Kubilay: Libyada savaştırılacak çetelere maaş ve vatandaşlık mı verilecek?

Parti Sözcümüz Günay Kubilay, genel merkezimizde basın toplantısı düzenleyerek gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Kubilay şöyle konuştu: 

Bugün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü, yani sizlerin günü. Bütün çalışan gerçek gazetecilerin gününü kutluyoruz. HDP olarak basın özgürlüğü ve gazeteciliğin suç sayılmadığı özgür ve güzel günler için mücadeleye devam edeceğiz.

Metin’in yüreği hiç susmadı

Bu vesileyle Metin Göktepe’yi de anmak istiyoruz. Hatırlanacağı gibi Metin Göktepe 24 yıl önce 8 Ocak 1996’da, Ümraniye Cezaevi’nde katledilen iki siyasi tutsak Orhan Özen ve Rıza Boybaş’ın cenaze törenlerini ‘mutlaka ben izlemeliyim’ diyerek gittiği haber takibinde, polisler tarafından gözaltına alınmış ve dövülerek katledilmişti. Dönemin devlet yetkilileri önce Metin’in gözaltına alındığını inkar ettiler. Sonra duvardan düşerek öldüğünü söylediler. Ancak mücadele arkadaşları, meslektaşları ve tabii ki Fadime Ana’nın mücadelesi katillerin yakasını bırakmadı. Nihayet Metin’in gözaltına alındığı ve dövülerek katledildiği kabul edildi. Evet Metin’in yüreği hiç susmadı. Metin şahsında katledilen tüm gazetecileri bir kez daha minnetle anıyoruz.

Paris Katliamı failinin söylediklerinin yalanlanmamış olması katliamın iç yüzünü ortaya koyuyor

Dün 9 Ocak Paris’teki katliamın yıl dönümüydü. Yer Paris’in en işlek caddeleri üzerinde bulunan Kürt Enformasyon bürosu. 3 Kürt kadını, 3 devrimci yürek alçakça katledildi. Failler belli. Bu sefer hedeflerinde devrimci kadınlar vardı. Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez. Paris Katliamı üzerinden tam 7 yıl geçmiş olmasına ve katliamı planlayanlar, emri verenler bilinmesine rağmen Fransa yetkilileri, yargısı ve adaleti katliamı yargılamadı, katiller cezalandırılmadı. Katliamdan hemen sonra Erdoğan, Hüseyin Çelik ve Mehmet Ali Şahin’in açıklamaları ve akabinde katil Ömer Güney’in MİT elemanı olduğunun açığa çıkması, Ömer Güney’in katliam emrini Hakan Fidan yönetimindeki MİT’ten aldığını söylemesi ve Ömer Güney’in söylediklerinin bu zamana kadar yalanlanmamış olması katliamın iç yüzünü ortaya koyuyor.

Fransa Devleti de davanın üzerini kapatarak katliamın suç ortağı oldu

Katil Ömer Güney katliamdan birkaç ay sonra yakalanmış olmasına rağmen yargılanması 4 yıl boyunca yapılmadı. Sonrasında ise mahkeme başlamadan bir ay önce öldü denilerek dava sona erdirildi. Oysa Ömer Güney ölmüş veya öldürülmüş olsa dahi MİT elemanı olması ve emri MİT’ten aldığını söylemiş olması davanın genişletilerek sürdürülmesini ve Ömer Güney’e bu emri verenlerin yargılanmasını gerektirirdi. Ancak Fransa Devleti, Türk hükümetiyle arka planda yaptığı pazarlıklar sonucu davanın üzerini kapatarak katliamın bu dolayımla suç ortağı oldu.

