Oluç: Çoklu baro sistemi teklifi ‘makul avukat yaratma projesi’dir

Grup Başkanvekilimiz Saruhan Oluç, Meclis'te basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. İktidarın barolara ilişkin yaptığı hazırlığı, güvenlik soruşturması kanun teklifini, korona salgınını ve partimiz hakkındaki taraflı ve çarpıtma yayınları değerlendiren Oluç, şunları söyledi:

Adalet ve Kalkınma Partisi heyeti dün bizi ziyarete geldi, Barolar konusundaki önerilerini bizimle de paylaşmak ve görüşlerimizi dinlemek için. Daha önce İnfaz Yasası konusunda da böyle bir ziyaret gerçekleşmişti. 

İktidar Meclis'teki partileri ziyaret ediyor, sonra bildiğini okuyor

Elbette Meclis içindeki partilerin, grupların böyle ziyaretler ve karşılıklı görüşmeler yapmaları önemlidir. Ama söylemeden geçemeyeceğiz; bu ziyaretler yapılıyor, ama maalesef muhalefetin önerileri iktidar tarafından dikkate alınmıyor. Bunu İnfaz Yasası’nda gördük;  umarız Barolar konusunda da aynı tutum takınılmaz. Bu adım bir ortak akıl yaratmaya yönelik bir imkan yaratır. Bu yasa teklifi önce komisyona ardından da Genel Kurul’a getirilecek. 

Komisyon aşamasında baro başkanları dinlenmeli önerileri dikkate alınmalıdır

Öncelikle şunu söyleyelim. Komisyon aşamasında baro başkanlarının görüşlerinin yeterince alınmaması kesinlikle kabul edilemez bir durumdur. Komisyon aşamasına baro başkanları dahil edilmeli, öneri ve eleştirileri dinlenmelidir. Bu olmazsa komisyon tartışmaları son derece yararsız bir hale gelecektir ve iktidarın kendisini dayatması sonucunu doğuracaktır.

Burhan Kuzu’ların hukuk profesörü olduğu bir sistemin yarattığı sorunlar ve sonuçlar var

Avukatların, özellikle savunma hakkını kullananların çok ciddi mesleki sorunları olduğunu biliyoruz; bunu bütün siyasi partiler biliyor, kendileri de bunu defalarca dile getirdi. Bu sorunlar en temel noktadan, hukuk fakültelerinin niteliğinden başlıyor. Hukuk fakültelerinin niteliği ve eğitim süreci aslında  yargı açısından ciddi bir sorun olmaya devam ediyor. Meseleyi sadece onun üzerinden örneklendirmek istemiyoruz ama, düşünün ki, bir ülkede Burhan Kuzu anayasa profesörü olabiliyor. Üstelik Burhan Kuzu tek kişi değil. Çok Burhan Kuzu’lar var ve Burhan Kuzu’ların eğitim verdiği bir hukuk fakülteleri sisteminin yarattığı sorunlar ve sonuçlar hepimizin malumu. Bu alanda yapılması gereken çok iş var. 

Savunma hakkı, adil yargılanma hakkı, silahların eşitliği hakkı ve ilkeleri çiğneniyor

İkinci sorun yine avukatlar ve barolarla ilgili. Savunma hakkının kısıtlanması ile ilgili ciddi sorunlar yaşanıyor. Adil yargılanma hakkı, savunma hakkı ve silahların eşitliği  hakkı ve ilkeleri çok ciddi bir şekilde çiğneniyor. Bu sadece bizim ifade ettiğimiz bir şey değil. Geçtiğimiz haftalarda Anayasa Mahkemesi Başkanı 2019 yılındaki AYM’ye yapılan bireysel başvurulardan bahsetmiş ve 43 binden 40 bini karara bağlandı demişti. Çok yüksek sayılar bunlar. Bu kararların yarısından fazlası adil yargılanma hakkının ihlali konusunda. Dolayısıyla adil yargılanma, silahların eşitliği hakkı ve ilkeleri şu anda yargıda kesinlikle işlemez durumdadır. Son derece sorunludur bu.

