Kurtulan: Başka bir ülkenin toprak bütünlüğüne müdahale etmeyi savaş ve işgal olarak görüyoruz

Grup Başkanvekilimiz Fatma Kurtulan Meclis’te basın toplantısı düzenleyerek Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılar dahil gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Kurtulan şunları söyledi. 

Gündemimize dair birkaç başlıkla ilgili görüşlerimizi paylaşmak isteriz. Yarın partimizin, tüm Türkiye mücadele birikim ve deneyimini harmanlayarak ülke siyasi tarihine adım attığı gündür. Partimizin kuruluş yıl dönümüdür. Partimiz tam da Türkiye’nin çok kültürlülüğü ve katılımcılığı esas alan; demokrasiyi, kadın özgürlükçülüğünü, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini destekleyen ve geliştiren; rantın ve talanın doğa üzerindeki tahakkümünü reddeden ve bunlar için mücadeleyi esas alan önemli bir programa sahiptir. Partimiz programını uygularken tüm baskılara rağmen diz çökmeyen tutumuyla mücadelesini sürdürüyor. Bu anlamda dün kuruluş yıl dönümü vesilesiyle İstanbul’da yapmak istediğimiz toplantımız yasaklandı. Bunu da kınıyoruz. Partimizin Türkiye’de umut olma durumunu korumasını selamlayarak başlamak istiyoruz. 

Başka bir ülkenin toprak bütünlüğüne müdahale etmeyi savaş ve işgal olarak görüyoruz

Hepimizin yakinen izlediği Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelik bir savaşı söz konusu. Çok önceden başlayan, provasının yapıldığı bir savaş. “Bir gece ansızın gelebiliriz” denerek bu savaş başladı ne yazık ki. Türkiye neden bu savaşa ihtiyaç duydu? Hangi koşullarda gitti? Bunu biraz konuşmak lazım. Türkiye’de her gün işsizlik, yoksulluk artarken, ekmek küçülüyor, ekonomik kriz büyüyor. Devleti yönetememe durumu, yargıdaki çürüme, demokrasi ve adalet sorunları, Kürt sorunun demokratik çözümünün kendisini ısrarla dayatması, seçimlerde açığa çıkan güç kaybı, irade yitimi, yeni parti oluşumları. Bütün bunları birleştirdiğimizde baskı ve şiddetle ayakta durmaya çalışan bir Cumhur İttifakı, bir hükümet gerçeği var ve can simidi gibi bu savaşa sarılmıştır. Bu savaş başladığından beri tartışmalar şu yönde ilerliyor. İşgal mi, savaş mı? Adını ne koyarsanız koyun, HDP başka bir ülkenin toprak bütünlüğüne müdahale etmeyi savaş ve işgal olarak görür. Bu anlamda bizce bunun adı savaştır. Basın-yayın organlarına baktığımızda “Şu kadar köy ele geçirildi, şu gasp edildi” gibi açıklamalara baktığımızda aslında bunun işgal olduğunu görüyoruz. Numan Kurtulmuş da zaten bunu savaş olarak tanımlamıştır. 

Atılan bombalar nereden geldi, menşei nedir?

Bu süreç başladığından beri Nusaybin’de 12 kişi, Akçale’de 2, Suruç’ta 2, Ceylanpınar’da 1 kişi yaşamını yitirdi, 100'ün üzerinde yaralı var. Ancak bu bombaların nereden geldiği, menşeinin ne olduğu hala bilinmiyor. Bu konuda HDP olarak Mithat Sancar başkanlığında bir heyetimiz Mardin’e gitmek istedi. Nusaybin’de incelemelerde bulunmak istedi ancak engellendiler. Orada arkadaşlarımızın yaptığı açıklamaya baktığımızda, özellikle incelemenin engellemesini düşündüğümüzde ve daha önce Hakan Fidan’ın savaşı gerekçelendirmeye dair bir ses kaydını, “Bunun gerekçesi kolaydır öbür tarafa geçeriz bir bomba atarız savaş gerekçesini oluştururuz, siz onu bana bırakın bize bırakın, o iş kolaydır” demesini de hatırladığımızda bu mühimmatın nereden geldiğini, kime ait olduğunun araştırılması lazımdır. Ancak Türkiye hala bunu araştırmamakta kararlı. Suriye tarafında da sivillere dönük çok yoğun saldırıların olduğunu görüyoruz.

Hevrîn Xelef’in öldürülmesi bir insanlık dramıydı

Tüm dünyanın gözü önünde katliamların yaşandığına ne yazık ki tanıklık ettik. Bir konvoyda ilerlerken Suriye’nin Geleceği Partisi’nin Genel Sekreteri Hevrîn Xelef’in aracından indirilerek yolda defalarca kurşun yağdırılıp infaz edildiğini gördük. Sayın Xelef’in öldürüldüğü görüntüler korkunçtu. Bütün uluslararası kamuoyu bu cinayeti lanetledi ve kınadı. Bu cinayeti Türkiye’nin güdümlü basını Yeni Şafak’ın ne şekilde verdiğini gördü. Yine kadınların savaştaki dramını bu şekilde sizinle paylaşmak isterim. Hani deniliyor ya “Orada silahlı güçlere operasyon yapıyoruz.” Bir annenin kucağındaki bebeğinin cansız bedenine sarılarak feryat ettiğini dünya ve insanlık ne yazık ki böyle izledi.  

