Kubilay: Etik değerlere sahip bir iktidar bu toplumsal cinnet karşısında istifa ederdi

Parti Sözcümüz Günay Kubilay, genel merkezimizde haftalık basın toplantısı düzenledi. MYK toplantısının sürdüğü saatlerde açıklama yapan Kubilay, şöyle konuştu:  

Basın toplantımızı yaptığımız bu saatlerde MYK toplantımız halen devam ediyor. Siyasal gelişmeler ile Kayyım Darbesi, HDP’ye yönelik saldırılar, Kuzey ve Doğu Suriye’deki gelişmeler, Erdoğan-Trump görüşmesi gibi konuları MYK’mız değerlendiriyor. Bu konulardan bazı başlıkları sizlerle başlamak istiyoruz. 

Acılarla yoğrulmuş bir coğrafyada yaşıyoruz. Bugün 15 Kasım, Seyit Rıza’nın idam edilişinin 82’inci yılı. Zulmün ve zalimin karşısında boyun eğmeyen Seyit Rıza ve arkadaşlarını HDP olarak minnetle ve saygıyla anıyoruz. Onların bize bıraktığı onurlu yürüyüşün ve tarihsel mücadele mirasının sürdürücüsü olmayı devam ettireceğiz. 1937-38 Dersim Tertelesini, bu katliamın sorumlusu olanları da asla ve asla unutmayacağız. 

Dersim için özür dileyen Erdoğan aynı zihniyeti sürdürüyor

Erdoğan 2011 yılında Meclis’te Dersim katliamını kabul etmiş ve şöyle söylemişti: “Sayısı bugün dahi bilinmeyen binlerce insan, kadın ve çocuk katledildi. Yuvalar yıkıldı, binlerce insan göç ettirildi. Binlerce kız çocuğu evlatlık verildi… O zamanlar CHP tek başına iktidardı. Hamdolsun, bizim tarihimizde bunlar yok… Eğer devlet adına özür dilenmesi gerekiyorsa ve böyle bir literatür varsa ben özür dilerim ve diliyorum.” Erdoğan resmi verileri de göstererek katliamda 13 bin 806 kişinin katledildiğini açıklamıştı. Bu cümleleri kuran Erdoğan bugün, devlet iktidar güçleriyle ittifak kurarak, tarihsel Kürt düşmanlığı üzerinden saldırılarını ne yazık ki sürdürüyor. AKP’nin bugün Kürtlere dayattığı savaş ve şiddet konseptinin 1938 katliamını gerçekleştiren zihniyetten bir farkı yok. Üstelik bugün sadece saldırıyı herhangi bir Kürt kentiyle de sınırlı tutmuyor, bu saldırıları sınır ötesine de taşıyarak bütün bölgeye yaymış durumda.

31 Mart’tan bu yana 26 belediyemiz gasp edildi

31 Mart seçimlerinde aldığımız 65 belediyeden 6’sı KHK kumpasıyla gasp edilmişti. Bu zamana kadar 20 belediyemize kayyım atandı! Biz bu açıklamayı yaparken bu sabah Savur Belediyesi Eşbaşkanı Gülistan Öncü, Mazıdağı Belediyesi Eşbaşkanı Nalan Özaydın, Suruç Belediyesi Eşbaşkanı Hatice Çevik ve Derik Belediyesi Eşbaşkanı Mülkiye Esmez evlerine yapılan polis baskınıyla gözaltına alındı. Belediyeler ise hala polis ablukasında.

Kayyım saldırısı aynı zamanda özgür kadın iradesine yöneliktir

Dikkatinizi çekmek isterim ki, bugün gözaltına arkadaşlarımızın tamamı kadın. Kayyımın aynı zamanda özgür kadın iradesine yönelik bir saldırı olduğunu kendileri itiraf etmişlerdi. Üstelik 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele haftasındayız ve AKP kadın iradesine yönelik saldırıyı büyüterek derinleştiriyor. Kadın Meclisimizin 25 Kasım’a yönelik broşürleri “itaat etmiyoruz” sözleri gerekçe gösterilerek toplatılmaya başlanmıştır ve hiçbir yasal dayanak da yoktur. İktidar karşısında özgür kadın iradesi görmek istemeyen AKP-MHP iktidarının ancak kendisine biat edenlere yaşam şansı tanıdığını gösteriyor. Şimdiye kadar 32 belediye eşbaşkanımız gözaltına alındı ve 14’ü tutuklu. Şimdiye kadar yüzlerce belediye meclis üyemiz gözaltına alındı ve 9’u tutuklu.