Ayrıca tutuklu avukatlar meselesi vardır. Bu da avukatların, yani savunma hakkını kullananların ciddi bir sorunu haline gelmiştir. Ruhsat gaspları ve iptalleri meselesi vardır, ki bunlar da ciddi sorunlardır. 

Çoklu baro sistemi teklifi ‘makul avukat' yaratma projesi’dir

Bütün bu sorunlar varken, esas itibariyle bu sorunların çözümü doğrultusunda adımlar atılması gerekirken, biz çoklu baro olsun mu olmasın mı? tartışmasıyla uğraşıyoruz.

Aslında iktidarın hedefi, ‘makul avukat yaratma projesi’dir. Şimdi bu ‘makul avukat yaratma projesi’ çerçevesinde iktidar partileri bu çoklu baro tartışmasını yürütmektedir.

Yargının bağımlı ve taraflı hale geldiğini, yargı alanında tuzun koktuğunu biliyoruz. Çok fazla örneği var. Bunu Meclis’te de, Meclis dışındaki bütün çalışmalarda da bütün muhalefet partileri, yargı alanında çalışan sivil toplum kuruluşları ve barolar da çok kez ifade ettiler ve etmeye devam ediyorlar. 

Bu teklifle barolar zayıflatılarak iktidara itaatkar yapılar haline getirilmek isteniyor

Yargı alanında bu kadar ciddi sistem sorunları yaşanırken ve evrensel hukuk ilkeleri, demokratik hukuk ilkeleri, Türkiye’nin imzaladığı uluslararası demokratik sözleşmeler ve bunların hukukla ilgili olan kısımları alenen çiğnenmekteyken, çoklu baro sistemi tamamen iktidarın hedefleri doğrultusundaki bir tartışmadır.

Biz AKP heyetine de açık bir şekilde çoklu baro sisteminin yanlış olduğunu ifade ettik. Çok soru var sorulabilecek olan. Çoklu baro sisteminde Adalet Bakanlığı’nın birden fazla hangi baroları muhatap alacağı son derece ciddi bir sorundur. Çoklu baroların, TBB delegelerinin nasıl olacağı son derece ciddi bir konudur. Bir ilde birden fazla baronun olması demek, hukuk birliğinin sağlanması açısından ciddi sorunların ortaya çıkması demektir. Bu sistemle aslında barolar zayıflatılmak ve siyasi iktidara itaatkar yapılar haline getirilmek isteniyor. 

Düzenleme, hukuk ve yargı alanında iktidara yönelik eleştirileri önlemeye yöneliktir

Bu uygulama aslında baroları siyasi bir araç olarak kullanma hedeflidir. Aslında siyasi iktidar kendisine yönelik, hukuk ve yargı alanında attıkları adımlara yönelik eleştirilerin azaltılması için, muhalif sesleri kesmek için bu tartışmayı yeniden ısıttı ve gündeme getirdi. Bunun da farkındayız. Bu çoklu bölünmüş baroların bir çok sakıncası vardır. Mali açıdan yaşanacak sorunlar var, aynı zamanda avukatların eğitimi ve stajları açısından yaşanacak sorunlar var. Adli Yardım ve Ceza Muhakemesi Kanunu hizmetleri açısından yaşanacak sorunlar var.

Çoklu baro, sorunlu olan yargıyı daha da sorunlu hale getirecek

Bu açıdan bakıldığında, çoklu baro sistemi son derece ciddi sorunlar yaratacaktır. Ve var olan, hukuken de baktığımızda, evrensel hukuk ilkeleri açısından da baktığımızda sorunlu olan yargı sisteminin daha da sorunlu hale gelmesine yol açacaktır.

Biz bu adımın iktidar ittifakının mutlak iktidar yaratma hedeflerinden biri olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle de kendilerine anlattık fikirlerimizi. Bu komisyon çalışmaları sırasında da, Genel Kurul aşamasında da fikirlerimizi anlatacağız. Bu konuda esas muhatap olan baroların seslerine ve sözlerine kulak vereceğiz. Eleştirilerini ve önerilerini Genel Kurula ve komisyona taşıyacağız. Baroların önerilerinin son derece önemli olduğunu düşünüyoruz. 

