HDP grubu adına Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan’ın Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Bütçesi üzerine konuşması

33. Birleşim
18 Aralık 2014-Perşembe

Dün akşam saatlerinde Diyarbakır’da gençlerin bir gösterisi sırasında “Kadir Çakmak” isminde 16 yaşındaki bir gencimiz polisin açtığı ateş sonucu yaşamını yitirdi. Hemen ardından yapılan otopside 3 kurşunla yaşamını yitirdiği otopsi raporlarına geçmiş durumdadır.

Ben, öncelikle “Kadir Çakmak” isimli gencimize Allah’tan rahmet diliyorum, ailesine başsağlığı diliyorum, sabır diliyorum. Umuyorum ve diliyorum ki, bu, güvenlik güçlerinin katlettiği son gencimiz olur. Parti olarak ve Diyarbakır Milletvekili olarak da bu gencimizi katleden güvenlik görevlilerinin yargı önüne çıkartılması ve yargılanmaları için her türlü çaba içerisinde olacağımızı ve bu davanın da takipçisi olacağımızı buradan ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Mecliste merkezî bütçeyi görüşüyoruz. Türkiye halkları, seçerek, iradeleri olarak Meclise gönderdikleri milletvekillerinin Türkiye'nin geleceği için ne düşündüklerini, ne söylediklerini ekranların açık olduğu bu süreçte öğrenme imkânına sahip oluyorlar. Zira, merkezî bütçe görüşmelerinin yapıldığı bugünler dışındaki diğer günlerde Meclis televizyonu maalesef saat 19.00 itibarıyla halka kapatılmaktadır. Hükûmet açısından bu bir sorun teşkil etmemektedir, zira zaten yandaş medyaları sayesinde her gün yerel ve ulusal basında yer almaktadırlar. Meclis basınına konulan engel sesimizin Türkiye toplumuna ulaşmasını engellemek içindir ama tüm bu engellemelere rağmen, partimiz HDP tüm toplumsal kesimlerin ilgili odağı olmaya devam etmektedir. Bu vesileyle hiç olmazsa bütçe görüşmeleri sırasında ekranları başında bizleri izleme olanağını bulan yurttaşlarımızı selamlamak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bütçe yapım süreci hem bütçenin hazırlanış biçimini hem demokratik hukuk devleti iddiasının uygulanabilirliğini hem de “halk egemenliği” kavramının ne şekilde kullanıldığını doğrudan ortaya koyan bir süreçtir. Bütçe yapım sürecinde halkımız Meclise, Meclisteki milletvekillerine bütçenin adil, eşit ve demokratik bir biçimde yapılması için yetki vermiştir. Ancak, demokrasinin nasıl bir rejim olduğunu anlayamayan siyasal iktidar, milletvekillerinin çoğunluğunu elinde bulundurduğu için kendi dışındakilerini yok sayarak, görüş ve düşüncelerini dikkate almadan bütçeyi istediği gibi oluşturmaktadır. Aslında yaklaşık bir ay süren Plan Bütçe çalışmaları bir demokrasicilik oyununun ötesine geçememektedir. Meclis Genel Kurulunun bütçe üzerinde değişiklik yapma, bütçe ödeneklerini artırma veya düşürme yetkisi bulunmaması nedeniyle, Plan Bütçe Komisyonunun çalışmasında demokratik tarz ve yöntemin esas alınması son derece önemlidir fakat her kurumun bütçesi görüşülürken sanki demokratik bir tarz esas alınıyormuş gibi hava yaratılmakta, tartışmalar yürütülmekte, sonunda da tek bir kelime, rakam bile değiştirilmeden bütçeler aynen geçirilmektedir. Yaşanan bu sürece rağmen Meclis Genel Kuruluna bir prosedürü uygulamak amacıyla getirilen merkezî bütçe için demokratik çerçeve içerisinde görüşülüp karara bağlanacak demek hem bir AKP komedisi hem de halk için bir trajedidir. On iki yıldan beri kesintisiz bu şekilde devam eden bütçe yapım süreci, bize AKP Hükûmetinin sahip olduğu bu antidemokratik zihniyetle eşit, adil, demokratik, halkın ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir bütçe yapılamayacağını göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, 2015 yılı bütçesinin de adil, eşit, demokratik bir yöntem ve barışçıl bir zihniyetle hazırlanmadığını açık bir şekilde görmekteyiz. On iki yıldan beri Kürt sorununun çözümü hep gündemde tutulmuş, halk hep bir çözüm beklentisi içerisine sokulmuş ama diğer yandan da savaş bütçesi hazırlanmaktan geri durulmamıştır. Ne yazık ki en fazla çözümü ve barışı konuştuğumuz bugünlerde 2015 yılı bütçesi de bir barış bütçesi olamamıştır.

