Kubilay: Kürt düşmanlığına dayalı nakaratın uluslararası toplumda bir karşılığı olmadığı NATOda kanıtlandı

Parti Sözcümüz Günay Kubilay, genel merkezimizde düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Kubilay, şöyle konuştu:

Ne yazık ki yine bir gözaltı haberiyle toplantımıza başlıyoruz. Bu sabah Van'ın ilçelerinde belediye eşbaşkanlarımız gözaltına alındı. Muradiye Belediye Eşbaşkanlarımız Yılmaz Şalan ile Leyla Balkan, Özalp Belediyesi Eşbaşkanlarımız Yakup Almaç ile Dilan Örenci ve Başkale Belediye Eşbaşkanlarımız Erkan Acar  ile Şengül Polat gözaltına alındılar. Ayrıca belediyelerimiz de şu an polis tarafından kuşatılmış durumda.

Bu iktidar var oldukça farklı olan hiç kimse temiz bir siyasi oksijen alamaz

Belediyelerimize yine bir uyduruk gerekçeyle kayyım atanacak, aynı nakarat tekrar edilecektir. Özellikle başta Batı kamuoyu olmak üzere kitlesel tepkiler gösterilmedikçe, kayyım rejimi yeni belediye gasplarıyla kendini tahkim etmeye, baskılarını artırmaya devam edecektir. Bu iktidar var oldukça farklı olan hiç kimsenin bu ülkede temiz bir siyasi oksijen alması mümkün olmayacaktır.

Bir kez daha tekrarlıyoruz: Şiddet ve nefret dolu ellerinizi eş belediye başkanlarımız ve belediyelerimizden çekin. Ne yaparsanız yapın çoğunluk desteğini yitirmiş, gayrimeşru bir iktidar olduğunuz hakikatini saklayamazsınız.

AKP Kürt düşmanlığını NATO'ya taşıdı

Son bir haftadır Türkiye ile NATO devletleri arasında bir kriz olduğu konuşuluyordu. Sonradan anlaşıldı ki AKP İktidarı Kürt düşmanlığını NATO’ya da taşımış. Yapılan açıklamalardan Erdoğan’ın NATO zirvesinde, Kuzey ve Doğu Suriye halklarının öz savunma gücü ve siyasi iradesinin “terörist” olarak tanınması için özel bir çaba harcadığı ve çeşitli pazarlıklar yaptığı anlaşılıyor. Böylece NATO’nun Baltık Savunma Planı’nı da bu nedenle veto ettiği açığa çıkmış oldu.

AKP iktidarı, “terör” ve “terörizm” kavramlarını kendisine göre yontuyor

Şunu açıkça belirtmekte yarar var: AKP iktidarı, “terör” ve “terörizm” kavramlarını kendisine göre yontma, işine geldiği gibi eğip bükme konusunda mahir sayılır. Bu kavramları temel evrensel ölçütlere, hukuksal dayanaklara göre değil, siyasi çıkarlarına göre tanımlıyor, biçimlendiriyor, empoze ediyor. Daha önemlisi sadece medyayı değil, bir kısım muhalefeti de bu kavramlarla siyasi kuşatma altına alıyor ve etkisizleştirerek kendisine angaje edebiliyor.

Kürt düşmanlığına dayalı nakaratın uluslararası toplumda bir karşılığı olmadığı NATO'da kanıtlandı

Kürt düşmanlığına dayalı bu nakaratın NATO devletlerinde de uluslararası toplumda da bir karşılığının olmadığı bir kez daha kanıtlanmış, Baltık Savunma Planı’nı veto blöfü de bir işe yaramamıştır. Demek ki, esas sorun ‘terör’ adı altında sürekli tekrarlanan ‘güvenlik sorunu’ değil. Esas sorun Kürtlerin bulundukları coğrafyada kendi kimlikleriyle, kültürleriyle, dilleriyle, kolektif haklarıyla eşit haklar temelinde yaşayacakları bir siyasal statünün elde edilmesini önlemek ve kazanılmış hakları ortadan kaldırmaktır.

