Kurtulan: Nadira Kadirova’nın ölümü üzerindeki sis perdesi aydınlatılmalı

Grup Başkanvekilimiz Fatma Kurtulan Meclis'te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Kurtulan şöyle konuştu:

2 buçuk aylık bir aradan sonra yeniden partimizin görüşlerini paylaşmak üzere beraberiz. Hepinizin bildiği gibi yarın yeni yasama yılına başlıyoruz. Geçmişte Meclis'in halkın iradesi olma ve halkın iradesini en güçlü temsil eden kurum olma özelliğinde gittikçe bir zayıflama olduğu, etkisinin ve yetkisinin azaltıldığını gördük. En kötüsü de tüm Meclis bileşenlerinin bu duruma karşı tepkisiz olmalarıydı. HDP olarak önümüzdeki yasama yılında da geçmişte olduğu gibi halkın iradesini en güçlü şekilde Meclis’te temsil etmeye çalışacağız. Meclis'in etkisinin ve yetkisinin azaltılma durumuna karşı mücadele edeceğimizi bir kez daha belirtiyoruz. Yeni yasama yılının hayırlı olmasını diliyoruz. 

Yargı paketini bir memurla partimize verdiler

Biliyorsunuz Meclis tatile girmeden önce Cumhurbaşkanı'nın belirttiği, kamuoyuyla paylaştığı bir strateji belgesi olmuştu. Bu strateji belgesinde yargıda yeni düzenlemeler yapılacağına dair bir umut var etmişti. Ancak Meclis kapanmadan önce tüm kamuoyu ilgilendiği ve beklenti içine girdiği bu durumu, Meclis kapanmadan görüşme ihtiyacı varken Ekim'de, yeni yasama yılında gündeme alınacağı belirlemesiyle Meclis kapandı. Şimdi tekrar yeni yasama yılıyla birlikte yargı paketi çalışmalarına başlayacağımıza yönelik bir durum var. Yargı paketinin içeriğine dair kamuoyu tabi ki çok merak ediyordu. Tüm gruplara bu paketin verilmesi tartışıldı. Grupların da böyle bir beklentisi vardı. Doğal olarak, işleyiş olarak da olması gerekendi. Ancak AKP’nin bir yetkilisi “HDP’ye vermeyeceğiz” dedi, bir yetkilisi “Vereceğiz” dedi. Gittiler, geldiler. HDP’ye verip vermeme konusunda bir tartışma yaşandı. HDP’ye yine burada bir ayrımcı politikaya maruz bırakıldı, yeni yasama yılının başında kamuoyu böyle bir durumu deneyimledi tekrar. Sonunda bir memurla, yani tüm partilere verdikleri gibi grup başkanvekilleri başkanlığında bir heyetle yani tüm partilere verdikleri gibi partimize bu paket intikal ettirilmedi. Gruplarında çalışan bir memur ile partimize yargı paketi geldi. 

AKP ne zaman “bir paket yayınlanacak” dese toplum “dağ fare doğurdu” der

HDP olarak bir süreden beri Türkiye’nin temel sorunlarının nasıl çözüleceğine dair çeşitli görüşmeler yapıyoruz. Demokratik bir anayasa Türkiye’nin en önemli ihtiyacı. Yol temizliği dediğimiz Anayasa’yı da tıkayan ve damarları açacak bir yargı paketine kesin ihtiyaç olduğu tespitimiz var. Bunu yaparken de tabi hep beraber asıl hedeflediğimiz güç birbirliği yapmak, dayanışma içinde olmak istediğimiz bir demokrasi ittifakı başlığı üzerinde çeşitli temaslarımız oldu. Çeşitli konferanslar yaptık ve nihayetinde demokratik kitle örgütleri, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler ve her kesimle temas ederek, bunun ihtiyacını toplumsal bir refleks haline getirmeye, toplumsal bir talep haline getirmeye, açığa çıkarmaya çalıştık. Tartışılan yargı paketi ihtiyacının tam tersine AKP ne zaman “bir paket yayınlanacak” dese toplum her zaman “dağ fare doğurdu” der. 

