Kurtulan: Halktan aldığımız irade ile bu bütçe kanun teklifini reddediyoruz

Grup Başkanvekilimiz Fatma Kurtulan'ın 2019 Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısı kapanış konuşması:

 

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri; 

Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum.

 

Bütçe, parlamenter rejimlerin temel varoluş sebeplerinden biridir. Parlamenterler, kendilerini seçen halk tarafından, kamu gelir ve giderlerinin yine halk için kullanılmasını sağlamak üzere parlamentolara gönderilirler. Ancak bugün üzerine konuştuğumuz bütçe iki haftadır ısrarla söylediğimiz gibi, halkın çıkarlarını gözetmekten ziyade, ne yazık ki, Saray'a hizmet eden, sermayenin cebini doldurmaya hizmet eden bir hale getirildi.

 

Bunun ilk resmi adımı 16 Nisan 2017 referandumunda atıldı. Bütçe bugün müdahale edemediğimiz bir kanun teklifi olarak önümüzde duruyor. Sadece bu kürsüden iki haftadır muhalefet ettiğimiz bu bütçeye, kadınlar için, çocuklar için, gençler için, sağlık için, emek için, inançlar için bir kuruş maalesef ekleyemedik. Veya güvenlikçi politikalar için, savaş harcamaları için belirlenen meblağdan bir kuruş çıkaramadık. Tek bir yetki kaldı ellerimizde, bütçeyi reddetmek.

 

Peki, neden reddetmeliyiz? Halkın temsilcileri olarak geldiğimiz, halk adına söz söylemeye çalıştığımız bu Meclis'te, Adalet Bakanlığına ayrılan bütçeyi konuşuyoruz, ama gelin görün ki insanların ne adalete ne de hukuka inancı kalmış! Ortada adalet diye bir şey yok! Adalet Sarayları cezaevlerine, cezaevleri ise toplama kamplarına dönüşmüş durumda. 2002 yılında 59 bin kişinin bulunduğu cezaevlerinde bugün 259 bin kişi var. 743’ü annesiyle kalan bebekler olmak üzere 3 bin çocuk cezaevinde. Birçok cezaevi işkence ve kötü muamele şikâyetleriyle gündemden düşmüyor. 

 

267 cenaze, gömülü oldukları Bitlis’teki bir mezarlıktan 19 Aralık 2017’de “DNA testi” gerekçe gösterilerek çıkarıldı. Aradan bir yılı aşkın süre geçmesine rağmen, cenazelerden sadece ikisi ailelerine teslim edildi. Kalan 265 cenazenin akıbeti belirsiz. 

 

Ölüm herkesi eşit kılar. Bu bütün dinlerin kabulüdür. Bu kabul; kralların, hükümdarların, erki elinde bulunduran bütün kişi ve kurumların üstündedir. Yaşayanlara da bir emirdir. Ancak, dehşet içinde şahitlik ediyoruz ki kemiklerden, çürümüş saçlardan dahi intikam alınıyor. Mezarlardan çıkarılan cenazelerle adeta ailelere, yakınlarına işkence yapılıyor.Adaletsizlik işte böyle tesis ediliyor. Ne Roboski’nin, ne Soma’nın, ne Sivas’ın, ne Uğurların, Berkinlerin, Ali İsmaillerin, Kemal Kurkut’ların, Şenyaşarların, Diyarbakır katliamının, Suruç katliamının, Gar katliamının hesabının sorulmamış olması adaletin değil, adaletsizliğin tesis edildiğinin göstergesidir. Katledilişinin üzerinden 3 yıl geçen Tahir Elçi’nin faillerinin yargı önüne çıkarılmamış olmasının nedeni işte böyle açığa çıkıyor.

 

Sağlık Bakanlığına bütçe ayırılıyor, ne sağlık hizmeti alanın, ne sağlık hizmeti verenin bırakın sağlıklı kalmayı, sağ kalma güvencesi bile yok. Sağlık, ticaret kapısı gibi yandaşların emrine verilmiş, evinde de ölse, hastanede de ölse vatandaş, cebini dolduruyor bir yandaş. Kimi hastaneler doktor bulamıyor, bir sağlık çalışanına hasret, kimi sağlık emekçileri, iktidarın gazabından çalışacak yer bulamıyor.

