Leyla Güven: Talebim toplumsaldır

Bugün itibariyle açlık grevinin 37.gününde olan milletvekilimiz Leyla Güven'in Yeni Özgür Politika'ya verdiği röportaj:

Yüzyıllar önce köklerinden koparılmış ve Anadolu’nun çorak bozkırlarına sürgün edilmiş binlerce Kürt’ten biri; zulme karşı direnen Kürt halkının bir neferi olarak tecridin parçalanması için her türlü bedeli vermeye hazır olduğunu kaydeden DTK Eşbaşkanı Leyla Güven, şunları kaydetti: ”Ömrümde hiç olmadığım kadar moralli ve huzurluyum. Milyonların ‘irademdir’ dediği Sayın Öcalan’a uygulanan tecride dair küçük de olsa birşey yapıyor olmanın huzurunu yaşıyorum.”

Efrîn işgaline gösterdiği tepki, yaptığı açıklamalar ve Eşbaşkanı olduğu Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) çalışmaları nedeniyle 31 Ocak’ta rehin alınan Leyla Güven, o günden beri Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde tutuluyor. Güven, 24 Haziran seçimlerinde HDP’den Hakkari Milletvekili olarak seçilmesine rağmen tahliye edilmedi. Yargılandığı Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, 29 Haziran’daki duruşmada delillerin toplandığı gerekçesiyle tahliye kararı verdiği Güven hakkında savcının bir üst mahkemeye yaptığı itirazla daha tahliye bile edilmeden yeniden tutuklama kararı verildi. Avukatlarının Yargıtay’ın CHP Milletvekili Enis Berberoğlu’na dair verdiği tahliye kararına istinaden yaptığı başvuru ise daha önce tahliye kararı veren mahkemece bu kez “delil durumunun değişmesi” gerekçesiyle reddedildi. Hakkında 25 yıldan 46,5 yıla kadar hapis cezası istenen Güven, 7 Kasım’da görülen son duruşmasına daha öncekilerden farklı olarak ters kelepçe takılarak götürülmek istendi. Bu yaklaşımı reddeden Güven, mahkemeye gitmeyip duruşmaya cezaevinden SEGBİS aracılığı ile katıldı. Tahliye talep etmeyen Güven, bir daha mahkemede savunma yapmayacağını söyledi. Güven, bir “insanlık suçu” olarak tanımladığı Öcalan üzerindeki tecride karşı süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemine başlayacağını, bu duruşmada duyurdu. Güven, ”HDP milletvekili olarak değil, DTK Eşbaşkanı olarak bugünden itibaren süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başlıyorum. Bu tecrit bir kişiye değil, bir halka uygulanıyor. Ben de o halkın bir bireyi olarak bu uğurda ölmeyi kabul ediyorum” dedi. Güven’in eylemi ve talebi destek bulup eylem ve etkinlikler başlayınca devletin ilk yanıtı yasaklama ve disiplin cezası oldu. Buna rağmen dışarıda ve cezaevlerinde talebini  sahiplenen destek eylemleri devam ediyor. Güven, eyleminin 35. günündeyken yazılı olarak gönderdiğimiz sorulara yazılı olarak yanıt gönderdi.

Siz hiç bahsetmediniz ama ‘hipofiz adenom’ denilen hastalığınızın olduğunu İHD Eşbaşkanı Eren Keskin açıkladı. Haftada iki defa almanız gereken ilaçları almadığınızı da ekledi. Siz bunları konuşmayı tercih etmiyorsunuz ama yine de sormak istiyoruz; sağlık durumunuz nasıl?

Bugün eylemimin 35. günündeyim. Oldukça iyiyim. Bahsi geçen hastalığıma dair şunu söyleyebiliriz; ciddi rahatsızlığım yok. Sadece kullandığım ilaçları kullanmıyorum, o kadar. Ben enerjinin, iradenin gücüne inanıyorum. Bugüne kadar hiçbir hastalığı bünyemde barındırmadım. Klasik bir söylem olacak fakat biz gerçekten eski toprağız. Yeni nesillere göre daha sağlıklı ve dinciz. Herşeyden önce sesimi duyurabildiğim için son derece moralli ve huzurluyum. Halkımız merak etmesin gayet iyiyim. Son 20 yıldır bir ada cezaevinde ve tecrit altında değilim. Yaşam gücümü halkımın yarattığı büyük değerlerden aldım.

