
Parti Sözcümüz Günay Kubilay, genel merkezimizde düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Kubilay, şu ifadeleri kullandı:
Kulp saldırısının sorumluları bir an önce bulunmalıdır
Bugün ne yazık ki çok üzücü bir haberle toplantımıza başlamak zorundayız. Dün akşam saatlerinde Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde yaşanmış olan ve 7 kişinin ölümü, 10 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan bir saldırı gerçekleşti. Bu saldırıyı sert bir dille kınıyoruz. Öncelikle yaşamını yitirmiş olanlara rahmet, ailelerine ve yakınlarına başsağlığı ve sabırlar diliyoruz. Yaralı olanlara da acil şifalar diliyoruz. Bu asla kabul edilemez olan durumun bir an önce etkin biçimde soruşturulması için gerekli adımların atılmasını, sorumluların bulunmasını yetkililerden ısrarla talep ediyoruz.
Kulp saldırısından sonra ilçe başkanımızın gözaltına alınması algı operasyonudur
Bugün ilçe başkanımızın gözaltına alınması ve belediye başkanımızın evinin basılması ciddi bir soruşturma yerine, yeni bir algı operasyonunun peşinde olunduğuna dair verilmiş ilk işaretlerdir. Bu toprakların her bir karışının barış ve huzur içinde, insanca yaşanabilir bir hale gelmesi için hem demokratik siyasette hem de toplumsal alanda yapılması gerekenler konusundaki duruşumuzu sürdürmekte kararlı olduğumuzu sizlerin huzurunuzda bir kez daha belirtmek istiyoruz.
Çocukların sokakta özgürce oynayabileceği bir dünya kuracağız
Yine ikinci bir üzücü olayla devam etmek istiyorum. Daha dün Diyarbakır'da bir zırhlı bir aracın altında kalan Efe Tektekin’in acılı haberini, yaşamını yitirdiğini öğreniyoruz. Öylesine trajik ki Efe’nin dedesi sadece bir yıl önce TOMA’nın altında can vermişti. Efe’nin acılı ailesine de başsağlığı ve sabırlar diliyoruz. Çocukların sokakta özgürce oynayabileceği bir dünya kuracağımızın sözünü bir kez daha yineliyoruz. Tüm bu kayıpların nedeni savaş ve şiddet politikalarıdır.
Darbeci zihniyet üniformalı ya da üniformasız biçimlerle bugünlere taşındı
Diğer bir önemli konu. Dün 12 Eylül’dü. 12 Eylül Askeri Darbesi’nden bu yana 39 yıl geçti. Koca bir 39 yıl. 12 Eylül arkasında kuşaktan kuşağa silinmeyecek derin izler bırakan bir darbeydi. 12 Eylül’de inanılmaz işkenceler yapıldı, unutulmaz acılar yaşandı, idam sehpaları kuruldu, insanlık suçları işlendi. Ne var ki cuntacı generaller hakkıyla sorgulanmadı, yargılanmadı, cezalandırılmadı. 12 Eylül'ün hesabı istendiği gibi sorulmadı. 12 Eylül hakikatiyle yüzleşilmedi.
Bütün bunlar olmadığı için darbeci zihniyet üniformalı ya da üniformasız farklı biçimler altında bugünlere taşındı. 12 Eylül Askeri Darbesi emek güçlerine, sosyalistlere, Kürtlere, kadınlara, Alevilere ve bu ülkede hak ve özgürlük talebiyle örgütlenmiş milyonlara karşı yapıldı.
12 Eylül bugün işsizliğin güvencesizliğin, esnekliğin, düşük ücretlerin, kölece çalışmanın, özelleştirmelerin, kamu kaynaklarının sermayeye peşkeş çekilmesinin, emeğin tarihsel birikim ve kazanımlarının yok edilmesinin adı olan neoliberalizmin tohumlarının atıldığı, 24 Ocak kararlarının önünde engel görülen başta işçi sınıfı olmak üzere bütün toplumsal muhalefeti ezmek, kararları uygulayacak elverişli toplumsal ve siyasal ortam oluşturmak için gerçekleştirilmişti.