Değerli arkadaşlar, 2015 yılı bütçesi de geçen yılların bütçesi gibi gerek hazırlanış süreci gerekse de Genel Kurula geliş aşaması açısından halkın doğrudan bütçe yapma hakkının ortadan kalktığının kanıtı olmuştur. Halkın, sivil toplum örgütlerinin gerek bütçe hazırlama aşamasında gerekse bütçenin nasıl dağıtılması gerektiği konusunda görüş, düşünce ve önerilerinin alınması, doğru ve bundan sonra yapılması gereken olmalıdır.
Örneğin bu bütçe, kadınlara sorulmadan yapıldığı için kadınların her gün yeniden yaşadıkları büyük adaletsizlik ve tarihsel ezilmişliklerini onaracak bir bütçe olarak şekillenmemiş cinsiyetçi bir bütçedir. Dolayısıyla, biz kadınların ve halkın kendini içinde görmediği bütçe halkın ve kadınların bütçesi olamaz. Hükûmet bu konuda yapılan tüm eleştirilerimizi maalesef hep aldığı oy ve çıkardığı milletvekillerini göstererek boşa çıkarmaya çalışmaktadır ama AKP 2015 yılında yapılacak bütçe görüşmelerinde eleştirilerimize böyle yanıt veremeyecektir. Çünkü AKP’nin oy oranı şimdiden 39-40 arasına düşmüştür. Yıllardır Parlamentoda temsiliyetimizi engellemek için 12 Eylül artığı yüzde 10 barajını devam ettiren hükûmet, Türkiye halklarıyla buluşmamızı engellemeye çalışmaktadır. Hâlen de barajı incelemeye alan Anayasa Mahkemesini tehdit etmekten geri durmayarak engelleme tutumunu devam ettirmektedir. Anayasa Mahkemesinden beklentimiz, tüm bu tehdit ve suçlamalardan etkilenmeden en doğru kararı almasıdır.
On iki yıldan beri, dünyanın hiçbir yerinde olmayan yüzde 10 seçim barajını, sözde istikrar adına düşürmeyen ve düşürmemekte de ısrar eden AKP hükûmetinin bu antidemokratik yaklaşımının bizler açısından kabul edilemez olduğunu, temsilde adalet ilkesinin demokrasilerde esas olduğunu bir kez daha hatırlatmaz isteriz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye gibi nüfusu 76 milyon olan bir ülkenin güçlü bir sanayisi olmadan gelişmesi ve büyümesi mümkün değildir. Güçlü bir sanayi de sağlam bir ekonominin teminatıdır. AKP Hükûmeti, dünyanın 17’nci büyük ekonomisi olmasıyla, her vesileyle övünmektedir. Fakat bu büyümede sanayi sektörünün payı düşüktür. Ekonomik büyümenin nedeni daha kârlı olan hizmet sektörü, tüketimin arttırılması ve teşvik edilmesi nedeniyledir. En tehlikeli olan da budur. Çünkü, küresel krizlerde üretime dayanmayan ekonomiler çok çabuk çökmektedir.

Son büyük küresel krizden Almanya gibi ülkelerin etkilenmeden çıkması, üretime dayalı gelişmiş bir sanayilerinin olmasıdır. Türkiye ekonomisi için bu krizde tehlike çanları çalmıştır. Zira Türkiye’de sanayinin ekonomi içindeki payı son on beş yılda yüzde 24’ten yüzde 15’e gerilemiştir. Bu tablo, hükûmetin 2003-2013 yılları arasında sanayinin hızla büyüdüğü tespitini doğrulamamaktadır. Rakamlar, sanayinin kan kaybettiğini, sanayiye yatırım yapmanın cazip olmaktan çıktığını göstermektedir. Önlem alınmazsa ilk küresel krizde Türkiye ekonomisi en fazla etkilenen ülke olacak ve bir ekonomik krizle karşı karşıya kalacağız.