55 yaşında, iki çocuklu ve iki torunu olan bir Kürt kadını olarak kendi iradenizle eyleminizi başlattığınızı açıkladınız. Eylemden önce ailenizle, örneğin kızınızla konuştunuz mu, yoksa onlar da mahkemedeki beyanınızla mı öğrendiler, tepkileri ne oldu? Kızınız sizi ziyaret ediyor, görüşme atmosferini biraz paylaşabilir misiniz?

Kendimi sadece çocuklarıma adama ya da onlarla sınırlı tutma yerine, bütün çocukların mutlu olabileceği bir yaşam yaratmaya adadım. Çocuklarım çok erken yaşlarda bu gerçeği farkedip bana ve mücadeleme saygı duyup destek verdi.

Kızımla beraber büyüdük, diyebilirim. Anne ve kız olmaktan ziyade iki arkadaş, iki yoldaş gibiyiz. En ilginç dönemimiz siyasi parti çalışmalarındayken aynı ilde kadın kolları başkanıyken, kızım gençlik kolları başkanıydı. Resmi toplantılarda kızım, anne; ben, kızım dediğimiz olurdu. Tabii hemen farkedip ‘heval’ diye düzeltirdik.

Kızım cezaeviyle benden önce tanıştı, önce o tutuklandı daha sonraları da ben. Çoğu zaman birbirimizi görecek zamanı bile yaratamıyorduk. Onun bulunduğu şehre gidip işlerimi bitirdikten sonra onu göremeden hemen dönüyordum. Sonradan öğrendim ki kızım “keşke annem uçağı kaçırsa da bir gece beraber kalsak” diyormuş.

Kızım da oğlum da önceliğimin mücadelem olduğunu biliyorlar. Yakın aile çevrem başta benim için kaygılandılar ancak kararlılığımı görünce en büyük destekçilerim oldular.

Açlık grevi eyleminin kararını üç ay önceden almıştım fakat kimseyle paylaşmadım, paylaşamazdım. Sadece kararımı açıklayacağım ve başlayacağım uygun zaman ve yeri bekledim. Kızım kararı açıkladığım mahkeme gününden iki gün önce açık görüşe gelmişti, söylemedim. Yine DTK Eşbaşkanı, HDP Grubu ve Kadın Hareketi üyesiyim; cezaevindeki komünal yaşama dahildim ama bu kurum ve yapıların hiçbirine en ufak bir ‘açık’ vermedim. Yapılacak tüm eleştirileri göze alarak eyleme başladım ve eleştiriler de aldım. Mahkemeye SEGBİS ile katıldım. Küçük ekranda mahkemedeki kalabalığı görünce sevindim. Salon doluydu. Açıklamamı yapınca tanık olmalarını çok istiyordum. Açıklamayı yaptığımda salonda şok etkisi yarattığımı farkettim. Kızımın gözyaşlarına hakim olmadığını gördüm. Barış annelerinin, vekillerin, salonda bulunan herkesin bir an birbirlerine baktıklarını farkettim. Sanırım en büyük şoku avukatlarım yaşıyordu. Savunmamdan sonra tam olarak ne diyeceklerini kestiremediler. Aylardır planladığım eylemimi açıklamış olmanın sevincini, moralini yaşayarak salonu izledim.

En son açık görüşüme kızım ve ağabeyim geldiler, çok kaygılı olduklarını anladım. Gözyaşlarını içlerine akıtıyorlardı. Onlara çok daha güçlü olmaları gerektiğini anlatsam da vedalaşırken gözyaşlarını tutamadılar. Arkalarını dönerek hızla uzaklaştılar. Beni seven ailem, arkadaşlarım, dostlarımın bilmelerini isterim ki; ömrümde hiç olmadığım kadar moralli ve huzurluyum. Bir halkı küllerinden var eden, milyonların ‘irademdir’ dediği Sayın Öcalan’a uygulanan tecride dair küçük de olsa birşey yapıyor olmanın huzurunu yaşıyorum.