Paris’te 3 kadın siyasetçiyi katleden zihniyet Silopi’de de 3 devrimci kadını katledecekti

Paris Katliamını gerçekleştirenler yargılanmış ve cezalandırılmış olsaydı bugün birçok katliamın önüne geçilmiş olabilirdi. Paris’te 3 kadın siyasetçiyi katleden zihniyet 5 Ocak 2016’ta Silopi’de özgür yaşamı savunan 3 kadın siyasetçi, Sevê Demir, Pakize Nayır ve Fatma Uyar’ı da katledecekti. Paris’te ve Silopi’de katledilen devrimci kadınlar şahsında barış, demokrasi, eşitlik ve özgürlük mücadelesinde yaşamını yitiren tüm kadınları saygıyla ve minnetle anıyoruz.

Demirtaş ve Yüksekdağ tek adam rejimini bir kez daha yargılamışlardır

Önceki dönem Eş Genel Başkanlarımızdan Figen Yüksekdağ hakkında “Cumhurbaşkanına hakaret” iddiasıyla açılan davanın karar duruşması Van 7. Asliye Ceza Mahkemesi'nde, Selahattin Demirtaş’ın tutuklu olduğu davanın duruşması Ankara Sincan'da görüldü. Yüksekdağ ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ten para cezası, Demirtaş hakkında da tutukluluğun devamına karar verildi. Eş Genel Başkanlarımız, yaptıkları savunmalarla tek adam rejimini ve bu rejimin temel ayaklarından biri olan mevcut yargı sistemini, despotik siyaset tarzını bir kez daha yargılamışlardır.

“Bu yargılamalar halk iradesine darbedir”

Yüksekdağ’ın belirttiği gibi, "Bu yargılamalar iktidarın ömrünü daha çok uzatmak için bizlere yönelik geliştirdikleri bir siyaset tarzıdır, bir fikri ve düşünceyi cezalandırmadır, halk iradesine darbedir." Demirtaş’ın da belirttiği gibi, “Bu yargılamalar iktidarın, özellikle de Erdoğan’ın siyasi amaçlarına erişebilmesi için yapılan çalışmalardan ibarettir.”

Bu devran dönecek, bugün yargılayanlar yarın yargılanacaklar

22 Kasım 2018’de Demirtaş hakkında AİHM kararının açıklandığı gün, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman, Saray’da Erdoğan’la bir araya gelmiş ve fotoğraf paylaşmakta da bir sakınca görmemişti. Daha sonra Erdoğan AİHM kararını tanımadığını açıklamış, Kocaman da ikinci tutuklamayı bizzat organize etmişti. Demirtaş'ın aslen tahliye olduğu dosyadan ikinci kez tutuklanmasının nedeni işte bu yargıyla yürütmenin kol kola verdiği pozlar, iç içe geçmiş ilişkilerdir. Tekrar etmek gerekirse siyasetçilerimizi, yoldaşlarımızı, arkadaşlarımızı tutuklamakla, savunma ve adil yargılanma haklarını ellerinden almakla yıldıramazsınız, geri adım attıramazsınız. Eninde sonunda bu devran dönecek, bugün yargılayanlar yarın yargılanacaklar. Bugün hukuku çiğneyenler yarın hesap vermek zorunda kalacaklardır.

Emperyalist ABD’nin elinde kalan kapitalist açgözlülük ve beyzbol sopasından başka bir şey değil

Geçtiğimiz günlerde de ABD, Bağdat Havaalanında İran Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’yle birlikte Iraklı Haşdi Şabi komutanlarını hedef alarak bir suikast gerçekleştirmişti. İran da misilleme olarak ABD’nin Irak’taki askeri üslerini balistik füzelerle vurmuştu. Bu 3 ülkenin üzerinde özellikle durmak gerekiyor, ABD, İran ve Türkiye. ABD Irak işgaline kadar bölge devletleri üzerinde kurduğu hegemonya eşliğinde bölgede oyun kurucu rolü oynuyor, genel düzenleyici ve regülasyon merkezi işlevi görüyordu. İşgal sonrası askeri üstünlüğüne rağmen hegemonyasını kaybeden ve regülasyon merkezi işlevini yitiren ABD, Trump liderliğinde siyasi stratejik vizyondan yoksun devlet siyasetinin artık tehditten, şantajdan daha fazla bir anlam ifade etmediğini ortaya koymaya başladı. Süleymani suikastının uluslararası hukuka meydan okunarak, uluslararası hukuk hiçe sayılarak gerçekleştirilmiş olması ve İran’ı, misillemeye kalkıştığı takdirde ‘kültür varlıklarını vurmak'la tehdit eden Trump’ın temsil ettiği emperyalist ABD’nin elinde kalan yegâne enstrüman silikleşmiş bir medeniyet ufku, kapitalist açgözlülük ve geleneksel beyzbol sopasından başka bir şey değil.