Sanayiciler ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Üretimde ileri teknoloji kullanmak şarttır. Yüksek katma değere sahip ürünler üretmek ihracatta pay artışı için gereklidir. Bu ve benzer sorunların çözümü, araştırma geliştirme harcamalarına ve nitelikli iş gücü yetiştirilmesi için bütçeden gerekli payın ayrılmasındadır. Hükûmetin bu alana ayırdığı bütçeyse bu alandaki ihtiyacı karşılamaktan maalesef uzaktır.

Araştırma geliştirmeyle ilgili çalışmaları yürütmekle görevli bir kurum olan TÜBİTAK, yapılan siyasi atamalarla, bilimsel araştırmalar yapan bir kurum olma güvenini yitirmiştir. Özellikle son bir yıldır yasa dışı dinleme olaylarının yaşanmasıyla birlikte, TÜBİTAK’a bağlı Bilişim Merkezinde görevden alma ve yeni görevlendirmeler, siyasallaşmanın boyutlarının ne düzeyde olduğunu göstermektedir. Bu müdahaleler, TÜBİTAK’ın objektif ve bilimsel bir kurum olması gerçeğine de gölge düşürmüştür.

17-25 Aralık 2013 tarihleri arasında, dönemin bakanları, bakan çocukları ve yerli ve yabancı iş insanlarına yönelik başlatılan yolsuzluk operasyonu kamuoyuna mal olmuştur. Bu operasyona konu olan tapelerin doğruluğunu bilimsel yöntemlerle ortaya koyması gereken TÜBİTAK, tam tersine, tartışmaların odağı olmuştur. İşte tüm bu yaşananlar, TÜBİTAK gibi bilimsel bir kurumun nasıl iktidar çatışması alanı hâline getirildiğini göstermektedir.

Yine, bilimsel araştırmalarda TÜBİTAK’ın objektiflik ilkesini esas alması gerekirken, şu örnek pek çok şeyi açıklamaktadır: 2014 yılında, Türkiye'den bir lise öğrencisi, Polonya’daki bir fizik yarışmasında, 70’e yakın ülkeden 5 bin fizik projesini geçerek birinci olmuştur ama aynı öğrencinin, ne yazık ki, TÜBİTAK tarafından projesi değerlendirmeye alınmaya bile layık görülmemiştir. TÜBİTAK’ın bu tip projelerde hangi bilimsel ölçütler kullandığı, gerçekten bizler açısından merak konusu ve incelemeye de değer bir konudur.
TÜBİTAK Bilişim Merkezi ile TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezindeki görevden alınmaların ardından, Başbakanın kriptolu telefonunun yasa dışı dinlenmesine sebep olan yazılımın değiştirilip şifrelerin dağıtılmasından sorumlu oldukları yönünde, Hükûmet üyeleri tarafından açıklama yapılmıştır. Elbette ki, kamu görevi yürütenlerin ülkenin Başbakanını, bakanlarını dinlemesi kabul edilemez, bu yasa dışı bir durumdur, bunun bir suç olduğu da aşikârdır. Bu suçu işleyenler elbette ki görevden alınabilir fakat buradaki sıkıntı, AKP Hükûmetinin bu tip görevden almaları sadece kendilerine yönelik bir tehdit olduğunda yapmalarıdır.

KCK davasında da hep birlikte gördük. “KCK” adı altında partimize yönelik yapılan siyasi soykırım operasyonlarında tam 7.500 sayfalık bir iddianame hazırlandı. Bu iddianamenin yüzde 90’ı tamamıyla yasa dışı, hukuk dışı bir şekilde yapılan ortam dinlemeleri ve dinlenen telefon görüşmeleri nedeniyledir.