Kürt siyaseti içinde yerel çalışmalardan ilçe, il yöneticiliklerine, belediye başkanlığı ve milletvekilliğinden Kuzey Kürtlerinin bir nevi çatısı olan DTK Eşbaşkanlığına kadar sorumluluk aldınız. Üstelik kadın mücadelesini ihmal etmeden. DTK Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven, Kürt kadınların bu azmini nasıl izah ediyor?

Mahkemede de dile getirmiştim, kısaca burada da belirtmek istiyorum. Ben iradem dışında kadın, Kürt, eş, anne oldum ama kendi irademle yurtsever, devrimci, feminist, siyasetçi oldum. Evet, bu mücadelede yer almak benim kararımdı. Bütün kararlarımı, kim ne der kaygısı taşımadan aldım.

1994’te resmi olarak HADEP’de yer aldığım dönem tutuklanma, işkence ve faili meçhullerin olduğu bir zamandı. Hepsinin her an başıma gelebileceğinin bilincindeyim. Zaten bunları göze alamayanlar çalışmalara katılmazlardı. Deyim yerindeyse ‘ateşten bir gömlekti’ mücadele ve ben hazırdım. Gömleği de giydim. İç Anadolu’da tutucu, bağnaz, milliyetçi bir ortamda Kürt siyaseti yapmak gerçekten cesaret istiyordu.

Buna bir de ataerkil zihniyetin cinsiyetçi yaklaşımları eklenince yaşananlar malum. Kadınsın, boşanmışsın, çocukların var ve daha birçok şey söyleniyor, cesaretin kırılmak isteniyor. Birçok kadın arkadaşım gibi beni de zorlu bir sınav bekliyordu. İki çocuğuma bakmak, iş bulmak zorundayım, herşeyden önemlisi bunları başarmak gerekiyordu. Bir Kürt kadını olarak tüm bu aşamaları başarıyla geçtim. Kimseye dayanmadan kendi gücünle bunları başarmak önemliydi.

Kadınlar için sınavlar bitmiyordu. Bu defa parti içindeki erkek arkadaşların eril zihniyetiyle mücadele edeceksin. Erkeğin yaklaşımı, birlikte çalışma yürüttüğü kadın arkadaşları, evindeki annesi, kız kardeşi olarak görme ve buna göre yaklaşma vardı. Her konuda emek sahibi olan kadın temsiliyette engelleniyordu. Örneğin Newroz hazırlık çalışmalarından ev ev, sokak sokak çalışma yürüten kadın ama halka hitap edecek olan erkek oluyordu. Kadın bir irade olarak görülmüyordu. Erkek zihniyeti karşısında daha örgütlü, kolektif ve en önemlisi de cins bilincini edinmek biz kadınlar açısından hayatiydi. Bugün karar mekanizmalarında yer alan bütün arkadaşlar çok zorlu mücadeleler sonucu, bariyerleri aşarak geldiler. Kürt toplumu Sakine yoldaş şahsında kadın direnişini, cesaretini, gücünü gördü. Kadın kahramanlarının ortaya koyduğu mücadele erkek arkadaşlarımızı şaşırttığı gibi değiştirmeyi de beraberinde getirdi. DEP Milletvekili Leyla Zana Kürt siyasetinde bir sembol oldu. Dört parça Kürdistan’da kadının mücadele ve özgürlük düzeyi toplumu özgürlüğe yakınlaştırdı. Şimdi daha iyi anlıyoruz ki; kadına özgüven veren, mücadele azmi veren Sayın Öcalan’ın geliştirdiği kadın özgürlük perspektifleri, kadın kurtuluş ideolojisidir. Kürt kadını, hem ulusal mücadeleyi hem cins mücadelesini beraber yürüttü. Bu gerçeklik Kürt kadınına çok şey kazandırdı. Köle kadın kimliği, gerçekliği alt-üst oldu. Özgür kadın kimliği ve mücadelesi dünya kadınları ve halkları tarafından saygıyla karşılanıyor, hayranlıkla izleniyor.