NATO üyeliğini bir şantaj aracı haline getirmek ve blöf olarak kullanmak mı zafer

NATO toplantısı, her ne kadar Til Rifat’taki çocuk katliamını görmezden gelse de Kürt düşmanlığı üzerine inşa edilmiş bir iç ve dış politikanın artık miadını doldurduğunu bir kez daha göstermiştir. Ama AKP medyası Erdoğan’ın Londra’dan zaferle döndüğünü empoze ediyor. Empoze ediyor da onların zafer dedikleri ne ola ki? NATO devletlerine ‘terör’ adı altında Kürt düşmanlığını kabul ettirmek için NATO üyeliğini bir şantaj aracı haline getirmesi ve blöf olarak kullanması mı? Yoksa Baltık Planı’nı kabul edip NATO’ya biat etmesi mi?

Hani siz anti emperyalisttiniz, NATO üyeliğine neden son vermiyorsunuz?

Demagojiyi bırakın! NATO blöfünüzü gördü ve boşa çıkardı, istediğinizi kabul etmedi. Hani siz anti emperyalisttiniz? NATO, Kuzey Atlantik’te emperyalist kapitalist dünyanın en büyük askeri örgütü değil mi? NATO üyeliğine neden son vermiyorsunuz? Emperyalist devletlerle askeri ve ticari anlaşmaları neden iptal etmiyor, o anlaşmaları yırtıp çöpe atmıyorsunuz? Elinizi tutan mı var?

Sizin anti emperyalistliğiniz ve NATO karşıtlığınız palavradan ibaret

Sizin anti emperyalistliğiniz ve NATO karşıtlığınız palavradan ibaret. Kürt düşmanlığınız ve kapitalist çıkarlarınız için ABD ile Rusya arasında tenis topu gibi gidip gelmeyi, Kürtlerin kazanımlarını yok etmek için Moskova’yla Washington arasında mekik dokumayı anti-emperyalizm diye yutturmaya çalışıyorsunuz.

Siz emperyalistlere kafa tutamaz, onlarla bağınızı koparamazsınız

Siz isteseniz de anti emperyalist olamazsınız. Bırakınız emperyalizme karşı olmayı, kapitalist hiyerarşide bir üst basamağa çıkmak ve bölge ülkelerinin doğal varlıklarına ve ürettiği değerlere el koymak için her türlü hukuk dışı ve gayri meşru yola başvuruyorsunuz. Ülkeyi uluslararası tekelci sermayenin organik bir parçası haline getirdiğiniz. Her bakımdan ülkeyi emperyalizme bağımlı kıldınız. Üretimi bitirdiniz, Türkiye’yi iğneden ipliğe her şeyi dışarıdan alan bir ülke konumuna düşürdünüz.

Emperyalist ortaklarınızla birlikte emeği iliklerine kadar sömürüyor, doğal varlıkları yağmalıyorsunuz. Çok büyük karlar ve servetler ediniyorsunuz. Palavrayı bırakın. Siz ancak Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler gibi mazlum halklara namlu gösterebilirsiniz. İşçilere, emekçilere, yoksullara parmak sallar, kafa tutarsınız. Siz emperyalistlere kafa tutamaz, onlarla bağınızı koparamazsınız. O bağ sizin göbek bağınızdır. O bağ sizin yaşam kaynağınızdır, varlık nedeninizdir.

Suriye'de siyasi çözümün önündeki en büyük engelin AKP - MHP iktidarı olduğunu tüm dünya gördü

Sonuç olarak, Türkiye’nin pek çok uluslararası görüşme ve anlaşmada olduğu gibi özellikle başta Kürtler olmak üzere bölge halkları hakkında hangi kirli kararların alındığını, hangi gizli anlaşmaların yapıldığını bilmiyoruz. Ancak gerek NATO zirvesinin, gerekse Türkiye, Almanya, İngiltere ve Fransa’nın yaptığı dörtlü toplantının sonuçları bugün Suriye’de siyasi bir çözümün önünde de, mültecilerin yaşadıkları topraklara gönüllü ve güvenli dönüşlerinin önünde de en önemli engelin AKP-MHP iktidarının saldırgan politikası olduğunu bir kez daha bütün dünya kamuoyuna göstermiştir.