 

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına bütçe ayrılıyor, sanayi ve teknoloji anlayışınız savaş sanayi ve teknolojisinden ötesine geçmiyor.

 

Gençlik ve Spor Bakanlığına bütçe ayrılıyor, gençlerimiz sosyal politika yoksunluğundan ya madde bağımlılığı batağında ya cemaatlerin elinde. Avrupa Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi’nin 2017 Raporu’na göre Türkiye sentetik uyuşturucu kullanımı sonucu ölümlerde Avrupa ülkeleri içinde ilk sırada. 

 

Üniversite öğrencileri geri ödemesiz burstan yararlanabilecek kadar şanslıysa eğer, giderinin ancak yarısına yetebilen bir bursa kavuşabiliyor. Tam 1 milyon 174 bin gencimiz işsiz. Gençlerin hayatlarının en güzel yılları yoksulluk ve işsizliğin pençesinde heba ediliyor.

 

Milli Eğitim Bakanlığına bütçe ayrılıyor; başarılıymış gibi övündüğünüz bu kulvarda Türkiye kendisiyle yarışıyor. 16 yılda 6 bakan değiştirebilmek de bu başarıya dahil. Bakanlık, eğitimin düsturunu yüzeysellik, ezbercilik, erkeklik ve tekçiliğe dönüştürmüş. Çocuklarımız Ensar’ın, Aladağ’ın vahşetinden kurtulursa, cemaatlerin, tarikatların ellerinden sağ çıkarsa ne ala.

 

Beton politikasıyla iyi halden birbirine bağlanan Aile ve Çalışma bakanlıklarına, yeni adıyla Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bütçe ayrılıyor; her gün en az bir kadın cinayeti haberi alıyoruz. Her gün en az beş işçi hayatını kaybediyor. İnsanca koşullarda, her an ölebilme kaygısı taşımadan çalışmak isteyen yeni havaalanı işçilerinin yaşadıkları, emekçiye verilen değerin portresidir. Biz bu bütçeyi konuşurken, iki sokak ötemizde Gülseren’in 44 yerinden bıçaklanarak katledilmesi, kadına verilen değerin göstergesidir.

 

İçişleri Bakanlığına bütçe ayrılıyor, huzur da yok, güven ortamı da yok. 24 Haziran seçimlerinden 10 gün önce Suruç’ta bir vahşet yaşandı. Huzuru, güveni tesis etmekle sorumlu İçişleri Bakanı, cenazeler arasına bile ayrım koydu. Vekil ağabeyinin cenazesine bizzat katıldı. Şenyaşar ailesine mensup 3 kişinin cenazesine katılanları biber gazına, tazyikli suya boğdurttu. Hastanede kameralar önünde gerçekleşen katliam karşısında İçişleri Bakanı kör nokta gibi davrandı, failler hala yargı önüne çıkarılmadı! 

 

Geldikleri geleneğin bütün karanlığını; ellerinde, yüzlerinde, kalplerinde ve dillerinde taşıyanlar, evlatlarının hiç değilse kemiklerini bulmak için yıllardır Galatasaray Meydanında oturan Cumartesi Annelerine bu iktidar döneminde hakaret etti. Eş Genel Başkanımız Sayın Pervin Buldan bu iktidarın döneminde bizzat bakan tarafından tehdit edildi.

 

Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığına bütçe ayırılıyor; daha diğer faciaların acısı tazeyken, burnumuzun dibinde milletvekili adayımız Yusuf Yetim’in de aralarında olduğu 9 insan, tren kazası adı altında ölüme yollandı. Facia ile ilgili açıklama yapan her yetkili, kaza sebebini farklı açıkladı. Ama bizce kazanın asıl sebebi bu iktidarın artık raydan çıkmış olmasıdır!

 

Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bütçe ayrılıyor; bakanlık, doğa talanının ve rantın koordinasyon merkezine dönüştürülmüş durumda. Bakanlığın vizyonu, beton; her daim beton. Bakanlığın ismi Beton ve Çimento Bakanlığı olarak değiştirilse yeridir.

Hazine ve Maliye Bakanlığına bütçe ayırılıyor, nüfusun 16 milyonundan fazlası açlık sınırının altında. Babalar çocuklarına bir pantolon alamadığı için intihar ediyor, bakanlığa göre kriz yok! Çünkü hazine halkın değil, iktidarın elinde, sarayın nezdinde hazine sağlam ellerde.