Değerli arkadaşlar -AKP’li arkadaşlara söylüyorum- bizi dinleyip hayalî suç yaratanların bir gün kendilerini de dinleyebileceklerini göremediler. Bütün bunlar karşısında da cevapları ne yazık ki “Aldatıldık.” oldu. “Aldatıldık.” demek tabii, önemli bir şey ama bizce AKP’nin parti olarak bu süreçte yapması gereken en önemli şey bir öz eleştiri olmalıdır.
Bu yaşananlar muhaliflere yönelik açılmış birçok davada dijital delillerin incelenmesi aşamalarında uzman kurum olarak başvurulan TÜBİTAK'ın verdiği raporların da tarafsızlığına gölge düşürmüştür. AKP iktidarı TÜBİTAK tarafından verilen bilirkişi raporlarıyla hayatı kararan nice insanın vebali altındadır.

Değerli arkadaşlar, hukuksuz dinlemeler hâlen devam ediyor. Dün Akdeniz Belediyesi Eş Başkanımız Sayın Yüksel Mutlu, 2011 yılından günümüze kadar dinlenen telefonlar nedeniyle emniyette tam dokuz saatlik bir ifade vermek durumunda kalmıştır, 120 sayfalık ifade vermiştir. Dört yıldan beri dinlenen telefonlar, arkadaşımızın özel yaşamının bile iğdiş edilmesine neden olmuştur. Kendisine sorulan sorular tamamıyla siyasi, politik faaliyetleri nedeniyledir. Bunlarla birlikte, kendi özel yaşamına yönelik telefon dinlemeleri sonucunda elde edilen bilgiler kendisine yöneltilmiştir.

Yine, bugün, bu telefon dinlemeleri nedeniyle haklarında dava açılıp da şu anda tutuklanan, ceza evinde olan 2 binden fazla öğrenci vardır. Hepsi üniversite öğrencisidir, eğitimleri yarım kalmıştır.

Şimdi bu süreç böyle devam ederken savcıların 17, 25 Aralık operasyonuyla ilgili gözaltına alınanlarla ilgili takipsizlik kararı vermesi ne kadar hakkaniyete uygundur, bunu da kendilerine buradan belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, biz, bilimin toplumsal yarar ve ilerleme amacına hizmet etmesine inanan bir partiyiz ama TÜBİTAK’ta yapılan çalışmaların çoğunun militarizme hizmet edecek çalışmalar olduğunu da biliyoruz. Bu nedenle, TÜBİTAK’ın bu militarist işlevinin zayıflatılarak tüm bilim alanlarında TÜBİTAK'ın harcamalarının desteklenmesi ve arttırılması, bilim ve teknoloji konularındaki atılımlarının da önünün açılmasında tarafız. Bu şartlar altında çalışabilecek bir TÜBİTAK, hem daha fazla bütçeyi hem de demokratik bir işleyiş içerisinde çalışan partnerleri olduğu sürece daha fazla itibarı hak edecektir.
Değerli arkadaşlar, AKP hükûmetinin sanayileşme ya da kalkınmaya dönük yatırım harcamalarında kayda değer bir artış gözlemlenmemektedir. Zira Hükûmet, büyüme için sanayinin canlandırılmasının gerektiğinin aksine, tüketimin desteklenerek büyüme hedefine bu şekilde ulaşmayı düşünmektedir. Hükûmet, Türkiye ekonomisindeki büyümeyi, inşaat sektöründeki büyüme ile izah ediyorsa da bunun yetersiz olduğu hepimizce malumdur.

Yine, sadece son yirmi yılda 3 milyon hektar tarım alanı yok olmuştur. Bunun nedeni, bu alanların organize sanayi bölgelerine ve konut yapım alanlarına tahsis edilmesidir. Hem sanayileşme hem kentleşme hem de turizm için alternatif alanlar varken tarım alanlarının kullanılması, belli çevrelere rant alanı açma çabasıdır. En fazla amaç dışı kullanımın olduğu yerlerin Ege, Akdeniz ve Marmara Bölgesi olması, bu bölgelerin de sanayi bölgesi olması bunu ispatlar niteliktedir.

Türkiye, özünde bir tarım ülkesidir. Ekonomik kriz dönemlerinde tarımın her zaman bir can simidi olduğu gerçeğini unutmadan, sanayileşmenin gelişmesi adına verimli tarım alanlarının da gasbına son verilmelidir.