AKP tıpkı cuntacı generaller gibi soygun ve savaş düzenini inşa etti
Ne var ki, ileri demokrasi retoriğiyle iktidara gelen AKP, neoliberal politikaları fütursuzca uygulayan iktidarlardan biri oldu. 12 Eylül enkazı üzerinde her şeyin tek merkezden belirlendiği, yönlendirildiği yönetildiği, uygulandığı; haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin, ayrımcılığın, zorbalığın kol gezdiği; işsizliğin, yoksulluğun, pahalılığının zirve yaptığı; doğal varlıkların yağmalanıp talan edildiği bir savaş ve soygun düzenini adım adım inşa ettiler.
Özellikle 15 Temmuz Darbe Girişimi, AKP için tam bir Allah’ın lütfu oldu. İlan ettiği OHAL uygulamasıyla 15 Temmuz darbe girişimini başta HDP olmak üzere toplumsal muhalefete karşı gerçekleştirdiği siyasi darbenin dayanağı olarak kullandı. Böylece parlamentoyu işlevsizleştirip yargıyı, orduyu, polisi bütünüyle kendine bağlayarak tek adam rejimi denilen faşist bir rejimin inşasına yöneldiler.
Erdoğan ve küçük ortağı darbeci zihniyeti olağan siyaset düsturu haline getirdi
Bugün Erdoğan ve küçük ortağı Türkiye’yi 12 Eylül’e rahmet okutacak bir Kayyım Cumhuriyeti’ne dönüştürerek, darbeci zihniyeti olağan siyaset düsturu haline getirdi. Türkiye 37 yıldır bir darbe anayasasıyla yönetiliyor. İşçileri ve emekçileriyle bu memleketin çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı, çok dilli toplumsal yapısını reddeden bu darbe anayasasıyla başta Kürt sorunu ve Alevi sorunu olmak üzere toplumunun yakıcı ve demokratik hiçbir sorununu çözebilmek olanaklı değildir. Bugün Türkiye’nin elini kolunu bağlayan darbe gömleğini sırtından atması, eşitlikçi, özgürlükçü, çoğulcu, demokratik, ekoloji ve sosyal bir anayasayla bağıtlanmış yeni bi toplumsal sözleşme öncelikli bir görev olarak toplumsal muhalefetin önünde duruyor.
Kayyım Darbesi ile büyükşehir belediye meclislerinin kapısına da kilit vurulmuştur
Kayyımlara ve belediyelere gelince; 19 Ağustos'tan itibaren gerçekleştirilmiş olan Kayyım Darbesi dahil 31 Mart seçimlerinden sonra geçen 5 aylık zaman diliminde yerel yönetimlere seçilen HDP’lilere yönelik saldırılar hız kesmeksizin devam ediyor. Saldırıların odağındaki önemli bir birim de belediye meclisleri ve belediye meclis üyelerimizdir. Kayyım atanan 3 belediyemizin meclisleri kayyımlar tarafından fiilen feshedilmiş durumda. Böylece yerel demokrasinin olmazsa olmazı olan yerel yönetim meclisinin, yani büyükşehir belediye meclisinin kapısına da böylece kilit vurulmuştur.
Belediye meclislerini feshetmek her bir yerelde tek adam rejimi inşa etmektir
Büyükşehir belediye meclisi, o ilin bütün ilçelerinin nüfusları oranında yani nispi temsil oranında üye gönderdiği bir yerel karar alma organıdır. Belediye meclislerini feshederek devre dışı bırakmak, her bir yerelde tek adam rejimi inşa etmek, yerelleri kayyımlar vasıtasıyla saray rejiminin organik ve siyasi uzantısı haline getirmek demektir. Kayyım atanan valiler, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya, Süleyman Soylu da Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bağlıdır.
