
Milletvekillerimiz, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) Bütçesi üzerine değerlendirmelerde bulundu. Ertuğrul Kürkçü, Bedia Özgökçe Ertan, İbrahim Ayhan, Garo Paylan ve Dilan Dirayet Taşdemir, şöyle konuştu:
Ertuğrul Kürkçü: Türkiye’de sermaye diktatörlüğü en çıplak halde gerçekleşiyor
Bu ülkede içtiğimiz sudan yediğimiz yiyeceğe kadar bizi biz yapan her şeyi var eden insanların bu ülkenin en altında yaşamaya mahkûm bırakılmasına hiçbir çare bulamamış bir bakanlık ile karşı karşıyayız. Hükümetin sunduğu Türkiye'nin büyük bir hızla büyüdüğü ve bundan da emekçilerin payına çok yüksek bir oran düştüğüne dair bütün veriler doğruluktan uzak. Yoksullaşma ve refah kaybı sizin sunduğunuz tabloya rağmen ortadan kalkmadığı gibi derinleşti. Bunun için kamuda iki tane güvence olabilirdi. Bunlardan birisi, işçilerin grev ve toplu sözleşme hakları; ikincisi de, işsizlik sigortası. Ne yazık ki toplu sözleşme ve grev hakkı 15 Temmuz darbe girişimi gerekçe gösterilerek yasaklanmıştır. Hiçbir sektörde greve izin verilmemiştir ve işçilerin ücret kayıpları yokuş aşağıya giderken, işveren kârları, patron kârları, büyük sermaye kârları yukarı doğru gitmektedir.
Türkiye’de sermaye diktatörlüğü en çıplak halde gerçekleşiyor
Bu tabloya baktığımızda Türkiye’de teorideki sermaye diktatörlüğünün en çıplak hâlde gerçekleştiğini görebiliriz. Hem sermaye her şeye hâkimdir hem de sermaye işçilerle uzlaşmaya kalkacak olduğu zaman bile devlet tarafından uzlaşmamaya zorlanmaktadır. Bu açıdan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın olağanüstü hâl ile grevler arasındaki bağlantıyı nasıl kurduğunu size hatırlatmak isterim. Bu en çarpıcı durumlardan biridir.
İşçi sınıfı için daha çok ölüm, daha çok hastalık, daha çok iş cinayeti
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin kabul salonunda 15 Temmuz darbe girişinin 1’inci yılı kapsamında konuşurken Tayyip Erdoğan, olağanüstü hâli işçilerin grev yapmasını önlemek için getirdiklerini söyledi. Sermaye diktatörlüğü bundan başka bir şey değildir. O nedenle, olağanüstü hâl altında Türkiye’de işçi sınıfının durumu yani sizin Bakanlığınız altında işçi sınıfının durumu kaçınılmaz olarak daha geriye gidecektir. Çünkü işçiler hem sendikalaşma hızlarını yitirmişlerdir hem de toplu sözleşme ve grev olanakları zorla ellerinden alınmıştır. Bunun karşılığında, işçileri koruyabilecek diğer mekanizma İşsizlik Sigortası Fonu’dur. İşsiz Sigortası Fonu’nun nasıl değerlendirildiğine bakılacak olursa şunu görebiliriz: Kurulduğu günden 2015’e kadar İşsizlik Sigortası Fonu’ndan yararlanmak üzere başvuranların üçte 1’i bu fondan yararlanamamışlardır. Toplam olarak fonda biriken 103 milyar liranın 12 milyar lirası işsizlik sigortası kapsamında kullanılmıştır. En son olarak da İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken kaynağın önemli bir bölümünün Varlık Fonu’na devredilmesi de gündeme gelmiştir. Bunun sonucu, işçi sınıfı için daha çok ölüm, daha çok hastalık, daha çok iş cinayeti anlamına geliyor.