Sizin tüzel kimlikleriniz var; DTK Eşbaşkanlığı ve HDP milletvekilliği gibi. Buna rağmen bireysel bir eylemi tercih ettiniz; rehin tutulmanız ve uğradığınız hukuksuzluktan dolayı değil, “Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılsın” talebiyle eylemdesiniz. Aslında topluma, Kürt siyaseti ve bileşenlerine, Türk hükümetine ne anlatmaya çalışıyorsunuz?

Kürdistan bir coğrafyadır. ‘Coğrafya kaderdir’ deniliyor. Bu söz son dönemlerde çokça kullanılmaya başlandı. Belki bu sözün taşıdığı anlamı günlük, anlık olarak yaşadığımız içindir. Kürtler tarih boyunca hep siyasi erkin talimatıyla yargılandı, cezalandırıldı. Söz konusu Kürt olunca özel mahkemeler tahsis edilir. Tarih bunun örnekleriyle doludur. İstiklal Mahkemeleri, DGM’ler, Özel Yetkili Mahkemeler vb. sıralanıp gider. Dünden bugüne değişmeyen tek şey Kürt’e uygulanan özel politikalardır. Bugünlerde yargının Kürtlere yaklaşımı yeni bir şeymiş gibi tartışılıyor, ele alınıyor. En çok bu duruma şaşırıyorum. 1959’da tutuklanan 50 Kürt aydın tarihe 49’lar davası olarak geçti. Yakın tarihimizde Sayın Öcalan’ın yargılanma süreci bir örnektir. 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki Şêx Said ve Seyid Rıza’nın yargılanma biçimlerinin güncel bir versiyonudur. Söz konusu Kürtler olunca hak, hukuk, yasa, evrensel değerler tamamen rafa kaldırıldı. Bizler Kürt halkı olarak dayatılan bu çifte standart karşısında mücadele ediyoruz. Bu en meşru hakkımızdır. Bir halk olarak kendi öz değerlerimizle yaşamak istiyoruz. Bu özgür yaşam mücadelesinin her türlü demokratik yol ve yöntemlerle yürütmeye çalışıyoruz. Kürt halkının bu konudaki kararlılığı tüm dünya kamuoyunu etkiliyor. Dolayısıyla bu gerçekliğin dışında yer almıyorum. Kendi yargılanma süreçlerime dair daha önceden düşüncelerimi paylaştığım için tekrar etmeyeceğim. Başlatmış olduğum eylemin tek bir amacı var. O da Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasıdır. Burada hayatını, hayatının tamamını bir halkın yeniden doğuşuna adayan bir şahsiyetten söz ediyoruz. Dolayısıyla Sayın Öcalan için yapılan her eylem toplumsal bir amaç taşımaktadır. Bu nedenle eylemim aynı zamanda milyonların bir eylemidir.

Eyleminizle birlikte cezaevlerindeki siyasi tutsaklar da eyleme geçti, dışarıda eylem ve etkinlikler başladı ve bunun ilerleyeceğine yönelik emareler var. Hükümet, size disiplin cezası, Amed’de eylemlerin yasaklanması ve açlık grevindekilerin gözaltına alınması gibi adımlarla ‘önleyici tedbirler’ alıyor. Sizin bu sürece dair öngörünüz nedir?

