hisseden ve gören insanlardır. Dindarlar ve muhafazakarlar arasında oy kaybı yaşamaktadır AKP. Çünkü bütün gelenekler aşındırılmaktadır. Din istismarı had safhadadır ve en önemlisi biraz vicdanı olan insanlar, yaşanan adaletsizlikten rahatsızlık duymaktadır. Elbette ki çiftçi, esnaf ve dar gelirliler arasında da oy kaybı vardır, çünkü ekonomide kriz yaşanmaktadır. 

İşgal girişimini oya tahvil etme arayışındalar 

Diyorlar ki, Kuzey ve Doğu Suriye’ye yaptıkları işgal girişimine toplumun yüzde 86’sının desteği varmış. Oradaki işgal girişimini nasıl olur da içerde oya tahvil ederiz arayışı içindeler. Ama edemeyecekler. Bunu göreceğiz hep birlikte.

Bu anlayışın 10 Ekim Ankara Gar katliamından sonra, o dönemin Başbakanı olan Davutoğlu’nun ‘oylarımız artıyor’ sözünden hiçbir farkı yoktur. Demek ki, o dönemdeki anlayışla bu dönemdeki anlayış aynen devam etmektedir. Biz bunun karşısındaki mücadelemizi sürdüreceğiz. Öyle inanıyoruz ki, bütün hukuksuzluklarına, adaletsizliklerine rağmen HDP ve Türkiye'deki toplumsal ve siyasal muhalefet bu iktidar karşısındaki mevzilerini daha güçlü ve kararlı bir şekilde büyütecektir. 

"Kürtleri istemiyoruz" yürüyüşü serbest HDP'lilerin yürüyüşü polis ablukasında

Bakın son bir örnek iki tane fotoğraf. Bunlardan bir tanesi Antalya’da çekilmiştir. Antalya'da ırkçı bir güruh "HDP'lileri ve Kürtleri istemiyoruz" yürüyüşü yapıyor. Hiçbir tane polis görüyor musunuz? Yok. Neden? Çünkü onlar Kürtlere karşı, HDP'lilere karşı istediklerini yapabilir, yürüyebilirler.

Bu fotoğrafsa Cumartesi günü İstiklal Caddesi’nde çekildi. Vekillerimiz Pazar günü yapılacak olan İstanbul İl Kongremize halkı davet etmek için el bildirisi dağıtmaya çıktılar İstiklal Caddesi'ne. Bakın, polislerin ablukası altında bildiri dağıtmaya çalışıyorlar. Halka ulaşmasınlar, halkla iki çift laf konuşmasınlar, sohbet etmesinler diye. Bir tanesi iktidar destekli ırkçı bir güruh, diğeri iktidara muhalif olanlar. İşte Türkiye'nin tablosu esas itibariyle budur ve biz bu tabloyu değiştirmek için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. 

"FETÖcü örgütlenmenin siyasi ayağı yoktur" demek açıkça yalan söylemektir

Soru: Bülent Arınç'ın KHK'lerle ilgili çıkışı tartışıldı. Bugün de, "darbeye destek veren siyasetçi yok. FETÖ’nün siyasi ayağı yok. Eskiden Pensilvanya'ya gitmek prestijdi. Hepimiz geçmişte iyi niyetle destek verdik bu yapılanma için" dedi. Değerlendirmenizi alabilir miyim?

Doğru söylemiş, hepsi destek verdiler. Fetullahçı yapılanmanın büyümesine, devletin bütün kademelerinde, yargısından ordusuna kadar, eğitiminden yerel yönetimlerine kadar devletin bütün kademelerinde kadrolaşmalarını sağladılar. Bunu ilk defa Bülent Arınç söylemiyor. Daha evvel Cemil Çiçek de söyledi. Hatta AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan da bunu söyledi. ‘Ne istedilerse hepsini verdiler.’ Bu kendi lafları biz söylemiyoruz. 

Biz hep uyardık ve dedik ki, bu sürdürdüğünüz ilişki yarın öbür gün Türkiye’nin başına çok büyük dert olacak dedik. Çeşitli defalar. Meclis'in içinde, dışında, Genel Kurul’da, komisyonlarda, grup toplantılarında, halk toplantılarında... Her zaman bizim yöneticilerimiz ve vekillerimiz bu konuda uyarıcı oldular, ama dinlemediler. Onlar çok büyük ölçüde iç içe çalıştılar yıllarca. Nasıl oluyormuş da sadece prestij meselesi imiş oraya gitmek. O prestijin devamı var, oradan edinilen rant var, oradan edinilen koltuklar var, zenginlikler var. "FETÖcü örgütlenmenin siyasi ayağı yoktur" demek açıkça yalan söylemektir. Tartışmasız. Her yerde bulacaksınız bunun ayağını, ama bir tek siyasi ayağı olmayacak. 

Siyasi ayağı bulmak istiyorsa Bülent Arınç, önce aynaya sonra çevresine bakacak

Bülent Arınç zaman zaman böyle şaka dolu laflar ediyor, ciddiye alınacak bir şeyi yok. Siyasi ayağı bulmak istiyorsa Bülent Arınç, önce aynaya sonra çevresine bakacak. Yakın çevresinde ve aynada kimleri görüyorsa FETÖ’nün siyasi ayağının onlar olduğunu bilecek. Biz biliyoruz. Bunu söyleyerek bu tür şeylerden kaçınmaları mümkün değil. Yıllarca onlar beslediler, onlar büyüttüler, onlar birlikte çalıştılar. Bu devletin bütün kademelerine FETÖ’cüleri yerleştirmiş olan bu iktidardır. Başka hiç kimse değildir. Bu tür laflarla bundan kaçınmak mümkün değildir. “Allah bizi affetsin” dedi Genel Başkanları ve yöneticileri. Demek bir suç işlediniz ki Allah sizi affedecek. Dolayısıyla bu suçtan, bu suçun hesabını vermekten kaçmalarının mümkün olmadığını biz biliyoruz.