Burada da gördüğümüz, yargı yükünü hafifleteceği gerekçesi üzerine getirilen Bölge İdare Mahkemeleriyle ilgili aslında doğru bir karar vermediği görülüyor. Özellikle muhalifler için bariz görünüyordu. Bir nevi noter gibi çalışıyordu. Oraya giden her cezanın, özellikle muhaliflere yönelik cezaların, noter gibi onaylandığını çok gördük. Şimdi de yargı yolu açılıyor. Buna çok şükür mü diyeceğiz. Bizden beklenti bu. Bunu reddediyoruz, bu doğru değil. Yargı bir kere bağımsız değil. Yargı tümüyle siyasi erkin güdümünde.  

Avukatsız ceza verilmesi bir yargı katliamıdır, bir skandaldır

TMK ciddi bir problem. TMK yargıda en önemli sorun teşkil eden, toplumun her kesimini etkileyen, en çok da burada mağduriyetle, adalete güveni zedeleyen en önemli kanunudur. Bu kanunda ufak tefek “düşünce suç oluşturmaz”, “yapılan etkinlik önce haber verilmez” gibi çok göreceli düzenlemeler var. Zaten yargı böyle işliyor. Tümüyle hükümetin güdümündeki yargının keyfi yorumuna bağlı kalmış durumda. Kaldı ki hem Anayasa'da hem AİHM kararlarına göre bunun zaten uygulanıyor olması lazım, ekstra bir kanuna gerek yok. 

Avukatsız ceza verme düzenlemesi var. Yenilik dedikleri durumun eskiden avukatlar son kerteye kadar müvekkil durumunu takip ediyorlardı. Şimdi ise avukatsız ceza verme durumu söz konusu. Ama avukatsız ceza verilmesi bir yargı katliamıdır, bir skandaldır. Uzun tutukluluk süresinin düzenlendiğini iddia ediyorlar. Ama ağır ceza mahkemelerini kapsamayan bir durum var. Burada bir ayrımcılık söz konusu. Aynı zamanda önceden sorgusuz, sualsiz ve iddianamesiz yargılama durumu artık yasal bir mevzuatla tüm muhaliflerin sorgusu sualsiz iddianamesiz yargılanacağını göreceğiz.

Meclis'te en güçlü muhalefeti HDP’den görecekler

Avukatlara pasaport verileceği söyleniyor. Bununla çok övünülüyor. Kamuoyunu en çok meşgul eden madde bu ama bu da gene keyfiyete dayalı. İçişleri, Dışişleri ve Adalet Bakanı’nın tutumuna göre gelişecek. Ayrıca avukatların talebi sadece pasaportmuş gibi düşünülüyor. Avukatlar öncelikle ülke içinde müvekkillerine ulaşabilsinler. Adil bir savunma imkanının avukatlara sunulması gereken en öncelikli durumdur. Makyaj tazelemenin bile gerisinde olan bu düzenlemeye HDP muhalefet edecektir. Bizim partiye getirip getirmeme tartışılırken HDP’nin bu pakete Meclis'te en güçlü muhalefeti geliştireceğini biliyorlardı. Bunun için HDP’yi dışında tutmayı denemişler. Bunu söylemek isteriz ki; yargı siyasetin aracı haline dönüşmekten kurtulmadığı sürece, HSYK’nın mevcut durumu değişmediği sürece, TMK kalkmadığı sürece, terör kavramının kanuni ilkesi sınırlarını geçen şekli aşılmadığı sürece yargı üzerindeki bu düzenlemeler asla toplumun istikrarına, adalete ve adalete olan güvene katkı sunmayacaktır. Meclis'te en güçlü muhalefeti HDP’den göreceklerini şimdiden deklare etmek isteriz. 