Mücadele tarihimiz boyunca siyasi tutsaklar hep direniş içerisinde oldular. Çoğu zaman bizlerin dışarıda yapamadığını, onlar içeride yaptılar. Bu direnişleri ile hem dışarıda hem içeride çok önemli kazanımlar elde ettiler. Bizler halen onların yarattığı miras üzerinden zindanlarda direnerek kalabiliyoruz. Büyük ölüm orucu, sayısız açlık grevi, siyasi savunma, anadilinde savunma vb. eylemler tarihi süreçlere yön vermiştir. Halk üzerinde çok ciddi etkiler yaratıldı. Dolayısıyla o direnişlerde yaşamını yitirenleri saygıyla anıyor, halen direnenlere ise saygılarımı iletiyorum. Eylemimi başlatırken umarım başka arkadaşların grev başlatmasına gerek kalmadan sonuç alınır, diye umut ettim, ancak öyle olmadı. 10’ar günlük dönüşümlü açlık grevleri başlatıldı ve grevler bütün cezaevlerine yayılarak devam ediyor. Zaten mutlak tecrit, tutsakların gündeminden hiçbir zaman çıkmadı. Ben bu eylemi başlatırken gizliliğe önem göstererek, hiçbir kurum ve yoldaşımızla paylaşmayarak ciddi bir örgütlülük içerisine girdim. Şimdi cezaevlerinde eylem başlatan arkadaşlarımıza dair söz söylemeyi kendimde hak görmediğimi belirtebilirim. Herşeye rağmen başta zindanlar olmak üzere Kürdistan’ın dört parçası, Avrupa’daki halkımızın ortaya koyduğu direnme biçimi, bir kez daha Kürt halkının Sayın Öcalan’a uygulanan tecridi kabul etmediğini gösterdi. Aynı zamanda her türlü bedeli de göze alacaklarını ortaya koydu. AKP iktidarı bu geçeği iyi bildiği için valilerini, polislerini, savcılarını harekete geçirerek halkın direnişini engellemek istiyor. Zindanlarda da disiplin cezaları ile sonuç almak istiyor. Fakat sonuç alamadıklarını hepimiz gördük. Gözaltındaki arkadaşlarımız grevlerini sürdürdüler. Antep Cezaevi’ndeki Gülistan Al arkadaşımız tek başına grevini sürdürerek, bu uygulamalara en iyi cevabı vermiş oldu.

Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi üyeliği de yaptınız. Belediye Başkanı olarak tutuklandığınızda Kongre sizinle dayanışma gösterdi. Cezaevlerindeki durum, özellikle İmralı’daki tecrit konusunda hem CPT’nin hem de AİHM’in rolü malum. Sizce bu kurumlar neden üzerlerine düşeni yapmaktan imtina ediyor, onlara yönelik çağrınız nedir?

2009 yılında Viranşehir Belediye Başkanı iken Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’ne üye olarak seçildim. İlk toplantı için Strasbourg’a gittiğimde Türkiye delegelerinin çok ciddi lobi faaliyeti yürüttüklerine şahit oldum. O dönem Denizli Belediye Başkanı Nihat Zeybekçi ve diğer AKP’liler bizimle görüşerek, ‘Kongre sana konuşma hakkı vermiş ama biz diyoruz ki, sen konuşma yapma’ demişlerdi. Türkiye Büyükelçisi de beni elçilik binasına yemeğe davet etmiş ve ‘Leyla Hanım göreceksiniz ülkemizde çok iyi şeyler olacak, bence siz konuşma yapmayın’ demişti. Tüm bu ısrarlara rağmen ben konuşmamı yaptım. Konuşmamın içeriği Kürdistan’dı. Özellikle yerel seçilmişlerimiz üzerindeki baskıları kapsıyordu.

Döndükten kısa bir süre sonra da tutuklandım. Bu tutuklama burada anlattıklarımı teyit etmişti. O süreçte Kongre cezaevinde beni hiç yalnız bırakmadı. Heyetler defalarca ziyaretime geldiler. Benim gönderdiğim mesajlar Kongre toplantılarında okundu.

Asıl mesele şu ki; o günden bugüne değişen ne oldu da bize, halkımıza reva görülen insanlık dışı uygulamalar bu kurumlar tarafından görmezden gelinir hale geldi? Gerçek olan bu kurumların esas rol ve misyonlarından uzaklaşarak bağlı bulundukları iktidarların çıkarlarına teslim olmalarıdır. Kürt halkı nezdinde bu kurumların hiçbir güvenilirliği ve tarafsızlığı kalmadı. Tecrit karşısında hiçbir çaba göstermeyen Avrupa demokrasisi büyük bir darbe almıştır. Kürt halkının temel hak ve özgürlükleri Avrupalı ülkelerin mülteci politikalarına kurban edilmiştir.