Merkezi bütçeye kaynak sağlamak için dolaylı vergi yükü artırılıyor

Soru: Yeni vergiler var, yılbaşında uygulamaya girecek. Yüzde 22’nin üzerinde vergi, harç, trafik cezaları dahil. 

Vergilerle ilgili biraz evvel de söyledim. Bu gelen paket de vergi adaletsizliğini büyütecektir. Çünkü dolaylı vergilerdir büyük ölçüde. Bazı maddelerinde gelir vergisi oranlarında oynamalar yapılmıştır. Ama genel olarak baktığımızda özellikle saptanmış olan bazı yeni vergiler, dolaylı vergilerdir. Bir tanesi ilginçtir. Avrupa’da da vardır çeşitli ülkelerde. Bir tür yerel yönetimlere destek olsun diye turistlerden konakladıkları zaman vergi alınır ve o vergiler konakladığınız şehrin yönetimine gider. Yani sizin kaldığınız kentte hizmetler daha iyi verilebilsin diye. Fakat bu getirilen öyle bir öneri de değildir. Doğrudan doğruya merkezi bütçedeki açıkları kapatmak için, yapmış oldukları yanlış harcamalardan ortaya çıkan açığı kapatmak için, merkezi bütçeye kaynak sağlamak için yapıyorlar bu düzenlemeleri. Dolayısıyla Avrupa’daki örnekleriyle de karşılaştırılamaz. Tüm bunlar vergi adaletsizliğini artıracak, halkı dolaylı vergi yükü ile karşı karşıya bırakacak vergilerdir. O yüzden de biz buna muhalefet etmeyi sürdüreceğiz. 

Bu iktidar dar gelirlinin iktidarı değildir

Soru: Yılbaşından geçerli olmak üzere gelecek olan vergiler için ne diyorsunuz?

Her sene artırıldığı şekliyle, o da dolaylı vergilerin artmasına yine yol açacaktır. Biraz evvel de söyledim, bir vergi reformuna ihtiyaç vardır Türkiye’de. Bu vergi reformu esas itibariyle ücretli çalışanın, çiftçinin, esnafın, dar gelirlinin üzerindeki vergi yükünü alması gereken bir reformdur. Ama bu iktidar hiçbir şekilde öyle bir reforma yanaşmamaktadır. Çünkü bu iktidar dar gelirlinin iktidarı değildir esas itibariyle. 

Eğer cesaretleri varsa IŞİDlileri yargılamak için uluslararası mahkeme kursunlar

Soru: Süleyman Soylu ‘biz elalemin teröristlerinin oteli değiliz’ dedi. Bir de Sayın Cumhurbaşkanı’nın planlanmış bir Amerika ziyareti var, gitmeli mi gitmemeli mi, ne düşünüyorsunuz?

IŞİD’lilerle ilgili İçişleri Bakanı’nın söyledikleri çok tehditkar. Avrupa’ya şantaj politikası uyguluyorlar. Bu konuda bizim bir önerimiz var. Eğer cesaretleri varsa - ki tarihte bunun örnekleri de vardır - kurulsun bir tane uluslararası IŞİD’lileri yargılama mahkemesi. Birleşmiş Milletler karar alsın ve IŞİD’liler insanlığa karşı işledikleri suçlardan yargılasınlar. Türkiye de bunu savunsun. Çıksın bu iktidar, İçişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı bunu savunsun. Uluslararası mahkemede yargılanıp ne ise cezaları çeksinler. Niye böyle söylüyoruz. Çünkü o uluslararası mahkeme kurulduğu zaman, başka şeyler de ortaya çıkacak. Bu dönem boyunca El Kaide ve El Nusra türevi bütün çetelere Türkiye’deki iktidarın verdiği desteklerin neler olduğu da ortaya çıkacak.  

Milli Ordu dedikleri Türkiye’nin destek verdiği yağmacılardır, talancılardır 

Dolayısıyla bu şantaj politikasıyla, yok ‘öyle göndeririz, şöyle yaparız’ diyerek bu konu çözülecek bir konu değildir. Yani ÖSO çeteleri, ki daha sonra SMO oldular; ‘bunlar Milli Ordudur’ diye çıkıp bas bas bağıranlar var bakanlardan ve iktidar sözcülerden; o Milli Ordu dedikleri yağmacılar, çeteciler, Suriye’deki rejimi değiştirmek üzere harekete geçen ve sizin destek verdiğiniz talancılardır. Dolayısıyla bu konuları uluslararası alanda tartışırken, o kadar elleri rahat değildir. Ama topluma farklı mesaj vermek için esip gürlemektedirler. Bir kez daha şunu söyleyeyim. Bu IŞİD meselesinin çözülmesini istiyorlarsa, kimin nasıl desteği var ortaya çıksın istiyorlarsa, uluslararası mahkemede yargılanmalarını talep etsinler. 

(Erdoğan ABD’ye) Bir mektup götürecekmiş. Özel ulak yerine kendisi götürsün. Göreceğiz bakalım mektubun ne olduğunu. Çok önemli ve büyütülecek bir ziyaret değildir. Dolayısıyla ne yaparlarsa yapsınlar, Suriye’ye yönelik yanlış dış politikaları bu tür ziyaretlerle ortadan kaldırılamaz. Biz bu konudaki kararlı tutumumuzu sürdürmeye devam edeceğiz. İsterse gitsin, isterse gitmesin.

4 Kasım 2019