Türkiye Til Rifat’ta da alenen savaş suçu işledi

Kuzey-Doğu Suriye Hak İhlalleri Belgeleme Merkezi’nin raporuna göre de son iki yılda Türkiye’nin saldırıları sonucu bölgede en az 162 çocuk öldü, 195 çocuk ise yaralandı. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin verilerine göre de DAİŞ yani IŞİD ve El Nusra çetelerinin 2014-2018 yılları arasında Serekaniyê, Kobanê, Girê Spî, Reqa, Minbic, Derazor ve Hasekê’ye yönelik bombalı saldırılarda en az bin çocuk ölmüş. Sayıları net olmamakla birlikte çok sayıda çocuk sakat kalmış ve uzuvlarını yitirmiş.

20 Kasım 1989’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca kabul edilen ve 2 Eylül 1990 tarihinde de yürürlüğe giren Türkiye de dahil 197 ülkenin taraf olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 38. maddesi devletlere, silahlı çatışma ortamlarında çocukları bütün zararlardan koruma ve haklarını güvence altına alma yükümlülüğü getirmiştir. Türkiye taraf olduğu bu sözleşmenin gereklerini çiğneyerek sivilleri, çocukları, kadınları hedef alıyor ve alenen savaş suçu işliyor.

Uluslararası kuruluşları Türkiye’nin sivillere ve çocuklara yönelik saldırılarını önlemek için göreve çağırıyoruz

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi’ni, UNICEF’i, Uluslararası İnsan Hakları Örgütleri’ni Çocuk hakları üzerine çalışma yürüten uluslararası kuruluşları Türkiye’nin Kuzey-Doğu Suriye’de sivillere ve çocuklara yönelik saldırılarını önlemek için acilen göreve çağırıyoruz.  

Roboski’den Tel Rifat'a değişen tek şey sadece tabutların sayısı, değişmeyen şey ise Kürt düşmanlığı

Her ne kadar NATO devletleri Suriye’de çocuk ve sivil katliamlarını görmezden gelmiş olsa da uluslararası toplumu insanlığa karşı işlenen suçları mevcut hukuk esas alınarak mahkûm edecek bir uluslararası mahkemenin toplanması için gerekli girişimlerde bulunmaya, kendi devletlerine baskı yapmaya çağırıyoruz. Sonuç olarak, Roboski’den Tel Rifata değişen tek şey sadece tabutların sayısı… Değişmeyen tek şey ise Kürt düşmanlığı…

Cezaevlerinden hasta tutuklular değil tabutları çıkıyor

Türkiye cezaevlerinde yaşanan hak gasplarına dair haberlerin ardı arkası kesilmiyor. Özellikle hasta tutukluların yaşadığı sorunların çözümüne dönük yasal girişimlerin sonuçsuz kalması ölüme mahkûm ediyor. Cezaevlerinden hasta tutuklular değil, tabutları çıkıyor. Ölümle pençeleşen tutuklular Adli Tıp Kurumu tarafından “Cezaevinde kalamaz” raporlarına rağmen cezaevinde tutuluyor ve açıkça suç işleniyor.

Hapishanelerde düşman hukuku uygulanıyor

Adalet Bakanlığı 2018 resmi verilerine göre son 8 yılda hapishanelerde 2 bin 300 tutuklu hayatını kaybetmiş. Toplam kapasitesi 220 bin olan cezaevlerinde 300 bine yakın tutuklu bulunuyor. İHD'nin verilerine göre 457'si ağır olmak üzere 1.334 hasta tutuklu var. Bunlar resmi raporlarını ulaştırabilmiş olanlar. Pek çok ağır hastanın daha adı ise bilinmiyor. Hapishanelerde kapatma mantığı ve düşman hukuku hüküm sürüyor.