Trump'ın kendi nükleer cephaneliğinden bahsetmemesi muktedirliğin kibridir

Trump'ın, İran’ın hiçbir zaman nükleer silah sahibi olamayacağını söylerken, dünyanın en büyük nükleer silah cephaneliğine sahip kendi ülkesinden söz etmemesi, bizatihi o nükleer gücü arkasına alarak konuşan emperyalist saldırganlığın ve muktedir olmanın verdiği kibrin tipik bir örneğiydi.

İran da ABD'den daha gelişkin bir medeniyeti, demokratik bir toplumu temsil etmiyor

İran’a gelince, İran da Kasım Süleymani’nin öldürülmesiyle Molla aristokrasisinin de Trump’tan daha gelişkin bir medeniyeti, demokratik bir toplumu ve özgürlükçü siyaseti temsil ettiği söylenemez. Bölgede izlediği sömürgeci, yayılmacı ve mezhepçi politikaya dayalı bir bölge gücü olma kibri, Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’de mezhepçi bir nüfuz sahibi olma dürtüsü her halinden belli olan molla rejimi, kadınları kırbaçlayıp kapanmaya zorlarken, insanları pazar yerlerinde vinçlere asıp protestocuları kurşunlarken, Kürt özgürlük mücadelesini bastırmak için gençleri asıp katlederken hangi medeniyetten, hangi insani değerlerden, hangi özgürlükçü siyasetten söz etmiş oluyoruz?

AKP-MHP iktidarı, kapitalist hiyerarşide bir üst basamağa çıkmak için ülkeden ülkeye koşuyor

Türkiye’ye gelince, AKP-MHP iktidarı, Kürt düşmanlığına dayalı şoven milliyetçi bir iç ve dış politika eşliğinde izlediği sömürgeci, yayılmacı, mezhepçi ve militarist politikayla bölgede güç merkezi olma ve kapitalist hiyerarşide bir üst basamağa çıkmak için İhvan aşkıyla oradan oraya at sırtında koşmaya devam ediyor. Mısır’da olmadıysa Suriye, Suriye’de olmadıysa Libya, Libya’da olmadıysa bir başka bölge ülkesi… AKP-MHP iktidarı iki stratejik bölge politikasını eş zamanlı olarak uyguluyor. Birincisi, Kürtlerin Türkiye’de de Suriye’de de herhangi bir siyasal statü sahibi olmasını engellemek için askeri, siyasi, diplomasi dahil her türlü yönteme başvurarak geleneksel sömürgeci devlet politikasını sürdürmek istiyor.

Savaş girişimleri azlin eşiğindeki Trump'ın da iktidara tutunmak isteyen molla rejiminin de yakıcı ihtiyacı