Yargının bağımsız olmadığını gizleme gereği duymuyorlar

Yeni bir yargı paketi tartışılırken önceki dönem Eş Genel Başkanlarımız Demirtaş ve Yüksekdağ’ın yeniden tutuklanmaları gündeme geldi. Hepimiz biliyoruz, ilk tutukluluk sürecinden itibaren Anayasa'ya aykırı olarak dokunulmazlıkların kaldırılması, bir gece aynı saatte milletvekillerine operasyon yapılması ve şu ana kadarki davaların seyri zaten hukuka ve Anayasa'ya aykırı olarak ve büyük bir hak ihlali ve haksızlıkla demokratik siyasetin tasfiyesi süreci ilerliyor zaten. 20 Kasım 2018’de AİHM'in Sayın Demirtaş için “derhal serbest bırakılması" kararı vardı. Hemen akabinde Erdoğan, “bu karar bizi bağlamaz, gereğini yaparız, hamlemizi yapar, işi bitiririz” açıklamasını yapmıştı. Bu ‘işi bitirmek’ ifadesi, Cumhurbaşkanlığı olgunluğundan bihaber olunduğunun göstergesidir. Direkt yargının bağımsız olmadığını gizleme gereği duymuyorlar. Dil sürçmesi değil, zihin böyle çalışıyor, akıl böyle çalışıyor. Ülke böyle yönetiliyor bunun tezahürü olarak da bu durum açığa çıkıyor. Daha sonrasında da Sayın Demirtaş ve Sayın Önder’in davaları istinaf mahkemesinde onandı, karşı hamle dedikleri hamle açığa çıktı ve arkadaşlarımızın cezası onandı. Yine aynı tutuklu oldukları davadan Sayın Demirtaş’ın tahliye durumu yaşandı. 

Demirtaş ve Yüksekdağ bir kumpasla "yeniden" tutuklandı

Bu durum yaşanıyorken 18 Eylül’de AİHM’de Sayın Demirtaş davasının görüşüleceği gün belirlendikten sonra Demirtaş’ın tahliyesi için mahkeme karar verdi. Ancak tekrar "gereğini yaparız, işi bitiririz" zihniyeti kendisini öyle gösterdi ki; Demirtaş’ı mükerrer soru ve mükerrer bir dava ile partimizin tümüyle barışçıl tavır takındığı bir olaydan sorumlu görerek, yeniden tutuklanması sağlandı. Hem Sayın Yüksekdağ hem Demirtaş şahsında Türkiye yargı katliamına tanıklık ederek bu durumu yaşadı. Öyle oldu ki rutin mahkeme heyeti ile değil kendilerinin kararlarını uygulayacak hakim ile kararlarını uyguladılar. Bir kumpasla arkadaşlarımız yeniden tutuklandı. Arkadaşlarımızın tahliye olma koşullarını tümüyle engellemeye dönük bir hamle yaptılar. Onların çirkin tabiri ile iş böyle bitirilmiş oldu. 

Yargıtay’ın KCK kararı yargının siyasi erkin güdümünde olduğunu gösteriyor

KCK operasyonları 2009'da başlatılmıştı. Özellikle Cemaat savcılarının, şu anda çoğu kaçak veya cezaevinde olan savcıların yaptığı operasyonlarla Kürt siyasetçileri demokratik siyasetten alıkoymaya yönelik operasyonlar, davalar başlamıştı. 10 yıldır devam eden davalar var, ceza alan arkadaşlarımız var. Şimdi KCK Ana Dava olarak bilinen dava tam yargı paketinin tartışıldığı bir süreçte Yargıtayca onandı. 2 milletvekili arkadaşımız, Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nın cezası onandı. Yargı, Meclis'in inisiyatifine sunulmak üzere kararını verdi. Bir bütünen baktığımızda, yargının ne kadar siyasi erkin güdümünde olduğu gözler önüne serilmiş oldu. 

Seçimde yapamadıklarını seçim sonrası kirli siyasetle hayata geçirmek istiyorlar

Partimize yönelik baskılar devam ediyor. Belediyelerimize yaz döneminde kayyımlar atandı. Belediyelerimize, Diyarbakır, Van, Mardin’e hukuksuzca, hukuki dayanağı olmayan siyasi saiklerle, bir kumpasla kayyım atandı ve belediye eşbaşkanlarımızın görevleri donduruldu. Aslında belediye başkanlarının görevi ya istifa varsa ya da hakkında kesinleşmiş dava varsa sona erer. Böyle bir durumda bile belediye meclisi kendi içinde seçim yapar. Ancak mevcut durum bunların hiçbirine tekabül etmiyor. Tümüyle İçişleri Bakanı'nın keyfi tutumuyla belediye eşbaşkanları görevden alındı. Sonrasında Kulp ve Karayazı Belediye eşbaşkanları da görevden alındı. Aynı zamanda belediye meclis üyelerimizin bazıları da görevden alındı. Öyle görünüyor ki seçimde yapamadıklarını seçim sonrası ayak oyunlarıyla, kirli siyasetle, kirli kumpaslarla hayata geçirmek istiyorlar. 

