Oluç: Büyüme hamasetine dayalı ekonomik modelinizle enflasyonu, yoksulluğu, yolsuzluğu büyüttünüz

Grup Başkanvekilimiz Saruhan Oluç’un 2023 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi üzerine TBMM Genel Kurulunda yaptığı kapanış konuşması:

Ekranları başındaki değerli halkımız, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Şu anda cezaevlerinde haksız ve hukuksuz olarak tutulan ve bizleri izleyen Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, İdris Baluken, Gültan Kışanak ve Selçuk Mızraklı şahsında tüm seçilmişlerimizi ve üyelerimizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum. Hepimizin onurusunuz.

Bugün Êzidî halkının Êzî bayramı, bütün Êzidîlerin bayramını yürekten kutluyorum.

Bütçe sürecinde 1.5 ayı geride bıraktık. Bu süre boyunca gerek Plan Bütçe Komisyonunda gerekse  Genel Kurul’da yoğun bir mesai harcadık. Öncelikle bu mesaimizde bizleri ekranlarından, sosyal medyadan yakından takip ederek desteklerini sunan halklarımıza, tüm Meclis emekçilerine; kavaslara, stenograflara, teknik ekibe, garsonlara, danışman ve milletvekili arkadaşlarımızın her birine tek tek teşekkür ediyoruz.

2022 yılının son günlerinde önümüze konulan bu bütçeyi dünyadaki son dönem gelişmelerinden ve Türkiye’nin bu gelişmelere karşı aldığı çeşitli politik pozisyonlardan bağımsız okumak doğru olmaz. Hangi uluslararası ortamda bu bütçenin gündeme geldiğine öncelikle kısaca değinmek istiyorum.

Bugün iktidarların dizginsizce küresel mekânda at oynattığı, ama politikanın en az eskisi kadar “yerel” olmaya devam ettiği bir dünyadayız. Ve bu dünya şimdi yeniden şekilleniyor. Hızlı bir dönüşüm yaşanıyor, köşeler tutuluyor, kasırga sinyalleri ardı ardına geliyor.

NATO bu yıl içinde Madrid’de yeni dönem planını ve ilk defa uygulayacağı konsepti ilan etti.

70 yıl aradan sonra Atlantik Paktı güncellendi. Ve Türkiye de iktidar eliyle bu yeni konsepti onayladı. İlk defa Çin’e karşı bu denli sert duvarlar örülüyor. Ukrayna’da halen 3. dünya savaşının bir ön provası yaşanıyor. Ortadoğu’da kırılgan fay hatları her gün karşımıza başka bir sosyolojiyi çıkarıyor. Dünyanın yeniden parsellendiği bir dönemdeyiz.

Bugün NATO yapısı ve ABD’nin öncülüğünü ettiği blok ile Şangay olarak kendini güncelleyen blok arasında başta enerji olmak üzere nükleer tehditler eşliğinde sıcak ve soğuk savaş sürüyor. Gittikçe de yayılma emareleri gösteriyor.

Türkiye bu iki blok arasında aktör değil faktör olarak rasyonalitesini kaybetmiş bir ülke konumunda maalesef. İktidar bir yandan NATO üyesi olarak söz kuruyor, yeni konseptin altına imza atıyor, diğer yandan Şangay İşbirliği Örgütü’nden gelen üyeliğe sıcak baktığını ifade ederek ikili oynuyor. Aslında toplumu aldatıyor, gerçekleri konuşmuyor. NATO üyesi iken bu tür açıklamalar yapmak iktidarın algı operasyonundan başka bir şey değildir. 

Bir yandan Batı’dan kopmayan diğer yandan da Doğu ile dansını sürdürmek isteyen bir siyaset belirsiz bir kulvarda yol almaya devam ediyor. Mesele zaman zaman uygulanabilir olan denge siyaseti değil ilkesiz davranışlar ve güven kırıcı adımlardır.

Pompalanmış irrasyonel korkuların, içi boş bir yerli-milli söylemin, savaşa dayalı kutsiyetin cenderesinde en gerçeğe aykırı şeyleri bile "halkımız için, ülkemiz için doğrusu bu" mazeretiyle ifade etmek, tam da bir algı operasyonunun itirafıdır. Dün katil ilan edilenlerle bugün kucaklaşılabiliyor. Sürekli eksen kaymalarına uğrayan bu politika, dünyadaki gelişmeleri okuyamamaktadır. Bunları doğru temelde kendi içine tahvil edememektedir. Ne yazık ki tekçi “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile iç siyasette olduğu gibi, ülkenin dış politikası da şahsileştirilmiş ve liyakat temelli kurumsal işleyiş askıya alınmıştır.