İkincisi, yanı sıra savaş ve işgal girişimleriyle Türkiye kapitalizminin dış pazarlarını genişletmeye çalışıyor, yeni nüfuz alanları açıyor ve Neo-Osmanlıcı hayallere dayalı yayılmacı bölge politikasını ısrarla uyguluyor. Her ne kadar, savaş istenmiyor olsa da savaş olacakmış gibi ülke halklarını ‘iç düşman’dan uzak tutma eğilimi, azlin eşiğindeki Trump’ın da iktidara tutunmak isteyen molla rejiminin de yakıcı bir ihtiyacı… Süleymani suikastıyla bir ay öncesine kadar işsizliğe, yoksulluğa ve yolsuzluğa karşı ayağa kalkan yüz binlerce İran’lı muhalifi molla rejimi karşısında anti-ABD’cilikten başka kim pasifize edebilirdi ki? Aynı savaş eğilimine hakikatleri savaşın gölgesinde gizlemeye ve meşruiyetini yitirmiş iktidarını ayakta tutmak için Erdoğan’ın yakıcı ihtiyacının olmadığını kim iddia edebillir?

Sömürgeci güçlere karşı mücadeleyi birleştirmeyenler, emperyalizmin değirmenine su taşıyorlar

Son kriz Orta Doğu’da bölge halklarının emperyalizme ve sömürgeciliğe, savaşa ve işgallere karşı barış ve demokrasi eksenli bir ittifak için büyük bir fırsat sunuyor. Emperyalizm içsel bir olgudur. Emperyalizmi orada burada aramaya gerek yok. Hakim iktidar güçlerine, egemen sınıflarına ve ittifak ilişkilerine bakmak yeterlidir onu görmek için. Bu nedenle emperyalizme karşı mücadeleyi onların şu ya da bu düzeyde organik bir parçası haline gelmiş kendi kapitalist ve sömürgeci güçlerine karşı mücadeleyle birleştirmeyenler, emperyalizmin değirmenine su taşımaktan başka bir şey yapmış olmazlar.

Yabancı güçler Irak'tan da Suriye'den de çıkmalıdır

HDP olarak Suriye’deki bütün yabancı güçlerin tamamen çekilmesini ısrarla dile getiriyorsak, Irak’tan da yabancı güçlerin çekilmesi gerektiğini, sorunların diyalog ve müzakere yoluyla çözülmesini savunmaya devam ediyoruz. Demokratik bir Orta Doğu’nun inşasının ve halklar arasında demokratik konfederal ilişkilerin kurulmasının başlangıç adımı bütün yabancı güçlerin bölgeden çekilmesiyle mümkün olabilir.

Suriye’de savaştırılan çeteler bu kez de Libya’da kullanılıyor

Bu ilkesel görüşümüz Libya için de geçerlidir. Ancak görüyoruz ki, Libya’da çatışan iki tarafın da silahlandırılmasına devam ediliyor. Erdoğan İktidarı, silah göndermenin de ötesinde Suriye’de savaştırdığı çeteleri bu kez de Libya’da kullanmaya başladığını öğrenmiş bulunuyoruz.

Libya'da savaştırılacak çetelere maaş ve vatandaşlık mı verilecek? 

Suriye’den transfer edilen ve Libya’da savaştırılan çete üyelerine maaş dışında ayrıca vatandaşlık da verileceği iddia ediliyor. İktidar bu iddiaya açıklık getirmek zorundadır. Çünkü bu çeteler El-Kaide ve IŞİD gibi örgütlerin içinde bulunmuş ve Suriye’de sayısız savaş suçu işlemişlerdir.

Erdoğan Neo-Osmanlıcı hayal dünyasından çıkmamakta ısrar ediyor. Evvelki gün yaptığı konuşmada Türkiye’nin Akdeniz’deki menfaatlerini savunduğunu, hedeflerine emin adımlarla yaklaştığını, ecdadın tarih yazdığı yerlerde karşılarında kim olursa olsun zafere kadar devam edeceklerini söylemiştir. Erdoğan’a göre Libya’ya askeri müdahaleyi meşrulaştırmanın gerekçesi “ecdad” ise Libya’yı Romalılar 600 yıldan fazla yönetti. Yani Libya’yı deniz korsanlığı ve köle ticareti ile sömüren sömürgeci Osmanlı’dan iki kat fazla… Bu mantıkla Romalıların ardılı olan İtalya’nın Libya’da varlık göstermesi Türkiye’den daha fazladır. Bu düz mantıkla Anadolu üzerinde kaç milletin veya milliyetin hak talebinde bulunabileceğini varın siz düşünün… Nasıl ki Libya’nın ulusal kahramanlarından Ömer Muhtar İtalyan emperyalizmine ve saldırganlığına karşı destansı bir direniş gösterip onurlu bir duruş sergilediyse Ömer Muhtar’ın torunları da yeni işgallere karşı gereken yanıtı verecektir.