 

Cumhurbaşkanlığına bütçe ayrılıyor, tek adamın tahakkümü bütün kurumların bütçesini hazırlar oldu. Günlük harcaması 1122 asgari ücretlinin bir aylık maaşına denk gelen “sırça köşklerinde siyaset yapanlar, KHK’lilerin açlığa mahkum edilmesini görmüyor. “Erken yaşta emekli olup 40 yıl maaş alacaklar” deyip, emeklilikte yaşa takılanları, "emeklilikte cumhur ittifakına takılanlara" dönüştüren zihniyet, ejder meyvesinin parası cebinden çıkıyormuş gibi, kendi maaşına yüzde 26 zam yapıyor.


Türkiye’de, dünyadaki düşük faiz oranlarıyla 600 milyar dolar ucuz kredi kullanıldı. 153 milyar dolar faiz ödendi. Alınan kredilerle fabrikalar açmak yerine var olan fabrikalar kapatılıp yerlerine AVM’ler dikildi. Ülke dev bir şantiyeye çevrildi, doğa talan edildi. Para betona, asfalta gömüldü. Ama artık yolun sonuna gelindi, artık dünya küresel bir ekonomik durgunluğa giriyor. Düşük faizli, ucuz dolar dönemi kapandı. Ülke döviz krizine, borç ödeyememe krizine girdi. Tüm bunlar büyük ekonomik krize dönüştü. 

 

Bu krizden kurtulmak için yapısal reformlar yapmak, hukuka olan inancı yeniden tesis etmek, güvenlikçi politikaları terk etmek yerine ne yazık ki tam tersi politikalarda ısrar ediliyor. İktidarın tek bildiği; krizin faturasını geniş halk kesimlerine yıkmak. Batan firmalarda bile adaletsizlik yapıldı, yandaşı kurtarma formülleri geliştirildi. Daha fazla işsizlik, eriyen ücretleri daha da düşürmek, zam üstüne zam yapmak başlıca icraatlar oldu.

 

Sadece 2018 yılında konut elektriğine yüzde 59, sanayi ve ticarethanelerin elektriğine yüzde 101, doğalgaza ise yüzde 32 zam yapıldı. Resmi işsizlik yüzde 12, fiili işsizlik en az yüzde 20. Enflasyon yüzde 25, cari faiz oranları yüzde 30’un üzerinde. Toplam borç stoku son 15 yılda 13 buçuk kat arttı, 5 trilyon liraya dayandı. “Mali disiplin” adı altında sosyal harcamalar kısılırken, vergilerin yükü ÖTV ve KDV ile halkın sırtına bindirildi. Gelir vergisinin dahi en az üçte ikisi emekçilerden alınıyor. Güvenlik ve OHAL harcamaları almış başını gidiyor. Ülke sanayisizleştirilirken aynı zamanda da tarımsızlaştırıldı. ABD’den Kanada’ya kadar dünyanın dört bir yanından tarım ürünlerini ithal eder hale geldik. Sosyal devlet küçültülüp bitirilirken; devletin baskı ve zor aygıtları büyütüldü. 

 

Çözüm sürecinde barışa çok yakınlaşmışken iktidar bundan korktu ve kaçtı. Kürt sorununda müzakereci yöntem bırakıldı, çözüm masası iktidar tarafından devrildi. Güvenlikçi politikalara, çatışmacı anlayışa geri dönüldü. İktidar savaş politikalarını aynı zamanda Suriye’ye de taşıdı ve halkların iradesini yok sayan hegemonik politikasını bütün Suriye üzerinde sürdürüyor. 

 