Bunlar insanlık suçu, savaş suçu değil midir?

Şimdi bunlarla birlikte kimi açıklamalar var. Mesela BM Gıda Programı, orada insanların göç etmek zorunda kaldığını söylüyor. Yine BM İnsani İşleri Eşgüdüm Ofisi Sözcüsü Türkiye’nin saldırıları nedeniyle 130 binden fazla kişinin evlerini terk ettiğini ve bu sayının 400 bini bulacağını söylüyor. Sınır Tanımayan Doktorların da bir açıklaması var. Girê Spî’de sadece bir hastane olduğunu ve saldırılar nedeniyle onun da kapatıldığını söylüyor. Şimdi hepsini topladığımızda bu bir insanlık suçu, bir savaş suçu değil midir; bu bir talan ve işgal değil midir; bunun adı savaş değil midir diye sormak lazım. 

Afrin gibi insansızlaştırma politikasını hayata geçirmek istiyorlar

Daha önce Afrin savaşında da HDP bunu söylemişti. Afrin’e giderken de yine “Bir gece ansızın gideriz” demişlerdi. Afrin’in güvenliği için oradaki Kürtlerin talebi üzerine gidildiği iddiası gündeme geldiğinde HDP olarak bir işgal olduğunu söylemiştik. Sonuçta şu an Afrin’de bir savaş suçu işleniyor. Orası işgal altında ve şu an Afrin’de vatandaşlar yaşayamıyor. Güven içinde yaşayan Afrin halkı, Türkiye’nin cihatçı güçlerle ortak yaptığı saldırılar sonucu güvensizliğin ortaya çıktığı bir durumda yaşamak zorunda kalmıştı. Şimdi orada da tıpkı Afrin’de olduğu gibi Türkiye insansızlaştırma politikasını hayata geçirmek istiyor. Çevre ve Şehircilik Bakanının iki gün önce Adıyaman’da yaptığı açıklaması var. Hükümet yetkilileri diyor ya “Biz oranın demografik yapısını değiştirmeye çalışmıyoruz.” Herkesin çelişkili ifadeleri var. Yalanlarını gizleyemiyorlar ama gerçeklerin bir şekilde ortaya çıkma huyu var. Gerçekler bir gün açığa çıkmak durumunda. Adalet Bakanı, Suriyeli misafir kardeşlerimiz diye tanımladığı yaklaşık 4 milyon insanı oraya yerleştirmek için bu operasyonu yaptıklarını söylüyor. 

Güvenli bölge IŞİD’le komşu olma çabasından öteye gitmez

O insanlar, güvenli bölge dediğimiz yerlerden buraya göç etmemişler. Bu insanların oraya gönderilmesini planlamak tam da oranın demografik yapısını değiştirmeye yöneliktir, bir soykırım çabasıdır. Bunu zaten bakan da ifade ediyor, “Bizim orada ilçelerimiz olacak, 140’a yakın köyümüz olacak. Bu köylerimizin nüfusunu biz 5 bin olarak da konumlandıracağız. 30 bin nüfuslu ilçeler inşa edeceğiz” diyor. Yani aslında Çevre ve Şehircilik Bakanına çimentosu, kazması, kepçesi verilmiş, yola konulmuş, oranın mimarisi çıkarılmış, TOKİ de hazır. Ancak bu IŞİD’lileri oraya yerleştirmek ve IŞİD’le komşu olma çabasından öteye gitmez. Türkiye üzerinden birçok yeri tehdit eden bir güvensizlik tablosu açığa çıkacaktır. 

Türkiye’nin yapması gereken Rojava modelini örnek almaktır

Burada [Rojava'da] yaşayan Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Süryaniler yani tüm halklar birlikte bir yaşama iradesini açığa çıkarmıştır. Türkiye'nin yapması gereken buna saygı duymaktır. Orada kadın barışı çok önemlidir. Orada kadınların özellikle IŞİD barbarlığına karşı mücadelesi (IŞİD 7 bin Êzidi kadını kaçırmıştır şu an hala 3 bininin akıbeti bilinmiyor), 7’den 70’e bütün kadınların mücadelesi açığa çıktı. Orada yaşayan tüm hakların birlikte, ortak demokratik bir yönetimle kendisini idare etmesini bir risk olarak görmek kabul edilecek bir durum değildir. 