Değerli arkadaşlar, önemli sorunlardan biri de sanayileşmede bölgeler arası eşitsizliktir. Bu eşitsizliği önemli oranda giderecek olan GAP projesidir. Ancak, temel amacı bölge halkının gelir düzeyini ve yaşam standartlarını değiştirerek bir bütün olarak kalkınmaya katkı sunmak olan bu proje maalesef amacına hizmet etmemektedir. GAP’ta şu ana kadar yapılan yatırımların büyük bir kısmı enerji üretimine yapılmıştır. Bölgenin kendisinden ziyade, sanayinin gelişkin olduğu büyük illere fayda sağlayan bu yatırımlar bölgesel kalkınmaya yönelik vaatlerle çelişkili bir durumu da ortaya koymaktadır. Ülkenin belirli bir bölgesinde yapılan yatırımlardan diğer bölgelerinde faydalanması tabii ki yanlış bir yaklaşım değildir ancak bölge kaynaklarının burada yaşayan insanların mağdur edilmesi adına başka bölgelere aktarılması da kabul edilebilir bir durum değildir bizim açımızdan.
Değerli arkadaşlar, bir başka mesele de KOBİ’lerdir. Bugün KOBİ’lerin en çok karşılaştığı sorunların başında pazarlama, planlama ve finansman sorunları gelmektedir. Bu sorunlarla karşılaşılmasının başında da bilimsel olmayan çalışma yöntemleri, eğitim eksiklikleri bulunmaktadır. Bu sebeple, KOBİ’lerin büyük işletmelere karşılık gelen avantajlı yönlerinden de istenildiği biçimde yararlanılmadığını söyleyebiliriz. Yine, bu KOBİ’lerin sayısal üstünlüklerine rağmen, oluşturdukları katma değerin düşük kaldığı gözlemlenmiştir. İstihdamın yarıdan fazlasını oluşturan KOBİ’lerin yarattıkları katma değer sadece yüzde 35’ler düzeyinde kalmıştır. KOBİ’lerin oluşturdukları istihdama karşın, yeterli katma değer oluşturamamalarının temelinde de emek yoğunluklu çalışmaları ve teknolojilerini yenileyememeleri vardır.

KOBİ’lerin yönetim becerileri ve üretim kabiliyetlerinin artması kadınların iş gücüne daha fazla katılmalarıyla sağlanabilir. Kadınların iş gücüne katılma oranı aktif iş arayanlar da dâhil 2011 sonu itibarıyla yüzde 28,8’dir. Ancak, bu oran da dünya ortalamasının çok altındadır. İlgili bakanlıklar kadın istihdam hedeflerinde yüzde 35’ten yüksek çıtalar belirlemelidir. Ticaret odalarına kayıtlı 1,3 milyon girişimciden sadece 80 bini kadındır. Kadın girişimci sayısının artması için sermaye, eğitim, devlet teşviki, deneyim paylaşımı konularında eş zamanlı çözüm üretmek, destek vermek şarttır. Kadın girişimcilere özel kredi destek paketleri geliştirilmeli ve KOSGEB gibi kamu kurumları eğitim ve destek çalışmalarını ülke geneline yaygınlaştırmalıdırlar.

Sonuç olarak, KOBİ’ler finansal yetersizlikleri nedeniyle gelişmiş teknolojilere sahip olamamakta, eski teknolojileriyle emek yoğunlu çalışmak zorunda kalmaktadırlar, bu da ürettikleri malın kalitesine olumsuz yansımaktadır.

Değerli arkadaşlar, sanayinin gelişmesi, üretimin artırılması, ekonominin büyümesi şüphesiz ki istikrarla ilgilidir, çatışmasız bir ortamla ilgilidir ve barışçıl bir ortamla ilgilidir. Barışın önündeki en büyük engelin de Kürt sorunu olduğunu ve bunun çözümsüz olduğunu biliyoruz. İki yıldan beri sıkıntılarla da devam eden bir demokratik çözüm ve barış süreci var. Türkiye’nin ekonomik büyümesinin de, demokratik geleceğinin de başlanılmış olan ve -dediğim gibi- sıkıntılarla da devam eden bu sürecin başarısına bağlı olduğunu hepimizin unutmaması gerekir. Ne kadar barışçıl bir Türkiye yaratabilirsek o kadar ekonomisi büyük bir Türkiye’yi de yaratabiliriz diyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle, bütün milletvekili arkadaşları ve Divanı tekrar saygıyla selamlıyorum.