Emniyetin hukuktan anladığı, şiddet kullanmak, hukuku ve insan haklarını çiğnemektir

Geçtiğimiz günlerde baro başkanları bir yürüyüş yaparak Ankara’ya girmek istediler ve Emniyet güçleri tarafından hukuka aykırı bir şekilde durduruldular. Anayasa'nın 34. Maddesi, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı ve özgürlüğü evrensel bir ilkedir. Evrensel bir haktır. Çok açık bir şekilde Emniyet bunu çiğnedi, hukuku da çiğnedi. Emniyet Genel Müdürlüğü açıklama yapmış ve demiş ki, ‘muamele hukuka uygundu.’ Emniyet Genel Müdürlüğü’nün hukuktan ne anladığını biz biliyoruz: Şiddet kullanmak, hukuku çiğnemek, insan haklarını çiğnemek.

Hukukçulara uyguladıkları şiddetin hukuka uygun olduğu gülünçlüğünü yaşıyorlar

Onların anlayışına göre hukuka uygun olmuştur, ama bir baro başkanının, Gaziantep Barosu Başkanı’ndan söz ediyorum, bir sivil polis tarafından darp edilmesi, 27 saat baro başkanlarının aç, susuz bekletilmesi ve yürüyerek Ankara’ya girmelerinin engellenmesi, onlara hizmet veren bir büfenin büyük bir ceza alması, su hizmeti ve yemek hizmeti verdiği ve ihtiyaçlarını karşılamalarına yardım ettiği için ceza alması da bunun bir parçasıdır. EGM ne derse dersin, uluslararası hukuk açısından da bakıldığında, Anayasal çerçeve açısından da baktığımızda yapılan iş hukuka uygun değildir.

Bir de şöyle gülünç bir tarafı vardır. Siz bunu hukukçulara yapıyorsunuz ve hukukçulara anlatıyorsunuz yaptığınızın hukuka uygun olduğunu. Ayıptır, biraz düşünün böyle bir açıklama yapmadan önce. Ben Merak ediyorum, iktidar partisinin bütün mensupları, yürütmenin bütün mensupları gerçekten yapılan bu hukuka aykırı tutumu EGM gibi mi değerlendirmektedir?

Güvenlik soruşturması dayatması da mutlak iktidar yaratma hedefinin bir sonucudur

Diğer değinmek istediğim konu, birincisi ile doğrudan ilgili olmasa da, iktidarın mutlak iktidar yaratma hedefi açısından çok açık bir örneğini teşkil etmektedir. Güvenlik soruşturması meselesi dün İçişleri Komisyonu’na geldi, 16 maddelik bir teklif. Dün görüşmeler başladı, bugün de devam ediyor. 

Bu daha önce Anayasa Mahkemesi’nin ihlal var dediği ve bozduğu, Anayasa’ya uygun değildir diye bozduğu bir konudur. Hatırlatmak istiyorum; 2 Ekim 2016 tarihinde yayınlanan bir KHK ile, yani 15 Temmuz darbe girişiminden sonra yayınlanan bir Kanun Hükmünde Kararnameyle, geçmişte sadece polis, TSK ve istihbarat çalışanları için geçerli olan güvenlik soruşturması tüm kamu görevlileri için de geçerli hale getirildi. 1 Şubat 2018’de de kanunlaştı. CHP, Anayasa Mahkemesi’ne gitti, mahkeme bu durumu değerlendirdi, 27 Mart 2020 tarihinde bu güvenlik soruşturmaların iptali yönünde bir karar aldı.

AYM bu kararı alırken, üç konuda özellikle vurgu yaptı. Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerinin sınırlanmasını düzenleyen 13’üncü Maddesine aykırı dedi; özel hayatın gizliliğini düzenleyen 20’inci Maddeye aykırıdır dedi; kamu hizmetiyle ilgili hükümler kısmının genel ilkelerini düzenleyen 128’inci Maddeye aykırıdır dedi ve iptaline karar verdi. 