Kayyım her şeyi gasp ediyor, her şeye ipotek koyuyor

Belediye meclis üyeleri hakkında önemli bir noktaya dikkat çekmek istiyoruz. Belediye Meclis üyeleri hakkındaki önemli bir nokta şu: Kayyım ile sadece HDP’li belediye meclis üyelerinin değil, diğer partilerden seçilen belediye meclis üyelerinin de iradeleri ve dolayısıyla onları seçenlerin iradeleri gasp ediliyor. Örneğin sadece Diyarbakır, Van, Mardin şehirlerimizdeki 174 belediye meclis üyesi görevden fiilen uzaklaştırıldı. Bundan dolayı diyoruz ki kayyım bir rejim uygulaması olarak herkese atanmış oluyor. Hatta AKP kendisine de bu vesileyle kayyım atamış oluyor! Her şeyi gasp ediyor, her şeye ipotek koyuyor.

Bu vesileyle artık belediyeler özgün ve özerk idari yapılar değil, Saray’a bağlanmış ve atanmışların yönettiği birer klasik devlet kurumuna dönüştürülmüştür. Gülünç bir şekilde de şehirlerin her tarafına “sıfır borç” pankartları asarak kampanya yürütüyorlar. Bu kampanya ikiyüzlülüğün resmidir. Kayyımların bıraktığı borç: 5 milyar 700 milyon liradır. Resmi olmayan borçların ise bunun birkaç katı olduğuna kuşku yok. Bunların nereye harcandığını, nasıl harcandığını ise biz bilmiyoruz, kamuoyu bilmiyor, harcayanların dışında hiç kimse bilmiyor. 

Bu gayri meşru ve hukuk dışı uygulamaların hepsine birer yasal kılıf uyduruyor, yargı kararları olduğunu dayanak yapıyorlar. ‘Cumhur İttifakı’na yakınlığıyla bilinen bir şirketin (ORC Araştırma şirketi) katılımcılara sorduğu ‘Yargıya güveniyor musunuz?’ sorusuna yüzde 68’i ‘Güvenmiyorum’, yüzde 20,3’ü de ‘Kısmen’ yanıtını vermiş. Yani % 90 oranında bir güvenmeyen bir yargının verdiği kararların asla meşruiyeti olamaz. 

Bülent Turan gençlere yönelik işkenceyi meşrulaştırarak suça ortak olmuştur

HDP’ye yönelik olarak kayyım atamalarının, belediyelerimize yönelik gaspın dışında kapsamlı saldırılar devam ediyor. HDP Gençlik Meclisi üyesi 35 arkadaşımız gözaltına alındı. İstanbul’daki haksız ve hukuksuz gözaltılarda arkadaşlarımıza fiziksel işkence yapıldı. İşkencenin yanı sıra ‘toplu fotoğraf’ çektirme baskısı da uygulandı. Sadece işkenceyi yapanlar değil, bu işkenceyi savunanlar da, ona göz yumanlar da işkence suçunun ortağıdır. AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan Meclis Genel Kurulu’nda gözaltına alınan gençler için “Emniyet’te slogan attılar” diyerek işkenceyi meşrulaştırmaya çalışan ve suça ortak olan bir zat olarak kendisini ortaya koymuştur. İşkence bir insanlık suçudur. İnsanlık suçlarının zaman aşımı olmaz. Bu suçu işleyenlere sesleniyoruz: Bugün değilse yarın mutlaka yargılanacaksınız. Hak ettiğiniz cezayı alacaksınız. O dönemde de bugün sırtınızı dayadığınız herhangi bir otoriter iktidar sizi yargının önüne gitmekten kurtaramayacaktır. 