Saray rejiminden kurtulmak 2020’nin öncelikli görevi olmalıdır

Yeterince anlaşıldı ki, AKP-MHP iktidarından kurtulmaksızın içeride ve dışarda barışçıl politikalara dönüş mümkün olmayacaktır. Öyleyse, içerde de dışarda da ülke ve bölge halklarına kan ve gözyaşından başka verecek bir şeyi olmayan Saray rejiminden kurtulmak 2020’nin öncelikli görevi olmalıdır.

Gire Spî’de kimin buğdayını kime satıyorsunuz?

Son olarak Kuzey ve Doğu Suriye’de Girê Spî’den 20 bin ton hububatın ithal edileceğine ilişkin haberler kamuoyuna yansımaya başladı. Öncelikle bunun "ithalat”, bir alışveriş olmadığının altını çizmek gerekiyor. Afrin’de olduğu gibi Gire Spî’de de toprak sahiplerinin büyük bir kısmı bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. Bu topraklara Erdoğan’ın öve öve bitiremediği yağmacı çeteler yerleştirildi ve demografik yapı bütünüyle değiştirildi. Basit bir soru soruyoruz: Kuzey ve Doğu Suriye’den kimin buğdayı, kim tarafından Türkiye’ye satılıyor, açıklayın! Ama biliyoruz ki, açıklayamayacaksınız. Çünkü, ortada yapılan bir ticaret, bir alışveriş yok. Olan şudur: Doğduğu büyüdüğü topraklardan silah zoruyla sürülen Kürtlerin alın terine, göz nuruna, rızkına el koyuyor, gasp ediyorsunuz. Bu açık bir savaş suçudur. Bu suçu ikinci kez işliyorsunuz. Tarihi istediğiniz gibi yazıyor, istediğiniz gibi çarpıtıyorsunuz ama hakikatin ışığını asla söndüremezsiniz. Sizlerden öncekilerin söndüremediği gibi…

Ekonomik nedenlerden kaynaklanan intiharlara ‘cinayet’ diyebiliyorsa o iktidardan çare beklenmez

2018 Ağustos’unda başlayan ekonomik kriz artık toplumsal bir krize dönüşmüş, bütün yıkıcı ve ölümcül etkilerini göstermeye başlamıştır. Sürekli olarak artan işsizlik ve yoksulluk, sıkça görülen intiharlarla yaşamı çekilmez kılan bir boyut kazandı. Ne acı ki, İstanbul Üniversitesi’nde bir öğrenci Sibel Ünli de intihar etti. İntihar etmeden önce “sadece bir liram kaldı” demişti. Daha önce de pek çok kez intihar vakaları yaşandı. İktidar önlem alacağına ‘cinayet’ demekle yetindi. Bir iktidar eğer ekonomik nedenlerden kaynaklanan intiharlara "cinayet" diyebiliyorsa, o iktidar büyük bir aymazlık ve duyarsızlık içindedir ve ipin ucunu çoktan kaçırmış demektir. O iktidardan çare beklemek nafiledir.