Türkiye’nin yapması gereken Orta Doğu karanlığında bir aydınlık ışık gibi olan Rojava - Kuzey Doğu Suriye modelini örnek almaktır. Kurulan bu sistem insanlığa bir hizmettir, insanlığa armağan edilen ve oradaki halkların birlikte kardeşçe yaşamasını açığa çıkaran bir durumdur.   Burada tüm halklar bir araya gelmiş, demokratik ve katılımcı, kardeşçe bir adada yaşadıkları bir sistem kurmuşlar. Türkiye’de her zaman söylediğimiz bir modeli orada Kürtler, Türkmenler, Araplar, Süryaniler kurmuş durumdalar. Burada bu modele katkı sunmak ve komşu olmak Türkiye’yi de güçlendirir. Tehdit olarak görmekten vazgeçmemiz lazım. Rojava'da bir toplumsal sözleşme ortaya çıkmıştır. Orası ile doğru ilişkilenerek halklarla komşuluk ilişkisini geliştirmek gibi bir yükümlülüğümüz var.  

Yargı paketi çürümüş sisteme derman olamaz

Yargı paketinin görüşülmesine yarın Meclis’te devam edilecek. HDP komisyon aşamasında da genel kurul aşamasında de bunun bir kamuflaj ve makyaj olduğunu söyledi. Bunun çürümüş yargı sistemine derman olmayacağını söyledi. Bunu söylemeye devam edeceğiz. Savaşın gölgesinde yargı paketini tartışmak, ifade özgürlüğünün olduğu söylemek… Savaşın başlamasıyla İçişleri Bakanı Soylu’da açıkladı. Aralarında eşbaşkanlarımızın da olduğu “Savaşa hayır” şeklinde düşüncesini ifade edenler hakkında başlatılan soruşturmalar var. Savaşı reddeden tweetler attığı için hakkında soruşturma açılan çok sayıda insan var.  Yargının en temel problemi olan güdümlülükten kurtulmasını sağlayacak bir düzenleme değil bu paket. Kaldı ki yargının bağımsız olmadığını olamayacağını da Erdoğan Sayın Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın tekrar tutuklanması konusunda da açık açık dünyaya deklare etmiştir. 

Nadira’nın ölümü aydınlatılsın

Bu yargı paketi tartışılırken aynı zamanda bir vahim durumla karşı karşıya geldik. HDP kadın grubu verdiğimiz araştırma ve soruşturma önergeleri var. AKP’li bir vekilin evinde yaşamını yitiren Özbek bir kadının durumu var. Buna dair şunu söylemiştik. Gerçek ne ise açığa çıksın. Daha hâla kadının kanı milletvekilinin evinden temizlemeden adeta bir paket halinde apar topar ülkesine gönderildi. Bu bir intihar da değil denildi. Dosya ile ilgili milletvekilinin şüpheli bile olmaması çok manidar. Bunun açığa çıkarmak hepimizin ortak sorumluluğudur ancak en başta AKP’li kadın vekillerin sorumluluğudur. Olayın ardından ikinci gün bu vekil meclise geldiğinde 3 kadın vekilin ortasına oturarak kadınlar benim arkamda mesajını vermek istedi. Kız kardeşlik hukuku üzerinden tüm kadınlara yapılanları kendimize yapılmış sayarız. Ama özelde de Özbekli kız kardeşimize karşı bir sorumluluğumuz var. Bizim ülkemizde gerçekleşti olay. Bizim Nadira’ya, Nadira’nın annesine ve kızkardeşlerine sorumluluğumuz var; bu bir cinayet midir, intihar mıdır öğrenmemiz lazım. İntihar ise onu intihara götüren nedenler nedir diye araştırmak, bunun takipçisi olmak durumdayız. İHD’nin suç duyuru var. İHD’nin elimizde deliller var gibi bir söylemi var. Bu da savcılar için bir ihbar olarak ele alınsın ve gerekli girişimlerde bulunulsun. 

Soru: Suriye Ordusu’nun Minbiç’e girdiği söyleniyor. Kobanê’deki son gelişmeler var. Suriye Ordusu ile TSK karşı karşıya gelir mi? Ne derseniz? 

Bize göre gelmemesi lazım. Türkiye ve Suriye ordularının o topraklarda karşı karşıya gelmemesi lazım. Aslında Türkiye’nin hiç kimse ile karşı karşı karşıya gelmemesi lazım. Biz HDP olarak şunu savunuyoruz: Orada ne olacağını o toprakların güvenliğinden tutun birlikte yaşama iradesinden tüm halkların inanç ve halk topluluklarının birbirlerinin varlıklarına saygı duyarak ortaya çıkaracakları bir yaşam biçimi, bir sistem ne ise Türkiye’nin de herkesin de buna saygı duyması lazım. Suriye Suriyelilerindir, Suriye halklarınındır, Suriye ordusunun oraya gitmesinnden orada yaşanlar konusunda bir konsensüs olduğu görülüyor. Bize düşen Türkiye olarak 'Suriye Suriyelilerindir' deyip buna saygı duymaktır. 

14 Ekim 2019