“Türkiye’de hukuk ve adalet vardır” diyenler ya gözlerini kapatıyor ya da vicdanlarını

Hepsi bu kadar değil. Her gün hukuk adı altında adalet kıyımı ile karşılaşıyoruz. Bu kıyımın son örneklerinden biri Ahmet Altan’ın yeniden tutuklanmasıdır. Aynı bağlam içerisinde evvel ki gün Rabia Naz Vatan’ın şüpheli ölümünün araştırılması için kurulan Meclis Komisyonunun çalışmalarını takip eden gazeteci Canan Coşkun ve belgeselci Kazım Kızıl’ın, dün ise Rabia Naz’ın babası Şaban Vatan’ın gözaltına alınmış olmasıdır. Artık örnekleri çoğaltmak mümkün ancak zamanımız kısa. “Türkiye’de hukuk ve adalet vardır” diyenler ya gözlerini kapatmış durumdalar ya da vicdanlarını. Ortada bir yargı yok. Hukuk devleti yok. Karşı karşıya olduğumuz şey, iktidarın siyasi kararlarına, siyasi tasallutlarına yasal kılıf uydurmak için çalışan Saray’ın adliye şubeleri ve elemanlarıdır. 

20 Kasım’da geniş ölçekli toplantı ile yol haritamızı belirleyeceğiz

Kayyımlar konusunda bir noktaya daha değinip bu bölümü kapatmak istiyorum. HDP’ye yönelik saldırılar sadece kayyımlarla sınırlı değil ve çok yönlü bir biçimde sürüyor. Biz kayyımlara ve HDP’ye yönelik saldırılara karşı demokratik ve meşru bir direniş hattı oluşturduğumuzu ve buna süreklilik kazandırdığımızı herkes biliyor. Önümüzdeki günlerde 20 Kasım’da artık adım adım belediyelerimizin giderek gasp edilmeye başlandığı bu evrede, mevcut mücadele yöntemlerimizin dışında yeni önerileri de değerlendirmek üzere 20 Kasım’da kapsamlı ve geniş ölçekli bir toplantı gerçekleştireceğiz Ankara’da. Bu toplantıya milletvekillerimiz, PM, MYK üyelerimiz, Belediye Meclis Üyelerimiz, il genel meclis üyelerimiz, belediye başkanlarımız kadın ve gençlik meclisi üyelerimizin katıldığı geniş katılımlı toplantı yapacağız. Onun dışında bugüne kadar HDP ile dayanışma içinde olmuş, omuz omuza olmuş sendikaların, STK’ların inisiyatif ve kuruluşların temsilcilerinin de katılacağı bir toplantı olacak. Bu toplantıda önümüzdeki dönemde kayyımlar dahil yeni mücadele hamlelerimizi, yeni mücadele yöntemlerimizi dostlarımızla parti üyelerimizle seçilmişlerimizle değerlendireceğiz ve kendimize yeni bir yol haritası oluşturacağız. Bunun  altını özellikle çizmek istiyorum.  

ABD ziyaretinde Erdoğan’ın ve ailesinin mal varlığının araştırılmasına dair neler konuşuldu?