Güvenlik ancak barışla tesis edilebilir. Ancak barış politikalarına yatırım yapmak yerine savaş politikalarına bütçe ayıran iktidarın bu zihniyeti, bugün ülkenin önünde en büyük güvenlik sorunu olarak duruyor. Her gün savaş uçakları kalkıyor. Çatışmalar devam ediyor, gençler hayatının baharında tabutlarda taşınıyor. 40 yıl devam eden bu döngüde 40-50 bin insanımız yaşamını yitirdi. Biz buna Meclis’te bir çözüm getirmeliyiz. HDP bunun için çaba gösteriyor, bunun için konuşuyor. Ama burada HDP’ye “Kürt” demeden, “savaş” demeden, “çatışma” demeden konuşma yapması dayatılıyor. 15 gün boyunca yer yer kimi partiler arasında inkârcılığın ittifakı bu çatı altında yaşandı. Barışın en güvenilir ve en maliyetsiz çözüm olduğu bir kez dahi akla getirilmiyor. On yıllardır denenen ancak hep aynı kapıya çıkaran yöntemler, ayrışmaktan, kutuplaşmaktan başka bir işe yaramaz. Kutuplaşmayı durduralım diyoruz. İnsanları ayrıştırmak hiç kimseye fayda sağlamaz. Bir de bizi dinleyin, barış için mücadele edenlerin sesine kulak verin. 

Bütçeye hayır dememiz için sebeplerimiz bunlardan ibaret değil. Bu bütçe, kadını eve kapatmaya devam eden, sosyal yardıma muhtaç hale getiren bir erkek bütçesidir.Bu bütçenin öncelikleri kadın emeği ve bedeni üzerinde tahakkümü kurumsallaştırıyor. Kadının emeğini yok sayıyor, görünmez kılıyor. 1930’da, Artvin Yusufeli Kılıçkaya Beldesinde Sadiye Hanım, 1950’de Mersin’de Müfide İlhan, 1957’de Mardin Midyat’ta Zekiye Midyat’ların mirasıyla zenginleşen, Behice Boran’ların emeğiyle perçinlenen kadın mücadelesinin birikimi, bu bütçede yer almıyor. Oysa ki eşitsizliğin kâğıt üzerinde kaldırılmasıyla yetinmediğimiz ve eşit temsiliyeti sağladığımız bir modeli yerel yönetimlerde hayata geçirdik. Yerel yönetimlere kadın elinin değmesini elimizden geldiğince arttırmaya çalıştık. Her ne kadar kayyum politikalarıyla yerel yönetimlerde kadın kazanımları boğulmaya çalışılsa da kadınlar var oldukça bu çabalar boşa çıkacak.

Daha kat edecek çok yolumuz var. Çünkü işgücüne dâhil olmayan 11 milyon kadın var ve bu kadınların emeği görünmüyor. İstihdamda görünen 9 milyon kadının yüzde 26’sı ücretsiz işlerde, yüzde 43’ü sigortasız işlerde çalışıyor. İşverenlerin ise sadece yüzde 8’i kadın. Şu ana kadar yerel yönetimler için partilerin gösterdiği kadın aday sayısından fiilen eşitsizliğin devam ettiği net bir şekilde anlaşılıyor. 

Her alanda eşitsizlik bitene kadar kadın mücadelesi devam edecek. Toplumun yarısını oluşturan kadınların olmadığı bütçeyi kabul etmiyoruz.

Bu bütçede, Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler, Araplar, tüm inanç ve kimlikler yok sayılıyor. Bu toprakların zenginliği olan halklar, inançlar ve kültürler görmezden geliniyor. Onlarca dilin doğduğu, onlarca dilin konuşulduğu bu topraklarda, bütün diller unutulmaya, kaybedilmeye terk ediliyor. Örnek vermek gerekirse, 20 milyonun üzerinde Kürt vatandaşın yaşadığı Türkiye’de Kürtçe dili öğretmenliği için Milli Eğitim Bakanlığınca 3 kontenjan açılıyor. Biliyoruz, Kürtler çalışkandır ama yine de 20 milyona 3 kişi, biraz insaf dedirtiyor. Burada iyi niyetli düşünüp 20 milyon insana değil, 3 kişiye haksızlık yapıldığını varsaysak bile, bütçe yine elimizde kalıyor. Yine olmuyor.

Muhalefetin, bütçeye yönelik eleştirileri ne yazık ki halka ulaştırılmıyor. Bütçe görüşmeleri, kamuoyuna yandaş medya üzerinden sunuluyor. Buradaki tartışmaların dozu yükseltiliyor, tansiyonu yükseldiği anlar, iktidarın bir çalışmasına dönüştürülüp yandaş medyasına servis ediliyor. Halka, nereye ne kadar ödenek ayrılacağından çok, Meclis'in kavgası, tartışması sunuluyor. Kimi muhalif gazetecilere de bizzat AKP Genel Başkanı tarafından gözdağı veriliyor. Özgür medya bırakılmadığı için iktidarın politikaları ve bu bütçe üzerinde halkın, kamuoyunun denetimi yok. İktidarın istediği de budur. Kapalı bir rejimle bu ülkeyi yönetmek!

