Ne bu deveyi güdeceğiz, ne bu diyardan gideceğiz.


Parti Sözcümüz Ayhan Bilgen, bugün Meclis’te düzenlenen HDP grup toplantısında yaptığı konuşmada şunları söyledi:

Bu kürsüde Eş Genel Başkanlarımızın konuşması gerekiyordu. Aramızda bizimle birlikte oturması gereken arkadaşlarımız 18 gündür rehin tutuluyorlar. Bu tablo Türkiye demokrasisine kara leke olarak büyük bir ayıp olarak geçmeye devam ediyor. Söyleyecek çok söz var ve söylemeye devam edeceğiz.

Bir tarafta Pınarhisar Cezaevi’nde yüksek güvenlikli yalıtımı yapılıp, duvar kağıdı değiştirilip, yerlerdeki halılar değiştirilerek, taverna, gazino dünyasının ünlüleri ile toplu röportajlar yapılıp, hatıra fotoğrafı çekilip kuzu kuzu yatılan hapishane var. Diğer tarafta da şimdiki tablo var. [Ayhan Bilgen burada, Recep Tayyip Erdoğan’ın cezaevinde çekilmiş bir fotoğrafını gösteriyor.] Avrupa parlamentosu milletvekilleri dahil ziyaretçilerin görüştürülmediği kriminalize edilerek haber yapıldığı tablo. Takdir kamuoyunun. 

Milletvekillerinin cezaevi ziyareti ile ilgili Adalet Bakanına hükümlü ve tutuklulara ilişkin yönetmeliği okumak istiyorum. 40. maddede hükümlü ve tutuklularla milletvekillerinin nasıl görüşüleceği yazıyor. “Milletvekillerinin, ceza infaz kurumlarındaki yaşam şartlarını yerinde görerek tespitlerde bulunmak, inceleme yapmak veya hükümlü ve tutuklular ile görüşmede bulunmak amacıyla yapmış oldukları istemler, ceza infaz kurumu idaresine bilgi vermek koşuluyla yerine getirilir. Milletvekilleri, hükümlü ve tutuklularla açık ziyaret şeklinde görüşebilir.” Bir adalet bakanının, okuduğu üç buçuk satırı anlamamasına ihtimal yok. Bu yönetmeliğine Adalet Bakanı uymayacaksa; hala cezaevleri ile ilgili takdir yetkisinin olduğunu düşünüp bu keyfiliğe, bu hukuksuzluğa devam edecekse söyleyecek söz yok. Bu keyfiliğin de bir gün hesabı sorulacağının umarız farkındadır. Eğer başka bir yönetmelik yoksa bir gizli yasa yoksa bu yönetmelik herkesten önce adalet bakanını bağlar. 

Dün bir gece yarısı darbesiyle karşı karşıya kaldık. Meclis Başkan vekilinin, rutin bir şekilde bu hafta Genel Kurulu yönetmesi gereken ismin Pervin Buldan’ın, oturumu yönetmemesi için Meclis Başkanı yazılı bir talimat gönderiyor. Bir ülkede meclis başkanı meclis başkan vekillerine ulaşmıyor, konuşmuyorsa o ülkede darbe vakayı adiyeden olur. Meclis başkanının çok sevdiği şairin ifadesiyle söyleyeyim. Yoğurttan hükumetlere mukavvadan hançer değil ama çok daha ağır, kanlı bedelleri olan darbeler tam da siyasetteki diyalogsuzluğun sonucudur. 

Gece yarısı Cumhurbaşkanı’nın Anadolu Ajansı’na verdiği demeçle istismar yasasının meclis gündeminden şimdilik çıkarılması yeterli değil ama sevindirici. Keşke toplumdaki tepkiyi, hassasiyeti iktidar partisi ve mecliste çoğunluğu bulunan partinin yöneticileri de görebilseydi, okuyabilseydi de Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla değil, halk iradesine duydukları saygıdan dolayı geri çekselerdi.