Erdoğan’ın ABD ziyaretinde kamuoyuna yansıtılanların dışında neler konuşulduğunu, hangi gizli pazarlıkların ve anlaşmaların yapıldığını bilmiyoruz. Örneğin, Erdoğan’ın ve ailesinin mal varlığının araştırılması için senatoda bekleyen yaptırım tasarısına dair neler konuşulduğunu ve bu tasarının geri çekilmesi için Türkiye’nin ödemesi gereken diyetin ne olduğunu da bilmiyoruz. Aynı yaklaşım Halk Bankası içinde geçerlidir. Erdoğan ve Trump ikilisinin basın toplantısında yaptıkları açıklamaya bakılırsa, sonuçsuz bir görüşme olduğu özellikle Erdoğan’ın umduğunu bulamadığını söyleyebiliriz. Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik işgalin Kobanê’ye doğru genişletilmesi için çeşitli yalanlar eşliğinde Trump’tan vize alınması amacının olduğu da anlaşılıyor. Örneğin, Erdoğan’ın “350 bin Kobaneli şu an ülkemizde” sözü gerçek dışıdır. Kobanê’nin nüfusu 2011 iç savaşından sonra bölgeye sığınanlarla birlikte 200 bini geçmiyor. Kaldı ki Kobanê’de savaştan dolayı Türkiye’ye kaçanların birinci dereceden sorumlusu IŞİD, ikincisi de AKP-MHP iktidarıdır. Binlerce Kobaneli yaşadığı topraklarını terketmeye başladığında Erdoğan’ın söylediği ‘Kobanê düştü düşecek’ sözleri hafızalarda dip diri duruyor ve biz kamuoyuna bir kez daha bunu hatırlatmak istiyoruz. 

Erdoğan, yerinden ettiği veya iradesini gasp ettiği Kürtlere ‘Kürt düşmanı değilim’ diyemiyor

Bu görüşmede ilginç cümleler kuruldu. Erdoğan’a göre Kürtlerle bir sorunu yokmuş, sadece belli örgütlerle uğraşıyormuş. Buna kimse inanmıyor. Erdoğan, Kuzey Suriye’de yerinden ettiği veya belediyelerini kayyımlarla gasp ettiği milyonlarca Kürt’e ‘Kürt düşmanı değilim’ diyemiyor. Ama bütün dünyanın şaşkınlıkla izlediği ve samimiyetinden şüphe duyduğu Trump’a anlatması ise politik açmazın ve çaresizliğin bir ifadesidir.

Türkiye’de, Irak’ta ve Suriye’de Kürt’ün sesini duyurmak isteyen, demokratik ve özgür bir siyasi gelecek arayışı içinde olan Kürde parmak sallamanın, kazanımlarını yok etmeye çalışmanın adı nedir acaba? Erdoğan’ın Kürt düşmanı olmadığını okyanus ötesine söylemesinin hiçbir anlamı yoktur.

Erdoğan mülteci borsası kurmuş

Mültecilere gelince…Erdoğan şu ana kadar mülteciler için 40 milyar dolar harcandığını söyledi. Hatırlanacağı gibi BM Genel Kurulu’nda 50 milyar harcandığını söylemişti. Erdoğan mülteci borsası kurmuş gibi, bir tüccar gibi kim ne kadar verebilir, kime kaça pazarlarım üzerinden rakam belirliyor. Bunun ötesinde söylediğinin matematiksel bir karşılığı ve gerçeği yok. Bugün Suriye’den Türkiye’ye sığınan 3.5 milyon Suriyeli var. Erdoğan’ın yaptığı hesapla üç çocuklu Suriyeli bir ailenin şu ana kadar 400 bin lira bir para almış olması gerekiyor. Kişi başı 80 binden fazla destek vermesi gerekiyor. Peki, bu gerçeklikle örtüşüyor mu? Çok uzağa bakmaya gerek yok. On binlerce Suriyelinin ağır koşullarda ve çok düşük ücretle çalıştırıldığını, sefalet içinde yaşadığını ne yazık ki hepimiz görüyoruz. 

İktidarımıza iftira atıyorlar diyorlarsa, 100 bin kişilik çete ordusuna ne kadar para aktarıldığını açıklayabilirler

Fakat bir başta vahim bir duruma ve hakikate değinmekte yarar var: Erdoğan bu 30 veya 40 milyar doları harcamış olabilir mi? Bizce olabilir. Ama kimin için ve nereye? Bugün MSO adını verdikleri 100 bin kişilik çetecilerin maaşına, silahına, mühimmatına vermiş olabilir. ‘Bu iddialar gerçek dışıdır, iktidarımıza iftira atıyorlar’ diyorlarsa, o zaman 100 bin kişilik çete ordusuna ne kadar para aktarıldığını ya da hiç aktarılmadığını açıklasınlar. Ama gerçek şudur: Çıkıp dünyaya ‘Ey Avrupa, ey Amerika ben çetelere maaş, ev, silah verdim. Bunun parasını siz karşılayın’ diyemediği için harcadığı parayı insani harcama diye göstermeye çalışıyor.