Defin aracı, taziye evi, tabut verilmedi

Bu düşmanca tutumun son örneği 3 Aralık 2019’da yaşanmıştır. Emine Aslan Aydoğan HDP Viranşehir ilçe yöneticimizdi. Gizli tanık ifadesiyle 16 aydır tutukluydu. İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) 64 yaşındaki ağır hasta Emine Aslan Aydoğan’ın tedavisi için yaptığı başvurulara hiçbir yanıt verilmemiş. Emine Aslan Aydoğan Urfa T Tipi 2 Nolu Kapalı Cezaevi'nden kaldırıldığı Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde 3 Aralık 2019’da yaşamını yitirmiştir.

Hepsi bu kadar değil… Emine Aslan Aydoğan’ın cenaze işlemlerine de düşmanca bir tavır alınmıştır. Viranşehir Belediyesi defin için aileye araç ve tabut vermiyor. Mezarlık polis tarafından abluka altına alınıyor, ailenin dışında kimsenin katılmasına izin verilmiyor. Memleketi Kızıltepe’de kayyım belediyesi de taziye evi vermiyor.

AKP iktidarı için İslami değerler yok hükmünde

Oysa bir insan öldüğünde ölüden hüküm kalkar. Bu temel bir İslami değer ve dini ilkedir. AKP iktidarı siyasi tutukluların hastasına da ölüsüne de düşman. Onun için İslami değerler, dini ilkeler yok hükmünde. Anayasal ilkeler, temel haklar, etik değerler ve dini vecibeler ayaklar altına alınmıştır.

Hasta tutsakları derhal serbest bırakın ve ölülerimize saygılı olun

Bu iktidarın bırakınız hasta tutukluları ölülere bile saygısı yoktur. Burası sözün bittiği yer değil, başladığı yerdir. İster dindar olsun ister ateist, ister sosyalist olsun ister kapitalist, ister Türk olsun ister Kürt, ister Alevi olsun Sünni, ister Müslüman olsun ister Hıristiyan kim olursa olsun ölülere saygısızlığa rıza göstermemelidir. AKP-MHP iktidarını bir kez daha uyarıyoruz: Hasta tutsakları derhal serbest bırakınız ve ölülerimize saygılı olunuz.

Soylu, KHK'lilerle ilgili sözleriyle Anayasa Mahkemesi'ni tanımadığını ilan etti

İçişleri Bakanı Soylu katıldığı bir televizyon programında ‘Bir kişi mahkemeden beraat almışsa görevine neden dönemiyor?’ sorusuna şöyle bir cevap veriyor: ‘Elbette ki güvenmeyeceğim. Herkes devletin içine girmek zorunda mı? (…) devlet temkinli olmayacak mı? Her şeye Anayasa Mahkemesi’nin gözüyle bakıyor değilim, kimse kusura bakmasın.’ Bu açıklamaları, bu ülkenin İçişleri Bakanı yapıyor. Soylu bu açıklamalarıyla Anayasa Mahkemesi’ni tanımadıklarını, kendi tasarruflarının Anayasa Mahkemesi’nin üzerinde olduğunu ve Mahkeme kararlarını uygulamanın da kendi tercihlerine kaldığını açık açık ilan etmiş oluyor. Bunun altını kalın çizgilerle çizelim ve tarihe büyük bir dipnot olarak düşelim.

Hukuk ve adalet bir gün kendilerine de lazım olacak

Oysa Anayasa’nın 70. maddesi; ‘Her vatandaş kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.’ dediği halde… Ne yazık ki bu cümleleri kuran kişi, bu ülkenin İçişleri Bakanı. Zamanın İçişleri Bakanı Efkan Ala da 17-25 Aralık’taki yolsuzlukları kapatmak için “Kapıyı kır gir, sonra kanununu çıkarırız.” diyordu. Kısacası bu zihniyet ‘Devlet biziz, hukuku da kendimize, keyfimize, menfaatimize göre eğer bükeriz” demektedir. Ama unutmasınlar ki hukuk ve adalet bir gün kendilerine de lazım olacak.

6 Aralık 2019