Yavuz hırsız misali hem kayyım atıyorlar hem protestoyu engelliyorlar 

Buna dair partimizin tüm organları her yerde, sadece bu üç kentte değil, tüm Türkiye'de tepkisini açığa çıkardı. Hani "yavuz hırsız misali" derler ya hem kayyım atanıyor hem irade gasp ediliyor hem hırsızlık yapılıyor ama bunları protesto etmemiz engelleniyor. 

Bir vali bu kadar basiretsiz yönetebilir mi? 

Mesela kimi illerde şu uygulama hayata geçti: "15 gün süreyle içinde kayyım geçen hiçbir açıklama ve eylem yapılamaz" kararı alındı. Bir vali bu kadar basiretsiz, kanunu ayaklar altına alarak bir ili yönetebilir mi? İşte AKP’nin valileri şahsında bunlar yaşanıyor. Biz, kayyımlara karşı, tümüyle hukuk dışı bu duruma karşı, AKP’nin keyfi kumpas mantığına karşı mücadelemizi büyüteceğiz. 

Toplanma alanlarına ne oldu? 

Tüm bunlarla boğuşurken, ne yazık ki hepimizin, sadece İstanbul'da yaşayanların değil, tüm Türkiye’nin kaygı ile beklediği, uzmanların sürekli uyardığı deprem yine yaşandı. Sadece İstanbul’u ilgilendiren bir durum değil. Elbette orada bizzat yaşamak, onun tedirginliğini yaşamak apayrı bir şey ama ülke olarak nefesimizi tuttuk. Depremi, tedbirleri tartışıyoruz. Tüm İstanbul halkına, ülkemize geçmiş olsun dileklerimi iletirken şunu söylemek isterim; bu depremle açığı çıktı ki, 17 Ağustos 1999’da 470 deprem toplanma alanı varken bugün 77’ye düşmüş. Herkes bu toplama alanlarına ne olduğunu soruyor ki çok haklı bir soru. Bu tam da deprem sonrası aslında vatandaşın ikinci bir facia ile karşı karşıya kalacağının göstergesi. 

Özel iletişim vergisi adı altında toplanan 74 milyar lirayı ne yaptınız? 

Aynı zamanda 17 Ağustos 1999’dan sonra özel iletişim vergisi adı altında toplanan 74 milyar paradan söz ediliyor. Bir kez daha soralım hükümete, bu paraya ne oldu? Bu özel deprem vergilerini nereye harcıyorsunuz, bu paraları ne yapıyorsunuz? Yiyor musunuz? Ranta, hırsızlığa, yandaşa ikram olarak mı geçiyor? Değilse bu paraların nereye harcandığını sormak durumundayız. Bu sorunun yanıtını almak istiyoruz. Depremin bangır bangır yaklaştığını herkes söylüyor. Önlem alınmazsa neler olacağını uzmanlar her gün söylüyor. Gerekli tedbirler bir an önce alınmalı. 

İşsizlik acil çözüm bekleyen sorunlardan 

İşsizlik, ülkemizin en büyük sorunların biri. İşsizlik ve geçinememe ve buna bağlı intiharlar her gün gündeme geliyor. Bakan Albayrak pembe bir tablo çizse de, ihracatın arttığını, ithalatın azaldığını söylese de ülkemizin her geçen gün üretimden düştüğünü hepimiz biliyoruz. TÜİK’in son verilerine göre işsizlik oranı yüzde 13. Geçinememeden, işsizlikten dolayı intihar vakaları da her geçen gün artıyor. Bu da acil çözüm bekleyen sorunlardan birisi olarak önümüzde duruyor. 