Ermeniler bu coğrafyada hiçbir zaman göçmen değildi

Bu ikili görüşmede Erdoğan ve Trump’ın Anadolu ve Mezopotamya’nın kadim halklarından olan Ermeniler ile Kürtlere dair iki önemli tarihsel çarpıtmaya da tanık olduk. Erdoğan Ermeni Soykırımı üzerine konuşurken "Ermeniler bundan önce değişik yerlerde göçmen olarak dolaşırlardı. Türkiye'de de aynı şekilde göçmen olarak yaşarlarken zorunlu tehcir yaşandı" dedi. Her şeyden önce Ermeniler bu coğrafyada hiçbir zaman göçmen değildiler. Ermeniler sevgili Hrant Dink'in dediği gibi "kökleri bu coğrafyada" olan kadim halklardan biridir. Üstelik Temsilciler Meclisi ‘1915 Ermeni Soykırımıdır’ kararını alan Amerika’da Ermenilerin göçmen olduğuna dair cümleler kurmak, tarihsel bir hakikati çarpıtarak kendini gülünç duruma düşürmekten başka bir şey değildir.

Kürtler bu ülkeye, bu topraklara başka bir yerden gelmedi

Aynı görüşmede Trump ise Suriyeli Kürtlerle ilgili bir soruya yanıt verirken, ‘Türkiye Kürtlere iyi bakıyor, eğitim, sağlık hizmeti veriyor’ dedi. Eğer bu tespit Kürtlerin tarihine ve coğrafyasına dair bir bilgi yoksunluğu değilse, Trump’a Erdoğan tarafından çarpıtılarak aktarılmış bir yalanın dile getirilmesinden ibarettir. Kürtler bu ülkeye, bu topraklara başka bir yerden gelmediler. Kürtler de tıpkı Ermeniler gibi bu toprakların kadim halklarından biridir.  Uzun yıllar boyunca kolektif varlıkları inkar edilen bu halk çok büyük zulümler gördü, çok büyük acılar yaşadı, çok büyük ve ağır bedeller ödedi, ama bu topraklarda birlikte yaşadığı halklarla eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir siyasi gelecek tahayyülünden asla vazgeçmedi, geçmeyecek. 

Bırakınız Kürtlerin anadillerinde eğitim görmelerini, Kürtçe tabelaları indiriyorlar

Türkiye’de Kürtlere çok iyi eğitim veriliyormuş… Türkiye’de Kürt realitesini bilmeyen biri de Türkiye’de hakikaten Kürtçe eğitim-öğretim yapıldığını, kendi anadilinde eğitim yapıldığını, Kürt kimliğini, kültürünü özgürce yaşadığını sanır. Oysa ki, bırakınız Kürtlerin kendi anadillerinde eğitim öğretim yapmalarını, Kürt illerindeki Kürtçe isimlere bile düşmanca yaklaşıyor, Kürtçe tabelaları indiriyorlar. Mezar taşlarında ‘unutmayacağız’ sözü Kürtçe yazıldığı için kırıyorlar. Kürtlerin ölülerine dahi saygıları ve tahammülleri yoktur. 