Ecevit’in ününü siz alabilirsiniz
Bütün bu şartlar altında Bakanlığınızın işçilerin durumunu iyileştirmek, çalışanların haklarını güvence almaktan çok, Hükûmet siyasetini çalışma alanında sürdürmekten başka elinden bir şey gelmeyeceği ortadadır. Öyle ya da böyle işçi hakkını alacak ama bunu kolaylaştıran bir bakan olmak sizin elinizde. Size söyleyebileceğim tek şey: Kendi payınıza düşen kişisel tasarruf alanında emeğin hakkını koruyan bir bakan olarak tarihe geçmeniz de mümkün. Belki Bülent Ecevit’in tarihteki ününü siz de bir kadın bakan olarak elde edebilirsiniz.
Bedia Özgökçe: Mevsimlik işçilikte nöbetleşe sömürü
Gıdadan barınmaya, sağlığa, temel yaşamı idame ettirmemizi sağlayan bütün bu koşulların hükûmetler tarafından güvence altına alınması gereği bu Bakanlığın sorumluluk alanındadır.
Zengin – yoksul uçurumu kapanamayacak seviyelere geldi
Şu an emekçi aleyhine seyreden bir ortamın olduğunu çok net bir şekilde ifade edebiliriz. Alım gücünün bu kadar düştüğü, en zengin yüzde 20’lik kesim ile en yoksul yüzde 20’lik kesim arasındaki uçurumun gün geçtikçe arttığı ve artık kapanamayacak seviyelere geldiği bir ortamı yaşıyoruz. Yine, 2016 yılı sonunda Sosyal Güvenlik Kurumunun tahsil edemediği prim alacakları 121 milyar liraya ulaşmış durumda. Kuruma bütçeden 127 milyar lira aktarılmış durumdadır.
Erdoğan konuştukça dolar fırlıyor
İş cinayetleri, ücret gaspları, ücret eşitsizliği ve Bakanlar Kurulu kararıyla grev kararlarının yasaklanması olarak yansımış durumda şu an. TÜİK verilerine göre yine ekim ayı itibarıyla yıllık enflasyon tüketici fiyatlarında hemen hemen yüzde 12 olarak gerçekleşmiştir. Kurlardaki artış yetmezmiş gibi Sayın Erdoğan’ın her konuşmasında doların fırladığı bir durumu yaşıyoruz. Hatta bu sabahki açıklamasından sonra da dolar yine 3 lira 90 kuruşu geçti.
Gramajı düşürüp “zam değil” diyorlar
Sene başından bu yana çalışan kesimlerin ücretlerinde meydana gelen erime bir yana, Hükûmetinize yakın medya grupları Goebbels’i mezarında ters döndürecek bir vaziyet almıştır. Özellikle bahsedilen şey, son günlerde herkesin gündeminde aslında, yoksul kesimlerin temel besin kaynağı ekmeğe yapılan zammı “zam” diye açıklamıyor da “İsrafı önleyeceğiz.” diye gramajı düşürülüyor fakat fiyatta bir düşüş görülmüyor. Aslında bunun adı zamdır fakat bu algı ve propaganda yönetimi şu an bu şekilde sunuluyor ve emekçinin cebinden dahi para alınmış hâlde her yönüyle.
Kadınların eve hapsolması isteniyor
Çalışma yaşamının her alanında kadınların çok daha ağır şartlar altında, çok daha düşük ücretlere ve bununla beraber patronlarının mobbing, taciz baskısı altında çalıştığını görüyoruz. Böyle bir tablo var. Yasal düzenlemeler sonucu kadınların doğum izni adı altında emzirme odaları ve emzirme hakkı ellerinden alınmış, esnek çalışma yasalaştırılmış, kreşler kapatılmaya başlanmıştır. Özcesi, kadınların emek piyasasından tamamen çekilerek sosyal yaşamdan koparılarak eve hapsedilmesinin önü açılmıştır.