AKP Genel Başkanı, geçtiğimiz günlerde “Türkiye yüzyılı, ülkemizle birlikte bölgemizden başlayarak dünyanın her yerine demokrasi, kalkınma, barış ve refah götürecek bir devrimin adı” dedi. Barışı sınır ötesi operasyonlarla mı götüreceksiniz? Barışı, barışçı olmayan bir dış politika ile mi yayacaksınız? Refahı, huzuru başka bir ülke topraklarında ameliyat yaparak mı sağlayacaksınız? Soruları elbette güncelliğini koruyor.

AKP Genel Başkanı Suriye’ye yönelik askeri politikasını “güvenlik ve huzur çemberini genişletme” olarak ifade etmektedir. 2011’den bu yana Suriye’deki savaşın içerisindesiniz, tarafısınız. “Bugüne değin huzur ve güvenlik mi sağladınız, istikrar mı getirdiniz?” soruları güncelliğin koruyor.

İşte bu yaklaşım güvensizlik ve huzursuzluk çemberini büyütmektedir. Olması gereken, Suriye açısından kalıcı barışın tesisine yönelik demokratik politikalar üretmektir. Suriye’de Kürt ve Arap halklarının ve diğer tüm halkların demokratik iradesine saygı duymaktır. Asıl olan; Suriye’den başlayarak barış çemberini geliştirmek ve büyütmektir. Suriye’de demokratik rejimin oluşmasına katkı yapmaktır.

Şiddeti ve askeri operasyonları diplomasinin, siyasetin ve müzakerenin önüne koyan bir dış politika anlayışı her alanda başarısızlıkla karşı karşıya kalmıştır. Bu dış politikanın evrensel gelişmelerle uyumlu olması ve yeni dönemin ihtiyaçlarına cevap vermesi mümkün değildir.

Rusya-Ukrayna Savaşını Erdoğan kendince “Allah’ın lütfu” gibi görmüştür. Türkiye’nin Rusya’yı kayırması ve yaptırımları delmesi karşılığında, Rusya’dan Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürtlere karşı yeni bir işgal operasyonunun onayı talep edilmektedir. Kürt karşıtlığı merkezi bir dış politika olabilir mi sorusunun cevabı evet olabiliyor. Kürtlerin Ortadoğu’nun her herhangi bir ülkesinde statü kazanmasını engellemek refleksi varlığını sürdürüyor ve Esad’la görüşmelere başlamanın da temel motivasyonunu oluşturuyor.

Şu çok açık ki; tutarlı, ilkeli, küresel ve bölgesel istikrara katkı sunacak barışçı bir dış politika için her şeyden önce özgürlükler, demokrasi ve hukuk alanında sorunlarını çözmüş bir ülkenin kamuoyuna hesap verebilir bir iktidarı olması gerekir. Ama bugün Türkiye’de böyle bir iktidar yok.

Son 1 yıl içinde 3’üncü kez bütçe tartışıyoruz. İktidar aradaki ek bütçe tartışmalarını anmak yerine unutturmak istiyor ama unutmuyoruz. Daha tartışıldığı sırada kadük hale gelmiş olan, öngörüleri tutmayan 2022 Bütçesine 6 ay sonra bir yama yapılmak zorunda kalınmıştı ek bütçeyle. Ek bütçe ile birlikte 2022 yılı 461 milyar TL bütçe açığı ve 50 milyar dolar cari açıkla tamamlanacak. Durum bu. Çok komik bir şey oldu. Komik diyorum ama traji-komik bir şey. Biz burada günlerdir bütçeyi tartışıyoruz 4 gündür Hazine ve Maliye Bakanı bu sıralarda oturuyor bizleri dinliyor, zaman zaman sorulara cevap verdi.