Siyasetin sorumsuzluğu, vurdumduymazlığı ve her şeyi takdir kader olarak görmesi yüzünden acı bir tablo ile karşı karşıyayız. Siirt Şirvan’daki madende çalışan işçiler, sadece evlerine helal lokma götürmek için çalışmaya mecbur bırakılmış ve bunun bedelini hayatları ile ödemişlerdir. Dileriz ulaşılamayanlar sağ kurtarılsın. Ne yazık ki Hükümet yetkililerinin açıklamaları da ölüm kadar acı ve yaralayıcı. Madene uzaktan bakıp ihmal olmadığını anlayan bir sağlık bakanı var. Hadi Enerji Bakanı lütfetmiş, dürbünle bakmış. Sağlık Bakanı uzaktan gözle bakıyor ve ihmal olmadığını anlıyor. Tıpkı Soma gibi. Protesto edenlerin gözaltına alınması ile karşı karşıyayız. Belediyelere görevlendirdikleri kadar müfettişi o madenleri denetlemek için gönderselerdi, onca insan toprağın altında kalmayacaktı. Ama kar hırsı yüzünden Soma, Ermenek ve Siirt Şirvan’ da insanlarımız toprağın altındalar. Haberler cenazelerle birlikte şu kadar iş makinesi ve şu kadar kamyona ulaşılabildi diyebiliyor. İnsanın bu kadar değersiz görüldüğü siyasette daha çok insan kaybetmeye devam edeceğiz. 

Bu gün olağanüstü hal kararnamesi ile uyandık. 16 bin insan sorgusuz sualsiz işinden oldu. 16 bin yuva ekmeksiz kaldı. 16 bin insan işsiz, umutsuz kaldı. Bu tabloyu dile getirenler mağdur edebiyatı ile suçlanıyor ısrarla.

Önümüzdeki günlerde 24 Kasım Öğretmenler Günü. Biz öğretmenler gününü başka bir günde kutluyoruz çünkü 24 Kasım, 12 Eylül’ün armağanı. Ama on binlerce öğretmeni işsiz bırakanlar bir kaç gün sonra törenlerde boy gösterecekler nutuk atacaklar. Öğretmenlerin ne kadar değerli olduğundan bahsedip Hz Ali’nin “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözünden bahsedecekler. Hangi yüzle? 15 bin öğretmeni sorgusuz sualsiz meslekten atarken, hiç mi utanmıyorsunuz? 

İki gün önce 20 Kasım Dünya Çocuklar Günü’ydü. Ne yazık ki her yıl dönümünde 21 Kasım 2004’te 12 yaşında 13 kurşunla katledilen Uğur Kaymaz’ı hatırlıyoruz. Katledildikten sonra yanına boyu kadar silah bırakılmıştı. Bütün anmalarda Uğur’u da Berkin’i de size hatırlatacağız. Hoşunuza gitmese de, rahatsız da olsanız size hatırlatacağız. Samsun’da açlıktan ölen Kübra bebek gibi hatırlatacağız. Çünkü çocuklar bu dünyanın gerçek sahipleridir. Dünya sadece bize atalarımızdan miras kalmamıştır, aynı zamanda çocukların bize emanetidir. 

Türkiye kadınlara çok şey borçlu. İstismar yasasının durdurulmasında gösterdikleri çaba ve emekten dolayı hepsine teşekkür ediyoruz. Nasıl ki yıllar önce ceza kanununda geri adım attırdılarsa istismar konusunda da kazanım onların eseridir. Yöntem ülkenin ayıbı ve onur kırıcı olsa da kadınların bize öğrettiği gibi biliyoruz ki tüm kazanımlar toplumsal mücadelenin başarısıdır.

Başbakan, ekonomik duruma ilişkin “elle gelen düğün bayram” diyor. Herhalde bu kadar derin bir analizi ekonomistler haftalarca düşünseler bulamazlar. 

Maaşlarını dolarla alan trol yazarlar “Dolsa da olur, dolmasa da olur” diyorlar. Ama onların cebine, kasasına her zaman dolar. Sadece son bir haftadaki sorumsuzluk dış borç yükünü %4 artırdı. Aslında 14 yıl + bir haftalık sorumsuzluğun bedeli bize ödetiliyor. Başbakan ekonomideki durum için Trump’un seçilmesini sorumlu gösteriyor. Yani sorumlu ABD’li seçmen, bunların hiç kusuru yok!