Dayanışma ağlarımızı büyütmeliyiz

Bir noktanın altını çizmek yerinde olacaktır. Kesinlikle intihar siyaset malzemesi yapılamayacağı gibi savunulacak bir şey de değildir. Yaşamak ve yaşatmak bizim için esastır. Bunun için siyasi iktidarın politikalarından daha önce, iktidara yapılacak çağrılardan daha önce, yaşamın her alanında örgütlü mücadelenin yanı sıra kapitalizmin insanı insana yabancılaştıran, insanı insandan tecrit eden, yalnızlaştıran ve umutsuzluğa iten ilişki biçimleri karşısında dayanışma ağlarımızı büyütmeliyiz, yanımızdaki, çevremizdeki herkesle ilişki içinde olmalıyız. Ancak böyle örgütlülük alanını genişletebilir, dayanışma ağlarını güçlendirir ve yaşam bağlarını güçlendirebiliriz. 

Kadınlar katledilmiyormuş gibi gösterme çabaları varmış

Erdoğan bir konuşmasında bakın ne diyor: ‘Kadına şiddet olgusu ile aile kurumuna saldıran bir oluşum meydana geldi. Türkiye’deki kadın cinayetleri Avrupa’nın yarısı kadar. Ülkemizin her köşesinde her an kadınların katledildiği gibi gösterme çabaları var. İnsani duyarlılıkların sinsi bir şekilde istismarıyla aile kurumunun içinin boşaltılmasına asla izin vermeyeceğiz."

Kadınlar katledilmiyormuş da gösterme çabaları varmış. Şu tabloya bakınız: 2016’da 329; 2017’de 409; 2018’de 440 ve 2019 yılında 470 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Oysa, AKP’nin iktidarda olduğu 2003 yılında bu sayı 83’tü. Görüldüğü gibi 16 yıldaki dehşet verici artış yüzde 471 civarında.

17 yıldır iktidarda olan AKP, hiçbir soruna kalıcı ve gerçekçi çözüm bulamadığı gibi kadın cinayetleri de katlanarak artmaya devam etti ve ne yazık ki artmaya devam ediyor. Kadın cinayetlerini özendiren erkek egemen toplum yapısını daha da büyüttü. Erkekliği övünç kaynağı haline getiren ve daha çok kışkırtan bir politikanın öncüsü oldu ve erkeklerin kadınların bedenine ve yaşamına daha kolay müdahale etmesinin yolunu açtı. "Kadına fiziken ve ruhen şiddet uygulayanın karşısına ilk önce biz çıkarız" diyen Erdoğan ve bürokratlarının şu cümlelerini hatırlatmak istiyoruz: “Kadın isyankâr olmamalı, sesini yükseltmemeli, her fırsatta karakola koşmamalı.”, “Kadın ve çocukların sahibi sizsiniz, onlara dilediğinizi yapabilirsiniz.”, “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum.”, “Kadın mahallenin namusudur.”, “Kadına şiddet abartılıyor.”, “Kadın herkesin ortasında kahkaha atmayacak.”...

Erdoğan kadın cinayetlerinden değil kadın cinayetlerinin gündeme getirilmesinden rahatsız

"Kadına fiziken ve ruhen şiddet uygulayanın karşısına ilk önce biz çıkarız" diyenlerin, HDP olarak kadına yönelik şiddetin araştırılmasına yönelik defalarca verdiğimiz önergeleri her defasında reddettiğini de hatırlatmak istiyoruz.

"Ülkemizin her köşesinde her an kadınların katledildiği gibi gösterme çabaları var" söylemi Erdoğan’ın aslında kadın cinayetlerinden değil kadın cinayetlerinin gündeme getirilmesinden rahatsızlığını gösteriyor. İki hafta önceki açıklamamızda Adalet Bakanlığı’nın yayınladığı genelgenin kadın cinayetlerini gizlemeye ve kamusal alana taşınmasını engellemeye yönelik olduğunu dile getirmiştik. Biz HDP olarak kadınların ve bu topraklarda yaşayan istisnasız herkesin bu cendereden kurtulacağı günlere kavuşması için mücadelemize durmaksızın devam edeceğiz.

10 Ocak 2020