
TBMM Genel Kurulunda, “Sulama Birliklerinin DSİ’ye devri”ni öngören yasa tasarısını eleştiren Ertuğrul Kürkçü, tasarıya ve bütün maddelerine esastan karşı olduklarını açıkladı: Kürkçü, “Bu yasa tasarısı kapitalistleri köylünün toprağına ve suyuna hakim kılmakla ilgilidir. Müştereklerimizin bizzat onu kullanan, ondan yararlanan, onun sayesinde üretenler vasıtasıyla değil, devlet eliyle özel şahıslara devredilerek işletilmesi yönünde bir neoliberal tercihtir” dedi.
Esasen bu yasanın tamamı müştereklerimizin özel ellere terkine ilişkindir; o yüzden esastan karşıyız. "Müşterekler" dediğimiz havadır, sudur, ormanlardır, kentlerimizdir, parklardır, müştereken kullandığımız her şeydir. Bu müştereklerin özel ellere devredilmesi esasen toplumun ortak çıkarlarının kara, kişi egemenliğine ve özel çıkara terk edilmesi demektir; bu yasa da tamamen bunu öngörüyor.
Aslında şimdiki haliyle sulama birlikleri, bir bakıma 1968-1969 yıllarının büyük köylü hareketlerinin dolaylı bir yansımasıdır. 1968-1969'da Türkiye, kırlarını kuşatan büyük -toprak ve suya köylünün tasarrufu için hazine toprakları üzerinde ağalar ile köylüler arasında süren- kavganın sahnesiydi. O atmosferden, o mücadeleden bir büyük slogan doğdu ve bu sonraki 30 yıl boyunca Türkiye'deki sosyal mücadeleyi karakterize etti; "Toprak işleyenin, su kullananın." Bu, bedavadan ortaya çıkmış, akla geldiği için söylenmiş bir slogan olmadığı, hakiki, gerçek bir mücadeleyi ve çıkarı ifade ettiği için zihinlere, kalplere işlemiş bir slogandı.
Bizler o zaman henüz 20'lerinde bile olmayan insanlar olarak bu büyük mücadeleden edindik bütün sosyal ilgimizi ve besinimizi. Öğrenciler kitleler halinde köylülere gittiler. “Halka gitmek” diye, kendi çıkarından çoğunu düşünmek, başkasını düşünmek diye bir şey; işte, o zaman bir ilke oldu. Bu vesileyle, Atalan, Göllüce, Torbalı köylülerinin toprak ve su mücadelelerinde hayatını kaybetmiş olan sevgili arkadaşımız, Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Can Savran'ı da burada sevgiyle anıyorum.
Müştereklerimizi devlet eliyle özel şirketlere devrediliyor
Bu mücadelelerin içerisinden o kadar büyük bir halk hakareti doğdu ki bu halk hareketi bir yandan 12 Mart diktatörlerine bir “Toprak Reformu Kanunu” çıkarttırdı. Öte yandan, 12 Mart diktatörlüğü yıkıldığı zaman Bülent Ecevit'i bir halk dalgası üzerinde iktidara getiren de bu 1968-69'un büyük toplumsal hareketleriydi. Bu sulama birlikleri de bunun bir dolaylı yansısıdır. “Su kullananın” ilkesi esasen Bafa Gölü köylülerinin Bafa Gölü'nün suyunun üstüne de, altına da ağalardan önce ve onlardan, onların çıkarlarından ayrı olarak tasarruf etme kaygısıyla başlattıkları bir mücadelenin ve sonra bu ilke, su ile köylünün bütün ilişkilerini tanımlar oldu. Devlet Su İşlerinin yaptığı bütün işletmeleri köylülere devrederek sulama işlerini suyu kullanan vasıtasıyla gerçekleştirmesi belki de hükümetlerin bu büyük talebe, harekete, kendi kendini yönetme, suyunu yönetme açlığına verdikleri bir tavizdi. Bugün Hükümet'in yaptığı, bu tavizi geri almaktır; şimdi, artık müştereklerimizi yeniden devlet eliyle özel şirketlere devretmektir.
Türkiye kapitalistleri ağa yaptı
Türkiye'de hep geçmişten bu yana söylenegeldi: "Türkiye bir yarı feodal ülkedir. Bunun iki yoldan kalkınması mümkündür: Ya Fransa usulü, toprakların köylülere dağıtılması yoluyla ya Prusya usulü, ağaların kapitalistleşmesi yoluyla". Fakat Türkiye üçüncü bir yol icat etti: Kapitalistleri ağa yaparak. Bu yasa tasarısı kapitalistleri köylünün toprağına ve suyuna hâkim kılmakla ilgilidir. Müştereklerimizin bizzat onu kullanan, ondan yararlanan, onun sayesinde üretenler vasıtasıyla değil, devlet eliyle özel şahıslara devredilerek işletilmesi yönünde bir neoliberal tercihtir.
1960'ların "Toprak işleyenin su kullananın" sloganı "Fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar, her şey emeğin olacak" sloganıyla size geri dönecek
Fakat size şunu hatırlatmak isterim: İsterseniz siz müşterekleri bugün kapitalistlerden yarattığınız toprak ağalarına devredin, isterseniz şirketlerin köylü mülküne hakim olması için, hazine topraklarını özel ellere dağıtmak için yapacaklarınızı yapın fakat hepsinin bir sınırı var. Her şeyin bir sınırı var, sömürünün bir sınırı var, zulmün bir sınırı var, insanları açlığa mahkum etmenin bir sınırı var. Bu sınırlara geldiğinizde şimdi 1960'ların "Toprak işleyenin su kullananın" sloganı "Fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar, her şey emeğin olacak" sloganıyla size geri dönecek. Bundan emin olabilirsiniz.
12 Nisan 2018