Bundan yıllar önce 28 Şubat döneminde Kayseri Belediye başkanı Şükrü Karatepe görevinden alındı. Yerine aynı partiden Mehmet Özhaseki atandı. Biri cumhurbaşkanı danışmanı şu anda, yerine gelen de çevre ve şehircilik bakanı. O zamankiler bugünkülerden galiba da insaflıydı. 

Mağdur olmak halktan yana olmaya yetmiyor. Adil olmaya, insanca davranmaya yetmiyor. Mağdur olmak popülist siyasette prim yapabiliyor ama adil ve erdemli olmaya yetmiyor.

İsrail’de Kudüs’te ezan yasaklandı, Hristiyanların yoğun olduğu bir şehirde kendi kiliselerinde ezan okundu. Başka yerlerden ders almıyorsunuz, bari yeni dostunuz İsrail’den örnek alın.

Belediye başkanlarına, milletvekillerine emaneti teslim eden nasıl halksa yargılayacak olan görevden geri alacak olan da halktır. Siyasette yargı sopasına başvurmaya kalkarsanız, işin ucu başka operasyonlara gider. Mesela AKP kurucularından ‘sifon çekme sorumlusu’nun toplantılar düzenlediği konuşuluyor. Daha önce AKP için “Sifonu çekmeyin, kullanın çünkü çok kullanışlıdır” demişti. 

Şimdiye kadar çok darbe görmüş, çok işkence tezgahı görmüş ama asla teslim olmamış Ahmet Türk’ü bile gözaltına alacak kadar korkuyorsunuz!

Nereye gideceğini bilmeyen hiçbir gemiye rüzgarın faydası olmuyor. Gerçekten dış politikada nereye gideceğini bilmiyor. Bugünkü Cumhurbaşkanı, iktidarlarının ilk yıllarında “Avrupa Birliği’ne aday yapmazsanız NAFTA’ya gireriz” demişti. Şimdi de aynı şeyi Şangay Beşlisi için kullanıyor. Şangay Beşlisi’ne girmek istiyorsunuz, ama daha başkanlık koltuğuna oturmamış şahsı ziyarete gitmek için çaba sarf ediyorsunuz. Şangay’ın yolu ABD’den mi geçiyor?

“Ya büyürsünüz ya küçülürsünüz” diye korkutanlara söylemek istiyoruz. Büyümek istiyorsanız, Kürtlerle barışacaksınız. Küçülmek istemiyorsanız, yine Kürtlerle barışacaksınız. Başka çareniz yok.

Kürtler sizden çok şey istemiyor. Sadece Pakistan ziyaretinizde Keşmirliler için ne istediyseniz onu istiyorlar. Mora Müslümanları için Filipinler’ den ne istediyseniz onu istiyorlar Sorunu diyalogla çözelim diyorlar. Ama siz Kürtlerle savaşmayı tercih ediyorsunuz. Öyle ki Nusra’yla ittifakı bile içinize sindirebiliyorsunuz ama kendi içinizdeki Kürtlerle ve komşu ülkelerdeki Kürtlerle ittifakı içinize sindiremiyorsunuz. 

Bu mantıkla giderseniz, bu işin sonu BM komisyonlarında ve hatta ABD mahkemelerinde teröre destek vermekten ötürü canınız çok yanacak.

Bakanlar ABD’ye giden Gülen’i değil Rıza Sarraf’ı istiyorlar. Gülen’e niyet edip uçağa biniyor, ABD’de indikten sonra Rıza’yı istiyorlar. Çünkü biliyorlar Gülen burada konuşursa, Rıza orada konuşursa sorun olacak.