Ama ne oldu dün gece yarası, biz buradaki çalışmayı tamamladıktan sonra, Sanayi ve Enerji Komisyonuna aslında Plan Bütçe Komisyonuna gelmesi gereken 200 milyar TL’lik bir net ek borçlanma kanun teklifi getirildi. Gece yarısı. Böyle bir şey olabilir mi, böyle güven kırıcı bir şey olabilir mi? Hazine ve Maliye Bakanı burada günlerdir oturuyor, bir tek kelime ile bunu söylemedi. Ama gece yarısı üstelik Sanayi ve Enerji Komisyonuna bu madde ihdası getirilebiliyor. Üstelik kullanılmış bir paranın sonradan kanunu çıkarılmak isteniyor. İktidarın bütçeye bakışı esas itibariyle bu.

Ekonomi yönetiminin büyük defolarını 2022 Bütçesinde gidermeye çalışan iktidar, 2023 Bütçesi ile beraber yeni defolar yaratmaktadır. Defo dediysek büyük kara deliklerden söz ediyoruz. Hazine’nin ve Merkez Bankası’nın bütün dengelerinin altüst olduğu ekonomik uygulamalardan söz ediyoruz.

İktidar ittifakı, özellikle son 4 yıla baktığımızda, gün be gün Türkiye ekonomisini buhrana sürüklemektedir. 2022’de enflasyon, işsizlik ve yoksulluk patladı; bırakalım refahı, ekonomik çöküş tüm topluma yayıldı.  Enflasyonu düşürme timleriniz, fiyat istikrar komiteniz bir işe yaradı mı? Yaramadı.

Çocuklar okula aç gidiyor! Temel gıda maddesi olan süt, peynir, yumurta alınamaz hale geldi. Barınma krizi, beslenme krizi, ulaşım krizi Türkiye’nin bir gerçeği haline geldi. Tutmayan öngörüler, boş vaatler, hayal pazarlama. İşte ekonomi modeliniz, yönetiminiz ve politikanız bu.

Siz, kendi mirasını yiyenler olarak 2004 yılında yaptığınız Uluslararası Muhafazakarlık ve Demokrasi Sempozyumu’nda siyasi partileri “sadece rant dağıtan siyasi şirketler” olarak eleştirmiştiniz. Yıllar sonra döndünüz “devleti şirket gibi yönetirsek sonuç alırız” dediniz. Şimdi küresel ekonomiyi çöküşünüze kılıf yapmaya çalışıyorsunuz. Kalemi ve mikrofonu her elinize aldığınızda, “küresel şartlar kötüdür” deyip duruyorsunuz.

Hazine ve Maliye Bakanı, burada “1929 buhranından sonraki en büyük krizi yaşıyoruz” dedi geçtiğimiz günlerde. Ama gerçekler hiç öyle demiyor. 2013 yılında kişi başı GSYİH’mız 12 bin 490 dolar ile zirvede iken, 2021’de 9 bin 650 dolara indik. 2013’teki zirveye göre 2 bin 840 dolar fakirleştik. Türkiye’nin her bir vatandaşı dokuz yılda neredeyse dörtte bir, yüzde 23 oranında gelir kaybına uğradı.

Aynı dönemde Güney Kore’nin kişi başı milli geliri 27 bin 180 dolardan 35 bin dolara çıktı. “Fakir” Hindistan bin 450 dolardan 2 bin 280 dolara, Gürcistan, 4 bin 620 dolardan 5 bin 10 dolara çıktı. Bulgaristan, Romanya gibi ülkeler de aynı şekilde büyük bir artış gösterdi.

Bu göstergelerin tek sebebi ise 2013 yılında kapitalist merkez ülkelerde başlayan parasal daralmaya karşı, sizin iktidarınızın koltuğu koruma sevdasına Türkiye ekonomisini kor ateşlere atmasıdır. Yanlış ekonomi politikalarınızdır.

İddia ettiğiniz gibi ekonomi büyüyorsa halkın ekonomisi neden küçülüyor? Kişi başına düşen milli gelir neden düşüyor? Halk neden borç ve haciz kıskacında boğuluyor? Kim büyüyor? Kim küçülüyor? Herkes de biliyor ki, kur korumayla güvence altına aldıklarınız büyüyor. İhale kartelleriniz büyüyor. Rüşvet ve yolsuzluk çarkı büyüyor. Yandaşlar büyüyor. Ama halkın rızkı ve lokması küçülüyor.