Nöbetleşe sömürü
Mevsimlik tarım işçiliği, yoksulluğu kalıcılaştıran bir sistem hâline gelmiş, âdeta bir köle düzenine dönüşmek üzere ve yaşadıkları koşullar hiç de köleliği aratmayacak seviyede aslında. Kürt sorununun barışçıl çözümü, Kürtlerin yaşadıkları yerlerden zorla koparıldığı gerçeği karşısında, yaylalarına, meralarına dönebilecek imkânların sağlanması, yaylacılık yapılabilmesinin önünün açılması, hayvancılığın bu anlamda geliştirilmesi hem artı fayda getirecek, üretime, bu ülkenin ekonomisine, büyümeye katkı sağlayacak hem de bu alanda yaşanan büyük, devasa sorun belki bir nebze olsun çözülebilecektir. Şu an Suriyeli yabancılar da bu kayıt dışı alanda bir alternatif olarak çalıştırılıyor ve ucuz iş gücü, ucuz emek olarak görülüyor ve ayrıca ben buna “nöbetleşe sömürü” ifadesini kullanmak istiyorum, ne yazık ki böyle bir tablo var.
İbrahim Ayhan: Hükümet sayısını bile bilmediği taşeronlara güvence vaat ediyor
Bugün Türkiye’de en güncel sorunlardan biri güvencesizliğin güvenceli esneklik adı altında yaygınlaştırılması sorunudur. Hepimiz biliyoruz; güvenceli esneklik uygulamada esneklikten ibaret. Kıdem tazminatındaki daralmalar, toplum yararına çalışma kapsamında haklar bakımından işçi sayılmayanların istihdam rakamlarında işçi olarak görünmesi, çifte sözleşme gibi uygulamalar, ücret eşitsizliği/emsal işçi ücreti ödenmesi hükmünün uygulanmaması gibi örnekler bunun kanıtı. Nitelikli işçi sayısında bir artış olması, yapılan işin tanım ve kapsamının genişleyerek belirsizleştiği bir iş piyasasında istihdamı güçlendirici bir anlam taşımıyor. Esas olarak, güvenceli esneklik kavramının getirilmesi esnekliğin güvencesizlik olduğu kabul edilmesidir.
Bugün işçilerin güvencesizliğinin en önemli örneğini, işçi cinayetlerinin adresi haline gelmiş olan taşeron çalışma oluşturuyor. Bugün kamu ve özel sektördeki toplam taşeron işçi sayısının 2 milyonu aştığına dikkat çekiliyor.
1 milyon taşeron işçiye yıl sonuna kadar kadro sözü veren Hükümet kafa karıştırmaya devam ediyor. Sözler tutulmuyor yeni dönem de taşeron şirketlerle 1 Ocak 2018 tarihinden başlayıp 31 Aralık 2020 tarihine kadar devam edecek hizmet sözleşmesi imzalanmasını öngörüyor.
Hükümet sayısını bile bilmediği taşeronlara güvence vaat ediyor
Bizim 5.11.17de yaptığımız bimer başvurusuna 14.11.17’de verilen yanıtta “Türkiye genelinde özel sektörde çalışan taşeron işçi sayıları, özel bir çalışma gerektirdiğinden Bilgi Edinme Hakkı Kanununun 7 nci maddesine göre verilememektedir.” denildi. Hükümet daha rakamını bile bilmediği bir kesime güvence getirmeyi vadediyor.
Hükümet nedense artık “kadro” sözünü ısrarla kullanmıyor. Bunun yerine “statü belirleme” terimi tercih ediliyor. Taşeron kelimesini de “alt işveren” kavramı ile ambalajlıyor. Fakat talep açık ve net, taşeron işçilerin kadro talebidir.
Bugün Türkiye’de 100 binden fazla kişi KHK’larla ihraç edildi. Rakamlar, olağanüstü halin muhalefeti sindirmek için bir fırsata dönüştüğünü gösteriyor. Tam 4099 KESKli ihraç edildi. Eğitim-Sen İhraç edilen öğretmen sayısının asker ve polisten fazla olduğunu açıkladı (33 bin 965 öğretmen, 5.740 akademisyen, 1.300 idari personel olmak üzere, toplam 41 bin 5 kamu görevlisinin ihraç edildi. ihraç edilen asker sayısı 8 bin, polis sayısı 23 bin sayısı.