İktidar AYM kararlarını ve Anayasa’yı bypass etmek için kanun teklifi getiriyor

İktidar bloğu, Anayasa’yı ve Anayasa Mahkemesi’nin bu bozma kararını bypass etmek için yeni bir teklifle karşımıza geldi. AYM kararının etrafından dolanarak bu teklifi tekrardan önümüze getirdiler. Çok açıktır, komisyondaki arkadaşlarımız da bunu çok açık bir şekilde dile getiriyorlar. Kanunilik ve eşitlik ilkeleri ihlal edilmektedir. Yani şeffaflık, öngörülebilirlik, kamusal görevlere katılma, masumiyet karinesi, lekelenmeme hakkı, suç ve cezanın şahsiliği ilkeleri alenen ihlal edilmektedir. Ve Anayasa’nın 70. Maddesi de çok açık bir şekilde ihlal edilmektedir. 

Teklif yeni bir fişleme versiyonudur, evrensel hukuku çiğnemektedir

Teklif, iktidarın dayattığı şekilde Genel Kurula gelirse bu fişleme anlayışının yeni bir versiyonudur. Bu da aslında iktidarın mutlak iktidar yaratma amacının bir sonucudur. Buna ilişkin eleştirilerimizi hem Genel Kurul’da hem de komisyonda en sert şekilde dile getireceğiz. Çünkü evrensel ilkeler vardır. Evrensel uygulamalar vardır. Türkiye’nin imzaladığı evrensel demokratik sözleşmeler vardır. İktidar bunların hiçbirine kulak asmamaktadır. Hepsini çiğnemektedir. Bu çok açık bir şekilde ortadadır. 

İktidar sürü bağışıklığı politikası izliyor, virüs yayılıyor

Değinmek istediğim diğer konu korona virüs salgını ile ilgilidir. Çok konuştuk bunu, basın toplantılarında da, Genel Kurul’da da, çeşitli çalışmalarımızda da bunu dile getirdik. İktidar kitlesel bağışıklık veya sürü bağışıklığı adı verilen sisteme döndü ve normalleşme adı altında veya yeni normalleşme adı altında bütün tedbirleri ortadan kaldırdı. Maalesef, halen görünüyor ki, bu tedbirlerin ortadan kalkmasının sonucu olarak bu virüs bitmediği için, dünyanın hiçbir yerinde de bitmediği için, Türkiye’de enfekte olan insanların sayısında artışlar var. Ciddi risk olan yerler var. Bunların değerlendirilmesi gerekiyor. 

Normalleşme adımları felaketi yaratmak üzeredir

İktidara, özellikle Sağlık Bakanlığı’na ve Bilim Kurulu’na çağrıda bulunuyoruz; bu konuda üzerinize düşenleri yapın. ‘Yeni normalleşme’ adı altında bütün tedbirleri ortadan kaldıran tutum yeni bir felakete yol açacak sonucu yaratmak üzeredir. Geçtiğimiz hafta Sağlık Bakanı’yla ben görüştüm. Cizre ve Şırnak’taki vaka artışına dikkat çektim. Bu konuda önlem alınması gerektiğini kendisine anlattım. Cizre ve Şırnak bir örnektir ve tek örnek de değildir. Oradaki hızlı vaka artışı ve aynı zamanda oradaki imkanların sınırlılığı son derece ciddi sorun yaratmaktadır dedim. Kendisi de bu konuda gerekli adımların atılacağını ve önlemlerin alınacağını söyledi. 