Amed’i, Mardin’i, Van’ı emir komuta zinciri içerisinde yöneten Erdoğan’dır
Kayyım darbesinden sonra Amed’de, Van’da, Mardin’de emir komuta zinciri içerisinde bütün bu şehirleri yöneten aslında Erdoğan’dır. Hepsi bu kadar değil. HDP yerel yönetimlerden bütünüyle tasfiye edilmek isteniyor. HDP’nin çoğunlukta olduğu belediyelerde belediye meclis üyeleri çeşitli bahanelerle görevden uzaklaştırılıyor. Böylelikle HDP azınlığa düşürülerek hem işlevsizleştirilmek hem de AKP’li belediye başkanı belediye meclisinin denetiminden kendini kaçırmanın yolunu yapmış oluyor.
Belediye meclis üyelerimizi görevden uzaklaştırma furyasının başlangıç adımı Bitlis Tatvan’da atıldı. 9 belediye meclis üyemiz görevden uzaklaştırıldı. Bu zamana kadar Tatvan dahil 20 belediye meclis üyemiz görevden uzaklaştırılmış durumda. Yine 9 Eylül günü Muş İl Genel Meclisi’nde 7 HDP’li il meclis üyesi de görevden uzaklaştırıldı. Böylece Muş İl Genel Meclisi’nde de HDP azınlığa düşürülmüş oldu.
Yolsuzluk çukuruna batmış olan kayyımlar hakkında neden açıklama yapılmıyor?
AKP-MHP iktidar bloğu HDP’ye yönelik yoğun saldırgan tutumunu devam ettiriyor. Bu vesileyle bir kez daha sorduğumuz soruları tekrar etmek istiyoruz. İçişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı yolsuzluk çukuruna batmış olan kayyımlar hakkında neden bir açıklama yapmıyor? Neden kamuoyuna açık bir soruşturma başlatmıyorsunuz? Hani siz halkın vergilerinden alınan beş kuruşun bile hesabını soracağınızı söylüyordunuz? Halktan alınan vergilerin dağa gönderildiğini iddia ediyordunuz. Halkın alın terine sahip çıktığınızı söylüyordunuz. O zaman neden ortaya dökülmüş olan, belediye eş başkanlarımız tarafından çarşaf çarşaf yayınlanmış olan yolsuzluk listeleri hakkında Cumhuriyet savcıları harekete geçmiyor? Neden İçişleri Bakanı kamuoyunu doyurucu bir açıklama yapmıyor, Cumhurbaşkanı bu konuda sessiz kalıyor?
Bizim belediye başkanlarımız kayyımların atadığı daire başkanları ile mi çalışacaktı!
Bunlar yetmemiş gibi, bir de yeni bir ağlaşma havası içine girdiler. Sanırsınız ki 17 yıldır bunları, olup bitenleri bunlar yapmıyor. 3 yıl boyunca Kürt illerindeki 95 belediyeyi kayyımlar yönetmemiş gibi, sanki bu memlekette onbinlerce işçinin kıyımından sorumlu değillermiş gibi şimdi de belediyelerde büyük bir işçi kıyımının başladığının yaygarasını yapıyorlar. En son verdikleri örneklerden birisi Van. Van’da kopardıkları bu yaygarının karşısında eş belediye başkanımız Bedia Özgökçe Ertan’ın da açıkladığı gibi 4 kişi var. Bu 4 kişiden biri kim biliyor musunuz? Belediye eşbaşkanıyla birlikte çalışacak idare işlerden sorumlu daire başkanı. Ne yani, bizim belediye eşbaşkanlarımız kayyımların atadığı daire başkanları ile mi çalışacaklar? Bunları söylemek bunları çok gülünç duruma düşürüyor. Gerçekten büyük bir politik aczin içinde oldukları için siyasi darbeye meşruiyet kazandıracak yöntemlerle kayyımlara gerekçe uydurmaya çalışıyorlar.