Kadın cinayetleri siyaseten cesaretlendiriliyor

Partimizin hassasiyetle üzerinde durduğu kadın cinayetleri bu ülkenin en temel sorunlarından. Her daim cezasızlık politikası, AKP’nin kadın politikası, var olan kanunların uygulanmaması, İstanbul Sözleşmesi'nden bile geri adım atılacağına ilişkin beyanlar kadın cinayetlerini azmettiriyor, güçlendiriyor, cesaretlendiriyor. Yani bu yılın başında bu yana en az 303 kadının erkekler tarafından katlediğini biliyoruz. Emine Bulut’un çocuğunun önünde vahşice katledilmesi aslında sadece Emine Bulut’un değil birçok kadının katledilmesi vahşetinin bu kadar kolay olması, siyasetten ne kadar destek bulunduğunun da göstergesidir. 

Nadira Kadirova’nın ölümü üzerindeki sis perdesi aydınlatılmalı

Geçtiğimiz günlerde bir milletvekilinin evinde de bir kadın intiharı olduğu söylendi. Milletvekili evinde çalışan Nadira Kadirova’nın intihar ettiği söylendi. Ancak arkadaşının ve ağabeyinin beyanları var. İntihar olmadığı, ortada bir taciz olduğu ifade ediliyor. Kadın sorunu siyaset üstüdür. Biz bu konuda kimseyi itham etmiyoruz. Bu sis perdesinin aralanması lazım. Bu olayın açığa çıkması lazım. 

AKP'li kadın siyasetçilere sesleniyorum; Kadirova'nın ölümüne ilişkin takibi siz yapın

AKP’nin özellikle kadın milletvekillerine, siyasetçilerine seslenmek istiyorum. Bunu bize bırakmadan, siyaset üstü görerek bu ölümün açığa çıkmasını sağlayın, takipçisi siz olun.

Sayıştay çocuklara tarihi geçmiş aşıların uygulandığını belgeledi

Yine ülkemizi en çok meşgul eden meselelerden biri, hassas damarımız; çocuklarımız. Çocukların korunamadığını söylemek isteriz. Taciz kaçırılma vs ile birlikte şimdi bir de çocuklarımıza tarihi geçmiş aşılar yapıldığı Sayıştay raporlarında belgelendi. AKP Sayıştay raporlarına da itibar etmez, yalanlar. Daha önce kayyıma ilişkin raporlarda yaptı bunu. 2018 denetim raporunda Sayıştay, 63 bin çocuğa tarihi geçmiş 72 bin aşının yapıldığını söyleniyor. Hala sağlık müdürlüğü deposunda 1.6 milyon aşının bulunduğu belgelendi. Yine Bingöl’de bir okulda 47 öğrenci, 5 öğretmen ve bir okul görevlisi cıvadan zehirleniyor. Sağlık Bakanlığı’na sormak isteriz. Aşı yapılan çocukların durumu nedir, bunlar takip ediliyor mu? Bunun için gerekli tedbirleri almışlar mı? Bunu kamuoyuyla paylaşmaları acil elzem bir durum olarak önümüzde duruyor. 

Hasankeyf için hala geç değil 

Son olarak Hasankeyf ile ilgili bu hükümetin politikalarının değişmesi çağrısını yapıyoruz. Temmuz ortalarından itibaren su tutulmaya başlandı. Baraj Batman sınırına dayandı. Siirt’in birçok köyü boşaltıldı. Binlerce insan topraksız, evsiz kaldı. Su seviyesi hızlı yükseliyor. Hasankeyf ilçesinde esnafa 10 Ekim'e kadar burayı boşaltmaları söylendi. 12 bin yıllık tarihi olan, birçok halka beşiklik eden, halkları bir arada tutan tarihi bir zenginliktir Hasankeyf. Sular altında kalmasına müsaade etmeyelim. Hala geç değil. Hükümete de "bunu durdurun" çağrısını bir kez daha yapıyoruz. 

30 Eylül 2019

Etiketler: #fatma kurtulan