Büyüme hamasetine dayalı ekonomik modelinizde enflasyonu, kuru, işsizliği, yoksulluğu, açlığı, yolsuzluğu, rüşveti, faizi, rantı büyüttünüz. Hukuksuzluğu, adaletsizliği, eşitsizliği, ayrımcılığı, kutuplaşmayı, çatışmayı, yasakları büyüttünüz. Sisteminiz, toplum karşıtı ne varsa onu büyüttü. Yoksulluğu değil yoksulluğun yaşını küçülttünüz. Ülkeyi küçülttünüz. Umutları, hayalleri küçültünüz.

Bakın iktidar ittifakı geçtiğimiz yıl bu zamanlar çaresizce “imdat frenini” çekti. Bu imdat frenine ise Yeni Ekonomi Modeli dedi. Bu modele göre ihracat rekoru kırılacak, döviz akacak, üretim artacak, istihdam artacak, işsizlik bitecekti. Pembe tablo buydu. Bu defa Hazine ve Maliye Bakanı gaza geldi ve “Türkiye ekonomi modeli ile dünyaya örnek olacak” dedi. Bu ham hayallerinize karşı milyonlar olarak bizler hayatın acı gerçekleriyle karşı karşıya kaldık. İhracat Müjde Bakanı atadınız. Dış ticaret açığı ekimde geçen yılın aynı ayına göre yüzde 421,7 artarak 7 milyar 874 milyon dolar oldu. İhracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 93,2’ten, yüzde 73'e geriledi. Bu yılın açık beklentisi 100 milyar doları bulacak. Durum budur.

Bütçemiz çok güçlü dediniz. Merkezi Yönetim Bütçesi ekimde 83,3 milyar TL ile yılın en yüksek açığını verdi. 12 aylık bütçe açığı Ekim itibariyle 224 milyar TL'ye çıktı.

Üretiyoruz, satıyoruz, zenginleşiyoruz dediniz. Cari denge, ekimde 359 milyon dolar cari açık verdi. Cari açık 12 ayda 43,5 milyar dolar oldu. Yıllık cari açık, 2018’den bu yana en yüksek düzeye ulaştı. Yani ham hayal satmak istediniz ama 3 açıklı kapkaranlık bir tabloyla bizleri baş başa bıraktınız. Siz bir sonbaharda 3 Y ile geldiniz, bir ilkbaharda 3 A ile gideceksiniz. Cari açık, bütçe açığı, dış ticaret açığıyla. Allah yolunuzu açık etsin!

AKP-MHP ittifakının imzacısı olduğu Saray bütçesi bir seçim bütçesidir. Faiz ve savaş bütçesidir. Bu bütçe, kaybetmeye doğru hızla yol alan AKP-MHP ittifakını kurtarmak için yetim hakkına el uzatan bir seçim bütçesidir. 2023 yılı bütçesi 660 milyar TL açık öngörüyor. Haziran ayında getirilen ek bütçede yıl sonu bütçe açığı 278 milyar 347 milyon TL olarak öngörülmüştü. Şimdi 200 milyar TL’ye daha ihtiyaç duyulduğu açıklandı. Kullanılmış olanın yasası çıkarılıyor. Her altı ayda bir bütçe yapıp bütçe açıklarını iki katına çıkaracak kadar başarısızsınız.

İşçiden, işsizden, gençten, esnaftan alınan kaynakları sırf lüks, israf ve şatafat içinde yaşamaya devam etmek için seçim bütçesi olarak harcamayı düşünüyorsunuz. Bu bütçe emekçilerin alın terine el koyan, gençleri umutsuzluğa sevk eden, kadınlara karşı eşitsizliği arttıran bir faiz bütçesidir. 2023 yılı için öngörülen 565,6 milyar TL faiz lobilerine aktarılacak. Siz faize karşı olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Oysa gerçekler ortaya çıkmaya devam ediyor.

Sadece büyüme verilerine baktığımızda 2022 yılı 2’nci çeyreğinde finans ve sigorta faaliyetleri yüzde 26,6 büyüdü. 3’üncü çeyrekte ise yüzde 21,6 büyüdü. Büyümeden payı, faiz lobileri alıyor.