Cizre, Şırnak ve çevre illerde durum vahim

Bugün gelinen noktada Cizre ve Şırnak’ta durum gerçekten vahimdir. Ama sadece orada değil. Diyarbakır, Mardin, Urfa ve Van’da çok ciddi sorunlar vardır. Vaka sayılarında ciddi artış vardır, yeterli ölçüm ve test yapılmamaktadır. Ve sağlık sistemi açısından baktığımızda,  hastane imkanları açısından baktığımızda son derece vahim bir durum vardır. Bu konuda ayıran bir tutum takınmak, bunu görmezden gelmek, açıkça o bölgede yaşayan Kürt halkına yönelik ve orada Kürt halkının dışında yaşayan tüm halklara yönelik çok ağır bir vebal demektir. Bunu bir kez daha hatırlatıyoruz. Hem Sağlık Bakanlığı’na hem de Bilim Kurulu’na hatırlatıyoruz. Özellikle tedbirlerin ortadan kalkmasından ve seyahatlerin serbestçe yapılabilmesinden sonra bu söylediğimiz illerde vaka sayısında ciddi bir artış ortaya çıkmıştır. Bir an önce ciddi önlem alınmasını talep ediyoruz. Ve bu konuda gerçekten uyarıyoruz.

RTÜK Başkanı şaibeli durumdadır, Anayasa’ya uygunluğu tartışmalıdır

Son olarak değinmek istediğim bir konu daha var. Bu konunun ciddi ve kararlı takipçisi olacağımızı söylüyoruz. Önümüzdeki günlerde daha yüksek sesle bunu söyleyeceğiz. RTÜK Başkanı’na sesleniyorum; şaibeli bir durumdasınız. Sizin bulunduğunuz pozisyon her açıdan tartışmalıdır. Attığınız adımların Anayasa'ya uygunluğu tartışmalıdır, bulunduğunuz pozisyonu ekonomik olarak kendi çıkarlarınız doğrultusunda kullanmanız tartışmalıdır. Bunların hepsini söylemeye devam edeceğiz. Ama başka bir konu var. 

Bizimle ilgili yalan, tezvirat ve haksız suçlamalar konularında adım atın

Şu ana kadar geçtiğimiz 10 gün içinde RTÜK’e 9 başvuruda bulunduk. Çeşitli televizyon kanallarında, hem kamu kanallarında TRT’de, hem de özel televizyon kanallarında, HDP hakkında yapılan tezvirat, haksız suçlamalar, çarpıtmalar, mesnetsiz iddialar, ağır hakaretlerle ilgili programlar devam etmektedir. Biz de buna ilişkin hukuki adımlar atmaya devam edeceğiz. Bu işin peşini bırakmayacağız. Bizim hakkımızda, bizim görüşlerimizi almadan, bize söz hakkımızı kullandırmadan her türlü yalanı ve tezviratı yapanlar karşısındaki hukuk mücadelemiz durmayacak. Böyle ortalarda dolaşacağınızı zannetmeyin. Sizin bu yaptıklarımızın cevabını hukuki alanda vereceğiz. Bunu bilin. Gazeteci, yorumcu, akademisyen, uzman kılığında çıkıp, iktidarın HDP karşısındaki politikalarını anlatmak, açıkça yalan, çarpıtma yapma hakkınız yok.

RTÜK Başkanı’na söylüyoruz: 9 başvuruda bulunduk; her gün, her hafta bu başvurularımızı arttıracağız. Bunun peşini bırakmayacağız. 

RTÜK gereğini yapmazsa hem ulusal hem uluslararası hukukta hesabını soracağız

Eğer RTÜK üzerine düşeni yapmazsa, bir anayasal kurum olan RTÜK’ün başındaki kişi dahil olmak üzere, oradakiler hakkında, hem yerel hukukta hem de uluslararası hukukta adımlar atacağız ve bunun peşini asla bırakmayacağız.

‘Evet başvurularınızı aldık, değerlendireceğiz’ diyerek bizi oyalamayın. Bunu açıkça RTÜK Başkanı’na söylüyoruz. Aynı başvuruları gazetelerde ve çeşitli medya organlarında tezvirat yapanlar için Basın Konseyi’ne de yapmaya başladık. Eğer siz diyorsanız hukuk devleti var, ki biz yok diyoruz; siz diyorsanız hukukun üstünlüğü var, ki biz üstünlerin hukuku var diyoruz. Ama sizin dediğiniz doğruysa, o zaman hukuk önünde hesap vereceksiniz. Ve biz bu hesabı sormak için elimizden geleni yapacağız. RTÜK Başkanı bizi oyalamasın. Görevini yapsın, görevini yapmayıp AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sözcüsü gibi davranacaksa,  onun direktiflerini yerine getirecekse, o koltuğu işgal etmesin. Bugünün yarını vardır. Nasıl geçmişte bu tür hukuksuzlukları yapanlar günün birinde yargılandılarsa, sizler de yargılanacaksınız. Sizin dokunulmazlığınız yok ve olmayacak. 