Cumhurbaşkanı, muhalefet boşluğu görmüş. En güzel muhalefeti de o yapıyor en doğru rektörü de o seçiyor en iyi resti de o çekiyor. Şimdi de ona bir anayasa yapmanın telaşına düşülmüş. 80 milyonun kaderi 8 kişiyle belirleniyorsa ona anayasa denilmez. Sana-yasa olur ama anayasa olmaz o. Anayasa toplumsal sözleşmedir. Toplumla yapılır. Birlikte yaşamanın sözleşmesidir. Onun derdi kendine anayasa yapmak. Fiili statüyü resmiyete kavuşturmak için MHP de ona destek olmanın telaşında. Çok iyi koku alan bir temsilcileri, yeni anayasanın Türk milliyetçiliği koktuğunu söylemiş. Bu kokuyla, halının altına süpürdüğünüz pisliğin kokusunu örtebilir misiniz? Bizim bu kokularla işimiz yok. Bir ülkede demokratik anayasa nasıl yapılırsa, biz onun arayışında olacağız.

Meclis’te partimiz yok sayılarak anayasada yapılması istenirken buna net tepki koymayan CHP de şimdi pazarlığa girmeye çalışıyor. Siz aslında HDP masadan dışlanırken dışlanmıştınız. Ama yeni farkına vardınız dışlandığınızın. Eş başkanlarımız ve milletvekillerimizin dokunulmazlıkları kaldırılırken nasıl 3 parti birlikte evet dediniz, yine aynı ayıba ortak olmak istiyorsunuz.

Bölünmeye karşı miting düzenleyeceklermiş. Kartal’da teslim olmayacağız diyenlerle yan yana durmaya cesaret edemediler. Ama Adana’da bölünmeye karşı miting yapacaklarmış. Bence Adana’nın havasına uyun, ‘ne şiş yansın, ne kebap’ mitingi yapın. 

İnkar ve asimilasyon böler, çoğunluğun katılımı birleştirir. 7 Haziran seçimleri öncesinde Saray’ın anket firmaları bizi %7 gösteriyordu. Şimdi yine aynı rakamları yayınlıyorlar. O zamanlar parti olarak seçime girmeyelim diye yaptılar bunu. Şimdi de eş başkanlar tutuklanırsa bir şey olmaz diye anket firmalarına para döküyorlar.

Bizler ne zorluklarla burada olduğumuzu da, kimlere borcumuz olduğunu da gayet net biliyoruz. Diyarbakır’ da mitingimizi bombalatarak, Adana’da Mersin’de yine partimize bomba attırarak, 10 Ekim’de sadece barış olsun diye bir araya gelenlerin arasında bomba patlatarak bu partinin buraya gelmesine engel olmaya çalıştınız. Biz nerede duracağımız, hangi görevi nasıl yerine getireceğimizin kararımızı da Bingöl’ de seçim çalışmalarında katledilen yargısız infaz edilen Hamdullah Öğe’yi unutmadan vereceğiz. İstanbul Arnavutköy’de seçim çalışmaları sırasında katledilen Erkan Öztürk’ü, onun ailesini unutmadan vereceğiz. Demirtaş’ la ailesini ziyarete gittiğimizde eşi şöyle diyordu: “Sizi çok severdi, partisini çok severdi. Günlerdir sadece uyumak için eve geliyordu. HDP'yi anlatmak için gezmediği mahalle, girmediği sokak, ev kalmadı. Partisi için canını verdi” demişti. Partisi için canlarını verenlerin sorumluluğu yükü omuzlarımızdadır!

Biz karar verirken Ceylan Önkol’un gözlerini unutmayacağız. Taybet Ana’yı unutmayacağız. Kararımızı verirken, çocuklarının cenazesi bozulmasın diye buzdolaplarında saklayan anaları unutmadan vereceğiz. İç tüzük dehlizlerinde karanlık localarda yapacağınız hesaplarla ne yapacağımıza karar vermeyeceğiz.

Ne sizin hesap ettiğiniz gibi burayı size terk edeceğiz, ne de burada oynanan oyunun figüranı olacağız! Ne bu deveyi güdeceğiz, ne bu diyardan gideceğiz.

Halkın sözü her şeyden değerlidir. Nihai karar için halkımızla toplantılarımızı sürdüreceğiz. Şimdilik burada olacağız! Siz istemeseniz de.

22 Kasım 2016