Bu kurumlara söyleyeceğim tek şey kendi kuruluş felsefelerine sahip çıkmalarıdır. Gelecek nesillere bırakacakları onurlu bir miras için AP, AK, CPT ve diğer kurumların kendilerini gözden geçirmeleri gerekiyor. Dünya halkları elbette zamanı geldiğinde yaşanan suça ortak olanlara hesap soracaktır. Kobanêli Aylan Kurdî için timsah gözyaşları dökenler Efrîn’de binlerce çocuğun yerinden edilmesine göz yumdular. Filistin’de taş atan çocuklara ‘Küçük Generaller’ manşetleri atan zihniyet sahipleri, Kürt çocukları için ‘terörist’ dediler. Uluslararası tüm bu kurum ve kuruluşların Kürt halkının haklı mücadelesini görmeleri ve hakkını vermeleri gerekir.

Avrupa merkezlerinde de size destek ve talebinizi sahiplenmek amacıyla açlık grevleri başlatıldı. Avrupa’daki HDP ve DTK bileşenleri, Kürt siyaseti ve Kürt halkı ile dostları neler yapabilir?

Avrupa’ya göç etmek zorunda kalan, yabancı olmanın bütün dezavantajlarını yaşayan, mücadele ve direnişten kopmayan değerli halkımıza öncelikle saygılarımı iletmek istiyorum.

Her türlü asimilasyon politikasına rağmen özünü koruyabilen ve her koşulda öz değerlerine sahip çıkan onurlu halkımızın ortaya koyduğu çaba çok değerlidir. Yıllardır tecridin sonlandırılması için kesintisiz bir eylem içinde oldular. 2014’te Avrupa Konseyi’ndeki toplantıya katılmış, Kobanê için destek istemiştim.

Konsey binası önünde devam eden CPT’ye çağrı eylemindeki arkadaşları ziyaret etmiştim. Bildiğim kadarıyla böyle birçok eylem devam ediyor. Zulme karşı direnen halkımızın bir neferi olarak içeriden sesimi onların çığlığıyla birleştirmek istedim. Ateşten bir tarihtir bizim yaşadıklarımız. Birilerimiz bu ateşte yanabilir ama asla kaybolmaz. Halkımızın yüreğinde hep yaşatılırız. Tıpkı Sara, Fidan, Leyla, Erdal, Mehmet ve binlercesi gibi.

Yüzyıllar önce köklerinden koparılmış ve Anadolu’nun çorak bozkırlarına sürgün edilmiş binlerce Kürt’ten biriyim. Önce öz memleketimizden Anadolu’nun kırsal köylerine, sonra köylerden şehirlere, sonra da Avrupa’ya göç devam etti. Her zaman olduğu gibi bu göçün en ağır yükünü yine kadınlar omuzladı. Dilini, kültürünü koruyarak gerçek yurtseverliklerini sergilediler. Kültürel asimilasyona karşı direnişin öncülüğünü kadınlar yapıyor. Bu vesileyle Avrupa’da bulunan Orta Anadolu Kürtlerine selam ve saygılarımı iletiyorum.

Sayın Öcalan’ın kadın kurtuluş ideolojisiyle kendini tanımış bir Kürt kadın olarak tecridin parçalanması ve Sayın Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşması için her türlü bedeli vermeye hazırım. Avrupa’daki kurumlarımız, değerli halkımız, özelde de İç Anadolulu hemşehrilerime diyorum ki, önümüzde çok önemli bir sınav var. Ortaya koyacağımız irade ve mücadeleyle ya bu süreci kazanacağız ya da yüzyıl daha bekleyeceğiz. Halkımızı bir asır daha beklemeye mahkum edemeyeceğimiz açık. Bu vesileyle bütün dünya bir kez daha Kürt halkının direnişini görecektir.

14 Aralık 2018