AKP’nin istihdam hedefinin taşeron cumhuriyetinde örgütsüz işçiler olduğu anlaşılıyor. Ekim 2017’deki ILO toplantısına katılımcı 51 ülkeden yalnızca 4’ünün Türkiye’ye işçi temsilcisi göndermesinin sebeplerinin başında bu geliyor.
Mevsimlik işçilerin onca sorununa bir de linç sorunu eklendi
Türkiye’de işsizlik rakamları içinde bile yeri olmayan mevsimlik işçiler ise Türkiye’nin güvencesizlik sınırını oluşturuyor. ÇSGB verilerine göre, sayıları 300 bin civarında gösterilen mevsimlik gezici tarım işçileri fiilen kayıt dışı ve çocukları ile birlikte en az 1 milyonluk bir nüfusa tekabül ettiği tahmin ediliyor. Türkiye’de 6,-6,5 milyon insandan oluşan tarım iş gücünün yaklaşık yarısının mevsimlik tarım işçisi olarak çalıştığı söyleniyor.
Ancak mevsimlik tarım işçisi nüfusunun büyüklüğüne rağmen, Türkiye hukuk sistemi içerisinde mevsimlik tarım işçilerine yönelik özel bir yasal düzenleme yok. Mevsimlik tarım işçilerinin neredeyse durmaksızın çalıştırılması, elektrik, su, barınma gibi temel hizmetlerden yoksun olması sorununa son dönemlerde bir de linç sorunu eklendi.
Emek rejimi demokratikleşmeli
Geçici çalışmaya ilişkin düzenlemenin gerekçesinde güvenlik sorunları nedeniyle üretiminde aksaklık yaşanan işveren için de bu düzenlemenin getirildiğini söyleyen Hükümet, mevsimlik işçilere yönelik ırkçı saldırılara sessiz kalıyor. Mevsimlik işçilerin koşulları, maruz kaldığı muameleler Türkiye emek rejiminin, insan hakları düzeninin turnusol kağıdını oluşturuyor. Emek rejimini demokratikleştirmenin önemi de burada açığa çıkıyor.
Garo Paylan: Meclis çatısı altında bile taşeron var
Bu bütçe maalesef güvenlikçi politikalara yenilmiş bir bütçe. Güvenlikle ilgili bütün kalemlere bakın, yüzde 40-50-60 artışlar varken sosyal politikalarla ilgili bütün bakanlıkların artışları neredeyse enflasyonun altında bir artışa tekabül ediyor. Milyonlarca insanın, mesela, bir emekçinin çocuğuna yeni bir ayakkabı alıp alamayacağına sizin politikalarınız karar veriyor veya bir emeklinin diyelim ki torununa bir bayram harçlığı verip veremeyeceği sizin politikalarınız sonucu belirlenecek. Parası pulu olan zenginler için bir gecede harcanan para bir işçinin maaşıdır ve onlar için artı 10 lira, 50 lira, 100 lira çok büyük paradır.
S - 400’e ihtiyacımız yok
Çalışma Bakanlığının bütçesini artıralım. S-400 füzelerine ihtiyacımız yok. Düşmanımız kim bilmiyoruz, kime karşı bu S-400 füzelerini kullanacağız? Oysa yalnızca S-400 füzesi alınmazsa milyonlarca insan, çocuğuna yılda artı 1 ayakkabı alabilir.