Muhalefet partileri Erdoğan’ın siyasi tuzağına düşerek kendi varlıklarını anlamsızlaştırıyor

9 Ekim’de başlayan Kuzey ve Doğu Suriye’yi işgal süreci Kürt düşmanlığına dayalı sistematik bir yıkımın göstergesi olduğu kadar, güçler arasındaki ilişkileri de belirleyen turnusol işlevi de görüyor. İktidarın ‘terörle mücadele ve beka’ yalanının arkasına saklanarak Türkiye’de militarizmin, şovenizmin, sağ popülizmin ve Kürt düşmanlığının nerelere kadar sirayet ettiğini çıplak bir gözle görüyoruz. Yaşanmakta olan saldırılar, ırkçı hezeyanlar 7 Haziran 2015 sonrası uygulamaya konulan ‘Çöktürme Planı’nın bir devamıdır. AKP-MHP iktidarının bir siyaset düsturu olarak topluma dayattığı inkâra ve tekçiliğe dayalı ideolojik kısırlığın, Türkiye’yi fasit bir daire içinde dönüp dolaşan, ışık gördüğü her kapıya koşan, görünür geleceğe dair siyasal projeksiyondan yoksun bir ülke konumuna sürüklediğini herkes görmek zorunda.

Kuzey Suriye işgal sürecine parlamento içi bazı muhalefet partilerin yaklaşımlarını ve AKP iktidarına verdikleri politik desteği sadece bir ‘akıl tutulması’ olarak göremeyiz. İktidarın körüklediği Kürt düşmanlığına dayalı şoven milliyetçi dalgaya kendini kaptıran muhalefet partileri Türkiye’nin demokratikleşme sürecine gidecek yolu tıkayarak, iktidarının ömrünü uzatmak isteyen Erdoğan’ın kurduğu siyasi tuzağa düşerek, kendi politik ve örgütsel varlıklarını da anlamsızlaştırıyorlar.

IŞİD’e yeni hareket alanları açılmaktadır

Böylece sadece 8 yıl boyunca Suriye’yi kasıp kavuran iç savaş yangınını körüklemekle kalmıyorlar, sıkça eleştirdikleri ve itiraz ettikleri ‘tek adam rejimi’nin değirmenine su taşıyarak despotik bir iktidarın inşa sürecinin harcı da oluyorlar. Afrin’in ilhak edilmesinden bu yana Suriye krizi derinleşmekte, ‘Milli Suriye Ordusu’ denilen çete grupları Erdoğan Rejimi’nden aldığı destekle savaş suçları işlemeye devam ediyorlar. Bu müdahaleler IŞİD’e yeni bir hareket alanı açmakta, katliamlarını sürdürme imkanı sağlamaktadır. Erdoğan Rejimi’nin engellemesiyle Suriye Demokratik Meclisi’nin katılımcısı olmadığı Cenevre’deki sürecin başarıya ulaşıp ulaşmayacağını, bütün Suriye halklarını kapsayacak demokratik bir anayasal çözüm sürecine evrilip evrilmeyeceğini bilmiyoruz. 

Çözüm Astana’da, Soçi’de, Cenevre’de ya da Washington’da değil, Şam’da, Halep’te, Kobanê’de, Qamışlo’da aranmalıdır

Ancak, burada Esad Rejimi’nin Suriye Demokratik Meclisi’yle görüşmeler yaparak, yeni Suriye’nin inşasının önündeki engelleri aşması, demokratik bir çözüm üretmesi mümkündür. Eğer, Esad rejimi Türkiye dahil Suriye topraklarındaki yabancı güçlerin çekilmesini istiyorsa, büyük bir yıkıma uğramış ülkesini yeniden inşa etmek istiyorsa, çok uluslu, çok inançlı Suriye gerçeğini kendisine dayanak yaparak Suriye halklarıyla demokratik bir siyasi çözüm noktasında buluşarak bunu başarabilir. Daha önce pek çok kez ifade ettiğimiz gibi gerçek bir demokratik siyasi çözüm Astana’da, Soçi’de, Cenevre’de ya da Washington’da değil, Şam’da, Halep’te, Kobanê’de, Qamışlo’da aranmalıdır. Çözümün tek kaynağı Suriye halkının bizatihi kendisidir. 