Yargılanan savcı ve hakimlerin hazırladığı bütün dosyalar ve kararlar yok hükmünde sayılmalıdır

Soru: MHP Genel Başkanı’nın Mümtazer Türköne’nin yeniden yargılanması ile ilgili değerlendirmesi ve çağrısı oldu. Nasıl değerlendirirsiniz? 

Sayın Bahçeli çok önceleri, tam tarihini hatırlamıyorum, şöyle bir çağrıda bulunmuştu. FETÖ’cü olduğu iddiasıyla yargılanan, hakkında soruşturma yürütülen savcı ve hakimlerin hazırladığı iddianameler ve bu iddianamelerle açılan davaların hepsi gözden geçirilsin demişti. Bu sözünün arkasında durmadı. Biz bunu Genel Kurul’da da ifade ettik. Biz bu ifadenin doğru bir ifade olduğunu düşünüyoruz. Hem önceki dönem Eş Genel Başkanımız sayın Selahattin Demirtaş, hem milletvekilliği düşürülen Leyla Güven, Musa Farisoğulları ve geçmiş dönem milletvekillerimiz olan ve cezaevinde bulunan ya da halen milletvekilimiz olan ve haklarında davalar açılan, bu davaları süren milletvekillerimizin iddianameleri, FETÖ’cü olduğu iddiasıyla tutuklanan, yargılanan ya da yurt dışına çıkan hakim ve savcıların eseridir. Sadece Türköne ile ilgili değil, çok daha geniş bir kesimin davalarının ve iddianamelerinin gözden geçirilmesi ve FETÖ’cü olduğu iddiasıyla ceza almış olan hakim ve savcıların düzenledikleri iddianame ve kararların yok hükmünde sayılması ve bu davaların yeniden görülmesi gerektiğini düşünüyoruz. 

Demirtaş ilgili 4 kez ihlal ve tahliye kararı verilmesine rağmen rehin tutulması suçtur

Soru: Demirtaş AYM kararıyla ilgili avukatlar başvuruda bulundu, bir süreç işliyor, ama daha önce de açıklamalar oldu. Bu konuda görüşlerinizi alabilir miyiz? 

Biliyorsunuz AYM geçtiğimiz günlerde yeni bir karar verdi Sayın Demirtaş’la ilgili. Hakkında verilen kararlarda ihlal olduğuna ve tazminata hükmetti. Sayın Demirtaş'ın durumu şudur. Hakkında hem uluslararası hem de yerel düzeyde 4 kez tahliye ve ihlal kararı verilmiştir. AİHM ve AYM bu kararları almıştır, yargılandığı ana davasındaki yerel mahkemeler bu kararları vermiştir. 4 kez hakkında ihlal ve tahliye kararı verilen Demirtaş halen cezaevinde siyasi rehin olarak tutulmaktadır. Tamamen hukuksuzdur bu durum. 

Biz bunu dile getirmeye devam edeceğiz. Öyle inanıyoruz ki, bu konudaki ihlal kararları devam edecektir. AİHM’nin önünde dosyaları vardır, bu konuda ihlal kararları almaya devam edeceğini bekliyoruz. Bu konuda alınan kararların uygulanmamasının yasadışı olduğunu, Anayasa’yı çiğnemek olduğunu ve bir siyasi partinin liderini cezaevinde rehin tutma eylemi olduğunu düşünüyoruz. Yasadışıdır, Anayasa’yı çiğnemek anlamına gelmektedir. Bu konudaki çağrımıza ve mücadelemize devam edeceğiz. ,

25 Haziran 2020