 

AİHM’in “derhal serbest bırakılması” kararına rağmen, siyasi iktidarın sopası haline gelen yargı, emri yerine getirdi ve “karşı hamleyi yaptı”. Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder’e hapis cezası verdi.

 

Biz bütçeyi görüşürken, partimizin önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın 142 yıl hapis istemiyle yargılandığı davanın duruşması görüldü. Demirtaş, “141 yıl verseniz hatırım kalır. Onurumu size ezdirmem” diye seslendi. Demirtaş’ın bu sözleri duymak isteyene bir manifestodur. Yine aynı günlerde, barış için risk alan Sayın İdris Baluken’in 7 yıl 6 aylık hapis cezası, önceki dönem Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ'ın 1 yıl 6 aylık hapis cezası onandı. Tamamen siyasi olduğunu defalarca dile getirdiğimiz rehine politikası bir kez daha kanıtlandı. Selahattin Demirtaş’a, Figen Yüksekdağ’a, İdris Baluken’e, Sırrı Süreyya Önder’e verilen hapis cezaları, siyasetçileri de halkı da dize getiremeyecek, boyun eğdirmeyecek.

 

Çözüm için siyasetin ateşten gömleğini giyenler, cezaevinde de olsa çözüm için, barış için ısrardan, mücadeleden asla vazgeçmeyecekler. Profesör Gencay Gürsoy’a, Profesör Şebnem Korur Fincancı’ya, barışı savundukları için cezalar verildi. Bu ülkede barışı istemek, oyları arttırınca başarı, oyları düşürünce suç oluyor. Tarihe, barış ısrarından vazgeçmeyen, bir arada yaşam için gerekirse kendi yaşamından feragat edenler yazılacaktır. Sizin hukuk oyunlarıyla geliştirdiğiniz hamlelere karşı, halklar da seçimlerde en güzel hamleyle karşılık verecektir. Bundan kuşkunuz olmasın!

 

Artık klasik birer seçim yatırımına dönüşmüş olan, insan hayatının oy hesabına kurban edildiği Kuzey Suriye’ye operasyon, bütçe görüşmeleri sırasında gündeme getirildi. Amaç, savaş iklimi yaratarak, herkesi korkutup sindirmek! Afrin’i çetelere emanet etmek, Afrinlinin malını mülkünü talan etmek, Afrinliyi yerinden etmek. Nasıl ki 24 Haziran seçimleri öncesinde zafer diye sunulduysa, yine bir işgal “huzur götürüyoruz” sözleriyle müjde gibi sunuldu. Savaş suçları olan yağmalama ve demografiyi değiştirme politikaları müjde diye verildi. İçeride huzuru, dışarıda huzuru, bekasına tehdit olarak gören hiçbir zihniyet, ilelebet kalamaz. Tıpkı yoldaşımız İbrahim Ayhan’ın söylediği gibi; “Tahakküme dönüşen her iktidar, yok olmaya mahkumdur.” Saygıyla anıyorum. 

 

Bu Meclis'in bir üyesi olan Leyla Güven 44 gündür açlık grevinde. Leyla yine engin bir duruş gösterdi, 'ben' demedi, 'biz' dedi, şahsını düşünmedi, toplumu düşündü. 44 gündür bizlere İmralı’daki mutlak tecridin insani, hukuki, politik açıdan kabul edilemez olduğunu, bir an önce sonlandırılması gerektiğini anlatmaya çalışıyor. Cezaevlerinde insanlar, aynı taleple süresiz – dönüşümsüz açlık grevine başladı. Yine, 12 Eylül’ün faşizmini bizzat yaşayan Gültan Kışanak, 4 gündür açlık grevinde. Meclis'in yapması gereken, bu taleplere kulak tıkamaktan vazgeçmektir.