Şehir hastaneleri toplum sağlığına zararlıdır

Ekonomik sosyal  konulara gelince… Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülen Sağlık Bakanlığı bütçesiyle ilgili yaptığı sunumda, Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) modeli ile yapılan şehir hastanelerinin artık genel bütçe kaynaklarından yapılacağını açıkladı. Koca, şu ana kadar KÖİ modeli ile 10 şehir hastanesinin yapıldığını, 9 adet KÖİ modeli şehir inşaatının da devam ettiğini ifade etti. AKP iktidarı 21 adet KÖİ modeliyle şehir hastanesi yapmayı da aynı zamanda planlıyordu. Şehir hastaneleri için genel bütçeden 2018 yılında 2 milyar 544 milyon TL ve 2019 yılında 6 milyar 150 milyon TL ödeme yapılmış. 2020 yılı için 10 milyar 414 milyon TL, 2021 için 16 milyar TL ve 2022 yılı için ise 21 milyar 910 milyon TL ayrılacağı öngörülüyor.

HDP olarak Şehir hastaneleri gündeme geldiğinden beri "sağlık hakkının ihlali", "sağlığın paralı hale getirilmesi", "hasta ve yatak garantisi dolayısıyla sermayeye birer kaynak aktarımı" gibi eleştirilerle sorunu sürekli gündeme taşıyoruz.

Şehir hastaneleri projeleri AKP'nin icadı değil. AKP her alanda olduğu gibi sağlık alanında da vahşi, toplum karşıtı neo-liberal politikaları esas alarak dünyada uygulanan bu projeleri Türkiye’ye ithal etti. O zaman da söyledik, dünyada şehir hastaneleri uygulaması çökmüştür dedik. Ama hükümet bizi dinlemedi. Şehir hastaneleri AKP projesi değildir. Ortada saklanamayacak bir gerçek var: Şehir hastaneleri toplum sağlığına zararlıdır. Bu toplumun ekonomisine zararlıdır. Halkın bütçesinden çalmakta, sermayeye para aktarmaktadır. Kamu zararına rağmen hastanelerin yapımlarına inşasına devam edilemez. Bir an önce Şehir hastaneleri sözleşmeleri iptal edilmelidir. Bu hastaneleri kamunun yapması her zaman daha yararlı sonuçlar üretecektir. Şehir hastanelerinin yapılmasıyla birlikte toplumun sağlığa ulaşımı ya da hizmet kalitesi düşmüştür. Şehir hastanelerinde verimlilik yoktur, kentlerin ulaşım planlamasına aykırıdır ve kent merkezlerine uzak. Bu hastaneler, sağlığı sosyal bir hak olarak değil, Erdoğan’ın dediği gibi hastayı müşteri olarak gören ve kâr amacıyla hizmet veren sağlık şirketleridir.

AKP, kamuyu zarara soktuğu için yargı önünde hesap verecektir

Sonuç olarak, aynı anlayışla bağıtlanmış şehir hastaneleri dahil, köprüler, otoyollar ve benzeri bütün anlaşmalar iptal edilmelidir. Hazinenin yükümlülükleri kaldırılmalı, kamu zararları tazmin edilmelidir. AKP iktidarı bütün uyarılara rağmen kamuyu milyarlarca lira zarara sokmuş, kamu kaynaklarını yandaş sermaye gruplarına bilinçli olarak aktarmıştır. Bile bile, bilinçli olarak kamuyu zarara soktuğu için yargı önünde hesap verecektir. 

Ahlaki ve etik değerlere sahip bir iktidar toplumsal cinnet karşısında istifa ederdi

Bu politikaların sonucunda, insanların onurluca yaşayabilecekleri imkanlardan yoksun oldukları için, umutlarını yitiriyorlar, ailece yaşamlarına son veriyorlar. Bugün de maalesef Bakırköy’de 3 kişilik bir ailenin yaşamına son verdiği haberleri basına yansıdı. Bu durum toplumsal bir cinnet halinin yaşandığına ilişkin alarm zillerini çalmaktadır. Ahlaki ve etik değerlere sahip bir iktidar, tek başına bu olaylar karşısında dahi istifa ederdi.

Palmira’yı yıkan IŞİD zihniyetiyle Hasankeyf’i sulara gömen zihniyet arasında ne fark var?