Saray’da kayyımlarla toplantıya katılmak iktidarın manevralarına hizmet etmektir
Bu vesileyle evvelki gün Erdoğan’ın çağrısıyla 27 büyükşehir belediye başkanı ve 3 kayyımla yapılan Saray’daki toplantıya da değinmek istiyorum. Bu toplantı her şeyden önce siyasi bir darbe ile HDP’li 3 büyükşehir belediye başkanının yerine atanan kayyımlarla birlikte yapılan bir toplantı olması nedeniyle meşru değildir. Kayyım darbesini gerçekleştiren iktidar ortaklarının dışında bütün toplumsal kesimlerce, hukuksal dayanaktan yoksun siyasi bir karar olduğu için gayri meşru ilan edilerek reddedilen kayyımlar, seçilmiş meşru belediye başkanlarıyla Saray’da bir araya getirilerek darbeye meşruiyet kazandırılmak istenmiştir.
İşte bu nedenle İçişleri Bakanı’nın kararını Saray Darbesi olarak niteleyenlerin, kayyımlarla aynı toplantıda bulunması, Erdoğan’ın bir süre daha iktidara tutunmak için yaptığı siyasi manevraya bu vesileyle prim verilmesi, niyetlerden bağımsız olarak, elde edilmiş ortak demokratik kazanımların iktidarın konjonktürel çıkarlarına feda edilmesinden başka bir politik sonuç çıkarmayacağını hatırlatmak istiyoruz.
Erdoğan 31 Mart ve 23 Haziran’da ortaya çıkan demokrasi ittifakını dağıtmak istiyor
Sonuç olarak Erdoğan bu hamlesiyle sadece HDP’yi değil, 31 Mart ve 23 Haziran’da tabanda ortaya çıkan demokrasi ittifakını dağıtmak, muhalefeti bölmek, yalnızlaştırmak ve etkisizleştirmek istiyor. Hiçbir muhalefet partisinin bu siyasi tuzağa düşmeyeceğini bu siyasi oyuna gelmeyeceğini umuyoruz.
“Analar ağlamasın” dediğimiz için iktidarın saldırılarına uğruyoruz
Diyarbakır il binamızın önündeki acılı anneler konusuna değinmek istiyorum. 3 Eylül'den itibaren Diyarbakır il binamız önünde oturan ailelerin talebi son derece haklı bir taleptir.
Bizim de talebimiz hiç kimsenin tırnağı dahi kanamadan toplumsal barışın sağlanarak bütün gençlerin evlerine sağ salim geri dönmeleridir. Son 4 senedir her gün ölümün kutsandığı, ölü sayacı gibi ölüm rakamlarının bizzat bakanlar tarafından ekranlarda gururla verildiği, tabutlara yaslanarak mitinglerin yapıldığı, çocuklar ölmesin diyenlere ceza verildiği, barış talebinde bulunanların işlerinden edildiği ve hapse atıldığı dönemlerde de biz, barış olsun çocuklar evlerine sağ salim dönsün, analar ağlamasın dediğimiz için bu iktidarın saldırılarına maruz kaldık. Kalmaya devam ediyoruz.
Suç olması gereken savaş olağan politika haline geldi
Ne yazık ki, bu siyasi iktidar koşullarında suç olması gereken savaş olağan bir politika, olağan bir politika olması gereken barış suç unsuru olarak niteleniyor. Bizim bu konudaki duruşumuz nettir. Biz bütün gençler güven içinde evlerine dönsün ve toplumsal barış sağlansın diye uğraşıyoruz. Peki AKP-MHP koalisyonu ne diyor, Saray ne diyor? Barış mı diyorlar, gençler sağ salim dönsün mü diyorlar? Tabii ki hayır. Savaş çığırtkanlığı yapmaya devam ediyor, herkese namlu gösteriyor, ölüm naraları atıyorlar.
Anneleri coplatanlar şimdi annelerden bahsediyor
Hepimizin hafızalarında diridir. Cumartesi Annelerine paçoz diyerek coplatanlar, toplandıkları alandan Cumartesi Annelerini kovanlar, Gebze’de cezaevi önündeki anneleri coplatanlar, şimdi siyasi rant sağlamak için, kayyım gaspının üstünü örtmek için annelerden söz ediyor. Bazı kavramlar bazı ağızlarda ne yazık ki çok eğreti duruyor. Eğer hala bir çözüm ısrarı varsa çağrımız nettir.