Faiz lobileri 2022 Ağustos ayında bir önceki yıla göre yüzde 86,8 olarak aktif büyüklük sağladı. Bunu da biz demiyoruz, 2022 yıllık Ekonomi Raporunuz söylüyor. Faiz lobileri kazanırken bu ülkenin üreten gücü kaybediyor. 2016 yılı sonrası sermayenin milli gelirden aldığı pay yüzde 41,1’den 54,8’e çıkarken, emeğin payı yüzde 40,5’ten 26,3’e indi. Makas açıldıkça açılıyor. Bu tarihi bir rekordur. Cumhuriyet tarihindeki en büyük makas açığıdır. Bu kadar kötüsü hiç olmamıştı.

Tüm halkımız bilmelidir ki, Türkiye tarihinin faiz lobilerine en çok para kazandıran iktidarı, AKP iktidarıdır. Bu sizin onur nişanınızdır.

Şimdi ben size bir örnek vermiyorum. 2022 Bütçesine baktığımızda köprü ve otoyol garanti ödemeleri 3 milyar dolardı. 2023’te de 3 milyar dolar öngörülüyor. 2022’deki 3 milyar dolar ile Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Osmangazi Köprüsü yapılabilirdi. Bize de para kalırdı, ücretsiz geçilirdi. Şimdi 2023 Bütçesinde 3 milyar dolar öngörülüyor yandaşlara aktarma konusunda. O para ile de Çanakkale Köprüsü ve Avrasya Tüneli yapılabilirdi. Yani 3 köprü ve bir tünel yandaşlara aktarılan ile yapılabilirdi. İşte biz bunu eleştiriyoruz. Eleştiri köprü ve yol yapılmasına değildir.

Aynı şey şehir hastaneleri ile ilgili de karşımızda. 2023 Bütçesi şehir hastanesi kira ödemesi 47 milyar TL. Bu para ile 7 şehir hastanesi yapılırdı ve halka kalırdı. Hastane yapılmasına karşı değiliz hastanelerin soygun yapılarak yapılmasına karşıyız.

Bu bütçe savaş bütçesidir. Çünkü 2023 yılı için savaşa ve güvenlikçi politikalara ayrılan miktar 468,7 milyar TL’dir. Nurettin Canikli, burada son derece önemli teknik bilgilerle tarihin en büyük itiraflarından birini yaptı. F-16’lardan atılan mühimmatın ve nüfuz edici bombanın maliyetini en az 1,2 milyon dolar olarak verdi. Fırtına obüslerinin maliyetinin 5 bin dolar olduğunu ifade etti. Her operasyonda yüzlerce binlercesinin kullanıldığını söyledi. Yani yıllardan beri savaş, sefalet ve yoksulluktur diyen bizlerin ne kadar haklı olduğunu itiraf etti. Bir merminin fiyatını biliyor musunuz sorusundan sonraki en önemli veriler bunlar oldu.

Biz diyoruz ki, kullandığınız her mühimmat daha fazla çocuğun yastığa başını aç koymasına yol açıyor; ataması yapılmayan öğretmen sayısı artıyor. Siz obüslere her sarıldığınızda, bu ülkedeki insanların sofralarından daha fazla ekmek eksiliyor. Siz yüzlerce milyon dolarla ölüm, düşmanlık, nefret yayarken; bu ülkede işsizlik, açlık ve yoksulluk artıyor.

Sorunları konuşarak, diyalogla, müzakere ederek, dışarıda diplomasi, içeride demokratik siyasetle çözme anlayışımızı ısrarla vurgulamamızın önemli bir nedeni yıllardan beri budur.

Ekonomi sadece ekonomi değildir; hukuktur, adalettir ve siyasal tercihlerdir. 2004’te “Bugün bize düşen ortak bir barış dili ve diyalog zemini üretebilmektir” diyen Genel Başkanınız, bugün savaş tamtamlarını çalmaya doyamıyor. Çünkü aradan geçen 18 yılda siz büyük bir güç zehirlenmesi yaşadınız.

Komisyonda verdiğimiz önergelerde de söyledik; bugün oylayacağımız bütçenin sadece altıda biriyle, yani sadece 810 milyar TL’ye çiftçilerin, barınamayan öğrencilerin, ev eksenli çalışan kadınların, küçük esnafın, enerjiye erişemeyen dar gelirli ailelerin, emeklilerin, ataması yapılmayan öğretmenlerin, engellilerin, okullarda beslenemeyen çocukların sorunları çözülebilir.