UNESCO'nun dünya mirası kriterlerinden 10'undan 9'una sahip dünyadaki tek yer olan, tarihte birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış, 19. yüzyıla kadar bölgenin en büyük yerleşim yerlerinden biri olan Hasankeyf'te yıkım sürüyor. SİT alanı olan Hasankeyf, ÇED raporu dahi olmayan bir barajın rantına kurban ediliyor. 12 bin yıllık geçmişi bulunan ve Ilısu Barajı altında bırakılacak olan Hasankeyf'te kayalar dinamitle yıkılmıştı, şimdi de milyonlarca canlıya ev sahipliği yapan Dicle Vadisi'ne iş makineleri girmiş, çarşısı yıkılmaktadır. Bu yıkım sürerken, Hasankeyf’te Roma ve Selçuklu dönemine ait olduğu düşünülen eserler bulundu. Resmi verilere göre Hasankeyf de dâhil toplam 289 arkeolojik sit alanı bulunmaktadır. Ancak Hasankeyf ve çevresindeki bu arkeolojik alanlar da yalnızca 80 kilometre akışı olacak ve ortalama 50 yıllık bir ömrü bir baraj, yandaş enerji şirketlerine yeni rant kaynağı yaratma yüzünden yok ediliyor.

Suriye'de de 2 bin yıllık Palmira antik kenti biliyorsunuz IŞİD’liler tarafından yakılıp yıkılmıştı. Palmira’yı yıkan bir zihniyetle Hasankeyf’i sulara gömen zihniyet arasında ne fark var? Bir de bu zihniyet kalkmış bize medeniyet dersi veriyor? Hadi canım sen de.

Kültürel, sosyal ve ekolojik olarak Yukarı ve Aşağı Mezopotamya’da büyük yıkımları getirecek olan Ilısu Projesi’nin iktidarın iddia ettiği gibi sosyo- ekonomik hiçbir getirisi olmadığı gibi tam aksine bu proje bir talan, yıkım ve tahakküm projesidir. Bu düzeyde bir örgütlü kötülüğü insan düşmanına bile yapmaz.

Soru: Kayyım atamalarına karşı son dönemlerde çeşitli çevrelerden partinize yönelik sine-i millet önerileri geliyor. Siz böyle bir tartışma yürütüyor musunuz, nedir bu önerilere yönelik yaklaşımınız?

Bu soru için teşekkür ederim. Bu konunun özellikle berraklaşması ve çeşitli spekülasyonların da noktalanması bakımından olumlu olacaktır. HDP kurumsal olarak bir sine-i millet tartışması yapmıyor. Ancak partimizin çevresinde dostları tarafından, yol arkadaşları tarafından HDP’den barış, demokrasi, özgürlük beklentisi olan bazı aydınlar, yazarlar, akademisyenler tarafından bir mücadele yöntemi olarak sine-i millet önerileri bize de geliyor. Çeşitli basın yayın kurumları üzerinden biz de dolaylı ya da doğrudan öğreniyoruz. Sine-i millet tartışması da demokratik ve meşru bir öneridir. Mücadele yöntemlerinden birisidir. HDP kendi çoğulcu yapısı ve radikal demokrasi anlayışı gereğince bu önerileri görmezden gelecek, kulağını kapatacak bir parti değildir. 20 Kasım’da yapacağımız geniş ölçekli büyük toplantıda bu öneriler de diğer önerilerle birlikte tartışılacaktır. Yeni mücadele hattımızı, yol haritamızı konuşacağız, tartışacağız, sonuçlandıracağız ve ondan sonra kamuoyuna gerekli açıklamaları yapacağız. Biz belediyelerden Meclis’ten çekiliyoruz, çekilmiyoruz diye spekülatif bir tartışma yapmıyoruz. Bu bir kişisel mesele değildir: Bu  sadece HDP’nin sorunu da değildir. HDP 6 milyon seçmenin oyunu almış bir partidir ve mümkün olsaydı 6 milyondan fazla yurttaşın görüş belirtmesiyle alınması gereken bir karar olurdu. 

15 Kasım 2019