Hükümetin bakanı bir muhalefet partisinin il binasının önünde oturarak annelerin acısını istismar ediyor
Meclis, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, inanç grupları ve toplumun bütün kesimleri bir araya gelerek önce çözümü konuşalım, barışı, yaşamı yaşatmayı konuşalım. Eğer çocuklar ailelerinden uzaksa, gencecik insanlar yaşamını yitiriyorsa bunun sorumlusu Kürt sorununu çözmeyenlerdir. HDP olarak çocuklarını arayan ve yanında olmak isteyen tüm ailelerin yanındayız. Ama sorunun asıl muhatabı devlet ve devleti yönetenlerdir. Sorunu çözmesi gereken hükümetin bakanı, sorunu çözecek adımlar atmak yerine şov olsun diye Diyarbakır’da bir muhalefet partisinin il binasının önüne oturarak annelerin acısını istismar ediyor.
PKK'nin alıkoyduğu askerlerle ilgili hemen bir heyet kuralım
Örneğin bu olaydan çok daha önce toplumun önüne gelmiş olan PKK'nin alıkoyduğu asker ve polislere ilişkin önerimiz hala geçerlidir. Ne demiştik? İnsan hakları kuruluşlarının da içinde yer aldığı bir heyet kuralım önerimiz olmuştu. Bu öneriye önce AKP karşı çıkmıştır. Bir kez daha tekrar ediyoruz. İktidar, oluşturulacak bir heyete engel çıkarmadığı ve güvence verdiği takdirde içinde insan hakları kuruluşlarından temsilcilerin de olduğu bir heyet oluşturulabilir ve hızla bu sorunu çözebilecek adımları atabilir.
Her gün savaş tamtamları çalan HDP midir?
HDP’nin bu konudaki tavrı ve girişimleri net iken şimdi Diyarbakır il örgütümüz önünde oturan annelerle ilgili olarak, annelerin acısını ortadan kaldıracak politikaları kim savunuyor, kim tersini yapıyor? Tüm ilgililere biz soruyoruz. Her gün savaş tamtamları çalan, savaştan başka çare yok diyen parti HDP midir? Her gün yeni bir askeri operasyon yapmakla övünen ve ölümlere yol açan HDP midir? Durmaksızın Suriye’ye namlu gösterip, insanları yerinden yurdundan eden politikaların mimarı HDP midir? Dolmabahçe Mutabakatı’nı reddeden, çözüm masasını deviren, ölümlere kapı açan HDP midir?
Sayın Erdoğan önce Berfo Ana’ya verdiğiniz sözü tutun
Bu konuda AKP basını da bütünüyle iki yüzlülük yapıyor. HDP’yi hedef gösteriyor, HDP’yi suçlayarak sorunun kaynağı olan iktidarı aklamaya çalışıyor. Biz AKP’nin annelere yaklaşımını Galatasaray Meydanı’ndan biliyoruz. Açıkça Erdoğan’a çağrı yapıyoruz. Sayın Erdoğan, önce Berfo Ana’ya verdiğiniz sözü tutun. Siz çocuklarını arayan annelere verdiğiniz sözünüzü tutmadığınız sürece, kayıpların nerede olduğunu açıklamadığınız sürece söylediğiniz her söz koca bir yalandan ibaret olacaktır ve inandırıcı olmayacaktır.