Ama bu iktidar bunların tam tersini yapmaktadır. İktidar olarak yarına nasıl uyanacağınızı biliyorsunuz, sırtınız pek ya halk yarına neyle uyanacağını bilmiyor, yurttaş kendini güvende hissetmiyor, umutlu ve mutlu değil. Kocaman bir güvensizlik yarattınız. Böyle gitmez ve gitmeyecektir. 

Hepinizin bildiği gibi Cumhuriyetin ikinci yüzyılına giriyoruz. Geçtiğimiz yüzyıl bu topraklarda yaşayan halkların, farklı inanç, kültür ve kimliklerin, anadillerin inkâr edilmesine sahne oldu. Bunun yanında kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesi sürekli baskıyla karşılaştı. İşçilerin ve emekçilerin mücadelesine hak kısıtlamaları ve şiddetle cevap verildi. Bir bütün olarak demokrasi, eşitlik, özgürlük ve adalet mücadeleleri inkâr ve imha politikalarının, zor ve baskının hedefi oldu.

Birinci yüzyılda Cumhuriyet kalıcı ve istikrarlı bir şekilde hem uygulamalar hem de kurumsallaşma anlamında demokrasiyle buluşamadı. Katılımcı ve müzakereci bir demokrasiyle, güçlü bir yerel demokrasiyle Cumhuriyet bütünleşemedi. Her iktidar döneminde bunun eksikliğinin yarattığı sorunlarla boğuşuldu. Sınırsız yetkiye, kontrolsüz mutlak güce ve iktidara dayanan; demokrasiye, uzlaşıya, müzakereye kapalı olan bir yönetim sisteminin sonucu çöküştür.

İkinci yüzyılda bu sorunlar mutlaka aşılmalı ve Cumhuriyet ile güçlü bir demokrasinin bütünleşmesi sağlanmalı, Demokratik Cumhuriyete ulaşılmalıdır. Demokratik Cumhuriyet, her şeyden önce tekçilik yerine çoğulculuğu esas alır. Tektipleştirici anlayışa karşı farklılıkların kabulü ve karşılıklı saygısı temelinde eşit ve özgür bir arada yaşamı güvenceye alır. Çok kültürlü, çok kimlikli, çok inançlı, çok anadilli bir toplumsal yapıya sahip olan bu ülkeyi, herkesin kendi farklılığını yaşayabildiği bir halklar bahçesine çevirmeyi hedefler.

Demokratik Cumhuriyet; halklarımızın, ezilenlerin, kadınların, emekçilerin, gençlerin, ekolojistlerin demokratik değişim taleplerini içerir. Bu ülkenin en ücra köşesinden yükselen itirazlara kulak verir, bu itirazların en yukarıya taşınması, seslendirilmesi, çözülmesi için imkân ve olanaklar yaratır. Yurttaşların yerelde kendilerini yönetmelerinin kolektif yollarını artırır, her yurttaşın kendisini bütünün saygın bir parçası olarak görmesini sağlar. Bunun da yolu demokrasi ortak paydasında birleşilmesidir.

İşte partimiz HDP, kurulduğundan bugüne tekçi zihniyete karşı farklılıkları zenginlik olarak görmüş, tüm yapısını ve çalışmalarını bu çoğulcu anlayış üzerine kurmuştur.

Demokratik Cumhuriyetin kurucu felsefesi partimizin kuruluş felsefesiyle örtüşür. Partimiz, statükocu ve restorasyoncu iki tarihsel blok arasında sıkışan halklarımız için, tıpkı bir buz kıran gemi gibi, yeni ve katılımcı ve müzakereci demokrasiye dayalı bir 3’üncü yolu, radikal demokrasi yolunu açmayı başarmıştır.

Seçeneksizliğe karşı, emekten, özgürlüklerden, demokrasiden yana yeni bir seçeneği hayata geçirmiştir. Demokratik toplumsal birlik, huzur ve güven ancak güçlü toplumsal barışla, demokratik özgürlükçü bir sistemle var olabilir.

Cumhuriyet’in güçlü bir demokrasiyle ve güçlü bir yerel demokrasiyle buluşmasının merkezinde, birçok dönemsel sosyal ve siyasal krizin nedeni olan tarihsel bir sorunun, Kürt sorununun demokratik ve barışçı çözümü bulunmaktadır.