Gariban da zengin de aynı vergiyi ödüyor
AKP döneminde vergi politikaları anlamında dolaylı vergiler hâkim olduğu için servet belli bir kesime doğru aktı. Yani nüfusun yüzde 1’i servetin yüzde 60’ına sahip çünkü etkin bir şekilde geliri vergilendiremiyoruz. Bu da servetin bir elde toplanmasına, borcun, vergi yükünün diğer tarafta toplanmasına sebebiyet veriyor. Bir paket sigara aldığında en garibanı da en zengini de aynı vergiyi ödüyor, bir depo benzin aldığında en garibanı, en zengini aynı vergiyi veriyor. Bu çarkı mutlaka tersine çevirmeliyiz yani değirmenin suyu işçilere doğru akmalı.
Meclis çatısı altında bile taşeron var
Bu salonda yalnızca biz yokuz, sabahtan beri geliyorlar, gidiyorlar, 30’a yakın işçi saydım. Çayımızı getiriyorlar, fotokopi getiriyorlar. 2 yıl önce vaat ettiniz ya “Biz kamudan taşeronu kaldıracağız” dediniz ya, şu Mecliste taşeron işçimiz haftada 60 saatin üzerinde çalışıyor. Kanun yapıcı bunu iki yıl önce vaat ettiği bir kurumun altında yapamamışsa nasıl Türkiye’ye bunu vaat edeceğiz?
Dilan Dirayet Taşdemir: Ağrı’da iş yok ki iş güvenliği gündem olsun
Ağrı Milletvekili olarak, Türkiye’de istihdam sorununun en derin olduğu, İŞKUR verilerine göre nüfusun yarısından fazlasının işsiz olduğu bir kentimizin vekiliyim. Ağrı bir tarım şehri. İşsizlik sorununa en fazla çözüm üretebilecek alanların başında tarım geliyor. Ancak Ağrı tarımı, Türkiye tarımındaki yok oluşun kaderini izliyor.
Ağrı’da iş yok ki iş güvenliği gündem olsun
Ağrı’dan her yıl 30 bin göç yaşanıyor. Yaptığımız hesaplamaya göre Ağrı'daki her 100 erkekten 11’i, yüksek oranda diğer illerdeki inşaat işleri için göç ediyor. Neredeyse her ay, bir Ağrılı işçinin ölüm haberini duyuyoruz. Daha 15 Ekim’de Samsun’da bir binanın dış cephe mantolama işinde çalışan 18 yaşındaki Mehmet Vural 3. kattan düşerek hayatını kaybetti. Devletin işveren olduğu Ağrı Devlet hastanesi inşaatında bile önce 2015 yılında 6 çocuk babası 42 yaşındaki Abbas Başboğa, sonra 2016 yılında 4 çocuk babası olan 49 yaşındaki Ahmet Yiğit yaşamını yitirdi. Zaten genel olarak Ağrı’da iş diye bir gündem yok ki güvenliği gündem olsun.
Çobanlara “sürü yöneticiliği” kursu verildi
Bu eylül ayında Ağrı için yeni bir istihdam projesi açıkladı. Ağrılı çobanlara sürü yöneticiliği kursu veriliyor. Ama Ağrı halkının bildiği işin yeniden öğretilmesine değil, verilecekse de istihdam garantili kurslara ihtiyacı var.
Toplum Yararına Çalışma kapsamında istihdam edilirken 300-400 liralık yetim aylığı alan onlarca kişiden, emeğinin karşılığı olan parayı faiziyle geri istemezdiniz. 300-400 lirayla geçinen insanların 10 bin liradan fazla ödeme yapmasını beklemezdiniz. İşsizlik ödeneğinden yararlanma koşullarının kolaylaştırılması gerekirken işsizlik koşullarında yaşayanlardan para talep ediliyor.
Biz ne zaman Ağrı’daki işsizlik sorununu dile getirsek, terör gerekçesi önümüze konuluyor. Israrlara rağmen Doğu Teşvik Pirimi bu nedenle mi hayata geçirilmiyor? Avrupa’da yüzde 2 olan nişasta bazlı şeker kotası terör nedeniyle mi yüzde 15’e çıkarıldı? Artık bu bahaneleri bırakıp, Ağrı halkının işsizlik sorunundan kurtulmasının önünü açmalıyız.
17 Kasım 2017