Gelin annelerin acılarını dindirmek için Meclis'te komisyon kuralım
Bu vesileyle bir kez daha AKP iktidarı ve onunla ittifak içinde olan güçleri annelerin özlemini ve acılarını ırkçı politikalara ve özel savaş politikalarına malzeme etmekten vazgeçmeye çağırıyoruz. Başta AKP olmak üzere meclisteki tüm siyasi partilere çağrıda bulunuyoruz. Bu çocuklar neden dağdalar, neden birbirini vuruyorlar? Annelerin acılarını dindirecek, gözyaşlarını dindirecek olan nedir? Gelin Meclis'te içinde bütün partilerin yer aldığı bir çözüm komisyonu kuralım. Açık açık tartışalım, Kürt sorununun barışçıl yollardan çözümünü konuşalım. Eğer amaç siyasi rant değil de ailelerin çocuklarına sağ salim kavuşmasının yolunu açmaksa yapılacak olan bellidir.
İl binamız önündeki anneleri Meclis’e davet ediyoruz
Bu vesileyle il binamızın önünde oturan ailelere, annelere de seslenmek istiyoruz. Biz anneleri Meclis’e davet ediyoruz. HDP'nin il binası da partisi de o annelerin partisidir. O binaya girebilirler de orada kalabilirler de. Ama, eğer söz konusu çocuklarının sağ salim evlerine dönmesi ise bunun çözüm yeri Meclis’tir, çözüm adresi ise iktidardır. O yüzden de biz anneleri Meclis'e davet ediyoruz. Buyursunlar gelsinler, başımızın gözümüzün üzerinde yerleri var. Bütün partilerle, iktidar partisi de dahil HDP de dahil bütün partilerle görüşsünler bir çözüm komisyonunun kurulmasına vesile olsunlar. Bu konuda ısrarlı olsunlar. Kendilerinden bunu özellikle istirham ediyoruz.
Kayyımlar gidene kadar direnişimizi büyüterek sürdüreceğiz
Dün MYK toplantımızı gerçekleştirdik. Biraz önce aktardığım konuların yanı sıra kayyımlara dönük olarak sürecek olan mücadelenin ve meşru direnişin biçimleri üzerine de konuştuk. Altını kalın çizgiyle çizmek isterim ki, kayyımlar geldikleri yere gidene kadar, belediye eşbaşkanlarımız görevlerine iade edilene kadar meşru direnişimizi genişleterek, büyüterek sürdüreceğiz.
Kayyımlara karşı çıkan herkesi imza kampanyamızı desteklemeye çağırıyoruz
Üç büyük ilde süren nöbet eylemlerimiz zenginleşerek, büyüyerek devam edecektir. Bunun yanı sıra, kayyımlara karşı çıkan, bu siyasi darbenin karşısında olan herkesi geniş bir kitlesel imza kampanyasına çağıracağız. Sandığa seçme ve seçilme hakkına sahip çıkmaya çağıracağız. Kayyımlar aynı zamanda 12 Eylül darbesinden devralınmış bir mirastır. 12 Eylül darbeci zihniyetini sürdürenler oradan devraldıkları yöntemleri de ısrarla sürdürüyorlar. Biz siyasi iktidarı bu zamana kadar ileri sürdüğü hiçbir gerekçeye hukuksal dayanak oluşturamadığını bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. O yüzden de artık başka tarihleri beklemeksizin belediye eşbaşkanlarımızı görevlerine iade etmeye çağırıyoruz.
Öcalan’ın barış çağrısının kime ne zararı olabilir?
Eğer Türkiye’de bu sürecin normalleşmesini istiyorsak, Türkiye'de sorunların barış, demokrasi ve müzakere yoluyla çözülmesini istiyorsak bunun yolu bellidir. Bakınız son görüşmelere de Sayın Öcalan açıklama yaptı. Dedi ki bu sorunu biz bir haftada çözebiliriz. Eğer 96 yıllık tarihten bakiye bir sorunu bir haftada çözebilecek bir siyasi irade var ise, bir bakış söz konusu ise, akan kan duracaksa, bu ülkenin halkları eşit haklar temelinde birlikte yaşayabilecekleri özgür günlere birlikte kucak açabilecekse bundan kimin, ne zararı olabilir? Biz siyasi iktidarı bir kez daha düşünmeye ve birlikte yaşamanın imkanlarını daha fazla yok edecek bu yanlış politikalardan dönmeye davet ediyoruz.
13 Eylül 2019