Yüzyılı aşkındır çözülemeyen bu sorun on binlerce insanımızın hayatını kaybetmesine sebep olmuş, Türkiye halklarının enerjisini, imkanlarını tüketmiş, gün geçtikçe daha da büyüyerek bölgesel, hatta küresel bir mahiyet kazanmıştır. Çözümsüzlükle geçen her gün ödenen bedeller bütün halklar için katlanmaktadır.

Bugün tekçi güçler, maalesef Kürt halkına karşı hamaseti öne çıkarmaktadır. Her zaman olduğu gibi yolsuzluk ve hırsızlıklar açığa çıkarken, bağıra bağıra Kürt düşmanlığı yapılmaktadır. Sarayda odaları olan Çiller, Ağar gibi mevcut iktidardan önceki iktidarlar da Kürt düşmanlığını yükseltip çatışmayı derinleştirirken, aynı zamanda devlet eliyle uyuşturucu ticareti yaptılar. 90’lı yıllarda çeteler devleti soyarken Kürt halkına karşı karanlık ve kirli bir savaş yürütüldü. Hamaset zirvedeyken devletin en başındakiler bankaların kasalarını boşaltıyordu.

Bu formül hiç şaşmadı ve şaşmıyor. Kuzey Suriye'de Kürt düşmanlığı üzerinden tertiplenmek istenen seçim ayarlı çatışma ortamı, iktidarda kalmanın ve Kürt karşıtı bölgesel statükoyu sürdürmenin bir aracı haline getirilmeye çalışılıyor.

Suriyeli Kürtler iktidar güçlerince beslenen IŞİD, El Kaide türevleri ve ÖSO çeteleri aracılığıyla, Birleşmiş Milletlerin raporlarında da geçtiği üzere etnik temizliğe, kıyıma, demografik değişime maruz bırakılmak isteniyor. Buradan açıkça söylüyoruz; bu siyasal, ekonomik, toplumsal kriz bu yolla aşılamaz.

Kürt meselesinin nasıl çözülemeyeceği geçmişten günümüze defalarca denenen yöntemlerle ortaya çıkarıldı. AKP Genel Başkanının birkaç gün önce Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası sarf ettiği şu cümleyi kendisine tekrarlayıp durmasını tavsiye ediyoruz; “Sürekli aynı şeyleri yaparak farklı sonuçları ummak sağlıklı zihnin hayata ve siyasete bakış tarzı olamaz.” Biz bu kısır döngüden çıkılmasını öneriyoruz. Temel politikamız budur.

Şark Islahat Planı’ndan OHAL’lere kadar inkar ve asimilasyonla, imhayla, yasaklarla, faili meçhullerle, işkencelerle, baskı ve zorla Kürt sorununun çözülemeyeceğini hem mevcut iktidar hem de geçmişteki hükümetler kanıtladılar. Dönemsel olarak zaman kazanmak ve kazanılan zamanda bu sorunu çözmek değil üstüne örtmek ve sürgit uygulanamaz. Çözüm bu değil. Açıkça ortada. Çözüm diyalogda, müzakereci bir anlayışla konuya yaklaşmakta, konuşarak ilerlemekte.

Mesela hem uluslararası hem de ulusal hukuka aykırı olduğu halde İmralı’da tecrit uygulamak, hukuksal bütün haklarını askıya almak Kürt sorununu çözmüyor. Bir hükümlünün en temel hakkı olan avukatlarıyla görüşmesinin sağlanması gerçekleşmelidir. Yapılan başvurulara cevap verilmelidir. Avukatları ve ailesi bir ayrıcalık istemiyor, hukuk uygulansın diyor. Biz de diyoruz: Hukuk uygulansın.

Kürt sorununu, ekonomik ve sosyal krizi, dış politikayı ve tecridi birbirinden bağımsız gören büyük yanılır. Hiçe sayılan hukukla, gasp edilen haklarla, ortadan kaldırılan adaletle bırakın Kürt meselesini tek bir sorun çözülebiliyor mu? Hayır çözülemiyor. Türkiye halkları neyse ki ve sizin bütün çabalarınıza rağmen, toplumsal barış demeye devam ediyor. Barışın toplumsal ve siyasal zemini çok güçlüdür bu ülkede. Bunun en büyük harcı da birlikte yaşam iradesidir. Bunu bozmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.