HDP, başka partilerin birbirlerini eleştirmelerinin zemini olarak görülmekten vazgeçilmelidir. Bakın, bütçe mesaimizin neredeyse tek gündemi, Kürt sorunuydu. Kimi partiler o veya bu şekilde bize yüklendi. Eller masalara vuruldu, bizlere yönelik “konuşturmayız” tehditleri yükseldi. Burada bu kürsüde ifade ettiğimiz görüşlere tahammül gösterilmedi. Bunun nedeni, yaratılmaya çalışılan faşizm karşısında ses olmamızdır. Halkın sorunlarını ve taleplerini buraya taşımış olmamızdır. Aynı düşünüyor olsaydık, aynı sıralarda otururduk. Ancak farklı düşüncelerimizle, farklı temsiliyetlerimizle varız. Nasıl ki sizler sözünüzü söylemeye devam edeceksiniz, HDP de sözünü söylemeye devam edecek. 

 

Biz çözüm yollarını gösterirken, iktidar ve ortağı çoğunlukçu anlayışla çözüm yollarını kapamaya çalıştı. Dikkat edilirse, adaletten, ekonomiye, kadın sorunundan Kürt sorununa varıncaya kadar ülkenin karşı karşıya bulunduğu temel sorunlarla ilgili iktidar ve ortağının ürettiği tek bir çözüm bile yok. Burada bir cümle ana dilini konuşan vekilimize dahi tahammül gösterilmedi. Bu sizin durduğunuz yeri gösteriyor. 

 

Biz ilkelerimizden, demokratik siyasetten asla taviz vermedik, bundan sonra da vermeyeceğiz. Farklılıklara, çok sesliliğe, çok renkliliğe, çok dilliliğe alışacaksınız. Sizin gibi düşünmeyen, bakmayan görüşlere alışacaksınız! Anadillerin, farklı inançların varlığına, kadınların varlığına, sesine ve itirazına alışacaksınız! Tüm baskı ve engellemelere rağmen, bu Meclis'e giren vekillerin varlığına alışacaksınız. 

 

Bizler, vekili olduğumuz halkların taleplerini ifade etmek üzere buradayız, sorunlarına çözüm kanalları açmak için buradayız. Gelin halkların bir arada, eşit, özgür koşullarda yaşamasının yollarını açalım. Bunun için çabalayalım. Bir gün mutlaka çözüm için diyalog kanalları açılacaktır. Gelin bunu bizler yapalım. Analar, her birimizin adını “barış getirenler” diye ansın.

Günlerdir burada konuşuyoruz ama Saray’ın yaptığı bütçenin noktası, virgülüne, kuruşuna dahi dokunacak yetkimiz yok. Meclis sadece Saray’ın yaptığı bütçeyi onaylama ya da reddetme makamına dönüştürüldü. Gelin bu bütçeye hayır diyelim. Hazırlamadığımız, müdahale edemediğimiz, Meclis'in varlık ruhuna aykırı şekilde hazırlanan bu bütçeye hep beraber hayır diyelim. 

Bizler, iki hafta boyunca bütçeyi neden kabul etmediğimizi anlattık. Bu bütçeyle yapılan ve yapılması öngörülen, halkı doğrudan ilgilendiren politikalara yönelik eleştirilerimizi, yaklaşımlarımızı ve çözüm önerilerimizi dile getirdik. Bu bütçede emekçinin, yoksulun, kadının, gencin, çocuğun adı yok. Bu bütçede üretim, tarım, doğa, kültür yok. Bu bütçe çiftçiden, çalışandan, emekliden yana değil. Bu bütçe ranttan, sömürüden yanadır. Bu bütçe artık siyasi iktidarın eseri olan karanlık tabloyu pembe gösterme çabalarına dahi yetmiyor. Bu çabanın maliyeti gittikçe artıyor. Halkın huzura, barışa, güvenliğe, insanca yaşam koşullarına, hayatını kaygısız idame ettirecek ekonomik koşullara, adil bölüşüme ihtiyacı var.Halkın sözünü söylemek için bu meclise gelen vekiller olarak, halktan aldığımız irade ile bütçe kanun teklifini reddediyoruz. Halkın bütçesinin Saray tarafından hazırlanmasını kabul etmiyoruz. 

Neredeyse bütün milletvekilleri konuştu, Ama bir milletvekili, yüzde 70 oranla Hakkâri halkının iradesini temsil eden Leyla Güven, sözünü söylemedi. Leyla Güven’in sözünü söylemediği bütçe kanun teklifini kabul etmiyor, reddediyoruz. 

21 Aralık 2018