Yapılması gereken, artık ertelenemez ve ötelenemez bir hal alan Kürt meselesini demokratik ve barışçıl yollarla çözmektir. Batıdan doğuya, güneyden kuzeye 7 kıtada dünya benzer meselelerini demokratik yol ve yöntemle çözmüştür.  Biz de artık bir asrı aşan bu sorunumuzu çözebiliriz. Çözmeliyiz. Çağrımız budur. Hem bugünkü iktidara ve muhalefete hem de yarın ki iktidara ve muhalefete bu çağrıyı bir kez daha yapıyoruz.

Ortak akılla demokrasi içinde çözümün koşulları gerek toplumsal gerekse de siyasal mutabakat açısından daha güçlü bir zemine doğru evrilmektedir. Demokratik çözümün, kalıcı barışın bir maliyeti yoktur. Diyalog ve müzakerenin maliyeti yoktur. Demokratik getirisi, toplumsal barış kazancı vardır.

Dalga dalga yayılan toplumsal itirazları görmek istemiyorsunuz. Artan, büyüyen toplumsal itirazlar karşısında toplumsal bir rıza üretemezsiniz. Giderek büyüyen toplumsal itirazlar siyasal dönüşümü de yaratacaktır.

Demokratik kültürü ve demokratik hafızayı otoriter dayatmalarla yok etmek isteyen bir iktidarla karşı karşıyayız. Ama anlamadığınız şudur. Bu ülkedeki demokrasi kültürü tarihsel bir mücadele geleneğine dayanmaktadır. Bu mücadele geleneği darbelerle, yasaklamalarla, baskı ve zorla engellenemedi. Sizin tepeden inme otoriterlik anlayışınız da bunu yok edemez, engelleyemez.

Seçim sonuçlarını siyasi ve taraflı yargı kararlarıyla, kayyım atamalarıyla ortadan kaldıran; toplumsal muhalefeti baskıyla, tehditle, tutuklamalarla sindirmeye ve dizayn etmeye çalışan yönetim politikası iflas etmiştir. Siyaseti yargıyla dizayn etme mühendisliğiniz iflas etmiştir, tutmayacaktır.

Mafya iltisaklı yargı-kolluk-trol-kumpas çemberi kuruldu. Bu çemberle tüm yurttaşlar kuşatma altına alındı. Özgürlükler saldırı altında. Yaşam tarzları saldırı altında. Hak talepleri saldırı altında. Düşünce ve ifade, medya ve örgütlenme özgürlüğü saldırı altında.

Kendinizi çekiç, hak arayan itiraz eden herkesi ise çivi olarak görüyorsunuz. Çekiç güç iktidarına döndünüz. Bu çekiç düzenini güçlü demokrasiyle değiştireceğiz. Türkiye'ye her türlü hukuksuzluğu, keyfiyeti, dayatmacılığı, denetimsizliği barındıran kaçak bir rejim, kaçak bir yapı inşa etmeye çalışıyorsunuz. Halk buna imar izni vermeyecek. Emin olun bundan.

Tüm gücü kendinizde topladığınız bu sistemde asıl unuttuğunuz hakikat şudur: Zayıflatarak çökertmeyi ve tasfiye etmeyi planladığınız demokratik toplumsal siyasal mücadele geleneği fırtınaları, duvarları, engelleri aşa aşa bugün Türkiye’yi demokratik dönüşüm aşamasına getirmiştir. Asıl güçlü olan toplumsal mücadeledir, yurttaşın özgür iradesidir, dayanışmadır, ortak mücadele anlayışıdır. Değiştirme ve dönüştürme gücüdür. Demokratik Cumhuriyet hedefi etrafındaki büyük kenetlenmedir.

Güç, iktidarınızda değil demokrasidedir. Gücün birleştiği tek merkez demokrasidir. Bunun adı da güçlü, katılımcı, çoğulcu ve müzakereci demokrasidir. Güçlü yerel demokrasidir.

Buradan tüm halklarımıza sesleniyoruz; umutsuz olmak için hiçbir sebep yok. Bizler cesur oldukça, bizler değişimden yana oldukça, demokrasinin tüm yurttaşlar için ekmek kadar, su kadar önemli olduğuna inandıkça, önümüzde hiçbir kuvvet duramaz. Tüm dünya tarihi bize göstermiştir ki halkların değişim talebi karşısında hiçbir zorba otoriter rejim direnememiştir.

Kazanacağımıza olan inancımız tamdır. Mutlaka kazanacağız. Herkesi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum.

16 Aralık 2022